• Sonuç bulunamadı

TARİHSEL PERSPEKTİFTE TÜRK-ALMAN İLİŞKİLERİ

5.1. 19. YÜZYILA KADAR TÜRK ALMAN İLİŞKİLERİ

Türkiye ile Almanya arasındaki ilişkiler asırlar öncesine dayanmaktadır. 12. yüzyıldaki İkinci Haçlı Seferi sırasında, Kutsal Roma-Germen İmparatoru I. Friedrich Barbarossa, ordusunun başında Selçuklu Devleti’nin başkenti Konya'ya kadar gelmiştir. Selçuklu Sultanı II. Kılıçarslan ile Friedrich Barbarossa arasında bir anlaşma yapılmıştır. Bu anlaşmaya göre, Türkler, Alman ordusunun Kilikya'ya geçmesine izin vermişlerdi. Fakat İmparator Friedrich Barbarossa, 1190 yılında, İçel-Göksu ırmağında yıkanırken boğulması, Alman Ordusunu başsız bırakmış ve ordu tümüyle dağılmıştır.

I.Friedrich Barbarossa'nın yeğeni İmparator III. Konrad, ordunun başında III. Haçlı Seferleri sırasında Anadolu’ya gelmiştir. İmparator Konrad, Anadolu Selçuklu Devleti Sultanı I. Rükneddin Mesud ile çatışmış, fakat iki lider arasında dostça ilişkilerde kurulmuştur. Ard arda iki Alman imparatorunun Kudüs’e ulaşmak amacıyla Anadolu’ya gelmeleri, birçok Alman düşünür ve tarihçinin dikkatini ‘’küçük Asya’’ olarak tanımladıkları Anadolu üzerinde toplamıştır.

Selçuklulardan sonra, Anadolu beylikleri arasından güçlenerek çıkan ve kısa sürede bir devlet kuran Osmanlıların Orta Avrupa'ya kadar uzandıkları yıllarda Türk- Alman ilişkileri politik düzeyde yeniden başlamıştır. Osmanlıların Avrupa'da en yaygın ve en güçlü olduğu XVI. ve XVII. yüzyıllarda, her iki ülke arasında sınır komşuluğu olmamasına rağmen, Avrupa'nın Osmanlılara karşı birleşmelerinde Alman siyasi toplulukları temkinli ve barışçıl bir tutum sergilemiştir.

Kanuni Sultan Süleyman zamanında, Almanya'yı, Avusturya'nın tamamını ve İtalya'nın bir bölümünü elinde bulunduran V. Karl, 1554 yılında Kardinal Busbeck'i tam yetkiyle Osmanlı Devleti nezdinde Avusturya Elçisi olarak görevlendirmiştir. Busbeck,

81

İmparator V. Karl'a ve Alman devlet ileri gelenlerine Osmanlı Devleti ve Kanuni Sultan Süleyman hakkında övgü dolu mektuplar yazmıştır. Askeri işlerde Türklerin üstün gücüne karşı alınması gerekli önlemleri tavsiye etmiştir. 1556 yılında V. Karl'ın ölümünden sonra Alman birliği dağılmış, bugünkü Alman coğrafyasında küçük Alman prenslikleri ortaya çıkmıştır.

Kanuni Sultan Süleyman döneminde girişilen I. Viyana Kuşatması sırasında Osmanlı ve Alman askerlerinin karşı karşıya gelmedikleri belirtilmiş (www.egze.com (15 Nisan 2012)). Ancak, Alman prensliklerinin bir kısmının Osmanlılara karşı Avusturya'nın yanında yer aldıkları görülmüştür. Türk ve Alman askerlerinin birbirleriyle çatıştıkları son savaş, 1683 yılındaki II. Viyana Kuşatması olmuştur. Kuşatma sırasında Avusturya'ya yardıma gelenler arasında Hannover Prensi Ludvig komutasında bir Alman birliği de bulunmuştur. Söz konusu Hannover birliği Şemdinlili Derviş Mehmet ve Hasan isimli iki Osmanlı askerini esir alarak Hannover’e götürmüşlerdir. Bu iki Osmanlı askeri sekiz yıl sonra Hannover'de ölmüşler ve İslami geleneklere uygun biçimde toprağa verilmişlerdir. Mezarları Hannover Başkonsolosluğumuz ve Hannover Belediyesi'nin işbirliği ile restore edilmiş ve koruma altına alınmıştır. Bu savaş dışında, Türk ve Alman halkları üç yüz yılı aşkın süredir birbirlerine kurşun sıkmamışlardır. Avrupa kıtasının yaşadığı iki büyük dünya savaşı da dahil olmak üzere yüzlerce kanlı savaş göz önünde alındığında, Türk ve Alman devletleri arasında yüzyıllardır süren barışçıl ilişkilerin, Avrupa siyasi tarihinde istisnai bir durum olmuştur.

1556 yılında V. Karl'ın ölümünden sonra, küçük Alman prensliklerinin hâkimiyeti altında dağınık bir siyasi görüntü çizen Almanya coğrafyasında, 18. yüzyılın başlarında kurulan Prusya krallığı, zamanla Avrupa'da askeri bir güç olarak kendisini göstermeye başlamıştır. Prusya Devletinin kurulması, Osmanlı İmparatorluğu açısından büyük önem taşımaktadır. Çünkü Prusya, Avusturya ve Rusya'ya karşı Osmanlı Devletinin çıkar birliğine girebileceği bir güç olarak ortaya çıkmıştır. Nitekim Prusya Kralı Friedrich'i ilk kutlayan İstanbul olmuş ve 15 kişilik bir heyet Berlin'e gönderilmiş, böylelikle iki ülke arasında ilk resmi münasebet gerçekleşmiştir. Prusya Kralı 1721 yılında özel bir temsilcisini İstanbul’a irtibat temsilcisi olarak göndermiştir.

82

1740 yılında Prusya tahtına oturan II. Ferdinand ve arkasından tahta geçen oğlu I. Wilhelm de, stratejik nedenlerle, o dönemin en güçlü ülkesi olan Osmanlı İmparatorluğu ile dostluğun geliştirilmesine büyük önem vermişlerdir. 1755 yılında Prusya Kralı II. Ferdinand, İstanbul’a bir elçi tayin etmiştir.1761 yılında, İstanbul'da Osmanlı İmparatorluğu ile Prusya Krallığı arasındaki ilk "Barış ve Dostluk Anlaşması" imzalanmıştır. Bu anlaşmaya dayanılarak, Osmanlı, bu ülkeye ilk Osmanlı Elçisini 1763 yılında Berlin’e göndermiştir. III. Selim zamanında, 1790 yılında, iki ülke arasındaki Dostluk Anlaşması yenilenmiştir (Emircan, 2003; 81).

5.2. I. DÜNYA SAVAŞI ÖNCESİ TÜRK ALMAN İLİŞKİLERİ

XIX. yüzyıl, Türk-Alman ilişkilerinde yeni bir dönemin başlangıcı olmuştur.

Uzun bir geçmişe sahip olan ikili siyasi ilişkiler, bu dönemde askeri ve teknik işbirliğine dönüşmüş ve zamanla kültürel ve ticari alanlara da yayılmıştır. Bir önceki yüzyılda Osmanlı yönetimini etkisi altına alan Fransız hayranlığı, XIX. yüzyılda yavaş yavaş yerini Alman hayranlığına bırakmıştır.

Osmanlı- Prusya arasında XVIII. ve XIX. yüzyıllarda dengeli bir ekonomik ilişki sürdürülmüş, Osmanlı Prusya'ya ham madde ihraç etmiş ve Prusya’dan madde ithal etmiştir. Fakat bu denge XIX. yüzyılda Almanya'nın Osmanlı'yı siyasi ve askeri nüfuzu altına almasıyla bozulmayı başlamıştır. XIX. Yüzyılın başında giderek kötüleşen Osmanlı Ordusunun, kendisini toparlayabilmesi ve çağa ayak uydurabilmesi için, yeniden yapılanmaya tabi tutulmasına inanan II. Mahmut, bu iş için Avrupalı uzmanlar getirtmek istemiştir.

1836–1839 yılları arasında Türk ordusunda askeri müşavirlik yapan Alman Mareşali Helmuth von Moltke'den başlayarak birçok Alman askeri uzman Türkiye'ye gelmiştir. 1840 yılında Osmanlı İmparatorluğu ile Prusya Krallığı arasında Ticaret Anlaşması imzalanmıştır (Ortaylı,1998; 143).

Osmanlı Devletinin iç ve dış politikasının XIX. Yüzyılın sonlarında büyük değişikliklere uğramasında en önemli nedenlerden biri 1877–78 Osmanlı-Rus savaşıdır. Bu savaş sonucunda Sultan II. Abdülhamit dış yardıma ihtiyaç duyulduğunda, bunu ağırlıkla İngiltere ve Fransa’dan değil, Almanya’dan sağlamaya yönelmişti. 1870’li yılların sonlarına doğru Almanya Duyûn-ı Umumiye’deki payını arttırmıştı. Öte yandan

83

Osmanlı Hükümeti de yeni dış borçları için Alman bankalarına müracaat etmiş Alman kamuoyunu Osmanlı Devleti’ne yatırım yapmaları için teşvik etmeye çalışmıştı. Sultan Abdülhamit, Bağdat demiryolu projesini Alman Deutsche Bank’a vermek suretiyle bir yandan Alman girişimcilerinin Osmanlı Devleti’ne yardım etmelerinin önünü açmış, diğer yandan da Fransız etkisindeki Osmanlı Bankası’nın Osmanlı maliyesindeki baskın pozisyonunu frenlemeye çalışmıştır. Artan Alman ekonomik yatırımları Bismarck’ın şark meselesindeki çekimser politikasıyla çelişmeye başladığından yeni bir oluşumu da beraberinde getirmiştir. (Şark Meselesi: Avrupalı devletlerin Osmanlı Devletine ve Ortadoğu’ya uyguladıkları emperyalist siyasettir. Bismarck ise Şark Meselesine çekimser davranmış ve Osmanlı Devletine yönelik siyasi ve ekonomik ambargoyu reddetmiştir. Bunun nedeni ise; Alman ekonomisine yeni pazarlar bulmak ve bu bölgelerde Alman nüfuzu alanı oluşturmaktır (Gezer, 2005)).

Bismarck dönemi Türk-Alman ilişkilerinin tepe noktasını Kayzer II. Wilhelm’in 1889’da İstanbul’a yaptığı ilk ziyareti oluşturur. Bismarck’ın Rusya’yı provoke edeceği düşüncesiyle doğru bulmamasına karşın, bu ziyaret II. Abdülhamit ve Türk kamuoyunda etkili izler bırakmıştır. Bu ilk ziyaretin temel amacı, II. Wilhelm’e göre Alman mallarına pazar bulunması ve Ortadoğu’da bir nüfuz alanı oluşturulması olmuştur. Demiryolu inşası için mühendisler, salgın hastalıklara karşı mücadelede etmek için doktorlar ve Osmanlı ordusunu eğitmek için askeri öğretmenler, Osmanlı Devleti’nde Alman tesirini sistematik hale getiren ilk öğeler olmuştur.

II. Wilhelm, Avrupa’da yürütülen kıyasıya sömürge savaşında, nispeten geri kalmış Almanya için en uygun toprakların “Doğu” yani Osmanlı Toprakları olduğunu düşünmüştür. Siyasal yalnızlığa itilmiş, kendisiyle ittifak yapmak için çok istekli Osmanlı ile ilişkiye girecek Almanya'ya ekonomik ve askeri kazançlar sağlamıştır. 1880 başlarında Alman İmparatorluğu’nun, II. Abdülhamit'in isteklerini olumlu yanıtlaması bunların sonucudur. II. Wilhelm, Bismarck tarafından yürütülen Avrupa siyaseti anlayışını terk ederek yerine dünya siyaseti anlayışını benimsemişti. II. Wilhelm’in Osmanlı Devleti ile ilişkilerini geliştirmesinde şu faktörler etkili olmuştur.

 Osmanlı topraklarının Alman sanayisi için geniş bir pazar niteliğinde olması,

84

 Anadolu’nun, pamuğu ile Alman dokuma sanayinin en önemli hammaddesini, ayrıca gıda maddelerini ve tahıla olan ihtiyacı karşılayacak kapasitede olması,

 Osmanlı İmparatorluk topraklarının yer altı zenginlikleri ile (bakır, krom, kurşun ve petrol gibi maden yatakları) Alman endüstrisinin ihtiyaçlarını karşılayacak kapasitede olmasıdır (Ortaylı, 1997; 217).

Almanya, Osmanlı Devleti ile ilişkilerinin geliştirmesinde, dostluk, toprak bütünlüğüne saygı, karşılıklı iyi ilişkilerin oluşturulması gibi fikirlerin yerine, Osmanlı topraklarını Almanya'nın gelişen dış siyaset amaçları doğrultusunda kullanma, ekonomik ve askeri güdümü altına alma gibi fikirleri, ön planda tutarak hareket etmiştir. Osmanlı Devleti bu kritik dönemlerde kendi gücünden çok büyük devletlerin arasındaki çıkar çatışmalarından doğan denge ile coğrafi konumunun kendisine sağladığı avantajlardan yararlanarak varlığını sürdürmeye çalışmıştır (www.sosyalistarsiv.com,(09 Şubat 2012)).

1877-1878 Osmanlı-Rus savaşının ardından İngiltere ve Fransa’nın siyasi etkisinden ve ABD’nin askeri etkisinden kurtulmayı amaçlayan II. Abdülhamit Almanya’ya yönelmiştir.

1880'de iki ülke heyetlerince hazırlanan bir sözleşme ile Osmanlı Hükümeti, Osmanlı üniforması ve rütbesi taşımaları ön koşuluyla, bazı asker ve sivil uzmanları kadrosuna almayı kabul etmiş ve bunlara çok yüksek ücretler ödemeyi de garanti etmişti. Bu durum ışığında şu gelişmeler yaşanmıştır,

 Osmanlı üniformasını ve rütbesini taşımalarına rağmen, askerler, Alman Askeri Ceza Kanununa, sivillerde ilgili Alman kanunlarına tabi olacaklardır. Görevlerinden dolayı ortaya çıkan problemlerde, Osmanlı makamlarının herhangi bir uygulaması olmayacaktır.

 Osmanlı Devleti ulusal çıkarları aleyhine hareket eden subay ve memurlara herhangi bir ceza uygulayamacak, sadece görevlerine son verebileceklerdir.

85

 Osmanlı Hükümeti, kendi memur ve subaylarının düşük maaşlarını düzenli olarak ödeyemezken, Almanya’dan gelenlere çok yüksek ücretleri Osmanlı Bankası garantisinde ödemeyi kabul etmiştir.

 Türkiye’de görev alacak askerler bir üst rütbeden göreve başlatılıyordu. Osmanlı ordusuna Albay Rütbesi ile katılan bir asker, Padişah tarafından Tuğgeneralliğe, Kayzer tarafından Tümgeneralliğe, yine Padişah tarafından Korgeneralliğe terfi ettirilmişti. Bu durum kısa sürede üst rütbelere yükselmek isteyen Alman subayların Osmanlı ordusuna gelmelerine neden olmuştu (Ortaylı, 2008; 105-106).

Almanya Osmanlı İmparatorluğu’na nüfuz ederken İslamcı anlayışa da sempatik görünmeye çalışmıştı. İslamcılık da, Almanya’yı Avrupa’da yandaşı olarak görmüştü.

Almanya ile iyi ilişkiler kurabilmek, onun siyasi ve askeri desteğini alabilmek için çok aşırı tavizler verilmiştir. 1880’lerden sonra ülkeye gelen sivil ve askeri uzmanlara çok geniş imkânlar ve yetkiler verilmiş, ayrıca Alman ekonomisini ve sanayini Osmanlı ülkesine egemen kılacak her türlü taviz de verilmiştir.

1882'de Osmanlı hizmetine giren Alman askerleri, kendilerini burada sadece akıl öğretip, emir vermekle yükümlü saymışlardı. Avrupa ordularına oranla çok ilkel ve eskimiş bir yapıya sahip, uzun zamandan beri atış ve tatbikat yapmayan, günlük eğitimi eksik, maaş ve özlük hakları düzenli olarak verilmeyen Osmanlı ordusunu eğitebilmek için bir süre uğraşan Alman asker heyeti, hiç bir netice alamamıştır. Heyet, yeniden yapılanma konusunda hazırladıkları ve II. Abdülhamit'e sundukları uzun ve ayrıntılı raporların, yürürlüğe konmadığını ve ilgilenilmediğini Berlin'e gönderdikleri raporlarında belirtmişlerdir.

Osmanlı Devleti'nin mali gücünü göz önüne almadan hazırlanan ve devletin altından kalkamayacağı bir mali yük getiren bu öneriyi geri çevirmesi makul görülmüştür. Ancak, gerçek şu ki, II. Abdülhamit için, ordunun güçlenmesi ve modernizasyonundan önce önemli olan, Osmanlı Devletinin Almanya’dan siyasi ve ekonomik destek alması, içte ise güçlü ve istikrarlı bir otorite sağlamak olmuştur

1885 yılında Alman Askeri Heyeti Başkanlığına Colmer Von Der Goltz getirilmiştir. Olağanüstü yetkilerle donatılmıştır. Binbaşı iken, Osmanlı hizmetinde

86

Tuğgeneral rütbesi ile göreve başlamıştır. Goltz Osmanlıdaki genç subayları etkileyebilen, kendini Osmanlı makamlarına kabul ettiren tek yabancıdır. Kendisini tam bir Türk dostu olarak tanımlamıştır. Fakat gerçekler zamanla ortaya çıkmış ve Osmanlı ordusunun durumunu, siyasi gelişmelerini Alman askeri yetkililerine ve Dışişleri Bakanlığına bildirmiştir. Siyasi oyunları çok iyi oynayan bir askerdir. Osmanlı ordusu için hazırladığı tüm asker reformlar ile Alman silah sanayine çok yönlü siparişler aldırmıştır. Ayrıca Türk dostu olarak güvenilen bu kişi, Türklerin İstanbul’u mutlaka terk etmesi gerektiğini, ancak Anadolu ve Mezopotamya’da yaşayabileceklerini söylemiştir (Ortaylı, 2008; 110-111).

İki devlet arasında 1889-1898 yılları arasında ekonomik ve siyasi ilişkiler yoğunlaşmıştır. Kayzer II. Wilhelm’in 1897 yılında İstanbul’a ikinci ziyaretiyle birlikte, Türk-Alman ilişkilerinde I. Dünya Savaşına kadar artarak devam eden yeni bir siyaset şekillenmeye başlanmıştı. Sultan Abdülhamit Almanya ile olan ilişkilerini şu şekilde özetlemiştir.

Benim Alman Kayzeri ile dostluğumu zayıflatmamın hiçbir anlamı olmaz. Çünkü Almanlar bana, benim müsaade ettiğim ölçüde fayda sağlıyor. Buna karşın diğer Avrupa devletleri ellerinden geldiği kadar bana zarar veriyorlar. Almanlara sağlanan tüm maddi avantajlar sadece onların Türkiye’nin maddi geleceği için yaptıkları katkının hakça bir ücretidir (Kuru, 1998).

Bu durumlardan da anlaşıldığı gibi, Türk-Alman ilişkileri II. Abdülhamit döneminde en üst noktaya ulaşmıştır. Bu dönem de her iki halk birbirini daha da iyi tanıma fırsatı yakalamışlardır. Türkleri tanıyan bazı Almanlar, Türklere karşı samimi duygular beslemiştir. Bu Almanlar, Türkleri çeşitli adlandırmalarla ifade etmiştir. Bunların önde gelenleri ise, Doğunun Almanları, doğunun centilmenleri, dürüst, namuslu, zeki, cesur ve sadık halktır.

Osmanlı ordusunda II. Abdülhamit vasıtasıyla görev alan Alman askeri yeniden yapılanma çalışmalarında orduya teknolojik, idari ve askeri eğitim alanlarında herhangi bir özellik kazandıramamıştır. Fakat Alman silah sanayi, Alman endüstrisi, Alman askeri ve Alman Dışişleri Bakanlığı çok şey kazanmıştır. 1912-1913 Balkan Savaşlarında alınan büyük yenilgi ve Osmanlı ordusunun kötü görüntüsü, yeniden yapılandırma çalışmalarının başarısız olduğunun en belirgin kanıtıdır. Tüm bunlara rağmen Osmanlı tekrar ordusunun yapılandırılması için Alman Askeri Heyetini getirmeye çalışmıştır. Osmanlı, yeni gelecek heyetin çok geniş ve önemli yetkilerle

87

donatılacağını belirtmiştir. Bunun üzerine yeni askeri heyet gönderilmiştir. Bu asker heyeti Türkiye hakkında hiçbir bilgisi olmayan ve Türkçe bilmeyen bir heyet olmuştur. Bu durum Osmanlı’daki Türk askerlerini rahatsız etmeye başlamıştı. Bütün bu olumsuz ve kötü koşullar ile I. Dünya Savaşıyla burun buruna kalınmıştır.

Almanya’ya verilen Bağdat Demiryolu yapımı projesi ile Almanlara daha da fazla tavizler verilmiştir. Almanya, demiryolunu ekonomik veya finansman olarak değil, siyasi bir önem olarak görmüştür. Bu demiryolu yapımı ile Almanya dilini, kültürünü, siyasi yapı anlayışını buralara taşımaya başlamıştır.

Sultan Abdülhamit’in Almanya’ya gösterdiği bu yakınlık, II. Meşrutiyetin ilanıyla iktidara gelen İttihat ve Terakki Partisi döneminde de devam etmiştir. İttihat ve Terakki Partisinin yayın organı olan Osmanlı Dergisi 1990 yılından itibaren Almanca bir ek çıkarmaya başlamış, 1913 yılında da Berlin’de sanayi, bilim, teknoloji ve ticaret ile ilgili iki Türk gazetesi yayınlanmıştır. 1917 yılında da Yeni Türkiye Dergisi iki dilde de yayınlanmaya başlamıştır.

5.3. I. DÜNYA SAVAŞI SONRASI TÜRK ALMAN İLİŞKİLERİ

Osmanlı Devleti, son zamanlarda büyük toprak kayıpları vermiş, uzun süreli savaşlar Türk Milletini yorgun ve bitkin düşürmüştü. Ordu büyük bir savaşa hazır değildi. Fakat memleketi yeniden toparlamak, kaybedilen toprakları geri almak, kapitülasyonlardan kurtulmak ve Türk Devletini yeniden oluşturmak için tarafsız kalınamayacağını savunan bazı devlet adamları savaşa katılmak istiyordu. Savaşa katılmayı ve Alman ittifakını savunanların başında, Sadrazam Sait Paşa, Harbiye Nazırı Enver Paşa ve Dahiliye Nazırı Talat Bey yer almıştır.

Osmanlı Devleti ve Almanya arasında yapılan ittifak görüşmelerinde Almanya, Osmanlı Devletinin askeri durumunu çok kötü bulmuş böyle bir ordunun Rusya’ya karşı kullanılamayacağını savunmuş ve Almanya Osmanlı Devleti ile bir ittifak anlaşması imzalamak istemiştir. 2 Ağustos 1914 tarihinde Osmanlı ile Almanya arasında bir ittifak anlaşması imzalanmıştır. Bu antlaşma sadece savunma ile ilgili olmayacak, gerektiğinde saldırı da gerçekleştirilecektir. Ayrıca Alman askerlerine Türk Ordusu üzerinde resmi yetkiler verilmiştir. Bu durum Osmanlıyı her an savaşa sürükleyen bir olgu yaratmıştır.

88

Almanya’nın Osmanlı ile ilgili gerçek niyeti ise, Türkleri savaşa sokarak, boğazları Rusya’ya kapatacak böylelikle Rusya’nın Batılı Müttefikleri ile irtibatını koparacaktı. Türk Ordusu Avrupa savaş cephelerinde Rusya’ya karşı kullanılacak, Türkler kendilerinin yanında savaşa sürüklenecek, savaş cephelerini Mısır’a, İran’a, Afganistan’a, Kafkasya’ya kadar yaymayı amaçlamıştır. Osmanlı Padişahına ‘’cihat’’ ilan ettirilecek ve bu da Müslüman âleminde itilaf devletlerine karşı bir ayaklanma yaratacaktı. Bu temel amaçları benimseyen Almanya ne olursa Osmanlı’yı savaşa sokması gerekiyordu ve bunula beraber Goaber ve Breslau adlı gemilerini harekete geçirerek Enver Paşa’nın emir vermesiyle Osmanlı sularına girdiler. Bu gemilerin Rus limanlarını bombalaması ile birlikte Osmanlı bu gemilerin kendilerine ait olduklarını bildirip savaşın içine fiilen girmiştir (bu gemilerin adı Yavuz ve Midilli olarak değiştirilmiştir).

Almanya’nın kesin kazanacağını düşünen ve Almanya ile savaşa katılmayı savunan Enver Paşa ve kabindeki Alman hayranları bu savaş ile büyük bir yenilginin alınmasında en önemli faktör olmuşlardır.

XIX. yüzyılın sonlarına doğru yoğunluk kazanan Türk Alman ilişkileri, I.Dünya savaşına bu iki devletin müttefik olarak girmesine neden olmuştur. Fakat I.Dünya Savaşı sonucunda bu iki müttefik de yenilen taraflar olarak kendi sorunları ile baş başa kalmışlardır. Bu durum bütün ilişkilerin bir süre askıya alınmasına neden olmuştur.

Osmanlı Devleti 30 Ekim 1918’de imzaladığı Mondros Ateşkes Anlaşması gereği müttefik Almanya ile her türlü ilişkisini kesmek zorunda kalmıştır. Yine İtilaf Devletlerinin Almanya ile 28 Haziran 1919 tarihinde imzaladıkları Versay Barış Antlaşmasının amacı, Almanya ile Osmanlı Devleti arasında herhangi bir ilişkisinin kurulmasını engellemektir. Ayrıca Osmanlı Devleti ile imzalanan 10 Ağustos 1920’deki Sevr Antlaşması ile 1914’ten Sevr Antlaşmasının yürürlüğe gireceği tarih arasında iki devlet arasında imzalanan tüm sözleşme ve antlaşmaları geçersiz kılmıştır (Gürün, 1997; 26).

İtilaf Devletleri yaptıkları bu anlaşmalarla Türkiye ile Almanya arasındaki ilişkileri tamamen kesmeyi amaçlamıştır. Yukarıda da değindiğimiz antlaşmalardan dolayı diplomatik ilişkiler de kesilmiştir. Bununla beraber İstanbul’daki Alman

89

Büyükelçiliği’nde görevli olanlar İstanbul’daki Alman Konsolosluğu kapatarak İstanbul’dan ayrılmıştır.

Resmi olarak birbiriyle ilişkisini kesen Osmanlı ve Almanya, savaştan yenik ayrılmasına rağmen dünya tarihinde büyük devlet olarak kaydedilmiştir. Binlerce yıllık köklü devlet geleneklerine sahip olan bu iki devlet, büyük devlet olma özelliğini zor şartlar altında da göstermişlerdir. Osmanlı Devleti ve Almanya tüm bu anlaşmalara rağmen birbiriyle olan ilişkilerini gayri resmi yollardan sürdürmeye devam ettirmişlerdir. I.Dünya Savaşından sonra ülkeler kendi iç meseleleri ve kalkınmalarıyla ilgilenmiş ve ikili ilişkiler görülmemiştir. Osmanlı ile Almanya arasında da bu durumdan dolayı bu dönemde ilişkiler yaşanmamıştır.

5.4. II. DÜNYA SAVAŞI ÖNCESİ TÜRK ALMAN İLİŞKİLERİ

1923-1945 dönemi Türkiye Almanya arasındaki ilişkilerin çok yoğun olarak

Benzer Belgeler