• Sonuç bulunamadı

2. METROPOLLEŞME SÜRECİ

2.1 Kentlerin Süreç İçindeki Durumları

2.1.1 Tarım dönemi

Thunnen’in arazi kullanım konusundaki kabulleri tarım dönemindeki kentleşmeye kaynak teşkil eder. Thunnen’in arazi kullanım planına göre; henüz gelişmemiş otoyolların olduğu, 4 tekerlekli araçlarla nakliyelerin yapıldığı bölgelerde tarım ürünlerinin şehre taşınma maliyeti, şehre aynı uzaklıktaki bütün noktalar için aynı olacak şekilde merkezi kuşaklar ve bölgeler sistemi olarak gelişmiştir. Merkez kentin ihtiyacı olan tarım ürünlerinin yetiştirildiği tarımsal alan, inşaat ve yakıt malzemesi ihtiyacı için yetiştirilen orman alanı ve tarım alanları (az yoğun nadasa bırakılan topraklar) şeklinde bölümlenmiştir (Sazak, 2002).

Geleneksel Kent Modelleri; Eş merkezli Çemberler Kuramı (1920-30), Dilimler Halinde Gelişme Kuramı (1930-40), Çok Merkezli Gelişme Kuramı (1940-50) ile açıklanmıştır. Thunen, banliyölerde arazi kullanımı ile ilgili kent çevresinde eş merkezli kuşaklar ve bölgeler önermiştir. Bu sistemde bir merkez, onu kapsayan ve kentin ihtiyacı olan tarım ürünlerinin yetiştirildiği tarımsal alan, onu kapsayan inşaat ve yakıt malzemesi ihtiyacı için yetiştirilen orman alanı ve hepsini kapsayan az yoğun ya da nadasa bırakılan topraklardan oluşan tarım alanı/ kırsal alan şeklinde bir sistem önerilmektedir. Eş Merkezli Çemberler Kuramı: “Toprak kullanma alanlarının kent merkezinin çevresinde eş merkezli çemberler şeklinde yer aldığını ileri sürer.

Temel ilke rant yada mevki rantı denilen olgudur. Kentsel toprak piyasadaki yarışma ortamında çeşitli toprak kullanımları merkeze yakınlığının sağlayacağı rant ve bu rant karşılığında ödemeyi göze alabilecekleri fiyatça uygun olarak yerlerini alır ve konumlanabilirler. Buradaki temel ilke, benzer kullanımların genellikle bir arada toplanma eğilimidir.” S.F. Chapin bu kuramı kentin coğrafik, topoğrafik ve iklimsel özelliklerinin bile değiştirmeye yeterli olabileceği, rant ekonomisinin etkili olduğu ileri liberal düzeyde basitleştirilmiş bir şema olarak görür (Sazak, Ş., 2002). Bu kuram günümüzde halen belirleyici bir faktör olan rant ekonomisine dayalı bir sınıflandırma olduğu için geçerlidir. Sazak’ın belirttiği bir diğer kuram; Park ve Burgess Kenti Eş Merkezli Çemberler Kuramı dahilinde kenti, kendi içinde ticari ve endüstriyel merkezden başlayıp, kenar bölgelerde üst ekonomik sınıfın konutları ile sonlanan bölgeler sistemi olarak açıklar (Sazak, Ş., 2002). Eş merkezli çemberler, günümüzde geçerli olmayan bir durumu belirtir. Günümüzdeki kentlerin karmaşık ilişkileri ve buna bağlı olarak değişen yayılma düzenleri Eş Merkezli Çemberler Kuramı’nı geçersiz kılar. Bu kuram endüstri dönemi kentleri için varsayılan kabullerdendir ancak günümüzde sınıflaşmaya dayalı bir kentsel yayılma söz konusu değildir. Sazak’ın belirttiği bir diğer model, Dilimler Kuramı Sektör Modeli; Homer Hoyt tarafından 1939’da geliştirilen modele göre; kentsel arazi kullanımı ana ulaşım aksları ve doğal verilerin direnç göstermediği hatları takip eden, hakim arazi kullanımının genişlemesiyle meydana gelir. Sektörlerin oluşturduğu dokuya uyma eğiliminde rant alanları belirir. Bu alanların bütünü ve birbiriyle olan ilişkisi kent formunu oluşturur (Sazak, Ş., 2002). Bu model doğal bir gelişimi belirten, topoğrafya ile birebir ilişkili bir büyüme olduğunu göstermektedir. Kentsel dinamikler eksik tanımlansa bile, günümüzde geçerliliği mevcuttur. Sazak’ın belirttiği son model, Çok Merkezli Gelişme Modeli; Mc. Kenzie tarafından önerilen C.D. Harris ve E. Ullman (1943-45) tarafından geliştirilen kurama göre; kentsel gelişim tek merkez değil, birçok merkezin ve bunların alt kentlerinin çevresinde oluşur. Çekirdek sayısı ile kent büyüklüğü doğru orantılıdır. Çok merkezli kent oluşumunu aşağıdaki nedenlere bağlamak mümkündür:

• Farklı sektörlerin birbirleriyle olan durumu; yani fiziksel birliktelik ya da ayrılık durumu,

• Bazı etkinliklerin bir arada olma durumu ekonomik getiri sağlar. Bunu, mali etkileşimli sektörlerin birliktelik eğliminde olması şeklinde de açıklayabiliriz.

Mesela; ticaret, depolama, sanayi yan kuruluşları, sanayi-sanayi ilişkileri vb. dış ekonomiler yaratan ilişkiler gibi. Tüm bunlar rantı ödeyebilme koşulları ile bir arada bulunmaktadır.

• “Birbirlerine hiç bir belirli yakınlığı olmayan ama ortaya çıkardıkları trafik nedeniyle, gerektirdikleri geniş demir yolu ve kamyon yükleme-boşaltma tesisleri vb. gibi başka çeşit kullanımlar için uygun olmayan merkezlerin ortaya çıkması”,

• “Merkezleşme süresi içerisinde fonksiyonları kendine çekme veya itme etkisi olan yüksek rant veya toprak maliyetlerinin ortaya çıkması” şeklinde sıralanabilir.

Söz konusu modelleri değerlendirirsek; çoklu merkezliliği; fiziksel birliktelik ya da ayrılık, ekonomik birliktelik, meydana gelen artık üretim/ulaştırma depolama alanları, merkez oluşumuyla ortaya çıkan rantsal alanlar oluşturmaktadır. Rant, piyasa mekanizması içerisinde ortaya çıkan bir olgu olduğu için bu sistemin hakim olduğu her ülkede dolayısıyla Türkiye’de de benzer özellikler gösterir. Sazak’ın da belirttiği gibi; rant olgunun mekana yansımasında, o toplumun sosyo-ekonomik yapısı nedeniyle farklılıklar görülür. Rantsal kuramlar planlamanın olmadığı mekanın eğiliminin tamamen piyasa sürecine bırakıldığı bir ortamlarda o toplumlar için geçerli olmaktadır (Sazak, Ş., 2002).

Bununla birlikte, bahsedilen modeller bir süreç içerisinde kentsel kabullerdeki değişiklikleri göstermektedir. Bu açıdan yaklaştığımızda metropol oluşumlarının değişen/ algısının farklılaştığı durumları gözlemlemek de mümkündür. Burger’in belirttiği eş merkezli model ile Harris ve Ullman’ın çok merkezli modeli arasında hem merkez kavramı hem de merkez ve çevresi arasındaki ilişkiler bakımından büyük farklar bulunur. Burger’in hiyerarşik düzeni Hoyt’un Sektör Modeli ile bir kademe bozulup, çeşitlendirilmiş olsa da, bu model de günümüz metropollerini açıklamada yetersiz kalmaktadır. Harris ve Ullman’ın Çok Merkezli Büyüme Modeline göre ise, arazi kullanımının dağılımı ilişkiler ağı olarak gerçekçi olsa da, tek gelişmiş merkez ve çevredeki alt şehirler durumu günümüz metropollerinin hepsi için genel geçer bir durum değildir. Bu model, daha çok tarımdan sanayiye doğru geçişteki kentler için geçerliliğini koruduğunu söyleyebiliriz. Ancak özellikle günümüz metropollerini açıklamakta yetersiz kalmaktadır.

Şekil 2.3 : Kentsel Arazi Kullanım Modelleri (Metropoliten Kentin Etki Alanında Kalan Kentlerin Çepherlerindeki Arsaların Dönüşüm Süreci, 2002, sf. 52)

Kentsel arazi kullanımlarının yanı sıra, kentsel büyüme yöntemleri de metropollerdeki gelişimi açıklayabilmek adına gereklidir. “Kentsel bölge/büyüme modelleri farklı şekillerde tanımlanmıştır. Thunen’a göre; tarımsal bölgenin büyük bir kent olan merkezi vardır. Etki alanı da gelişmemiş bölgelere dek uzar. Bu etki alanı bir çemberdir ve pazar yeri rolü oynar. Lenort, 1950’de kentsel bölgenin yerleşmelerin dokusal benzerliğinden çok fonksiyonel ilişkilerine göre birlikteliklerini değerlendirir. Büyük kentin kentsel bölgesi heterojen bir dokuya sahiptir ve sınırlar sosyo-ekonomik, planlama ve teknik yönden uyuşan toplulukları kapsar. Model, büyüklüğü farketmeksizin, bir kentin tek başına değil, genellikle kentsel bölgesi içindeki yerleşmelerle birlikte yaşamasının zorunlu olduğu tezini savunur” (Lenort, N. J., 1961; Sazak, Ş., 2002). Bu durum tarım dönemindeki kent oluşumunu belirleyen parametreleri gösterir. Gene Sazak’ın belirttiği gibi; Müller- Ibold’a göre merkez, fonksiyonel ilişkilerin görüldüğü yerdir ve kentsel bölge; kentleşmiş kısım, yakın etki alanı, uzak etki alanı olarak gruplanabilir. Kentsel bölgenin büyüklüğünü çalışma yerleri ve bunun kuşak nüfusla bağlantıları belirler. Ancak tek kutuplu kentler (başkentler vb) ve çok merkezli kentsel bölgeler de istisna olacak şekilde, kentlerdeki hem merkezi yönelmeye hem de ekonomik dokuya aynı önemi vermiştir. Boustedt için kentsel bölge yani ‘büyük kentlerin ekonomik ve sosyal ilişkileri olan yerleşmeler mekanı’ merkez, kentleşmiş bölge ve kenar bölgeden oluşur. Sınırlandırma kriterleri; yoğunluk (kişi/m²), ekonomik strüktür, merkeze çalışmaya gelenlerin çalışan nüfusun tümüne oranı, tarım dışı sektörlerde

çalışan nüfusun tüm çalışan nüfusa oranı olarak belirtilebilir. Eugen G. Fassbinder 1893’te Viyana için yaptığı nazım planında;

• iç şehir

• kentin gelişme ringi • banliyöler bölgesi • yeşil kuşak

• ikinci banliyöler bölgesi • tarımsal sahalar kuşağı

• dış yerleşmeler kuşağı şeklinde sınırlamalar yapmıştır.

Voigt, merkezin dışındaki kentsel bölgeyi 2’ye böler; nüfusun %20’den azının tarımla uğraştığı, %40’tan fazlasının kentte çalıştığı geçiş bölgesi ve nüfusun % 20- 35’ini tarımsal nüfusun, %20-35’inin kentte çalışanların oluşturduğu kentin etki alanındaki bölge. Prof. Wortmann kentsel bölgeyi; çalışan nüfusun çoğunluğunun ve yönetim, ticaret, sağlık, teknik vb kuruluşların bulunduğu çekirdek bölge olan merkez, kentsel donatımlarla konutların bulunduğu iskan bölgeleri ve tarımsal sahalar, dinlenme yerleri, kamu taşıt araçları garajları, çeşitl depolar, şehri besleyen bazı alt yapı kuruluşları ve komşu yerleşmelerin bulunduğu bölge olmak üzere 3 kısıma ayırmıştır. W. Hebebrand ve R. Hillebrecht zaman ve uzaklık ölçütleriyle kentsel bir model oluşturmuşlardır. Kentsel bölgelerde gerekli ortak özellikleri; sosyo-ekonomik dokudaki benzerlikler, çalışan nüfus ve hareketindeki benzerlikler, ulaşım şebekesinin kazandırdığı olanaklar şeklinde belirtilebilir (Sazak, Ş., 2002).

• Thunen • Moller-Leold • Voigt • Wortmann • Boustedt • Eugen Fassbinder • Heberrand

• Hillbrecht

Şekil 2.4 : Kentsel bölge modelleriyle ilgili şemalar (Metropoliten Kentin Etki Alanında Kalan Kentlerin Çepherlerindeki Arsaların Dönüşüm Süreci, 2002, sf. 54)

Belirtilen kentsel bölge modellerinde hepsinin bir merkez çevresinde gelişen halkasal yayılımlar şeklinde bir büyüme tanımladıklarını söyleyebiliriz. Burada merkez olarak tanımladıkları, tarımsal üretim mallarının satıldığı, ticaretin olduğu bir merkezdir. Bu merkez çevresinde tarım-yeşil alan ve yerleşimler şeklinde genişleme bölgeleri görülür. Bu dönemde metropol olgusunu belirleyen de bu merkezlerin üstlediği rollerdi. Thorns; “Bazı köylerin kentsel ölçeğe yaklaşmak amacıyla yeterince büyümesi için, sanat eserleri ve materyallerle ticaret yapabilmeli ve su kontrolü, toprak yönetimi, depolama, taşıma, kalıcı ev yapımı ve yiyecek teknolojileriyle gelişmeliydi. Ardından imparatorluğun gelişimine bağlı olarak kentler oluşturulmuştur. Örneğin Bizans İmparatorluğu’nda olduğu gibi, ancak imparatorluğun çöküşüyle bu kentlerin çoğu yok oldu. Ortaçağ zamanında özellikle Avrupa’da yaygın olan şehir devletler, ticaret, tarımsal üretim ve el sanatlarıyla uğraşıyordu. Kapitalizm öncesinde, toprağa dayalı üretim ve ticaret büyüyen şehirleri belirledi. Bunlardan en önemlileri; Londra, Amsterdam, Antwerp, Cenova, Lizbon ve Venedik’ti” (Davis, 1973; Thorns, D.C., 2004). Davis’in alıntıladığı bu açıklamalarda altı çizilmesi gereken üretim ve ticaretin, o dönem metropollerini belirlemesidir. Bu durumda, o dönem metropolleri; hiyerarşik bir sınıflandırmaya girmeyen, önemli fonksiyonların merkezde çözümlendiği, üretim ve ticarette bir önem teşkil eden kentlerdir.