• Sonuç bulunamadı

2. BÖLÜM

3.2. Kıbrıs’ta Anayasal Çöküş ve Türkiye ile Yunanistan’ın Tutumu

3.2.3. Türkiye ile Yunanistan Arasındaki Diğer Sorunlar

çok Kıbrıs sorunu etrafında döndüğü görülse de bu dönemde gündemi meşgul eden farklı sorunlar da meydana gelmiştir. Ancak Kıbrıs Sorununun oluşturduğu hava, her iki ülkenin de temel konusunun yalnızca Kıbrıs olduğu izlenimi vermiştir. Yunanistan’daki Cunta’nın, Türk-Yunan ilişkilerini bozmaktan çekinmeyen ve Kıbrıs üzerine yoğunlaşan politikaları nedeniyle, diğer sorunlar ötelenmiş ya da Kıbrıs sorunu bahane edilerek Türkiye’ye gözdağı vermek için özellikle açılmıştır. 1974 öncesi ötelenen bütün sorunlar, 1974 yılından sonra Türkiye ve Yunanistan

gündemini epey meşgul ettiğinden; Türkiye-Yunanistan ilişkilerini 1974’den öncesi ve sonrası olarak ayırmak doğru olacaktır. Bu ayrımın yapılmasında Türkiye ve Yunanistan’ın siyasî arenasında, 1974 sonrası bir revizyon süreci başlaması ve bu revizyonun ilk olarak dış politikalarına yansıması da etkilidir.

1974 Kıbrıs harekâtından sonra koalisyon ortağı, Necmettin Erbakan’la anlaşmazlıkları artan ve Kıbrıs başarısıyla gireceği bir seçimde tek başına iktidara gelebileceğini düşünen Bülent Ecevit, 16 Eylül’de istifa etmiş ve bu istifa ile birlikte Türkiye’de siyasî istikrarsızlık dönemi başlamıştır. Ayrıca Kıbrıs dolayısıyla ABD, Türkiye’ye silâh ambargosu uygulamaya başlamış, Kıbrıs’ın NATO’nun denetimine girmesinden rahatsız olan Sovyetler Birliği, eski statüye dönülmesi için bağlantısızları da arkasına alarak ciddî bir baskı yapmış, Yunanistan ile ilişkileri giderek gelişen Avrupa ülkeleri ise borç görüşmelerinde sürekli Kıbrıs sorununu öne sürmüştür. Yunanistan’da ise 1974 Kıbrıs harekâtından sonra Cunta yönetimi çekilmiş ve Karamanlis hükümeti ile demokrasiye geçiş yeniden başlamıştır230.

Türkiye ile Yunanistan arasındaki Kıbrıs harici diğer sorunlar, genel olarak Ege denizi üzerine kurulmuştur. Yunanistan, Türkiye’deki siyasî boşluktan ve ABD ambargosundan yararlanarak, Ege’deki hâkimiyetini arttırmayı amaçlamıştır. Ege’deki anlaşmazlıkların hukuksal bir karakterde olduğunu ve özellikle Kıta sahanlığını ilgilendirdiğini, buradaki haklarını ise en iyi şekilde uluslararası hukuk ve Lahey Adalet Divanı’nın savunacağını düşünen Yunanistan; hukukî argümanları kullanarak Ege’de Türkiye’ye karşı üstünlük kurmayı istemiştir231. Türkiye ile Yunanistan arasındaki Ege temelli bu sorunlar ise şunlardır: Kıta sahanlığı meselesi, Karasuları, Doğu Ege adalarının silâhlandırılması ve Ege’de hava kontrol sahası meselesi. Harici olarak Batı Trakya Türkleri meselesi de Türkiye ile Yunanistan’ın kritik sorunlarındandır. Ancak bu meselelerin bazıları, 1974 yılından önce başlasa da sonuçlanması ileriki tarihlerde olduğundan çalışmamızın zaman aralığının dışında kalmaktadır. Bu nedenle sadece bir kısmını ayrıntılarıyla inceleyeceğiz.

Kıta sahanlığı sorunu, esas olarak Ege’nin iki kıyısındaki ülkelerin mutlak kontrolü altında bulunacak bölümün saptanamaması nedeniyle ortaya çıkan bir

230Milliyet, 11.10.1974, s.6, Oran, Türk Dış Politikası, s.749, Cumhuriyet, 12.10.1974, s.1. 231Heraclides, Yunanistan ve “Doğudan Gelen Tehlike” Türkiye, s.201.

meseledir. Türkiye ve Yunanistan arasında Kıta sahanlığı sorununun ortaya çıkışı ise yabancı şirketlerin Türkiye’nin petrol ihtiyacını karşılamaması ve 1972’de Taşoz adası civarında petrol bulunma olasılığının güçlü olduğunun açıklanması nedeniyle, Türk hükümeti tarafından Ege’nin açık deniz sularında ve Türkiye’nin Kıta sahanlığında bulunan sahalarda, 27 bölgede petrol araması yapmak üzere, Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığına (TPAO) arama ruhsatı verilmesi ve bu ruhsatın da haritası ile birlikte 1 Kasım 1973’de resmi gazetede yayınlanması ile başlamıştır. Yunanistan, Türkiye’nin Ege denizinde petrol aramasına tepkiyle karşılasa da Ege denizindeki petrol aramalarını ilk başlatan Türkiye değildir. Yunanistan, 1961 yılından itibaren Uluslararası petrol şirketlerine Ege denizinde petrol arama ruhsatı vererek, Ege denizi kıt’a sahanlığının kendisine ait olduğunu iddia etmiştir232.

Kıta sahanlığı belirlenirken, BM Deniz Hukuku Sözleşmesi’nin 76-85 maddesine göre; kıta sahanlığı tektonik ve teknolojik gelişmelere paralel olarak köklü değişikliklere uğramış ve bu alanın dış sınırları, sahildar devletler lehine genişletilmiştir. Bunun yanında sahilleri karşı karşıya veya bitişik devletler arasında kıta sahanlığı sınırının tespitini uluslararası hukuka uygun bir antlaşma belirleyecektir. Ancak anlaşmaya varılamadığı takdirde eskiden kabul edilen orta çizgi esası yerine sözleşme, uzlaştırma, hakemlik, yargı gibi yollara başvurulması öngörülmektedir233.

Yunanistan, 7 Şubat 1974’de Türk hükümetine verdiği notada;söz konusu ruhsatın kapsadığı sahaların Yunan kıta sahanlığına girmesi dolayısıyla bu arama ruhsatının geçersiz olduğunu bildirmiştir. Türkiye ise 27 Şubat’ta verdiği cevapta; Anadolu kıyılarından itibaren deniz altında batıya doğru uzanan toprakların Anadolu’nun tabi bir uzantısı olması nedeniyle Türkiye’nin Kıta sahanlığını teşkil ettiğini belirtmiştir. Türkiye ile Yunanistan arasındaki bu karşılıklı notalar 1974’ün yaz aylarına kadar devam etmiştir. 29 Mayıs 1974’de Yunanistan ile havanın gerginleşmesi üzerine Türkiye, Kıta sahanlığı konusunda araştırma yapmak üzere bölgeye Çandarlı Araştırma Gemisi’ni göndermiştir. Ancak Kıbrıs harekâtından iki

232Cumhuriyet, 01.11.1973, s.1, Oran, Türk Dış Politikası, s.752, Armaoğlu, 20. Yüzyıl SiyasîTarihi, s.994, Keser, Kıbrıs, s.427-428, Milliyet, 06.11.1973, s.1.

gün önce 18 Temmuz 1974’de Türkiye, TPAO’ya Ege’de yeni bir arama ruhsatı daha vererek Ege’deki hâkimiyetinden vazgeçme arzusunda olmadığını göstermiştir234.

Türkiye ile Yunanistan arasında önemli meselelerden biri olan kıta sahanlığı meselesi ekonomik çıkar çatışmasının yanı sıra Kıta sahanlığı çerçevesinde çizilecek sınırların ilerde egemenlik haklarını belirleyen gerçek sınırlara dönüşmesi ihtimali nedeniyle çözümsüz kalmıştır. Türkiye, sorunun hukuksal yönünü reddetmemekle birlikte var olan kuralların adaletli bir çözüm getiremeyeceğini savunmuştur. Bu yüzden görüşmeler yoluyla anlaşmazlığın hem hukukî hem de siyasî boyutunun tartışılması taraftarı olmuştur. Yunanistan ise belirlenen kuralların sorunu çözmede yeterli olduğu görüşünden hareketle, Türkiye’ye yakın adalar da dâhil kıta sahanlığını ilân ederek Türkiye’ye 6 millik karasuları çerçevesinde çok dar bir alan bırakmıştır235.

Yunanistan’la Ege’de yaşanan bir diğer problem de Karasuları meselesidir. Daha önce de belirttiğimiz gibi Lozan Antlaşması’nın kabul ettiği üç millik karasularını, Yunanistan 1936’da ve Türkiye’de 1964’de 6 mile çıkarmıştır. Altı mil sistemine göre; Türkiye’nin karasuları bütün Ege denizinin % 8.8’i iken, Yunan karasuları % 35.0’ı işgal etmektedir. Ancak uluslararası hukukta yaşanan gelişmeler, karasularının 12 mile çıkarılması doğrultusunda olunca, Yunanistan hemen BM 3. Deniz Hukuk Konferansı çerçevesinde karasularını 12 mile çıkarmıştır. Yunanistan karasularını 12 mile çıkardığı takdirde Ege denizinin % 63.9’u Yunan karasuları, % 8.3’ü Türk karasuları olacaktır. Bu oranların Yunanistan lehine olmasının sebebi Türk kıyılarına çok yakın Ege adalarının bulunmasıdır. Diğer taraftan Yunanistan’ın karasularını 12 mile çıkarması halinde Ikaria adası ile Rodos-Girit çizgisi arasındaki kısım tamamen Yunanistan’ın olmaktadır. Kısacası 12 millik karasuları Ege denizini bir Yunan gölü haline getirmektedir. Ayrıca Türk Deniz Kuvvetleri’nin uluslararası sular vasıtasıyla Ege’den Akdeniz’e geçişi imkânsız hale gelecek, deniz ve üzerindeki hava sahasında tatbikat mümkün olmayacaktır. Türkiye, 27 Şubat 1974’de Yunanistan’a bir nota vererek genel kapsamlı kuralların Ege gibi kapalı ve yarı

234Milliyet, 30.05.1974, s.1, Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasî Tarihi, s, 995, Cumhuriyet, 19.08.1974,

s.1.

kapalı özellikler taşıyan denizlerde uygulanamayacağını belirtmişse de Yunanistan, 12 mile çıkarma yetkisinin bulunduğunu söylemiştir236.

Türkiye ve Yunanistan arasında karasularında başlayan sorunlar hava sahası için de etkili olmuştur. Hava sahasının genişliğinin, kara sahasının genişliğiyle aynı olmaması nedeniyle; iki ülke ilişkilerinde dostluğun egemen olduğu, askeri ve sivil hava trafiğinin de sınırlı olduğu 1931 yılında, hava sahasının 10 mile çıkarılması kararı, her iki ülke tarafından da kabul görmüştür. Ancak bu durum müttefikliğin bozulduğu ve hava trafiğinin arttığı dönemde Türkiye ile Yunanistan arasında krize neden olmuştur237.

Türkiye ve Yunanistan arasındaki Ege temelli bir diğer sorun da Doğu Ege adalarının silâhlandırılmasıdır. Lozan Antlaşması’yla Türkiye’ye geçen Gökçeada, Bozcaada ve Lagouses adaları ile Yunanistan’a geçen Limnos ve Samothraki adaları Lozan Antlaşması’nın boğazlarla ilgili 4. maddesi uyarınca silâhlardan arındırılmıştır. Ancak 1936 Montreux Boğazlar Sözleşmesi ile yalnızca Türk egemenliği altındaki adaların isminin geçmesi nedeniyle Türkiye, yalnızca bu adaların silâhsızlandırılmasını kabul etmiş ve Yunanistan egemenliğindeki adaların silâhlandırılmasının da önünü açmıştır.

Türkiye, Yunanistan ile müttefik olunduğu dönemde dostane davranarak sözleşmedeki bu ifade eksiliğini görmezden gelmiştir. Ancak Yunanistan’ın Kıbrıs bunalımı nedeniyle ilişkilerin gergin olduğu dönemde adaları silâhlandırmaya başlaması, Türkiye’nin tepkisine yol açmıştır. İlk olarak 2 Temmuz 1964’de Türkiye, Yunanistan’a bir nota göndererek antlaşmalara uymasını ve Rodos’la İstanköy’de yapıldığı saptanan tahkimata son verilmesini istemiştir. Yunanistan ise 1 Temmuzda verdiği cevapta;böyle bir tahkimatın olmadığını ve uluslararası antlaşmalara uyulduğunu belirtmiştir. Türkiye Nisan 1969’a kadar sözleşmede bulunan ifade eksikliğinden hiç söz etmemiştir. Ancak 1969’da, Montreux Boğazlar Sözleşmesi’nde, Yunanistan lehine bir ifade eksikliğinin bulunduğunu ileri sürerek, Yunanistan’ın Ege adalarının silâhlandırmasının uygun olmadığını belirtmiştir. Yunanistan ise antlaşma metninde yer alan bu eksikliği kullanarak Ege adalarını

236Heraclides, Yunanistan ve “Doğudan Gelen Tehlike” Türkiye, s.205, Keser, Kıbrıs, 429,

Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasî Tarihi, s.1001-1002, Oran, Türk Dış Politikası, s.751.

silâhlandırabilme hakkına sahip olduğunu iddia etmiştir. Bugün hala Yunanistan, Türkiye’nin tüm itirazlarına rağmen adaları silâhlandırmayı sürdürmektedir238.

Türkiye ve Yunanistan arasında Kıbrıs ve Ege dışında bir başka önemli sorun da azınlıkların durumudur. 1923 Nüfus Değişim Antlaşması’nın iki istisnası olan Batı Trakya Türkleri ve İstanbul Rumlarının durumunun yarattığı sorunlar, uzun yıllar Türkiye ve Yunanistan ilişkilerinde etkili olmuştur. Lozan Barış Antlaşması’yla Batı Trakya Türklerinin idaresiyle birlikte; refahını temin etme, gelişimini sağlama, eğitimini ilerletme gibi alanlardaki yükümlülükler de Yunanistan’a verilmiş, ancak Yunanistan azınlıklarla ilgili bu hükümleri kademeli olarak ihlâl etmiştir. Bu durum 1960’lı yıllarda başlasa da yoğun olarak Yunanistan’daki Cunta döneminde şiddetlenmiş ve Cunta’nın Kıbrıs meselesinde başarılı olabilmek için Türkiye’ye uyguladığı yanıltma siyasetinin bir parçası olmuştur. Ayrıca Kıbrıs bunalımının her iki ülkede yarattığı olumsuz hava da Batı Trakya Türklerinin ve İstanbul Rumlarının yaşamlarını doğrudan etkilemiştir.

Batı Trakya Türkleri, İstanbul Rum azınlığına göre daha az göç etmiştir. Batı Trakya Türklerinin yaşam alanlarının, İstanbul Rumlarından farklı olması ve yerleşimlerinin daha çok köyler olması nedeniyle; Yunanistan’ın uyguladığı baskılara karşılık ata ocaklarını terk etmek de daha çok zorluk yaşamalarına ve bu sebeple de İstanbul Rumlarına nazaran daha az göç etmelerine neden olmuştur. Yine de Türk-Yunan ilişkilerindeki dalgalanmalar bu azınlıkların mülklerinin keyfi işgal edilmesi, toprakların tazminatsız kamulaştırılması ve Hristiyanlara verilmesi, evlerinde Doğu Trakya’dan gelen Hristiyanlarla birlikte yaşamaya zorlanmaları gibi uygulamalara maruz kalmışlardır239.

Lozan Barış Antlaşması’nda, taraf ülke olarak Türkiye’nin Batı Trakya Türkleri üzerinde öneri ve girişimlerde bulunma hakkı mevcuttur. İstanbul Rumları ile Batı Trakya Türkleri karşılıklı olarak birbirine bağlı bir biçimde Türkiye ve Yunanistan’a terk edilmiştir hükmü ise bulunmamaktadır. Sadece 45. maddede; bu

238Milliyet, 03.07.1964, s.1, Heraclides, Yunanistan ve “Doğudan Gelen Tehlike” Türkiye, s.214-

215, Oran, Türk Dış Politikası, s.762.

239Batı Trakya’nın Müslüman veya Türk azınlığı İstanbul’un kozmopolit, zengin ve kültürlü Rum

azınlığından çarpıcı biçimde farklıdır. Çoğunlukla okuması yazması olmayan ya da eğitim düzeyi çok düşük olan, büyük oranda tarımla uğraşan bir toplumdur. Heraclides, Yunanistan ve “Doğudan

fasıldaki hükümlerle tanınan hakları, Yunanistan tarafından da kendi arazisindeki Müslüman azınlıklara tanınmıştır ifadesi yer almaktadır. Yunanistan, bu maddeyi kullanarak Batı Trakya’da Türk azınlık olmadığını iddia ederken, İstanbul’daki patrikhane ve hristiyan azınlığı taraf ülke olarak savunma hakkını kendinde bulmuştur240.

Batı Trakya Türkleri, 1950-1963 döneminde Türk-Yunan ilişkilerindeki nisbi düzelme nedeniyle fazla sorun yaşamamıştır. Ancak 1963’de Yorgo Papandreu’nun iktidara gelmesi ve Kıbrıs’taki olaylar üzerine Yunan hükümeti, Batı Trakya Türklerine bir dizi kısıtlama getirmiştir. 1964 Kıbrıs bunalımı sonrasında da Türkiye’nin, iki kararname ile Türkiye’deki Yunanların mal varlığını dondurması ve Yunan uyrukluların Türkiye’den taşınmaz mal satın almasını yasaklamasına karşın; Yunanistan da, Yunan vatandaşı olan Batı Trakya Türklerinin yurttaşlık ve mülk edinme haklarını kısıtlamıştır. Ancak Yunanistan’ın aksine Türkiye’deki kararnameler, Türkiye’de doğmuş ya da yerleşik olan ama Türk vatandaşı olmayı tercih etmemiş Yunan vatandaşlarını kapsamıştır. Yine de bu durum Türk vatandaşı olan veya olmayan Rumların Yunanistan’a göçüne neden olmuştur241.

1967-1974 Papadapulos Cuntası sırasında ise Batı Trakya Türklerine baskı daha da yoğunlaşmıştır. Cunta darbesine kadar bu azınlıklar, ülkedeki bütün siyasal yelpaze ve devlet yönetimi ile adalet kurumları tarafından ‘Türk’ sayılırken, Kıbrıs’ta yaşanan krizle birlikte Cunta hükümetinin Batı Trakya azınlığına karşılıksız arazi kamulaştırmalarından, Türklerin Türkçe plâk çalmasını yasaklanmasına ve işkenceye kadar birçok uygulamaları Türkiye ile Yunanistan arasında krize neden olmuştur. Cunta hükümetinin Türklere karşı benimsediği bu baskı ve şiddet hareketi temel olarak 1969 yılından itibaren kendini göstermiştir. Türkiye, konuyla ilgili 30 Ağustos 1969’da Yunanistan’a bir muhtıra verirken, Batı Trakyalılar Derneği de;durumun

240Tomsu, “Batı Trakya Meselesinin Analizi”, s.24-26.

241Yunanistan, 1965 yılında yürürlüğe koyduğu bir kanunla sınır bölgelerinde mülk alım satımında

‘Mahalli Mülkî Komisyonları’ yetkili kılmış ve 20 yıl içinde bir tek Türk üye bile almamıştır. Tomsu, “Batı Trakya Meselesinin Analizi”, s.24, Gürel, Tarihsel Boyut İçinde Türk-Yunan İlişkileri,s.83- 84.

ciddî olduğunu ve Türkiye’den bir an önce bölgedeki Türklerin haklarını ve canlarını korumasını istemiştir242.

27 Nisan 1973’de Batı Trakya Türklerinin durumu, Meclis gündemine taşınmış ve MHP’li Hilmi İşgüzar ve Suna Tural, Meclis Başkanı’na verdikleri bir önerge ile durumun tespit edilmesi amacıyla bir genel görüşme açılmasını istemişlerdir. Bunun üzerine Türk-Yunan ilişkilerini Batı Trakya’daki Türklerin ve Rumların durumunu görüşmek üzere Atina Büyükelçisi ile bir araya gelen Papadapulos, Batı Trakya Türklerine baskı yapılıp yapılmadığı ile ilgili bir tahkikat başlatmıştır. 30 Temmuz 1973’de ise Türk-Yunan ilişkileri ve azınlıkların sorunları üzerine Türkiye ve Yunanistan Bakan ve Büyükelçileri, Ankara ve Atina’da görüşmelere başlamıştır. Ancak bu görüşmelerde, Türklerin sorunlarına kesin bir çözüm yolu bulunamadığı gibi Yunanistan şiddetini daha da arttırmıştır243.

Batı Trakya Türklerine yapılan baskılar, Yunanistan’da kurulan sivil hükümet döneminde de devam etmiştir. 1974 Kıbrıs Barış harekâtı sonrasında gerilen ilişkiler, Batı Trakya Türklerinin sorunlarını da arttırmıştır. Öyle ki Yunanistan, Batı Trakya’da Türk azınlığı olmadığı ama sayıları 120.000’i bulan bir Müslüman azınlığın bulunduğuna dair demeçler vermiştir244. 1974’den sonrası araştırmamızın

zaman aralığı dışında kaldığından Batı Trakya Türklerinin o tarihten sonraki sıkıntıları ve Türk-Yunan ilişkileri üzerinde daha fazla durulmayacaktır. Ancak bugün dahi Türk-Yunan ilişkilerinin gerginleştiği dönemlerde, bölgedeki Türklerin büyük bir baskı altında kaldığı ve sorunlarının halen devam ettiği bilinmelidir.

242Heraclides, Yunanistan ve “Doğudan Gelen Tehlike” Türkiye, s.301, Tomsu, “Batı Trakya

Meselesinin Analizi”, s.24-25, Milliyet, 30.08.1969, s.1.

243Milliyet, 19.02.1973, s.3, Tercüman, 28.04.1973, s.1, Milliyet, 28.04.1973, s.1, Milliyet,

20.05.1973, s.1, Cumhuriyet, 30.07.1973, s.1.

244Ahmet Mumcu, “Uluslararası Antlaşmalar ve İnsan Haklarının Sağladığı Ortam İçerisinde Batı

SONUÇ

Türkiye ve Yunanistan’ın Lozan Barış Antlaşması’ylabaşlayan ekonomik, kültürel ve diplomatik ilişkileri, uluslararası sistemde siyasî dengelerin değişimine bağlı olarak şekillenmiştir. Özellikle II. Dünya Savaşı sonrası ortaya çıkan gelişmeler sonucu kurulan iki kutuplu düzende, NATO çatısı altında müttefik olan Türkiye ve Yunanistan’ın ilişkileri de bu süreçte önemli ölçüde etkilenmiştir. Buna, Kıbrıs Sorunu ve Yunanistan’daki hükümetlerin istikrarsız politikaları da eklenince Türkiye ve Yunanistan’ın ilişkilerinde köklü değişiklikler yaşanmıştır.

Türkiye ve Yunanistan’ın ortak bir geçmişe sahip olması ancak farklı millihedeflerinin bulunması, karşılıklı güvensizliği besleyen olgulardan biri olmuştur. İki ulusun da toplumsal hafızalarında yer alan değer yargıları, birbiriyle olan ilişkilerini ve dış politikadaki davranışlarını doğrudan etkilemiştir. Özellikle Yunanistan’ın, ulusal travmalarının ‘Türkiye’ ve ‘Türkler’ üzerine olması Yunan dış politikasının Türkiye temelli gelişmesine ve Türkiye’yi kendisi için bir tehdit olarak algılamasına neden olmuştur. Bu da Türkiye ve Yunanistan’ın ikili ilişkilerinde olumsuz bir etki yaratmıştır.

Türkiye ve Yunanistan’ın 1967-1974 yılları arasında dış politikasını ve ikili ilişkilerini etkileyen faktörlerden biri de ABD’nin kendi çıkarları doğrultusunda NATO’nun güneydoğu kanadını oluşturan Türkiye ve Yunanistan arasında oluşabilecek bir savaş olasılığını kaldırmak için müdahale etmesidir. Dış politikadaki gelişmeler sonucunda iç politikanın belirlendiği bir dönemden geçen Türkiye ve Yunanistan; ABD’den gelecek askeri ve ekonomik yardımlara ihtiyaç duyulması nedeniyle, ikili ilişkilerinde dengeli davranmaya özen göstermiş ve ABD’nin politik müdahalesine ilgisiz kalmayı tercih etmiştir.

Türkiye ve Yunanistan arasındaki ilişkileri etkileyen bir diğer konu da Kıbrıs sorunudur. Kıbrıs sorununun ilk yıllarında, kamuoyunda yarattığı milliyetçi algıya karşın Türkiye ve Yunanistan hükümetleri, ilişkilerin seyrini bozmamak adına soruna daha temkinli yaklaşmış ve basında yer alan milliyetçi söylemlere ilgisiz kalmayı tercih etmiştir. Ancak hükümetlerin bu politikaları, kendilerine muhalefeti arttırmış ve ulusal çıkarlarından ödün vermekle suçlanmıştır. Kıbrıs politikaları nedeniyle

yoğun bir şekilde eleştirilen bu hükümetler ya seçim yoluyla düşürülmüş ya da askeri müdahalelerle indirilmiştir.

Bununla birlikte 1967-1974 yılları arasında hem Türkiye hem de Yunanistan hükümetlerinde yaşanan değişimler, Kıbrıs sorununa karşı belirlenen siyasetin değişmesine ve kamuoyunun milliyetçi baskısına daha fazla duyarsız kalınmamasına neden olmuştur. Böylece her iki ülkenin de ulusal çıkarlarını ön plânda tutmaya başlaması ilişkilerinin gidişatını değiştirmiştir.

Yunanistan’da 21 Nisan 1967’de SilâhlıKuvvetlerin yönetime el koymasıyla başlayan Albaylar Cuntası iktidarı, 1974 yılına değin sürmüş ve bu dönemde Cunta hükümetinin yürüttüğü politikalar, Türkiye ile Yunanistan arasındaki diplomatik ilişkileri etkilemiştir. Halkın desteğini alarak iktidarınısağlam bir zemin üzerine oturtmayı plânlayanAlbaylar Cuntası’nın, bu plânını gerçekleştirmek için garantör devlet sıfatıyla dâhil olduğu Kıbrıs sorunu üzerinden bir politika belirlemesi, Türkiye ve Yunanistan’ın karşı karşıya gelmesine sebep olmuştur.

Yunanistan’ın cunta öncesi Türkiye siyaseti uluslararası etkenler ve iktidardaki siyasî partilerin ideolojileri doğrultusunda ilerlemiş ve bu süreçte Türkiye ile mevcut ilişkilere zarar verecek herhangi bir eylemden kaçınılmasına özen gösterilmiştir. Türkiye ve Yunanistan,Kıbrıs’ta meydana gelen gelişmelere bir süre kayıtsız kalsa da, 1964 Krizi ile tekrar karşı karşıya gelmiştir.

Cunta yönetimi ise iktidarını sağlam temeller üzerine oturtmak için Kıbrıs politikasını milliyetçi bir zemin üzerine kurmuştur. Enosis’i müzakere yoluyla Türkiye’ye kabul ettirebileceği düşünen cunta, Türkiye ile ikili görüşmelere devam edilmesi kararı almıştır. Ancak bu ikili görüşmeler Yunanistan’ın, Enosis’i kabul ettirme gayesinin gölgesinde kalmıştır. Cunta hükümetinin rejimini meşrulaştırmak amacıyla Kıbrıs ve Türkiye üzerinden belirlediği bu siyaset, Türk-Yunan dostluğunu tehlikeye atmıştır. Böylece Türkiye’nin bu hükümetle anlaşması zorlaşmış ve Türk- Yunan siyasî ve iktisâdi ilişkileri çıkmaza girmiştir. Diplomatik ilişkiler kesilmiş,

Benzer Belgeler