• Sonuç bulunamadı

Türkiye’deki Güç Koşullar Altındaki Çocuklar

BÖLÜM 2: ÇOCUK REFAHI ALANI…

2.3. Türkiye’deki Güç Koşullar Altındaki Çocuklar

Türkiye Cumhuriyeti ilk yıllarında çocuklarla ilgili, onlara önem verdiğini gösteren çok güzel atılımlar yapmıştır. Tüm dünyada 1929’larda I. Dünya Savaşı’nın açtığı yaralar tamir edilmeye çalışılırken, yenilenler intikam planlarıyla Đkinci Dünya Savaşı’nın hazırlıklarını yaparken Türk insanı yeni kurduğu Cumhuriyeti’ni sağlamlaştırma çabaları içerisindeydi. Cumhuriyetin filizleri çocuklarla birlikte yeşerecekti. Bunun ispatı için, Atatürk demokrasinin ve Cumhuriyetin yegane temsilcisi olan Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açıldığı tarihi çocuklara bayram olarak hediye etmişti. Cumhuriyet artık çocuklara ve gençlere emanetti. “23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı” ise ilk kez 1929 yılında kutlanmaya başlandı. Yıl 2007 ve sadece Türkiye değil tüm dünya 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nı kutlamaktadır. Tarihi başarılarla dolu olan Türk insanın günümüzde korunmaya muhtaç çocuklarla ilgili olarak geldiği durum, tüm istatistikleri korkutacak düzeydir. Çocuklarımıza verdiğimiz değerdeki düşüş açıkça ortadadır.

Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin yürürlüğe girmesinden tam 27 gün sonra (29-30 Eylül 1990’da), New York’ta BM Genel Merkezinde “Dünya Çocuk Zirvesi” düzenlenmiştir. Bu zirveye aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 71 ülkenin devlet ve hükümet başkanları katılmıştır. Zirvede “Çocukların Yaşatılmaları, Korunmaları ve Geliştirilmelerine Đlişkin Dünya Bildirgesi” kaleme alınmıştır. Bildirgede güç koşullar altındaki çocukların tanımı yapılmıştır. Buna göre; sokak çocukları, kimsesiz çocuklar, doğal veya insan kaynaklı afetlerin kurbanı çocuklar, göçe zorlanan çocuklar ve ırkçılık kurbanı çocuklar, göçmen işçi çocukları ile özürlü çocuklar, yasa dışı yollarla çalıştırılan çocuklar, sömürülen ve istismar edilen çocuklar güç koşullar altındaki çocuklardır (Doğan, 2000: 192,193). Bu tanımı göz önünde bulundurarak ülkemizdeki çocuk nüfusunu değerlendirirsek veri azlığına rağmen son derece vahim bir tabloyla karşı karşıya kalırız:

Sokaktaki çocuklarla ilgili olarak günümüzdeki tahmini sayısı 45 bindir. Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu'nun yurtları ise ihtiyacı karşılamaktan çok uzaktır (Radikal, 2007). Kaldı ki biz en son çare olarak (hatta deyim yerindeyse çaresiz kalınca) çocukların kurumlara yerleştirilmesi gerektiğini düşünmekteyiz. Sokakta yaşayan veya sokakta çalışan çocuklar başta BM Çocuk Haklarına Dair Sözleşme olmak üzere uluslar arası düzenlemeler ile ulusal düzenlemelerden en az yararlanan veya hiç yararlanamayan gruplardır (Akkın, 2007). Sokakta yaşayan ve sokakta çalışan çocuklara, SHÇEK’e bağlı Çocuk ve Gençlik Merkezleri hizmet vermeye çalışmaktadır. Ancak bu merkezlerin sokaktaki çocukların hepsine ulaşması imkansızdır. Sokak çocukları olgusu ise göçle beraber bir çığ gibi büyümektedir. Aslında bu önemli bir sosyal sorundur. Daha da önemlisi bu sorunun toplum tarafından giderek olağan görülmesidir. Karataş da sokakta çalıştırılan ve sokakta yaşayan çocukların, Türkiye’deki çocuk refahı alanının önemli sorunlarından birisi olduğuna değinmektedir. Ona göre, sokak çocukları olgusunun temelindeki nedenleri dikkate alan yapısal önlemler geliştirilememektedir. Halen sokakta yaşayan çocuklar için koruyucu, tedavi ve rehabilite edici çalışmalar yetersizdir. Bu konuda sektörler arası işbirliği ve eş güdüm önemlidir. Ayrıca ilgili meslek ve disiplinlerin bir ekip anlayışı içinde bir arada çalışması zorunludur. Sorunu ailede çözecek politika ve programlar yetersizdir. Bağımlı çocukların tedavisi konusundaki tedavi ve rehabilite edici çalışmalar yaygınlaştırılmaya muhtaçtır (Karataş, 2007).

• Çocuk Vakfı'nın 2006'da açıkladığı 'Türkiye Çocuk Karnesi'ne göre Türkiye'de 1 milyon 400 bin korunmaya muhtaç ve kimsesiz çocuk bulunmaktadır. Türkiye'de 0-18 yaş grubundaki çocukların yüzde 25'i yoksulluk sınırının altında yaşamaktadır (Radikal, 2007). Korunmaya muhtaç çocukların sorunları da Ülkemizdeki çocuk refahı alanında önemli bir yer tutmaktadır. Karataş’a göre de Ülkemizde kuruluş bakımı “her hangi bir çocuk” için kolaylıkla ve en sık başvurulan yol durumundadır. Ülkemizde var olan kuruluş bakımı modeli, çocukların yararından çok hizmetin nasıl daha kolay sunulabileceği düşüncesi üzerine temellendirilmiştir. Yoksulluk kuruluş bakımı için bir neden olmaktan çıkarılamamıştır. Türkiye’de koruyucu aile uygulamaları başarısızdır. Ülkemize uygun bir koruyucu aile modeli

geliştirilememiştir. Evlat edindirme uygulamalarında da bir örneklilik yoktur (Karataş, 2007).

• Türkiye’de göçe zorlanmış kişilerin sayısını 2004 yılı için yine tahmini olarak 38 binden fazla olduğunu söyleyebiliriz (Backgrounders, 2004). Bu sayının ne kadarını ise çocukların oluşturduğunu bilmek imkansızdır. Bu çocuklarla ilgili yapılmış araştırmalar yoktur. Ancak göçle beraber gelen çocukların biraz önce de değindiğimiz gibi sokak çocuğu olgusunu tetiklediği apaçık bir gerçektir.

• Türkiye'de çocuklar şiddetin yanı sıra cinsel istismara da maruz kalmaktadır. Đnsan Hakları Derneği'ne göre çocukların yüzde 46'sı şiddet mağdurudur. 2005 ve 2006'da kötü muamele nedeniyle 160 aileye dava açılmıştır. Bunlardan 123'ünü ise cinsel istismar suçu oluşturmaktadır (Radikal, 2007). Türkiye’de kimi bölgelerde her on çocuktan beşi istismar ve ihmale uğramaktadır (Üstündağ, 2004). Bu verilerden de anlaşılacağı gibi Ülkemizde son yıllarda ailede, okulda ve sokakta şiddet yaygınlaşmıştır. Özellikle okullarda çocuk ve gençler arasında şiddet, çeteleşme eğilimleri yükselmiştir.

Türkiye’de eğitim hakkından en çok kız çocukları mahrum kalmaktadır. 'Haydi Kızlar Okula', 'Baba Beni Okula Okula Gönder' gibi kampanyalara rağmen yaklaşık 1 milyon kız çocuğu hâlâ okula gidememektedir. Tarlalarda çalıştırılan çocukların çoğu erken yaşta evlendirilmektedir. Türkiye'de öğrencilerin yüzde 60'ı mevcudu 31 ve daha kalabalık sınıflarda okutulmaktadır. 24 kişilik sınıflarda eğitim verilmesi için 145 bin derslik daha yapılması gerekmektedir (Radikal, 2007). Karataş da eğitim sorunlarının önemine değinmektedir. Ona göre okul ve dersliklerin yanı sıra öğretmen sayısı da yetersizdir. Bilgisayar bir eğitim teknolojisi olarak sınıflara ve öğrencilerin yaşamına etkin bir şekilde girememiştir. Okullar ders araç gereçleri ve laboratuar olanakları bakımından yetersizdir. Okullarda meslek elemanları desteğinde rehberlik ve psikolojik danışma hizmetleri yetersizdir, engellilerin eğitimini de içerecek bir alt yapı kurulamamıştır. Okullardaki kütüphane olanakları da yetersizdir (Karataş, 2007).

Türkiye'de her bin bebekten 28'i ölmektedir. Nüfusun yüzde 8.5'i açlık sınırındadır. Beş yaş altı çocukların yüzde 16'sında kronik beslenme yetersizliği vardır. Doğu

Anadolu'da bu rakam yüzde 30'a kadar çıkmaktadır. Sağlıklı içme suyu olmayan hane halkının oranı ise yüzde 26.2’dir (Radikal, 2007). Sağlık sorunları ne yazık ki en çok çocukları etkilemektedir. Karataş’ın aktardığı bilgilere göre, sağlık alt yapısı sorunları sürmektedir. Sağlık kuruluşları sayıca ve yetişmiş eleman ve araç gereç yönünden yeterli değildir. Ülkenin her yerinde, tüm çocukların sağlık kuruluşlarına erişiminde eşitlik söz konusu değildir. Toplumda çocukluluk eğilimi yaygındır, istenmeyen gebelik ve doğumların önüne geçilememektedir (Karataş, 2007). Bu sorunda özellikle korunmaya muhtaç çocuk olgusunu tetikleyici “terk çocuk” vakalarını artırmaktadır.

• Türkiye'de 2006 verilerine göre 8-14 yaş arasında çalışmak zorunda bırakılan yaklaşık 400 bin çocuk bulunmaktadır. 15-19 yaş arasında çalışan çocuk sayısı ise 2 milyon 400 bindir (Radikal, 2007). Karataş’ın da belirttiği gibi, çocukların çalıştırılması önlenemediği gibi, onları çalıştıkları ortamlarda koruyacak önlemler (eğitimlerinin aksamaması için alınacak özel önlemler, çalışma koşullarını iyileştirecek düzenlemeler, gerekli sağlık denetimleri, sosyal güvenlik hakları) yetersizdir (Karataş, 2007). Son yıllarda, küreselleşme dinamiklerinin de etkisiyle derinleşen yoksulluğun doğrudan sonuçlarından birisi olarak, çocuk işçiliğinde belirgin bir artış olduğu bilinmektedir. Çocuk işçiliğinin yasa dışı sektörlere de malzeme olduğunu söyleyebiliriz. Para kazanmanın bir başka biçimi olan dilencilik, kapkaç olayları ve yankesicilik son yıllarda çocuklar arsında yaygınlaşmıştır. Bunların bir çoğu bu işlere aileleri ya da başka güçler tarafından itilmektedir. Birçok çocuk bu olayların hem faili hem de mağdurudur. Bu çocuklar sokakta her türlü tehlikeye karşı korunmasızdırlar. Konuyla ilgili olarak yasal önlemlerin, özellikle ailelere çeşitli yaptırımlar uygulanması biçiminde yeniden düzenlenmesi gerekmektedir.

• Türkiye’deki özürlü çocukların sayısını net olarak belirlemek çok zordur. Ancak Şubat 2006 verilerine göre rehabilitasyon merkezlerinden yararlanan özürlü sayısı 4.996 olduğunu söyleyebiliriz (T.C. Başbakanlık Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu, 2006: 8). Bu sayının ne kadarını çocukların oluşturduğu ise aktarılmamıştır. Aslında amaç özürlü çocukların rehabilite edilerek topluma kazandırılmaları olmalıdır. Karataş da her özür grubundaki çocuğun özür durumuna

uygun bakım, eğitim ve rehabilitasyon olanaklarından yararlanamadığına değinmektedir. Yaşanılan fiziksel çevre engellilerin özellikleri ve gereksinimlerini dikkate alacak şekilde tasarlanıp inşa edilmiş değildir (Karataş, 2007).

Bu sonuçlardan da anlaşılabileceği gibi Türkiye’deki güç koşullar altında yaşayan çocuklarla ilgili çalışmaların sayısı son derece azdır. Halbuki “Güç koşullar altındaki çocuklar” tanımında geçen ve birer risk grubunu temsil eden çocuklarla ilgili araştırmalar yapılması Türkiye için son derece önemlidir. Ancak böylece Türkiye’deki çocuk profilini net bir şekilde ortaya koyabiliriz. Sorunun varlığı ortadadır. Ancak büyüklüğü göz ardı edilmektedir. Bu ise Türkiye’nin geleceği açısından endişe verici bir durumdur.

Biz burada “Güç koşullar altındaki çocuklar” tanımındaki kavramlardan yola çıkarak açıklamalarda bulunduk. Halbuki Türkiye’deki çocuk refahı alanındaki sorunlar bunlarla sınırlı değildir. Burada ele almadığımız diğer sorun alanlarını başlıklar halinde şöyle özetleyebiliriz: Çevre ve yerleşim sorunları, Tutuklu çocuklar ve sorunları, Medyanın çocuk hakları istismarı, Çocuk Hakları konusunda bilinç eksikliği. Tüm bu alanlar Türkiye’de çocuk refahı alanındaki bir çok sorunu içlerinde barındırmaktadır. Bunların acilen ele alınması ve buradaki sorunların çözümlenmesi çocuklarımızın ve buna bağlı olarak da ülkemizin geleceği açısından çok önemlidir.

2.3.1. Çocuğun Korunma Altına Alınması

Çocukların korunma altına alınmasını gerektiren bir çok neden mevcuttur. Ancak bunları açıklamaya geçmeden önce korunmaya muhtaçlık durumunun ne anlam ifade ettiğini, korunmaya muhtaç çocuk kavramının neleri kapsadığını belirtmek gerekir. Koşar, korunmaya muhtaç çocuk kavramının yeni olduğunu, geçmişte daha çok “kimsesiz ve yoksul çocuklar” kavramlarının kullanıldığını belirtmektedir. Artık kimsesiz ve yoksul olmayan çocuğun da korunmaya muhtaç olabildiği görülmüştür. Önemli olan, korunmaya muhtaçlık ölçütlerinin bilimsel değerlendirmeler yanında toplumun gelenek ve görenekleri, örf ve adetleri göz önüne alınarak saptanmasıdır (Koşar, 1992: 43, 49). Gerçekten de korunmaya muhtaç çocuklar konusu toplumsal yapımız ve kültürel değerlerimiz içinde ele alınmalı ve bu çocukların sorunlarına Türk ailesinin özelliklerine uygun, paylaşımcı çözümler aranmalıdır.

Ekşi’nin Rutter’den aktardığına göre çocuğun koruma altına alınmasında amaç; çocuğun yaşamına yeni giren bakımın, yeni yaralanma ve sömürüye yol açmadan olumlu gelişmesini sağlayabilmesidir (Ekşi, 2004: 9). Ancak ortaya çıkan sonuçlar korunma altına alınan çocukların başka türlü sömürülere maruz kaldığını ve bu amacın işlevini yerine getiremediğini göstermektedir.

Ülkemizde 1949 tarihli 5387 sayılı ve 1957 tarihli 6972 sayılı Kanunlarda, korunmaya muhtaç çocuk tanımını yapmıştır ve bu çocukların korunmalarını kurum bakımı çerçevesinde düzenlemiştir. Son olarak 1983 tarihli 2828 sayılı Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Kanunu çerçevesinde çocukların korunması konusu düzenlenmiştir ve bu koruma görevi adı geçen kuruma verilmiştir (Koşar, 1992: 41). 2828 sayılı SHÇEK Kanunu’nun 3. maddesi (b) bendinde "Korunmaya Muhtaç Çocuk";

“Beden, ruh ve ahlak gelişimleri veya şahsi güvenlikleri tehlikede olup; 1. Ana veya babasız, ana ve babasız,

2. Ana veya babası veya her ikisi de belli olmayan, 3. Ana ve babası veya her ikisi tarafından terk edilen,

4. Ana veya babası tarafından ihmal edilip; fuhuş, dilencilik,alkollü içkileri veya uyuşturucu maddeleri kullanma gibi her türlü sosyal tehlikelere ve kötü alışkanlıklara karşı savunmasız bırakılan ve başıboşluğa sürüklenen çocuk” şeklinde

tanımlanmaktadır (T.C. Başbakanlık Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu, 1983).

SHÇEK tarafından korunmaya muhtaç çocuklara verilen hizmetler ise; kurum bakımı, koruyucu aile, evlat edindirme ve ailenin ekonomik olarak desteklenmesidir. Ancak her bir hizmetin kendi içinde alıcısına ulaşımı bakımından sorunlar yaşanmaktadır. Bu sorunlara çocuk bakım modellerini tartışırken değineceğiz. Şimdilik bakım modellerinin içinde barındırdıkları sorunların her geçen gün büyümekte olduğunu ve bunlara yeterli çözümler üretilemediğini söyleyebiliriz.

Bu çocukların kuruma duyurulmasında ve inceleme ile ilgili olarak kurum ile işbiriliği içinde bulunmak görevi de yerel mülki amirlere ve genel kolluk kuvvetleri ile belediye zabıta memurlarına verilmiştir (Alşan, 1994: 117, 118). Ayrıca SHÇEK çocuklar

hakkında basın ve yayın organlarında çıkan haberleri de ihbar kabul ederek bunları değerlendirmekle de yükümlüdür.

“Korunmaya muhtaç çocukların Türk örf, adet, inanç ve milli ahlakına sahip, kendisine güvenen, insan sevgisi ve saygısı ile dolu Atatürkçü düşünce, Atatürk ilke ve inkılaplarına uygun olarak yetiştirilmeleri, bir iş veya meslek sahibi yapılmaları, koruma kararı kalktıktan sonra da toplum içinde izlenmeleri ve bu imkanlar ölçüsünde desteklenmelerinin esas alınmasıdır”(Alşan, 1994: 117).

Korunmaya muhtaç çocukların durumlarının Alşan’dan aktardığımız esaslar doğrultusunca yasaca belirlenmiş olduğunu söyleyebiliriz. Şimdi ise çocukların korunmaya muhtaç hale gelmesindeki nedenleri önem sırasına göre sıralayabiliriz. Uslu ve Özel Özcan’ın Kurum çocuklarıyla ilgili olarak yaptıkları bir araştırmaya göre; çocuklar daha çok aile bütünlüğünün bozulması nedeniyle korunma altına verilmektedirler (Uslu ve Özel Özcan, 2004: 99). Ayrıca günümüzde son yıllarda “terk çocuk” olgusu da korunmaya muhtaçlığı belirleyen önemli bir nedendir. Hatta bu doğrultuda korunmaya muhtaç çocuğu ikiye ayırabiliriz: 1) Terk edilen (ailesi olan) 2) Yetim (ailesi olmayan). Ailesi tarafından terk edilen çocukların sayısı giderek artmaktadır. Bu konuda acil çözümlerin üretilmesi bir zorunluluktur.

Çocukların korunmaya muhtaç olmasında belirleyici diğer psiko-sosyal ve ekonomik faktörleri şöyle sıralayabiliriz: Anne ve/veya babanın kaybı, ailede çocukların bakımının ve yetiştirilmesinin sağlanamayacağı derecede yoksulluk olması, yoksulluğun yanında anne veya babanın kronik ve prognozu iyi olmayan bir hastalığının bulunması ve evin geçiminin sağlanamaması, anne veya babanın üvey olması nedeni ile çocukların ihmali ve kötüye kullanımının söz konusu olması, anne veya babanın alkol, uyuşturucu, fuhuş gibi kötü alışkanlıklarının olması, çocuklarına karşı sağlıklı ve uygun tutum ve davranışlar sergileyememeleri, çocuk yetiştirme, bakma, sorumluluğunu alma açılarından yeterli mental ya da yaş durumlarının olmaması (Özbesler, 2004: 123, 124). Tüm bu sayılanlara ek olarak hızlı nüfus artışı, çarpık kentleşme, büyük şehir şoku, terk olgusu da korunmaya muhtaç çocukların sayıca çoğalmasına neden olmaktadır (Bölükbaşı, 1994: 101). Ancak çocukların korunmaya verilmelerinde öncelikli neden çocuğun ekonomik maliyetidir.

“Korunmaya muhtaç çocuk olgusunun yoksulluğun artışıyla doğru orantılı olduğu gözlenmektedir” (Koç, 2004: 87). Koç’un aktardığına göre, SHÇEK Kanunu’nun 3.

maddesinde tanımlanan korunmaya muhtaçlık niteliklerinin taşımayan ana-babalı çocuklar için yapılan başvurular 2001 ekonomik krizi sonrası ikiye katlanmıştır. Bu nedenlerle korunmaya muhtaçlık durumu ülkenin iktisadi ve politik koşullarına göre yeniden tanımlanmalıdır (Koç, 2004: 87, 88, 89).

Korunmaya muhtaç çocuk olgusunda risk gruplarını; ilkokul ve ortaokul mezunu, 25 ve 35 yaşları arasında bulunan, köyden kente göç etme süresi beş yıldan daha az olan, çözülmüş, dağılmış ve ekonomik zorlukları olan ailelerin çocukları oluşturmaktadır. Bir çok araştırmacı çocukların hemen kuruma alınması yerine zayıflamış aile bağlarının güçlendirilmesine çalışılmasının (koruyucu-önleyici hizmetler) daha doğru olacağı görüşündedir. Gündüzlü bakım hizmetleri, parçalanmış ailelerden çocukların yanında kalana bir iş imkanıyla ekonomik destek sağlamak daha yerinde ve uzun vadeli bir çözüm olacaktır.

Aslında korunmaya muhtaç çocuk olarak nitelendirilen ve mahkemece bu sıfatı alan çocuklar diğer güç koşullar altında yaşayan çocuklara nazaran çok daha şanslıdırlar. Çünkü diğer güç koşullar altındaki çocukların içinde bulunduğu durum daha fazla riskli koşulları barındırmaktadır. Ancak korunmaya muhtaç çocuk kavramıyla ifade edilen çocuklar belli bir koruma altına alınmış, bulunduğu riskli koşullardan uzaklaştırılmışlardır. Ne yazık ki çoğu zaman bu da bir çözüm olamamaktadır. Đçinde başka başka sorunları barındırmaktadır.

En iyi kuruluş bakımının çocuğun gelişme ve kendini gerçekleştirmesine engel bir durumu olmayan en kötü aile bakımından daha iyi olamayacağı bir gerçektir. Bu yüzden dağılmış da olsa bir ailesi bulunan korunmaya muhtaç çocukların ayni ve nakdi yardımlarla aile yanında desteklenmelerinin sağlanması önemlidir. Ayrıca evlat edinme ve koruyucu aile bakımının özendirilmesi ve bu konuda yeterli toplumsal bilincin oluşturulması da korunmaya muhtaç çocuklar için daha çağdaş bir çözüm olacaktır. Böylece devletin konuyla ilgili olarak maddi yükü de azalacaktır (Bölükbaşı, 1994: 106). Sosyo-ekonomik açıdan yoksul ailelerin nüfus planlamasına yönlendirilmesi de son derece önemlidir.

Korunmaya muhtaçlık olgusunun tanımlarını, içeriğini, ortaya çıkış nedenlerini ve bu konudaki çözüm önerilerini sunduktan sonra “korunmaya muhtaç çocuk”ların bakılmasındaki modellere geçebiliriz. Bu konu Türkiye’deki korunmaya muhtaç

çocukların hangi şartlarda bakıldığını gözler önüne sermesi açısından önemlidir. Ayrıca bizim çalışmamızın odak noktasını oluşturan koruyucu aile hizmetine de burada kısaca değinilecektir.