• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 2: ÇOCUK REFAHI ALANI…

2.1. Türkiye’de Çocuk Refahı Alanı

Türkiye’de çocuk refahı alanında yapılan hizmetler 19. yüzyılın sonlarından itibaren kurumsallaşmıştır. Çocuğun korunması konusunda kurum bakımı sistemi bu nedenle daha da hızla çoğalmıştır. Dünya’da olduğu gibi bizde de çocuk refahıyla ilgili düzenlemelerde devletin yaptırım gücü yüksektir. Daha önce de değindiğimiz gibi toplum adına devlet, çocukları korumak için gerekli gördüğünde ana-babaya müdahale etmeyi bir hak ve görev saymaktadır. Devlet bu görevini bir kuruluş aracılığıyla yerine getirmektedir. Çocuk esirgeme hizmetlerini yürüten bu kuruluş birincil sosyal hizmet kurumudur ve esas sorumlu meslek de sosyal hizmettir (G. Koşar, 1992: 39).

Türkiye, sadece Sosyal Hizmetlerle ilgili kanunlarla değil anayasamızın tamamına yayılan çeşitli hükümlerle çocuk refahını sağlanmaya çalışmıştır. Belirttiğimiz gibi çocuk refahı aile refahından bağımsız değildir.

1982 Anayasası’nda çocuklarla doğrudan ilgili bir çok hüküm yer almaktadır. Bunlardan 5 inci maddede, “Devletin temel amaç ve görevleri... insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmasıdır.” hükmü; 41 inci maddede, “Aile toplumun temelidir... Devlet ailenin huzur ve refahı ile özellikle ananın ve çocukların korunması... için gerekli tedbirleri alır, teşkilâtı kurar” hükmü yer almaktadır. Burada aileye sunulacak hizmetler için örgütlenmeye gidilmesi ve idarece bu görevlerin yerine getirilmesi vurgulanmaktadır. 42. maddede eğitim öğretim hakkını belirterek, “Devlet, maddî imkânlardan yoksun başarılı öğrencilerin, öğrenimlerini sürdürebilmeleri amacı ile burslar ve başka yollarla gerekli yardımları yapar. Devlet durumları sebebiyle özel eğitime ihtiyacı olanları topluma yararlı kılacak tedbirleri alır” demektedir. 56. maddede sağlık hizmetleri ve çevrenin korunması vurgulanırken, 58. maddede ise “Devlet gençleri alkol düşkünlüğünden, uyuşturucu maddelerden, suçluluk

kumar ve benzeri kötü alışkanlıklardan, cehaletten korumak için gerekli tedbirleri alır” ifadesine yer vermektedir. 59. maddede sporun geliştirilmesi ilkesine yer verilirken, 62. madde yabancı ülkelerde çalışan Türk vatandaşlarının çocuklarının eğitimi, kültürel gereksinimlerinin karşılanması, anavatanla bağlarının korunması ve yurda dönüşlerinde yardımcı olunması gibi konularda devletin yerine getirmesi gereken görevlere yer vermektedir. Ayrıca 61. maddede “... korunmaya muhtaç çocukların topluma kazandırılması” için devletçe gerekli tedbirlerin alınacağı belirtilmektedir (Cılga, 2001). Yasalara gelindiğinde ise başta Millî Eğitim Temel Kanunu, Medenî Kanun, Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Kanunu, Çocuk Mahkemelerinin Kuruluşu Görev ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun, Özel Eğitime Muhtaç Çocuklar Kanunu doğrudan çocuklarla ilgilidir. Anayasa ve tüm yasalar irdelendiğinde çocuğun öneminin ve gereksinimlerinin fark edildiği görülmekle birlikte bunların uygulamaya geçirilmesinden kaynaklanan sorunların yoğunluk kazandığı görülmektedir (Cılga, 2001).

Sosyal hizmet uzmanları genel olarak, ülkemizdeki çocuk refahı alanındaki hizmetlerin farklı yasal düzenlemeler altında ve çeşitli kuruluşlar tarafından verilmesini eleştirmektedirler. Onlara göre var olan bu dağınıklık ve daha da önemlisi kapsamlı ve kapsayıcı bir çocuk politikasının olmaması başta sosyal hizmetlere ihtiyaç duyan çocukları, aileleri ve bunun yanı sıra bu alanda çalışan meslek elemanlarını etkilemektedir (Karataş ve diğ., 2001). Halbuki sosyal devlet olmanın bir gereği ve de daha önemlisi çağdaş dünyanın yeni sosyal hizmet yapılanmasının bir sonucu olarak, hizmetlerdeki çok yönlülük tavsiye edilmektedir. Ancak yine de Türkiye’deki çocuk refahı alanındaki düzenlemelerin baş aktörü 2828 Sayılı SHÇEK Kanunu’yla bu görevi devlet adına üstlenen Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu’dur. Kurumun varlığı toplumun geri kalanının sorumluluğunu hafifletmemelidir. Kurum çalışmalarında kimsesiz ve korumaya muhtaç çocuklara öncelikle hizmet vermeye çalışmaktadır. SHÇEK’in çocuklarla ilgili çalışmalarındaki temel anlayış ise Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne dayanmaktadır.

Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu’nun Korunmaya Muhtaç Çocuk ve Gençlere Yönelik Hizmet alanlarını şu şekilde sıralayabiliriz: Çocuk Yuvaları, Yetiştirme Yurtları, Evlat Edinme Hizmeti, Koruyucu Aile Hizmeti, Sokakta Yaşayan

ve/veya Çalışan Çocuklar, Sevgi Evleri / Çocuk Evleri, Çocuk ve Gençlik Merkezleri, Kreş ve Gündüz Bakımevi ve Çocuk Kulübü Hizmetleri, Çocuk Hakları Sözleşmesine Đlişkin Çalışmalar, 183 Alo Kadın ve Çocuk Hattı, Resmi ve Özel Rehabilitasyon Merkezleri, Özürlülük Alanı Đle Đlgili Sorunlar, Aile Danışmanlığı ve Eğitimi, Ayni-Nakdi Yardımlar (T.C. Başbakanlık Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu, 2004; T.C. Başbakanlık Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu, 2006; T.C: Başbakanlık Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu 2007h) Aslında aileye yönelik tüm koruyucu, önleyici ve destekleyici hizmetlere çocuk refahı alanında yer verebiliriz. Çünkü, daha önce de belirttiğimiz gibi, çocuğu korumanın ilk yolu onun öz ailesini korumaktan geçmektedir. Bu bilgiler ışığında Türkiye’deki çocuk refahı alanını daha da ayrıntılarıyla incelemeye geçebiliriz.

SHÇEK, aile için çocuk değil, çocuk için aile prensibini ilke edinmiştir. Böylece SHÇEK çalışmalarında Çocuk Refahı Alanını öne çıkarmıştır. SHÇEK ise bu konuda toplumsal bir paylaşımı hedeflemektedir.

Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu (UNICEF) Türkiye Temsilcisi Edmond McLoughney, Türkiye’de çocukların korunması konusunda eksiklikler olduğuna dikkat çekmekte ve önemli bir uyarı yapmaktadır: “Türkiye’de çocuklar ilk önce ekonomik ve sosyal anlamda öksüz ve yetim kalıyor.” Son beş yılda insan ve çocuk hakları konusunda ciddi değişim geçiren Türkiye’deki çocukların ilk problemleri arasında eğitim, sağlık, şiddet ve okuldaki şiddet başı çekmektedir. UNICEF Türkiye Temsilciliği, ayrıca Avrupa Birliği’nden sağladığı 2 milyon avro’luk fonla “Çocuk Programı” başlığı altında çocuğa verilen sosyal hizmetlerin denetim ve kontrolü için güçlü izleme sistemi oluşturulmasına çalışmaktadır. Önümüzdeki üç senenin en önemli gündemi budur. Kurumsal yapıların denetlenmesi, mevcut durumun ortaya konmasını da kapsayan çalışmanın en önemli ayağını ise bağımsız Çocuk Ombudsmanlık (Hakemlik) Sistemi oluşturmaktadır. BM tavsiyeleri ışığında ilk olarak Norveç’te uygulanan ve diğer Avrupa ülkelerinin de kendine uyarladığı sistemde çocuk ombudsmanlığı makamları ülke çocuklarının haklarının izlenmesi, sorunlarının ilk kabul ve çözüm yerleridir. Sistem devlet kurumları kadar ailelerin, şirketlerin, okulların çocuklara karşı davranışları, insan hakları ihlalleri konusunda tam bir izleme ağı kurulmasını gerekli kılmaktadır. Barolar bünyesinde üç yıldır faaliyet gösteren çocuk

hakları komisyonlarının ombudsmanlık sistemine yatkın olduğuna değinen McLoughney, Türkiye’nin çocuk hakları konusunda notunu yükseltmek için mevcut aile yapısı ve sosyal dokusunu kullanabileceği projeleri üretip kısa sürede büyük mesafe alabilecek potansiyelde olduğunu düşünmektedir (Uğur, 2005).

Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Kofi Annan’ın 2005’in ikinci yarısında istediği ‘çocuğa karşı şiddet araştırması’ ülkeler listesinde Türkiye de yer almıştır. SHÇEK’in katkıları ve devlet kurumları verileri ışığında hazırlanan ve Dışişleri Bakanlığı’nın oluru ile Annan’a iletilen rapor, Türkiye’deki çocukların ve hizmetlerin fotoğrafını ortaya koymaktadır. Raporun dünya ülkeleriyle birlikte açıklanacağını anlatan UNICEF yetkilileri detay vermekten kaçınmaktadır. Uzmanlar Türkiye’nin çocuk korumacılığı konusunda ciddi sorunlar yaşayabileceği sözleriyle yetinmektedir. (Uğur, 2005).

SHÇEK, UNICEF, ĐHH (Đnsan Hak ve Hürriyetleri ve Đnsanî Yardım Vakfı) ve diğer sivil toplum kuruluşlarının işaret ettiği yön aynıdır: Ailesini kaybetmiş bir çocuk için düşünülecek son seçenek çocuk yuvaları olmalıdır. Oysa Türkiye’deki tablo bu gerçeğin yeterince anlatılamadığını ortaya koymaktadır. SHÇEK verilerine göre kurumlarda kalan 20 bine yakın çocuğun sadece yüzde 15’inin yani 3 bin kadarının hayatta birinci derece yakını yoktur. ĐHH’nin yetim birimi sorumlusu Emel Fazlıoğlu, bu rakamın ciddi bir toplumsal yaraya işaret ettiği kanaatindedir: “Annesini ya da babasını kaybetmiş bir çocuğa nasıl olur da amcası, teyzesi ya da başka bir yakını sahip çıkmaz. Sadece akrabalar harekete geçirilse yuvalarda kalan çocuk sayısı bir anda 5 bine iner.” Fazlıoğlu meselenin temelinde duyarsızlık değil ekonomik yetersizliğin yattığını düşünmektedir. Son yıllarda yetimler konusunda ciddi çalışmalar yapan ĐHH yetkililerine göre ailelere maddî destek sağlandığı takdirde çözüm için önemli bir adım atılmış olacaktır. Aslında bu yöntem, tahmin edilenin aksine SHÇEK’in ekonomik yükünü oldukça hafifletecektir. Tek yapılması gereken sosyal hizmetlerde yeni düzenlemeler içeren mevcut tasarıların bir an önce yasalaştırılıp yürürlüğe konulmasıdır. Türkiye’de kimsesiz çocuklar için yapılabilecekler elbetteki bununla sınırlı değildir. Yetim Sempozyumu’nda sunulan öneriler arasında koruyucu aile dernekleri kurulması, diyanet görevlilerinin yuvalarda aktif rol üstlenmesi, uluslararası

kuruluşlarda söz sahibi olunması gibi maddeler de vardır. ĐHH yetkilileri bu teklifleri 20’ye yakın ülkede yürüttükleri çalışmaların tecrübesi ile sunmaktadırlar (Adlı, 2006). Aktardığımız veriler Türkiye’deki çocuk refahı alanında büyük eksiklerin olduğunu ve acilen bu doğrultuda yeni yapılanmalara gidilmesi gerektiğini göstermektedir. Kamu, yerel yönetimler, özel yönetimler ve de sivil toplum kuruluşları çocuk refahı alanında ortak hareket etmelidir. Yoksa kalkınmakta olan ülkemizde Kamu’nun tek başına bu işin üstesinden gelemediği ortadadır.