• Sonuç bulunamadı

Türkiye’de Sosyal Sermaye Sorunu ve Geliştirilmesine Yönelik

Değişen ve gelişen dünya ile birlikte yeni bir hal alan sosyal ve ekonomik politikalar ülkelerin yaşamış oldukları krizlerin ortadan kaldırılmasına yönelik Türkiye ve diğer gelişmekte olan ülkelerin temel sorunları niteliksiz işgücü yetersizliği, teknolojik geri kalmışlık, bilginin doğru kullanılamaması, üretim ve yönetim aşamasında bilgi yetersizliği, birey- birey ve birey toplum arasındaki güvensizlik, birey ve gruplar arasındaki bilgi eksikliği ya da yanlış bilgilendirme, üretim sürecinde, öncesinde ve sonrasında yeterli bilginin yokluğu ya da işgücünün bu bilgiden haberdar olmaması, gelişmiş ülkelerin seviyesine erişmeyi sağlayacak bilgi ve teknolojinin üretilmesi vs. olarak öne çıkmaya başlamıştır. Dolayısıyla beşeri sermaye ve sosyal sermaye yetersizliği gelişmekte olan ülkelerin temel sorun haline gelmiştir.

Bir toplumda sosyal bağların güçlü olarak tesis edilmesi sosyal yaşamda olduğu kadar ekonomik yaşamda da önemli sonuçlara yol açacaktır. Öyle ki sosyal ilişkiler ağının geliştiği ve insanların hukuki ve siyasi sisteme ve birbirlerine duydukları güvenin artması, demokratik katılım mekanizmalarının gönüllü sürekliliği ile üretimin maliyetleri azalarak özellikle verimlilik artabilecektir. Çünkü sözü edilen sosyal sermaye öğeleri üretim ve pazarlama için gerekli olan koordinasyonu ve işbirliğini kolaylaştırarak artıracaktır. Sosyal sermayenin ekonomi üzerindeki etkilerinin ortaya çıkabilmesi ise beşeri sermayenin varlığı ile mümkün olabilmektedir.

Türkiye’de bireyler ve kurumlar arası kopuk koordinasyon ve ilişki ağlarını göz önünde tuttuğumuzda ve siyasi kesime olan güven duygusunun yoksunluğu sosyal sermayenin ortaya çıkmasını engellemektedir. Kurumlara ve işgücünün kendi içindeki güvensizlik ortamı bilgi paylaşımını, işbölümünü ve ortak hareket edebilmeyi kısıtlamakta ve koordinasyon yetersizliği işlerin düzenli bir şekilde sürdürülmesini engellemekte ve hatta tıkanma noktasına getirmektedir.

Türkiye gerek reel sektörde gerekse de finansal sistemde yaşanan krizlere sürekli olarak maruz kalmıştır. Krizlerin sonuçları ise oldukça ağır olup Türk ekonomisi giderek daraltmıştır. Sonuçta yoksulluk önüne geçilemez boyutlara ulaşmış ve tabana yayılmıştır. Tüm yaşanan krizler gerek bireyler arasındaki güvensizliği daha fazla tırmandırırken, bürokratik sistemin işleyemez hale gelmesi sosyal sermayeyi ortadan kaldıran bir hal almıştır.

Nitekim ülkemiz açısından da özellikle ekonomik büyüme ve gelişme bağlamında öncelikle mevcut sosyal sermaye unsurlarından yararlanılması düşünülmelidir. Zaman içinde ise konuya verilen önem kapsamında Türkiye’nin sosyal sermaye envanterinin oluşturulması sosyal sermayenin yoksulluk sorununun çözümüne yapacağı katkılar açısından çok önemli olacaktır. Bu konuya AB’ne uyum politikaları doğrultusunda belirlenen belirlene bölgelerde bölgenin özelliklerine uygun olarak yerel sorunlara çözüm üretileceği kalkınma ofisleri yoksulluğu besleyen işsizlik, eğitimsizlik, sağlıksızlık, göçerlik, güvenliksiz vb. şeklindeki sorunlara sosyal sermaye birikimini güçlendirerek cevap verebilir. Dolayısı ile sosyal sermaye tek başına baş edemeyeceği kadar karmaşık ve zor olan yoksulluk sorununun çözümünde çok önemli katkılarda bulunabilir. Yeni gelişmeye başlayan konuya olan ilginin canlı tutulması ise bu konuyla ilgilenen araştırmacılara ve resmi ve resmi olmayan kurumlara düşmektedir.

Diğer taraftan Türkiye’de beşeri sermayenin etkiliği sosyal sermayenin varlığına bağlıdır. Sosyal sermayenin geliştirilmesi ise iktisadi, sosyal, siyasal ve kültürel bazı önlemlerin alınması ile mümkündür.

SONUÇ ve DEĞERLENDİRME

İktisadi kalkınma bütün ülkelerin öncelikli hedefidir. Bu ülkelerin, iktisadi, sosyal ve siyasi alanda öne geçebilmek için mücadele ettiği bir süreçtir. Bu süreçte kimi ülkeler hiç durmadan büyürken, bazıları ise geriden takip etmekte hatta iktisadi kalkınmaları tıkanma noktasına gelmiştir. Başlangıçta pek çok ülke için kalkınmanın aracı fiziki sermaye birikimini artırmak olarak görülürken, az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler tarafından bol miktarda ithal edilen teknolojinin ülkenin önünü daha fazla tıkamaktadır. İthal edilen teknolojilere adapte olacak ve bu teknolojileri kullanacak nitelikli işgücünün olmaması, bu ülkelerde kaynak israfına neden olduğu görülmektedir.

Nitekim daha sonra gelişmiş ülkeler üzerinde yapılan pek çok araştırmaya göre bu ülkelerin geri kalmışlığının temel nedeni, beşeri sermaye yetersizliğidir. Gelişmekte olan ülkeler düşük eğitim seviyesi, geri kalmış bir sağlık sistemi, yetersiz besleme koşulları ve karşı karşıya oldukları hızlı beyin göçü nedeniyle daha düşük bir beşeri sermaye kapasitesine sahiplerdir. Beşeri sermayenin iktisadi kalkınmanın motoru olduğu düşünüldüğünde az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin kalkınabilmelerin tek yolu beşeri sermaye seviyesini yükseltmektedir.

Beşeri sermaye, bilgi, beceri ve diğer niteliklerin işgücü tarafından içselleştirilmesi olarak tanımlanmaktadır. Eğitim, sağlık ve çalışma amaçlı göç beşeri sermayenin temel göstergeleridir. Bu parametrelerde meydana gelen olumlu gelişmeler beşeri sermaye seviyesini de yükselterek işgücü ve diğer üretim faktörlerinin verimliğini artırmaktadır.

Fiziki sermaye yatırımlarında olduğu gibi beşeri sermaye yatırımları da bir takım maliyetleri gerektirmektedir. Ancak beşeri sermaye yatırımları uzun vadelidir, ancak fiziki sermaye yatırımlarından farklı olarak aşınmaya maruz kalmamaktadır. Fiziki sermayede olduğu gibi beşeri sermaye de yapısı ve kalitesi ölçüsünde üretime katkıda bulunmaktadır. Ancak beşeri sermaye fiziki sermayeden farklı olarak üretim

Beşeri sermaye, kısa dönemde tüketim harcamasıdır ve büyük oranlarda harcamayı gerektirmektedir. Bu nedenle beşeri sermaye yatırımlarından beklenen etkilerinin ortaya çıkabilmesi ve gerek bireysel gerekse sosyal getirilerin artabilmesi, beşeri sermaye yatırımlarının büyük bölümünün kamu harcamaları tarafından finanse edilmesine bağlıdır. Özellikle düşük bir gelir seviyesine sahip az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde, gelirin tamamı zorunlu tüketim ihtiyaçlarını karşılamak için kullanılmaktadır.

Bilgi ve teknoloji üreten bir üretim faktörü olarak beşeri sermaye diğer üretim faktörlerinden daha önemli ve öncelikli bir öneme sahiptir. Beşeri sermaye açısından daha zengin ülkelerin daha yenilikçi ve teknoloji üretiminde daha hızlı ve yeniliklere daha kolay adapte olmaktadırlar. Diğer taraftan dünya piyasasında bilgi ve teknolojinin fiyatı daha yüksek olduğundan beşeri sermayeye dayalı ürün üreten ve ihraç eden ülkeler bu sayede daha hızlı büyümekte ve kalkınmaktadır. Bu ülkelerin rekabet gücü daha yüksektir.

Beşeri sermayenin en önemli belirleyicisi eğitim seviyesidir. Nüfusunun önemli bir çoğunluğunun yüksek bir eğitim seviyesine sahip ülkeler daha yüksek bir gelişmişlik seviyesine ulaşmaktadır. Bir ülkede okullaşma seviyesi yükseldikçe, eğitime ayrılan kaynaklar arttıkça, araştırma-geliştirme teşvik edildikçe ve sunulan eğitimin niteliği yükseldikçe işgücünün beşeri sermaye olabilmesi mümkün olacaktır.

Bilgi ve yenilikler eğitimle mümkün olabilmekte ve eğitim ise okulda ve iş başında yaparak öğrenme ya da verilen eğitim kursları ile sağlanmaktadır. Eğitim uzun vadeli ve bir takım harcamaları gerektiren bir süreç olup eğitimin beklenen getirisi ancak belirli bir süre sonra ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle karar birimlerinin eğitimin beklenen getirisi ile katlanılan maliyet arasında bir fayda-maliyet analizi yapmakta ve eğer eğitimden beklenen getiri daha yüksekse işgücünün eğitimine öncelik verilecektir.

Pek çok iktisatçı eğitimi beşeri sermayenin temel bir belirleyicisi olması nedeniyle bir üretim faktörü olarak üretim fonksiyonuna dahil etmektedirler. Ancak

eğitim ya da beşeri sermaye diğer üretim faktörlerinden farklı olarak azalan verimler kanuna tabii değildir. Beşeri sermaye diğer üretim faktörlerinin de verimlilik seviyesini artması nedeniyle üretimde sabit ya da artan verimleri ortaya çıkarmaktadır.

Beşeri sermayenin diğer bir belirleyicisi sağlıktır. Sağlık sistemindeki gelişmelerin önemli göstergeleri ise ortalama yaşam seviyesindeki artış, düşük bebek ölüm oranı, düzenli beslenme ve spor yapma bilinci, nüfus artış hızıdır. Sağlıklı bir işgücü daha yüksek bir verimliliğe sahip olabilecek ve işe adaptasyonu kolaylaşacaktır.

Eğitim ve sağlık beşeri sermaye seviyesinin önemli bir belirleyici olması nedeniyle bu iki faktöre yapılan yatırımlar sadece kamusal ya da toplumsal yatırımlar olmayıp aynı zamanda ekonomik bir nitelikte taşımakta ve kalkınma hızını yükseltmektedirler.

Beşeri sermaye birikimini etkileyen bir diğer unsur ise beyin göçü transferleridir. Ülke ekonomisine büyük kayıplar vermektedir. Bu kayıplar eğitilmiş işgücünün ülkede kendi beşeri sermaye seviyesine uygun iş ve ücret bulamaması nedeniyle bu nitelikleri bulabileceği ülkelere göç etmekte ya da eğitim amacıyla yurt dışına çıkan işgücünün ülkeye tekrar dönmemesi nedeniyle ülkesinin büyümesine katkıda bulunamamaktadır.

Beşeri sermaye ve iktisadi kalkınmam arasındaki ilişkiyi açıklamaya yönelik çabalar 1960’lı dayanmaktadır. Neo-Klasik yaklaşımın uzun dönem büyümeyi açıklığa kavuşturamaması ve kısa dönem büyümeyi nüfus artışı, fiziki sermaye ve dışsal olarak tanımlanan teknolojik ilerlemeye dayandırılması beşeri sermayeye dayalı yaklaşımların ortaya atılmasını beraberinde getirmektedir. Bu yaklaşım, teorik çerçevesi açısından Neo-Klasik iktisadın izlerini taşımakla birlikte işgücünün niteliğindeki gelişmeleri beşeri sermayeyi bir üretim faktörü olarak ele almakta ve iktisadi gelişimin önemli bir sac ayağını oluşturmaktadır. Dolayısıyla Klasik

iktisatçıların “artık değer” olarak ifade ettikleri ve iktisadi kalkınmanın nedenlerini ortaya koyarken göz ardı ettikleri unsurlar beşeri sermaye olarak tanımlanmıştır.

Beşeri sermayeye dayalı Neo-Klasik yaklaşımın uzun dönem iktisadi büyümeyi açıklamada yetersiz kalması 1980’li yıllarda iktisadi büyümenin İçsel Büyüme temelli yaklaşımla açıklanmasına neden olmuştur. 1980’li yıllarda bilgi ve teknoloji seviyesinde yaşanan hızlı gelişmeler Neo Klasik yaklaşımın yetersizliğini ortaya koymaktadır. Bilgi ve teknoloji seviyesinde yaşanan hızlı gelişmeler beşeri sermayenin iktisadi kalkınma üzerindeki etkisinin tekrar ele alınmasını sağlamıştır. İçsel büyüme teorisi çerçevesindeki yaklaşımlar işgücünün bilgi, beceri ve yeteneklerinde meydana gelen gelişmelerin hem işgücünün verimliğini artırmakta hem de diğer üretim faktörlerinin daha verimli kullanılmasını sağlamakta ve iktisadi kalkınmanın temel kaynaklarından olan teknolojik gelişmeyi ortaya çıkarmaktadır.

Beşeri sermaye gelişimini temel olarak eğitime dayandıran Barro, beşeri sermayenin iktisadi büyüme üzerinde beklenen etkilerinin ortaya çakabilmesi için beşeri sermayenin yüksek öğrenim, teknik ya da mesleki eğitim seviyesine sahip olması gerekmektedir.

Heksher-Ohlin teorisine göre bir ülke hangi üretim faktörü açısından zenginse o faktörün üretiminde yoğunlaşması gerektiği varsayımı geçerliliğini yitirmiş durumdadır. Çünkü üretim aşamasında klasik üretim faktörlerinin niceliksel bileşimleri yanı sıra niteliksel açıdan gelişimleri de önem taşımaktadır. Üretimi gerçekleştirecek olan üretim faktörlerinin kalitesi ne kadar yüksek ise üretim verimliliği de o kadar çok artacaktır. Bu belirli bir miktardaki üretimi daha az maliyetle ve daha az kısa zamanda yapılacağını ifade etmektedir.

Türkiye, kalkınma ve büyüme süreci sürekli olarak yaşanan iktisadi ve politik krizlerle tıkanan bir ülkedir. Yaşanan bu krizler kaynakların sürekli olarak açıklara kapatmak için kullanılmasına neden olmuş ve artan dış borçlanma ve dış borç faiz ödemeleri nedeniyle reel yatırımlar rafa kaldırılmıştır. Özelikle 1980 sonrasında dışa dayalı büyüme süreci teknoloji ithalatını hızla artırırken ödemeler bilançosu açığı da

giderek büyümektedir. Diğer taraftan kaynakların verimsiz alanlara aktarılması kaynak israfına neden olurken artan yolsuzluk ve usulsüzlük olayları Türkiye’yi daha da geriye götürmüştür. Krizden kurtulmaya yönelik olarak IMF ve Dünya Banka’sının empoze ettiği paket programlar sadece enflasyonu düşürmeye yönelik ve faiz ödeme planını öne çıkaran programlar olup, iktisadi kalkınmanın motoru olarak değerlendirilen beşeri sermaye birikimini artırmaya yönelik programlar göz ardı edilmektedir.

Eğitim ve sağlıktaki gelişmeler beşeri sermayeyi pozitif yönde etkilerken, beyin göçü negatif yönde etkilemektedir. Türkiye üzerinde yapmış olduğuz analizlerde de bu durumun geçerli olduğunu görmekteyiz. Türkiye üzerine beşeri sermaye analizi ve iktisadi kalkınma üzerine etkisi OECD ülkeleri ile karşılaştırmalı olarak değerlendirilmiştir.

Türkiye’nin yıllar itibariyle okur yazarlık oranında, okullaşma oranında, eğitime yapılan harcamalarda ve kadınların eğitim seviyesinde yükseliş olduğu görülse de bu durumun beşeri sermaye oluşumuna katkısı oldukça sınırlıdır. Dolayısıyla eğitimin işgücünün beşeri sermaye seviyesi ve dolayısıyla Türkiye’nin iktisadi kalkınması üzerine etkisi ortaya çıkmamaktadır.

Türkiye’de eğitimin iktisadi kalkınma üzerinde beklenen etkisinin ortaya çıkmamasının bir diğer nedeni, eğitimin kalitesinin gelişmiş ülkelerin gerisinde olması, çağa ve ihtiyaçlara uygun olarak bir eğitim ve öğretim müfredatı oluşturulamamış olmasıdır. Mesleki ve teknik liselerde ve yüksek öğrenim programlarında verilen eğitim piyasadan kopuk bir şekilde sürdürülmekte, mesleki ve üniversite eğitim ile sektörler arasında bir ilişki kurulamamaktadır. Dolayısıyla pek çok kuruluş kendi eğitim kurslarını açmakta ve bu açıdan kaynak ve zaman kayıpları ortaya çıkmaktadır.

Türkiye’de sağlığa ilişkin göstergelere baktığımızda, sağlık harcamaları, kişi başına düşen sağlık harcamaları, bebek ölüm oranları, ortalama yaşam seviyesi

göstergeler açısından Türkiye pek çok gelişmiş ve gelişmekte olan ekonomilerin gerisinde kalmaktadır. Sağlığa ilişkin parametrelerdeki gelişme ayrılan kaynak miktarı ve nüfusun eğitim kapasitesi ile doğru orantılı olduğundan bu unsurların artırılması daha sağlıklı bir toplumun ortaya çıkmasına ve beşeri sermayenin yükselmesine neden olmaktadır. Dolayısıyla Türkiye’nin sağlık sektörüne daha fazla kaynak ayrılması iktisadi kalkınma seviyesini de yükseltecektir.

Türkiye beşeri sermaye göçünün en fazla yaşandığı ülkelerden biridir. Beyin göçünün iktisadi kalkınma üzerinde meydana getirdiği negatif etkiyi düşündüğümüzde, uzun yıllar eğitim için yapılan harcamalara rağmen yurtdışına akan ve ülkesine tekrar dönmeyen beşeri sermayenin Türkiye ekonomisi üzerinde büyük kayıplara yol açmaktadır. Türkiye’de yaşanan siyasal ve iktisadi krizler beyin göçünü tetikleyen bir unsurdur. Diğer taraftan yurtdışında özellikle ABD gibi gelişmiş ülkelerde yüksek maaş ve uygun çalışma ortamı Türkiye ve diğer ülkelerdeki beşeri sermayeyi kendine çekmektedir. Bu durumu kaynak israfı olarak değerlendirmek de mümkündür. Dolayısıyla az gelişmiş ülkelerin sınırlı olan kaynakları gelişmiş ülkelere kaymakta ve bu ekonomilere katkıda bulunmaktadır.

Türkiye’nin beyin göçü yoluyla zaten sınırlı sayıda olan bu kaynaklarını kaybetmemek ya da geri döndürebilmek için acilen önlem alınması gerekmektedir. Beşeri sermayenin iktisadi kalkınmanın temel aktörü olduğu göz önünde tutulduğunda beyin göçünün önüne geçebilmek için öncelikle üniversitelerin daha üstün nitelik taşıyan diplomalar verebilir hale getirilmesi ki, Türk üniversitelerinden alınan diplomaların Türkiye’de geçerliliği sınırlı kalmaktadır. İyi üniversitelerde eğitim almış işgücü ise yurtdışında çalışmayı tercih etmektedir. Diğer taraftan çalışma ortamları ve ücret seviyeleri yeniden düzenlenmelidir.

Bilgi üretebilmenin ve yeni teknolojiler üretebilmemizin yolu araştırma- geliştirme faaliyetlerine ayrılan kaynak miktarı ile doğru orantılıdır. Araştırma- geliştirme faaliyetleri ile elde edilen buluşlar ülkeyi gelişmiş ülkelerin seviyesine taşımaktır. Bu ise beşeri sermaye seviyesini daha artıracak ve iktisadi kalkınmayı sürdürülebilir kılacaktır.

Türkiye yüksek bir reel faiz seviyesine sahip olması nedeniyle sıcak paranın uğrak yeri haline gelmiştir. Ancak bu durum ülkeyi aha kırılgan hale getirerek krizlere karşı daha da duyarlı bir iktisadi yapı oluşturmaktadır. Ancak Türkiye düşük teknoloji ve beşeri sermaye seviyesine sahip olması nedeniyle yoğun teknoloji ve nitelikli emek gerektiren ürünlerin üretimi için tercih edilmemektedir. Oysa ki bu yatırımlar hem ödemeler bilançosuna yüksek teknoloji gerektiren ürünlerin ihraç edilmesi nedeniyle katkı sağlarken hem de ülkenin yeni bilgi ve teknolojiler üretebilmesinin yoluna açacaktır. Yüksek katma değere sahip ürünleri üretebilmek ancak beşeri sermaye birikim ile mümkün olacağından Türkiye’nin eğitim ve sağlık harcamalarına daha fazla kaynak aktarması gerekmektedir.

Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde halkın harcamalarının büyük bir bölümünün zorunlu tüketim harcamasına ayrılması nedeniyle eğitim ve sağlık için yapılan harcamalar yetersizdir. Dolayısıyla Türkiye’de işgücünün beşeri sermaye seviyesinin yükseltilebilmesi ile sağlık hizmetlerinin iyileştirilmesi nedeniyle artan bireysel ve sosyal kazançlardan daha fazla yararlanmak ancak eğitim ve sağlık harcamalarının önemli bir bölümünün devlet tarafından karşılanmasına bağlıdır.

Bir ülkenin kalkınabilmesinde beşeri sermaye kadar önemli bir diğer faktör sosyal sermayedir. Sosyal sermaye bir ülkede birey ve kuruşlar arasında güvene dayalı ağ düzenekleri olarak ifade edilmektedir. Bir ekonomide karar birimleri arasındaki iletişim, güven ve koordinasyon ne kadar yüksek ise kalkınmada o kadar hızlı olabilmektedir. Karar birimlerinin birbirinden habersiz, kopuk faaliyetler içerisine girmeleri işleri daha da yürütülemez bir hale getirmektedir. Bu ise sosyal sermaye oluşumunu engellemektedir. Türkiye gibi istikrarsızlıkların sıklıkla yaşandığı ülkelerde kurumların ve bireylerin birbirlerinden habersiz faaliyette bulunmaları bürokratik süreci daha fazla tıkarken, bireyler arası güvensizlik toplumda asimetrik bilgi oluşumuna yol açmaktadır. Bilginin ve bilginin paylaşmanın önemli hale geldiği çağımızda bireyler ve kurumlar arası güvensizlik ve işbölümünün olmaması sosyal ve iktisadi kalkınmayı da engellemektedir. Türkiye’de yoksulluk ve adaletsiz gelir dağılımı ile mücadele etmenin yolu beşeri ve sosyal

sermaye seviyesini yükseltmekten geçmektedir ve diğer taraftan bu durum siyasal istikrarsızlıkları da ortadan kaldıracaktır.

Türkiye gerek coğrafi gerekse siyasal açıdan önemli bir konuma sahiptir. Böyle bir özelliğe sahip bir ülkenin kalkınma yolundaki engel düşük bir fiziki sermaye seviyesine sahip olması değil, fiziki sermayeyi üreten ve kullanan beşeri sermayeden yoksun olmasıdır. Ancak beşeri sermaye uzun dönemli harcamaları gerektirmekte ve getirisi de uzun bir dönemde ortaya çıkmaktadır. Ancak kalkınma yarışında öne çıkmakta ve bu durumu sürdürebilir hale getirmek ve diğer taraftan bulunduğu coğrafya da tek güç olmak hedefleniyorsa beşeri sermaye seviyesini yükseltmesi gerekmektedir.

Sonuç olarak beşeri sermaye yatırımları çarpan etkisi ile uzun dönemde ve sürekli olarak daha yüksek gelir ve menfaatlerin elde edilmesini sağlamaktadır. Dolayısıyla beşeri sermaye seviyesini artırmaya yönelik olarak yapılan her yatırım beraberinde ekonominin her alanına yayılmış bir ilerleme sürecini beraberinde getirmektedir. Bilgi edinme süreci çoğu zaman hiçbir maliyete katlanmadan ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla işgücünün eğitim seviyesini artırmaya yönelik Türkiye’nin yaptığı her bir yatırım uzun dönemde daha büyük ve sürekli bir getiriyi beraberinde getirecektir. Diğer taraftan yoğun genç nüfusuna karşın bu nüfusunu gerektiği gibi eğitememesi Türkiye’nin AB’ne katılım yönündeki en önemli engellerden birini oluşturmaktadır. Dolayısıyla işgücünü daha nitelikli hale getirerek AB’ne tam üye olabilecek ve gelişmiş ülkeler seviyesine ulaşılabilecektir.

KAYNAKÇA

Altay, Asuman, (2007), “Bir Kamu Malı Olarak Sosyal Sermaye ve Yoksulluk İlişkisi”, Ege Akademik Bakış, s:7, cilt:1; 337-362.

Atik, Hayriye, (2006), Beşeri Sermaye, Dış Ticaret ve Ekonomik Büyüme, Ekin Yayınevi, Bursa, 2006.

Berber, Metin, (2004), İktisadi Büyüme ve Kalkınma, Trabzon, Derya Kitabevi.

Canpolat, Naci, (2000), “Türkiye’de Beşeri Sermaye Birikimi ve Ekonomik Büyüme”, Hacettepe Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, C:18, Sf:265-281.

Çinko, Levent, (2003), “Yeni Ekonominin İktisadi Etkileri”, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Öneri Dergisi , C: 5, S: 20, sf. 157- 162.

Dayıoğlu, Meltem(1997),”Why Education”, METU Studies in Development, Cilt:24, S:2, sf: 151-159.

Demir, Osman., A. Üzümcü, S.Duran(2006), İçsel Büyüme Süreçleri Türkiye Örneği, D.E. İİBF.Dergisi, Cilt:1, Say:1, ss:27-46.

Dornbush, Rugider ve S.Fischer, (Çev: R.Yıldırım, S.Ak ve M. Fisunoğlu), (1998), Makro Ekonomi, Akademi Yayınevi,İstanbul.

DPT, (2006), Dokuzuncu Beş Yıllık Kalkınma Programı, Ankara, DPT

Benzer Belgeler