• Sonuç bulunamadı

Beşeri Sermayenin Nüfus Artışı ile İlişkisi ve Malthus

1.3. Beşeri Sermaye Tanımı, Özellikleri ve Etkinliği

1.3.6. Beşeri Sermayeyi Ele Alan İktisadi Yaklaşımlar

1.3.6.1. Klasik İktisadi Yaklaşım ve Beşeri Sermaye

1.3.6.1.1. Beşeri Sermayenin Nüfus Artışı ile İlişkisi ve Malthus

İktisadi kalkınma ile nüfus arasındaki ilişki hayati öneme sahip pek çok meselenin kaynağını oluşturmaktadır. Bu anlamda nüfusun nitelik açısından taşıdığı özellikler iktisadi kalkınmanın önemli bir unsurlarıdır. Günümüzde, bir ülke nüfusunun eğitim ve sağlık açısından iyi olma hali yani beşeri sermayesi, bilginin kıt kaynak olarak ekonomik bir faktör olmasının artan önemine paralel olarak iktisadi

kalkınmanın en önemli faktörü olarak değerlendirilmektedir. Buna rağmen genellikle nüfusun niteliği üzerinde durmak yerine niceliği, daha doğrusu nüfus artışı üzerinde durulmaktadır.

Gelişmekte olan ülkelerin handikabı sermaye yetersizliğinden ziyade ülke kaynaklarını optimum kullanacak olan yetişmiş insan gücü yetersizliğidir. Nüfusu genç ve dinamik bir ülkenin önündeki engelleri aşması nüfusu artmayan, yaşlı ve statik bir yapıya sahip olan ülkelere göre çok daha kolay olacaktır.

Nüfus yapısındaki değişiklikler biyolojik ve sosyo-kültürel bir olgudur ve doğal bir seyir izlemektedir. Buna yapılacak müdahaleler sonradan telafisi mümkün olmayan sonuçlar doğurmaktadır. Her ülkenin içinde bulunduğu şartlara göre nüfus artış hızı dengelenmektedir. Düşük nüfus artış hızı, işgücü yetersizliği ve yaşlı nüfus problemleri ortaya çıkardığı gibi hızlı nüfus artışı da gerekli kaynakların sağlanamaması nedeniyle insanların en temel ihtiyaçlardan mahrum bir yaşama katlanılmasına sebep olmaktadır.

Nüfus artışı ile iktisadi kalkınma arasındaki ilişkinin yönü ve derecesini tespit etmek üzere yapılan akademik çalışmaların sayısı oldukça fazladır. Bu çalışmaların çoğunda nüfus artışının iktisadi kalkınmayı olumsuz yönde etkilediği görüşü savunulmaktadır. Böyle olmasında bilimsel bulgularla birlikte siyasi ve ideolojik tercihlerin de etkili olduğu söylenebilir. Daha ziyade gelişmekte olan ülkeler için önerilen nüfus politikalarında ideolojik, siyasi ve benzeri diğer kaygılar iktisadi gerekçeler arasına gizlenmektedir.

Merkantilist dönemde nüfus artışı; toprakların işlenmesi, sömürgecilik için askeri üstünlük oluşturabilme, ücretlerin aşağı çekilerek maliyetlerin düşürülmesi, talep artışının karşılanması amacıyla gerekli üretimin gerçekleştirilebilmesi gibi nedenlerle desteklenmekteydi. Merkantilist düşünürler, nüfusu verimli ve verimsiz olmak üzere ayırmakla beraber, fabrikatör ve çiftçiler verimli olarak ele alınırken, tüccar sınıfı verimsiz, üretken olmayan sınıf olarak değerlendirilmektedir.

Merkantilist düşünürlere göre, bugün arzı sabit olması nedeniyle üretim fonksiyonu dışında tutulması gerektiği ileri sürülen doğal kaynaklar ile niteliksel özellikleri ile ele alınması gereken emek faktörünün niceliksel olarak artırılmasının kalkınmayı sağlayacaktı.

Malthus’un nüfus teorisi’ne öncülük eden bir iktisatçı olan Godwin, nüfus artışının sürekli olarak devam edemeyeceğini insan aklının muhakkak bütün sorunların üstesinden gelerek yaşadıkları çevreye egemen olacaklarını ve sağlık koşularına dikkat ederek hayat seviyelerini yükselteceklerini ileri sürmektedir. Godwin, eğer bir gün nüfus baskısı ortaya çıkarsa bu doğanın ürün vermeyi reddetmesinden değil, kurumların yanlış işleyişinden kaynaklanmaktadır. Monopoller gibi oluşumlar ve verimli toprakların tamamının kullanılamaması doğadan tam yararlanılamamasına neden olmaktadır. Tersi bir durumda ise artan tarımsal verimlilik nüfus artışını destekleyebilir(Savaş,2000,341).

Malthus’un çalışmasında yararlandığı bir diğer isim olan Condorcet, bilimsel gelişmenin ülkeler arasındaki gelişim farklılıklarını ortadan kaldıracağını ileri sürmektedir. Yine, eğitimin ülke içindeki eşitsizlikleri de ortadan kaldıracağını, bu sayede bilimsel ve teknolojik gelişmelerin gerçekleşebileceğini ileri sürmektedir. Diğer taraftan eğitimin bireyin verimliliğini artırarak bu sayede işgücünün kısa zamanda daha fazla gelir elde edilebilecektir. Condorcet’e göre, nüfus artışı ülkenin gelişmişlik seviyesini azaltmayacak ve daha çok insanın sahip olduğu bilgi yeni geçim kaynaklarının oluşumunu beraberinde getirecektir. Ona göre insan aklı geçimini engelleyecek nüfus artışını önleyecektir(Savaş,2000,342). Condercet, emeğin bilgi ve becerisinde meydana gelen gelişmelerin iktisadi kalkınma üzerindeki önemine vurgu yaparak beşeri sermayenin tohumlarını atmıştır.

.

Malthus ise, bu iki görüşe karşı çıkmaktadır. Malthus araştırmasında, nüfus artışı ile yiyecek maddeleri artışı arasında ilişkiyi ele almıştır. Ona göre, nüfus artışı kontrol altına alınmadığı sürece geometrik oranla artarken, geçim kaynakları aritmetik oranda artacaktır. Bu iki unsurun eşit ve yaşamın temel kaynağının yiyecek olması nedeniyle nüfus artışının kontrol altına alınarak eşitliğin sağlanması

gerekmektedir. Malthus, insanın yaşamı için gerekli maddelerin üretimi esnasına azalan verimler yasanın ortaya çıkacağını da ileri sürmektedir(Savaş,2000,345-346). Malthus, iktisadi ve sosyal geleceği nüfus artışına bağlamakla beraber, işgücünün verimliliğinde meydana gelen artışın üretim artışı üzerindeki etkisini yok saymaktadır. Azalan verimler yasasını ise nüfus artışına bağlamakta ve işgücünün artan verimini göz ardı etmektedir.

Bilginin ve dolayısıyla beşeri sermayenin ekonomik büyümeye yansımasının en çarpıcı örneği, tarımda yaşanan büyük dönüşümdür. Bu, Malthus’un kıtlık ve nüfus teorisinin çürütüldüğünün en önemli göstergesidir. Nüfus artışının kontrolü, fakirlerin çocuk sahibi olmaması ve hatta evlenmemesi gerektiği gibi çözüm önerileri tarımda, ulaşım ve mekanizasyonda meydana gelen gelişmelerle, 20. yüzyılın sonunda bilginin üretime dönüştürülmesi sonucunda dünya gıda üretiminin nüfus artışının üzerinde seyretmesi ile geçerliliğini yitirmiş gibi görünmektedir.

Nüfus artışı ile ekonomik büyüme üzerine ilk önemli çalışma 1953 yılında Birleşmiş Milletler tarafından gerçekleştirilen araştırmadır. “Nüfus Eğilimlerinin Belirleyicileri ve Sonuçları” adlı çalışmaya göre nüfus, ölçek ekonomileri ve organizasyon gibi faktörler üzerinde pozitif etkiye sahipken, azalan verimler gibi unsurlar üzerinde negatif etkiye sahiptir. Nüfusun teknolojik gelişme ve sosyal gelişme üzerindeki etkisi ise nötrdür. Araştırmaya göre bu etkiler bir bütün olarak ele alındığında, az gelişmiş ülkelerde nüfusun tüm bu göstergeler üzerindeki etkisi net olarak negatiftir(Küçükkalay ve Türkcan, 2004,85).

1958 yılında Hoover ve Coale taraftan Hindistan üzerinde yapılan bir araştırma Hindistan daha düşük bir nüfus artış hızına sahip olması durumunda daha yüksek bir ekonomik büyümeye sahip olacağını ortaya koymaktadır. Söz konusu araştırma sonucunun arkasında yatan temel argüman ise, Hindistan’da geniş ailelerin daha düşük tasarruf oranının ortaya çıkmasına neden olması ve düşük tasarrufların eğitim ve sağlık gibi verimsiz alanlara aktarılmasıdır. Araştırmaya göre, nüfus artış hızı dışlama etkisi yaratacaktır(Küçükkalay ve Türkcan, 2004,85). Ancak Hoover ve

Coulen’nin araştırmaları eğitim ve sağlığı verimsiz alanlar olarak görmeleri analizlerini eksik bırakmıştır.

Beşeri sermayenin nüfusla ilişkisinin sonuçları aşağıdaki sıralanmaktadır (Berber, 2007, http//metinberber.ktu. edu. tr/linkler/beser13grup.ppt):

• İktisadi gelişmenin en önemli faktörü insandır. Nüfusun sahip olduğu bilgi ve beceri düzeyi bireyin ve toplumun sahip olduğu en önemli servetidir. Gelişmiş bir toplumla geri kalmış bir toplum arasındaki temel fark ülkelerin sahip oldukları insan varlıklarının nitelikleri arasındaki farktır.

• Gelişmekte olan ülkelerin handikabı sermaye yetersizliğinden ziyade kaynakları optimum kullanacak yetişmiş insan gücü yetersizliğidir. Nüfusu genç ve dinamik bir ülkenin önündeki engelleri aşması nüfusu artmayan, yaşlı ve statik bir yapıya sahip olan ülkelerle karşılaştırıldığında çok daha kolay olacaktır.

• Nüfustaki değişiklikler biyolojik ve sosyo-kültürel bir olgudur ve doğal bir seyir izlemektedir. Buna yapılacak müdahaleler sonradan telafisi mümkün olmayan sonuçlar doğurmaktadır. Her ülkenin içinde bulunduğu şartlara göre nüfus artış hızı dengelenmektedir. Düşük nüfus artış hızı işgücü yetersizliği ve yaşlı nüfus problemleri ortaya çıkardığı gibi hızlı nüfus artışı da gerekli imkanların sağlanamaması nedeniyle insanların en temel ihtiyaçlardan mahrum bir yaşama katlanmasına sebep olmaktadır.

• Nüfus artış hızının düşürülerek iktisadi kalkınmayı artırma fikri teorik ve ampirik dayanaklardan yoksundur. Nüfus artış hızı iktisadi kalkınmanın bir sebebi değil, sonucudur. İktisadi kalkınma ile birlikte toplumlarda nüfus artış hızının giderek düştüğü görülürken, iktisadi kalkınma ve yapısal politikaların gelişimi için nüfus artış hızının yavaşlatılmasına başvurulmaktadır.

• Nüfus artışının ortaya çıkardığı öne sürülen problemlerin bir çoğu kötü devlet yönetimi, iç çekişmeler ve uygun kurumsal düzenlemelerin olmayışı veya

uygulamayışından kaynaklanmaktadır. Çevre kirliliği ve yenilenemeyen kaynakların yok olması gibi problemlere ise zaten nüfus artış hızı düşük ülkeler sebep olmaktadır. Nüfus artış hızının düşürülmesi bu problemleri ortadan kaldırmayacaktır. Nüfus ile ilgili en temel problem mevcut dünya kaynaklarının kullanılması konusunda ortaya çıkan çarpık dağılımdan kaynaklanmaktadır.

Benzer Belgeler