1.3. Beşeri Sermaye Tanımı, Özellikleri ve Etkinliği
1.3.6. Beşeri Sermayeyi Ele Alan İktisadi Yaklaşımlar
1.3.6.2. Neo-Klasik Büyüme Teorisi
Neo-Klasik büyüme teorisi, R.Solow’un 1956 yılında yayınladığı çalışmasına dayanmaktadır. Teorinin temel varsayımları:
- Kapalı bir ekonomik yapı, - Rekabetçi piyasalar,
- Rasyonel davranan karar birimleri,
- Sermaye ve işgücünün her biri için azalan faktör verimliliği,
- Sabit bir üretim fonksiyonuna dayanan bir üretim teknolojisi, ölçeğe göre sabit getiri, sermayenin azalan marjinal verimliliği, teknolojinin dışsallığı, faktörler arası ikame olanağı ve tasarruf- yatırım eşitliği şeklinde sıralanmaktadır.
Neo Klasik Büyüme teorisini (1) ve (2) no’lu denklemden hareketle geliştirebiliriz:
Y=AF(K,N) (1)
∆Y/Y=[(1-θ).∆N/N]+(θ.∆K/K)+∆A/A (2) Formül 2’ye göre, Y, belirli bir dönemdeki çıktı seviyesini, K, fiziki sermayeyi ve N ise fiziki işgücünü ifade etmektedir. çıktı seviyesindeki artış, fiziki sermaye ile işgücündeki artışa bağlıdır.
Neo Klasik büyüme kuramında işgücü, verili ve sabit bir hızla büyümekte(∆N/N) ve teknolojik gelişme söz konusu olmadığı(∆A/A=0) varsayılmaktadır.
Üretim fonksiyonunu yukarıdaki gibi kişi başına olarak ifade edecek olursak, işçi başına sermaye(k) oranı azalan verimler kanununa tabidir. Yani, işçi başına sermaye miktarı arttıkça işçi başına çıktı(y) azalmaktadır. Bu kural, diğer üretim faktörleri için de geçerli olmaktadır.
Teknik ilerleme ve nüfus/işgücü artışının sabit olduğu bu fonksiyonda, çıktıdaki büyüme artışı kişi başına sermaye artışına bağlı olmaktadır. Sermayenin büyüme oranı ise tasarruf oranının belirli bir yüzdesi olarak ifade edilmektedir. sermaye düzeyine bağlı olan tasarruf oranı, gelirin bir fonksiyonudur. Tasarruf oranına göre çıktının uzun dönem esnekliği (α/1-α)dır. Burada α sermayenin payını göstermektedir. Sermayenin payı azsa esneklikte küçük olacaktır. Bu şekilde kişi başına sermayenin kişi başına tasarruf ve kişi başına gelir oranına bağlı olduğu içsel bir oluşum kurulmaktadır. Teknoloji seviyesinin verili olduğu bir durumda, kişi başına sermaye seviyesi sabit ise kişi başına çıktıda sabit olacaktır. Diğer taraftan kişi başına sermaye miktarı kişi başına nüfus artarken bile sabit kalıyorsa, kişi başına sermaye oranı(k), kişi başına nüfus oranı(n) ile aynı oranda büyüyecektir. Dolayısıyla nüfusun, sermayenin ve çıktının (n) oranında büyüdüğü ve kişi başına sermayenin sabit olduğu bir durağan durum söz konusudur.
Buna göre Neo-klasik kuramda, durağan durum çıktı artışı dışsal ve kişi başına nüfus artışına bağlı olmaktadır. Bu büyüme oranını tasarruf oranından bağımsız kılmaktadır. Tasarruf oranındaki artış, sermaye-işgücü oranını artırarak kişi başına çıktı oranını artırırken durağan-durum büyüme oranını artırmayacaktır. Durağan-durum büyüme oranındaki artış ise teknolojik gelişmeye bağlı olmaktadır Dolayısıyla durağan-durum büyüme oranı teknolojik ilerleme oranı ve nüfus artış oranı toplamına eşit olacaktır.
Neo klasik iktisatçılar teknolojiyi bir kara kutu olarak görmektedirler. Buna göre teknolojik ilerleme tesadüfi olaylara bağlı olarak gelişmektedir. Cobb-Douglas tipi bir üretim fonksiyonundan hareketle uzun dönem durağan-durum büyüme oranı sıfırdır. Teknoloji seviyesindeki artış, modele dışsal olarak belirlemekte ve
sermayenin azalan marjinal verimliliğini telefi etmektedir. Solow modeline göre beşeri sermayede meydana gelen verimlilik artışı dikkate alınmamaktadır.
1.3.6.2.1. Beşeri Sermaye İçerikli Solow Modeli
İktisadi büyümeyi sermaye ve işgücü artışı ile teknolojik gelişme ya da üretkenlik şeklinde açıklayarak “artık terim”e dayandıran Neo-klasik teori, iktisadi büyümenin açıklanmasında iktisat literatürüne önemli katkılar sağlamıştır. Ancak teori, iktisadi kalkınmayı etkileyen faktörlerin belirlenmesi ve açıklanmasında yetersiz kalmaktadır. 1980’lerin ikinci yarısında ortaya atılan içsel büyüme teorisi, Neo-klasik büyüme teorisinde olduğu gibi piyasa ekonomisinin kontrolü altında olmayan dışsal teknolojik gelişme yerine, merkezi olmayan bir yapı içinde serbestçe faaliyet gösteren ekonomik güçlerin içsel olarak belirlendiğini ileri sürmektedir(Ercan, 2000, 129-130).
Beşeri sermaye, Solow modelinin mevcut sınırlarının aşılmasını beraberinde getirmiştir. Beşeri sermayenin marjinal getirisi azalan verimler kanununa bağlı değildir. Teknik ilerleme beraberinde artan bilgi ve beşeri sermayeyi getirmektedir. Bu ise teknik ilerleme artışını sağlayarak sürekli bir büyüme sürecini ortaya çıkmasına neden olacaktır. (Parasız,1998,405).
Solow modeline beşeri sermayeyi dahil eden teorik açıklama Charles Jones’e dayanmaktadır. Solow modeline beşeri sermayeyi dahil etmesinin en önemli nedeni ise işgücü tarafından kullanılan bilgilerin nasıl ve nereden elde edildiği ve kullanıldığı ve bu bilgilerin ortaya çıkışını sağlayan bilgilerin nasıl ortaya çıktığını bulma çabasıdır.
Y=Kª(AH)1-ª
k= K/LA, h=H/LA, ve y=Y/LA
Y, ulusal bir ekonomide Cobb-Douglas üretim fonksiyonuna bağlı olarak gerçekleştirilen üretim miktarıdır. K, fiziksel sermaye, L fiziki emeği ve H, beşeri sermayeyi temsil etmektedir. Fonksiyonda kullanılan A, dışsal olarak g oranında büyüyen ve işgücünden tasarruf sağlayan teknoloji seviyesini ifade etmektedir. Ulusal bir ekonomide çalışır bir durumda olan bireyler, yeteneklerini geliştirebilmek için yeni beceriler öğrenmeye zaman ayırmakta ve böylece beşeri sermaye birikimi artmaktadır. Jones’e göre ülkelerin toplam faktör verimliliği, GSMH’dan araştırma- geliştirmeye ayrılan paylar oranında artmaktadır. Kaynakların önemli bir bölümünü beşeri sermayeden fiziksel sermayeye dönüştüren ülkeler daha yüksek teknolojik seviye, verimlilik seviyesi ve yatırım miktarına sahip olacaklardır. Toplam faktör verimliliğinin yüksek olması daha yüksek kişi başına geliri ortaya çıkaracaktır.
Yüksek fiziksel sermaye yatırımına sahip olan ülkeler, bireylerin yeteneklerini geliştirebilmek ve beceri kazanabilmek açısından diğer ülkelere göre daha fazla zaman harcamaktadırlar. Bu ülkeler diğer taraftan daha düşük nüfus artış hızına sahiptirler. Solow modeline göre bir ülkenin yüksek refah düzeyine sahip olması, diğer ülkelerin aynı performansı gösteremeyerek fakirlik kısır döngüsü içinde bulunmasının nedenini ise bazı ülkelerin hükümet politikaları ve bu ülkelerin kurumsal gelişmişlik düzeyi nedeniyle daha çok yatırım yapmaları ve ileri teknolojik seviyesi ile yüksek verimliliğe sahip olmaları dolayısıyla bu ülkelerin daha yüksek toplumsal refah düzeyine ulaşmaları şeklinde açıklamaktadır(Karataş ve Deviren,2005,69-71).