• Sonuç bulunamadı

Türkiye’de Modernleşme,Ulus-Devlet ve Kimlik Bağlamında

8 TÜRKİYE’DE YURTTAŞLIK KURUMU

8.1 Türkiye’de Modernleşme,Ulus-Devlet ve Kimlik Bağlamında

Uyanık (2003: 84)’a göre Tanzimatçıların dil, din, ırk gözetmeksizin oluşturmaya/kaynaştırmaya çalıştığı Osmanlı kimliği sürecinde batıda iki tip ulus ortaya çıkmıştır. Bunlardan biri geçmişe dayalı bir tarihin ürünü olan ulus anlayışı iken diğeri Aydınlanmanın etkisi altında gelişen ve yasa önünde eşit olan yurttaşların özgür iradeleriyle katılımlarıyla oluşan “sözleşmeye dayalı” ulus anlayışıdır.

Türkiye Cumhuriyeti, Müslümanlar, Hıristiyanlar, Yahudiler, Rumlar, Ermeniler, Sırplar ve Bulgarlar gibi etnik ve dini toplulukları siyasi açıdan tekçi, kültürel bakımdan çoğulcu “millet sistemi”ni içinde barındıran, ancak etnik milliyetçi akımların tetiklediği/hazırladığı ayrılıkçı hareketler karşısında bütünlüğünü koruyamayarak tarih sahnesinden çekilen Osmanlı İmparatorluğunun mirasçısıdır. Bu miras devri sürecinde gerçekleştirilen mübadeleler sonrasında Yıldız (2001: 210)’ın ifadesiyle tarihinde ilk defa neredeyse bütünüyle müslümanlardan oluşan bir ülke üzerinde, millet sistemi üzerine oturduğu “millet-i hakime” anlayışının seküler versiyonuna dayalı siyasi meşruiyeti seküler temeller üzerine kurulmuş, “muasır medeniyet seviyesine ulaşmak ve hatta aşmak” olarak tanımlanmış bir ulus/devlet oluşturma amacına göre yapılandırılmıştır.

Aslan (2004: 92)’a göre yanıtlanması gereken sorulardan biri “Türk ulus imal modeli nasıl gelişmiş ise, modern ulus-devlet modeli de öyle mi inşa olmuş, yoksa, Türk modern ulus-devleti nasıl inşa olmuş ise Türk ulus imal modeli öyle mi olmuş?” sorusudur. Hangi yanıt verilirse verilsin, yapılacak açıklamalar bir etniye gönderme yapacaktır. Buradaki asıl vurgu belirli bir etnisite ile belirli bir modern devlet arasında

bir sürekliliğin olup olmadığıdır. Kimileri, “modern ulus-devletin meşruiyetini oluşturan şey etnik grupla (Türk etnisitesi) ulus arasında bir özdeşlik” (Yıldız 2001) kurmaktadır. Aynı görüşe göre gerekli çözümleme için gerekli malzeme, Türk ulus- devlet inşa sürecine damgasını vuran Kemalist milliyetçilikte saklıdır. Yıldız (2001: 213)’a göre, inşa döneminin devletin resmi ideolojisinin yapısal bir parçası haline gelmiş Kemalist milliyetçilik, devlet ve millet üyeliğini örten bir biçimde birbirinden ayırmış ve devlet üyeliğini (yurttaşlığını) fiilen millet üyeliğine bağlamıştır. Millet üyeliği için de hem sübjektif hem de objektif düzeyde tanımlanmış niteliklere sahip olmak zorunlu tutulmuştur. Bu yüzden (devlete üye olmanın/yurttaşlığın bir sonucu olarak) yurttaşlık haklarının kullanılması pratikte (millete üye olabilmenin gereği olarak) Türk olmanın şartlarını karşılayabilmek ile ilişkili olmuştur. Türk olabilmek ise, hem söylem hem de eylem düzeyinde etnik-soya dayalı unsurlar içermektedir. Resmi Türk milli kimliğinin sınırları, Cumhuriyetin kuruluşundan bugüne uzanan süreçte, buna göre şekillenmiştir. Günümüze doğru gelindiğinde ulus-devlet algısının karşı bir etnik milliyetçi dalgalanmalara yol açmış olması Kemalist ideolojinin belirlenimlerinden olan Türklüğün yurttaşlığa değil etnik ulusçuluğa dayalı tanımının devlet nezdinde ısrarla sürdürülmesini durduramamıştır. Yıldız (2001: 232-234)’a göre;

Kemalist resmi ideoloji toplumsal iktidar zeminlerini giderek yitirip devlet kabuğunun içine çekildikçe ‘muasır medeniyet seviyesine’ erişme amacı önceliğini kaybederek yerini Kemalist devlet çekirdeğinin korunmasına bırakmıştır... Sınıfsız, imtiyazsız, kaynaşmış bir kitle olma ideali tek boyutlu bir hale gelmiş ve yerine etnik muhtevası yoğun bir ‘Türk’ üst kimliğinde ‘kaynaşmış bir kitle’ olma idealine bırakmıştır. Ancak Kürt milliyetçiliğinin Güneydoğu

Anadolu Bölgesinde yoğunlaşan ‘silahlı muhalefeti’ Kürt etnik kimliğinin alenileşmesi ve kalıcı şekilde politikleşmesini sağlarken, Türklüğün vatandaşlığa değil etnik milletdaşlığa dayalı tanımı devlet katında ısrarla sürdürülmüştür...

Kimilerine göre; “modernlik ile geleneğe bağlılık, birbirinin karşıtı değil, tamamlayıcısıdır” (Uzun, 2001: 247). Bu bağlamda Türkiye’deki cemaatçilik, gelenek ile modernliğin çatışması sonucu ortaya çıkan kendine özgü bir toplumsal düzen yaratmıştır. Bu düzen içerisinde geleneğin ve modernliğin izlerini görmek mümkündür. Ancak, çoğulcu dinamiklere sahip toplumların yapısal birlikteliğinden söz etmek de güçtür. Bununla birlikte Türkiye’de, genellikle “birlikçi bir çoğulculuk” (pluralism with unity) anlayışının izleri görülebilir.

Butakın (2003: 108)’a göre Türk modernleşmesi, merkez toplumsal değerleri, Batı medeniyetinin gölgesinde yeniden tanımlamaya çalışmaktadır. Batılı medeniyet Aydınlanma Çağı düşüncesi ile Sanayi Devriminin uzantısında şekillenen modernizmi, akılcı ve pozitif değerlerin yanı sıra, bireyi merkeze alan liberal kurumlarla yoğurmuş, sosyo-kültürel ve dinsel değerlerin harmanlandığı cemaat ilişkilerini dönüştürerek, postmodern bir toplumsallığa kavuşmuştur. Türk modernleşmesi ise Batı’da yaşanan bu doğal evrimin aksine, modernleşmeyi ulaşılması gereken bir amaç olarak görmeyi tercih etmiştir.

Cumhuriyetin kurulmasıyla birlikte Türk modernleşmesi, büyük bir ivme kazanmıştır. Radikal devrimlerin özü, artık yuvarlak bir kavram olarak, Çağdaşlaşma değil Batılılaşma olarak kendini göstermiştir. Yani Osmanlı aydının kullandığı “muasırlaşma” kavramı, yerini doğal olarak “Batılılaşmaya” bırakmıştır. Türk modernliğinin mimarları diyalektik ve süreklilik olgusu değil, Butakın (2003: 110)’a

göre siyasetçi tarihçiler ve sosyal bilimci ideologlar olmuştur. Bu nedenle Türkiye’nin ulus-devlet aşamasına geçmesiyle, tarihin (resmi tarih) yeniden yazılmaya başlaması aynı zaman dilimine denk düşmüştür. Türkiye’de tarih yazıcılığı, ulusallaşma süreci için kaçınılmaz olan zihinsel alt yapının oluşturulması ve toplumsal değişimin sürekli kılınması amacıyla başlamıştır. Modernleşme bağlamında aydının ve halkın zihinsel haritası, değişimin kalıcılığı için kaçınılmaz iki hedeftir.

Toplumun geleneksel yapısından ötürü, reformların otoriter bir güç tarafından yukardan uygulanması, Türkiye Cumhuriyeti tarihinin her döneminde varolacak, sistemin varlık niteliğini muhafaza edecek askeri-sivil bir bürokrasi yaratacaktı. Butakın (2003: 120-121)’a göre Cumhuriyetçi önderlerin modernleşme ve Batılılaşma için gerekli gördüğü kurum ve dinamiklerin yerleşmesi, militarist uygulamalar gerektirmiştir. Yine Butakın (2003: 123)’a göre Cumhuriyet ideolojisi modernite amacı taşıdığı halde, bugün Kemalist tutucuların yorumlarıyla anti-modern söylemler içeren engelleyici ve yasaklayıcı bir ideolojiye dönüştürülmüştür.

Türkiye’deki yurttaşlık noktasında yaptığı değerlendirmesinde Üstel (1999: 147), yurttaşlığın kimlikler karşısında görecelileşmesinin ardında, biri devlet diğeri ise, farklı aidiyet topluluklarından kaynaklanan iki karşıt eğilimin son tahlildeki buluşmalarını gösterir. Başka bir anlatımla, bir yandan devletin “kimliklerin şeytanileştirilmesi”ne dayalı ve biçimsel eşitlikle ifade bulan yurttaşlık anlayışlarının farklı aidiyet topluluklarının ihtiyaçlarını karşılamaması, diğer yandan ise, sözkonusu toplulukların, ihtiyaçlarının karşılanması taleplerine yönelik kimlik politikaları (örneğin Kürt, Alevi vb. kimliklerinin ana/yasal tanınma talepleri), yurttaşlığı “getirisi” düşük bir kategori haline, daha açık deyimle tüm taraflar için yetersiz bir kuruma dönüştürüyor.