• Sonuç bulunamadı

C- Borsa Krizleri:

3.5. TÜRKİYE’NİN GÜÇLÜ EKONOMİYE GEÇİŞ PROGRAMI

2000 yılının başlarında Enflasyonu Düşürme Programının uygulanmaya başlamasının üzerinden tam bir yıl bile geçmeden ekonomide bir finans krizinin belirtileri baş göstermeye başlamıştır.2001 yılının başlarında ise ekonominin tümünü kapsayan Şubat 2001 Krizi meydana gelmiş ve Türkiye ikiz kriz tanımıyla pratik bir şekilde tanışmıştır. Bu krizlerin ekonomide meydana getirdiği olumsuzlukları gidermek üzere, IMF ile birlikte “Güçlü Ekonomiye Geçiş” programı hazırlanmış ve 2008 ortalarına kadar uygulanmıştır. (Karabıyık ve Uçar, 2014).

2001 yılında Kemal Derviş’in Bülent Ecevit tarafından göreve davet edilerek ekonomiden sorumlu devlet bakanı görevine getirildiğini daha önce belirtmiştik. Kemal Derviş göreve geldikten hemen sonra 14 Nisan ve 15 Mayıs 2001 tarihlerinde iki aşamadan oluşan “Güçlü Ekonomiye Geçiş” programını hazırlamış ve yürürlüğe koymuştur. Bu programın temel hedefleri ekonomik büyüme, enflasyonun düşürülmesi ve dış ticaret etrafında şekillenmektedir (Kuşat, 2015). Bu program çerçevesinde “15 günde 15 yasa” sloganıyla özellikle; “mali sektörün yeniden yapılandırılması, devlette şeffaflığın artırılması, kamu finansmanının güçlendirilmesi, ekonomide rekabetin ve etkinliğin artırılması ve sosyal dayanışmanın güçlendirilmesi” alanlarında yasal ve yapısal değişikliklere gidilmesi hedeflenmiştir (Karabıyık ve Uçar, 2014). Yasal değişikliğe gidilen alanlar; telekomünikasyon, doğal monopoller, sivil havacılık ve tarım sektörüdür. Tarım sektöründe özellikle tütün ve şeker endüstrilerinde üretim ve fiyat kontrolleri için

111

düzenleyici kurumların oluşuma ağırlık verilmiştir (Arpac ve Bird, 2009). Aydın’a göre “Yasal düzenlemelerin yapıldığı alanlar;

- Mali sektörlerin yeniden yapılandırılması,

- Devlette şeffaflığın artırılması ve kamu finansmanının güçlendirilmesi,

- Ekonomide rekabetin ve etkinliğin artırılması, - Sosyal dayanışmanın güçlendirilmesi,

- Reel ekonomiye yönelik önlemlerin alınması olarak sıralanabilir.” demiştir (Aydın, 2003: 214).

Güçlü Ekonomiye Geçiş Programının niteliksel açıdan diğer istikrar programlarından pek bir farkı yoktur. Bu programla ekonomide ulaşılması hedeflenen amaçlar;

- “Dalgalı kur sistemi içerisinde enflasyonla mücadelenin sürekli ve kararlı bir biçimde sürdürülmesi,

- Bankacılık kesimi ile reel sektör arasındaki ilişkilerin verimli bir şekilde sıkılaştırılması,

- Kamu finansman dengesinin güçlendirilmesi,

- Enflasyon hedeflemeleri ile uyumlu bir gelirler politikasının izlenmesi,

- Kriz maliyetlerinin toplumun tüm kesimlerine eşit bir şekilde dağıtılması ve toplumun bu fedakârlığa rıza göstermesi,

- Devletin tüm kesimlerinde şeffaflığın sağlanması, - Vergi gelirlerinin artırılması,

- Kamu gelirlerinin artırılması, giderlerinin azaltılması,

- Ekonomide tasarruf yaparak GSMH’nin artmasını sağlamak, - Kamuda istihdam edilmek üzere yeni alımların yapılmaması,

- Çok gerekmedikçe yeni yatırımların yapılmaması ve seri ihalelere girilmemesi,

- Tarımsal destekleme fiyatlarının enflasyon oranında belirlenmesi, - Vergi ceza ve faizlerinin enflasyon oranında artırılması” gibi hedefler

112

Güçlü Ekonomiye Geçiş Programının politikaları 2008 yılına kadar kesintisiz bir şekilde uygulanmıştır. Bu kararların uygulamaya geçtiği yıl yani 2001’de ekonomide %9,5 oranında bir daralma yaşanırken 2002 yılında %7,9 oranında ekonomik büyüme yaşanmıştır. Bu büyümenin kaynağı; yüksek reel faiz oranlarına bağlı olarak gelişen uluslararası sermaye hareketleri, yerli sermayenin reel üretime yönelmesi, işgücü niteliğindeki gelişmeler ve iç ve dış talebin artmasıdır (Taşar, 2010).

Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı uygulanırken genellikle daraltıcı para ve maliye politikalarının araçları kullanılmıştır. Enflasyon oranlarının kontrol altına alınabilmesi için uygulanan daraltıcı politikalar etkisini göstermiş ve enflasyon oranları düşüş göstermeye başarmıştır (Enflasyon oranları için bkz. Tablo 9). Türkiye ekonomisinde uygulamaya yer bulan bu programın sonucunda, uzun vadede büyüme sağlanmış, enflasyon oranları düşürülebilmiş ve GSYH artmıştır. Ancak bu programın, işsizlik üzerinde herhangi bir olumlu etkisi bulunmamaktadır (Doruk ve Yavuz, 2018).

3.6. 2008 KÜRESEL EKONOMİK KRİZİNE KARŞI TÜRKİYE’DE UYGULANAN KRİZLE MÜCADELE POLİTİKALARI

Türkiye’de son dönemlerde yaşanan ekonomik krizlerin, makroekonomik değişkenlere yansıması ekonominin kırılgan bir yapıya bürünmesine neden olmuştur. Bu krizlerin etkilerini kırmak için istikrar programları ile beraber IMF’nin de desteği alınarak Stand-by anlaşmaları yapılmıştır. ABD’de Ağustos 2007’de başlayan 2008 Küresel Ekonomik Krizi, kırılgan bir yapıya sahip olan Türkiye ekonomisini de etkisi altına almıştır. Bu kriz, dönem hükümeti olan AKP iktidarı tarafından çok önemsenmemiştir. Ancak 2008 Küresel Krizi, Türkiye ekonomisinde reel sektörü olumsuz etkilemiş ve ekonomik büyüme gerilemiştir. Krizden olumsuz etkilenen özel sektör yatırımcıları, ya yatırımlarını kısmışlar ya da sermayelerini spekülatif getirisi olan sektörlere yönlendirmişlerdir. 2008 yılının son çeyreğinde özel kesim yatırımlarının toplam yatırımlar içindeki payı %7,3 oranında azalmış; kamu kesimi yatırımları ise %13,1 oranında artış göstermiştir. Ekonomideki bu daralma, özel sektör yatırımcılarının olumsuz beklentilerinden kaynaklanmaktadır (Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası [TCMB], 2009: 21).

113

Kemal Derviş tarafından hazırlanan “Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı” uzun süreli olarak Türkiye ekonomisinde devamlılığını sürdürmüş, hatta 2008 Küresel Ekonomik Krizinin etkilerinden korunmak amacıyla makro düzeyde yeni bir istikrar programı hazırlanmasına gerek bile duyulmamıştır. Bu durumun nedeni 2008 küresel finans krizinin, temelde 2017 yılında gelişmiş ülkelerde başlamış olması ve gelişmekte olan ülkelerde etkilerini sonradan hissettirmesidir. Ancak mevcut krizden etkilenilmeyeceği düşüncesi ve yeni mücadele politikaların üretilmemesi; Türkiye ekonomisinde krizin etkilerinin daha da derin olmasına neden olmuştur.

2008 Küresel Ekonomik Krizinin yıkıcı etkilerini onarmak için tüm dünya piyasalarında bir dizi önlemler alınmıştır. Türkiye ekonomisinde kapasite kullanım oranlarının azalması, işsizliğin artması ve ekonomik büyümenin gerilemesinin ardından, Türkiye ekonomisinde de dönem dönem, makroekonomik parametrelerdeki olumsuz duruma göre; öncelikle para politikası, daha sonrasında ise maliye politikası araçları kullanılarak bir dizi önlemler alınmıştır (Karakurt, 2010). Türkiye ekonomisinde, küresel krize karşı alınan tedbirleri şöyle sıralayabiliriz:

- Merkez Bankası politika faiz oranını hızla düşürmeye başlamış, - Bankalar arasındaki parasal işlemlerin sürekli ve verimli bir şekilde

gerçekleşmesi için çalışmalar yapılmış,

- Reel sektörde üretim yapan belirli işletmeler için ÖTV ve KDV gibi vergi indirimleri yapılmış,

- Kamu maliyesi politikaları gerçekleştirilirken destekleyici programlara öncelik verilmiş,

- Özel kesim yatırımlarının artırılması için, özellikle KOBİ’lere yönelik KOSGEB aracılığı ile faizsiz kredi imkânları artırılmış,

- Vadesi geçmiş ancak henüz ödenmemiş vergi alacakları için taksitlendirmeler yapılmış,

- Bankalardaki tasarruflara güvence verme yetkisi Tasarruf Mevduatları Sigorta Fonundayken, bu yetki Bakanlar Kuruluna devredilmiş,

- İşverenlerin ödemek zorunda olduğu sosyal sigorta primlerinden %5 oranında indirim yapılmış,

114

- İhracatı teşvik etmeyi amaçlayan Eximbank kredileri artırılmış ve sermayesi güçlendirilmiştir (Arabacı, 2017; Altuntepe, 2016).

Krizin yaratmış olduğu olumsuz etkilerden kurtulmak isteyen tüm dünya ülkeleri gibi Türkiye’de de ilk olarak makroekonomik değişkenler üzerinde en hızlı şekilde etki gösteren para politikası araçları kullanılarak müdahalede bulunulmuştur. Para politikasının bu araçları likidite sunan destek ve destekleme kredileri, yatırım amaçlı düşük faiz veya sıfır faizle KOBİ’lere kullandırılan kredilerdir. Ancak para politikası uygulamaları yetersiz ve etkisiz kalınca maliye politikası uygulamalarına geçilmiştir. Bu doğrultuda maliye politikasının araçları olan kamu gelirleri politikası ve harcamalar politikaları izlenmiştir.

Para politikası araçlarını içeren birinci grup önlemler sadece reel sektörü canlandırmaya yönelik nakit sıkıntısı çeken ve iflasın eşiğine gelen kurum ve kuruluşlara yöneliktir. Ancak finans sektöründen reel sektöre sıçrayan kriz sadece nakit pozisyonu zayıf olan kurum ve kuruluşları etkilemekle kalmamış, özel sektör kesiminin yatırım ve tüketim harcamalarını etkisi altına almıştır. Dolayısıyla da toplumun tüm kesimlerinde ve ekonominin tamamında talep daralması yaşanmasına neden olmuştur. Talep daralmasının etkilerini tersi yönüne çevirmek amacıyla da maliye politikası araçlarını kapsayan ikinci grup önlemler alınmış ve uygulanmıştır (Göze Kaya ve Durgun Kaygısız, 2015).

Merkez Bankası tarafından uygulanan para politikası araçlarından olan politika faizi uzunca bir süre kullanılmıştır. Enflasyon hedeflemesi uygulayan dünya ülkeleri arasında politika faizini en fazla düşüren merkez bankası, Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası olmuştur. Bu politika, piyasa beklentileri üzerindeki etkileri olumlu yönde güçlendirerek piyasadaki faiz oranlarının aşamalı olarak düşürmüş ve kısa vadede Türkiye ekonomisi içerisindeki en düşük seviyeleri görmesini sağlamıştır ((Emirkadı, 2017).

Ekonomide üretimin azaldığı bazı sektörleri yeniden canlandırılması, üretilen bu mal ve hizmetlerin tüketim ve talebinin artırılmasına yönelik olarak özellikle KDV ve ÖTV indirimleri politikası uygulanmıştır. Bu politika ile ilk olarak maliyeti azalan ve dolayısıyla fiyatı da ucuzlayan mal ve hizmetlerin kısa vadede satın

115

alınmasının kârlı olması, tüketimle ilgili ani kararları olumlu etkileyerek tüketimi artırır. İkinci olarak ise; vergi indirimleri ile üretim maliyeti azalan ilgili mal ve hizmetlerin kısa vadede üretilmesi kârlı olacak ve üreticilerin üretim kararları olumlu etkilenecektir. Üretim yapmaya karar veren üreticiler bir yandan hem üretimlerini artırırlar diğer yandan da istihdam olanakları sunarak işsizliğin azalmasına vesile olurlar (Akgül Yılmaz, 2013; Tabar ve Tokatlıoğlu, 2018).

2008 Küresel Finans Krizinin yaşandığı dönemde alınan bu önlemlerdeki temel amaç; bankacılık sektörü ile reel sektör arasındaki kredi akış işlemlerinin önündeki engellerin kaldırılması ve bu işlemlere hız ve canlılık kazandırılmasıdır. Hükümetin aldığı önlemler, makroekonomik değişkenler üzerinde ya beklenenden daha az ya da beklenenden daha çok olumlu etki doğurmuştur. Küresel krize karşı alınan bu tedbirlerin neden bir istikrar paketi dâhilinde değil de parça parça ve dönem dönem önlemler şeklinde piyasaya sunulduğu eleştiri konusu olmuştur. Hükümetin ve Merkez Bankasının uyguladığı bu tedbirlerden beklenen verim, etkinlik ve sürekliliğin elde edilememesinin nedeni olarak uygulanan bu müdahalelerin birbirinden kopuk ve farklı zamanlarda uygulanmaları olarak düşünülmektedir (Altuntepe, 2016).