• Sonuç bulunamadı

Çeşitleri

Etimolojik kökeni Yunanca ve Latincede “krisis” kelimesine dayanan kriz terimi, buhran ve bunalım sözcükleri ile aynı anlamda kullanılmaktadır. Kriz terimi daha çok tıpta ve sosyal bilimlerde kullanılmaktadır. Sosyal bilimlerde kullanılan kriz terimi; beklenmedik bir anda ortaya çıkan, ortaya çıktığı yerin ekonomik, sosyal ve psikolojik durumunu değiştiren ve beklenmedik bir anda ortaya çıktığı için de müdahale etmekte genellikle geç kalınan şiddetli dalgalanmalar durumudur (Tosun, 2015: 7). Ekonomik kriz ise ekonomide beklenmedik ve ani durumlarda ortaya çıkan dalgalanmaların doğrudan veya dolaylı olarak makroekonomik değişkenleri derinden sarsan ve mikro düzeyde ise birey ve firmaların ekonomik pozisyonlarını alt üst eden sonuçların yaşanmasıdır (Aktan ve Şen, 2001). Ekonomik kriz yaşanan toplumlarda gelecekle ilgili beklentiler, iktidarda olan hükümetin tutum ve müdahalesine göre olumlu veya olumsuz olarak şekillenmektedir.

Üreticiler, tüketiciler, siyasi karar mekanizmaları, çalışanlar, gayri safi milli hâsıla, gelir dağılımı, faiz oranları, büyüme ve kalkınma gibi aktörler krizlerden olumsuz etkilenirler. 1990’lı yıllardan sonra dünya hızla küreselleşmiş ve bu küreselleşmenin etkileri ekonomide de kendini göstermiştir. Ülkelerin ekonomik ilişkileri ve geçmişleri çok eskiye dayansa da küreselleşmeyle birlikte bu ilişkiler daha sık ve güvenilir hale gelmiştir. Bu yüzden bir ülkenin ekonomisinde meydana gelen ekonomik krizler, dalga etkisi yaratarak küreselleşen diğer ekonomileri de etkileri altına almaktadırlar (Turgut, 2015).

Günümüzde ekonomik krizlerin ortaya çıkmasına neden olan pek çok etken vardır. Krizler dışsal ekonomik faktörlerden kaynaklanabileceği gibi bazen içsel makroekonomik faktörlerden de kaynaklanabilmektedir (Candelon, Dumitrescu ve Hurlin, 2012). Ekonomik krizler; dış borçlar, enflasyonun sürekli bir hal alması, resesyondan çıkılamaması, işsizlik oranlarındaki ani artışlar, finans sektöründeki başarısızlıklar ve banka iflasları, borsanın çökmesi, döviz kurlarının sürekli dalgalanması, para ve maliye politikalarının amaçlarına uygun kullanılmaması, sermaye hareketlerinin spekülatif ve manipülatif hamleler peşinde olması, üretimdeki

75

hızlı daralmalar, fiyatlar genel seviyesindeki ani yükseliş ve düşüşler gibi makroekonomik aktörlerin değişmesinden kaynaklanırlar. Bu nedenlere ek olarak bir başka ülkede yaşanan ekonomik krizin, küreselleşme olgusu sebebiyle diğer ülkelere sıçraması da neden olarak gösterilebilir. Küresel dünya ekonomisine dâhil olan ülkelerden herhangi birinde meydana gelen bir dengesizlik durumu dünya ekonomilerinin tamamını etkileyebilmektedir. Ekonomik krizler, her zaman için sadece bu nedenlerden kaynaklanmazlar. Bu nedenlerin yanında ülke genelinde yaşanan ve hazırlıksız yakalanılan deprem, sel baskını, yangın gibi doğal afetler de ekonomik krizlere neden olmaktadır (Kaygusuz, 2014: 26; Göksu,2015: 9).

Her ekonomide genişleme-durgunluk-daralma dönemleri birbirini takip eder ve daralma döneminde takılı kalan ekonomilerde ekonomik kriz kaçınılmaz son olur. Yaşanan bu ekonomik krizlerden bazı ekonomiler kârlı çıkarken bazıları da daha kötü mali tablolar çizerek çıkarlar. Ekonomik krizlerin olumsuz etkilerini en aza indirgemek veya bu olumsuz etkileri fırsata dönüştürmek için IMF ve Dünya Bankası gibi güvenilir kurumların desteğiyle hükümetler tarafından istikrar programları, hazırlanır. Hazırlanan istikrar programları çerçevesinde ekonominin makroekonomik menfaatleri gözetilerek iyileştirme ve geliştirmeler yapmak amaçlanır. Ülkemizde 1980 sonrasında liberal iktisat politikaları uygulanmaya konulmuş ve böylece Türkiye ekonomisinde köklü bir değişim ve dönüşüm süreci başlamıştır. Bu dönemde kamusal alanda artan açıkların finanse edilmesi için genellikle iç borçlanmaya gidilmiş, ancak bu borçlar hükümet tarafından ödenememiş ve kalan borçlar da devlet bankalarına yüklenmiştir. Ortaya çıkan bu dengesizlik durumu ekonominin ve de hükümetin istikrarsızlığından kaynaklanmaktadır (Turan, 2011). İstikrarsız hükümet ve ekonomiye sahip ülkelerde, ekonomik yapı kırılgan bir hal alır ve bu durumda da ekonomik krizler kaçınılmaz olurlar.

Literatürdeki ekonomik kriz tanımlamaları ve nedenlerini inceledikten sonra ekonomik krizlerin özelliklerini şöyle sıralayabiliriz:

- Ekonomik krizler aniden ortaya çıkarlar, - Ekonomik krizler önceden tahmin edilemezler, - Ekonomik krizler dönemseldirler,

76

Ekonomik krizler genel olarak iki ana başlığa ayrılırlar. Reel sektör krizleri ve finansal krizler olmak üzere ikiye ayrılan ekonomik krizlerin alt dallarını bir şekil üzerinde incelememiz anlama kolaylığı açısından faydalı olacaktır:

Şekil 7: Temel Makroekonomik Krizlerin Sınıflandırılması15

Şekil 7’de de görebildiğimiz gibi ekonomik krizler türlerine göre reel sektör krizleri ve finansal krizler olarak alt başlıkları ile tasnif edilmektedir. Ekonomik krizler bir de yayıldığı ve etkilediği bölgelerin alanlarına göre küresel veya bölgesel kriz olarak da sınıflandırılabilmektedir (Janus ve Riera, 2015).

15Kaynak: Kibritçioğlu, 2001.

Ekonomik Krizler

Reel Sektör Krizleri Finansal Krizler

Mal ve Hizmet Piyasalarında Yaşanan Ekonomik Krizler İşgücü Piyasasında: İşsizlik Krizleri Enflasyon Krizi Durgunluk Krizi Bankacılık Krizi Para Krizi Borsa Krizi Ödemeler Dengesi Krizi

77

2.2.1.1. Reel Sektör Krizleri

Reel sektör krizleri genellikle mal ve hizmet piyasalarında üretimin azalması, işgücü piyasalarında ise istihdamın daraltılarak azaltılması olarak karşımıza çıkan ekonomik krizlerdir. Reel sektör krizleri, bu krizlerden etkilenen ekonomik birimlerin çok olması (kriz nedeniyle işsiz kalan işçiler ve bakmak zorunda oldukları bağımlı nüfus, esnaf gibi küçük firma ve işletme sahipleri) nedeniyle sosyal travma yönü ağır olan krizlerdir (Prasad vd., 2003).

Reel sektör kriz türlerinde en ağır basan kriz türü enflasyondan kaynaklı krizlerdir. Bocutoğlu, enflasyonu şöyle tanımlamaktadır: “Bir ekonomide fiyatlar genel seviyesinin, ekonomideki tüm girdi ve çıktılar üzerinde sürekli olarak yükselmesine enflasyon denir.” (Bocutoğlu, 2012: 93). Enflasyon; ılımlı, aşırı (dörtnala) ve hiperenflasyon olarak sınıflandırılmaktadır. Ilımlı enflasyon gelişmekte olan ülkelerde %6 civarlarında seyreder ve bazı ekonomistler bu enflasyon türünün büyüme için gerekli ve istenen bir enflasyon türü olduğunu, halkın yerli paraya olan güvenini sarsmadığını savunurlar. Aşırı enflasyon, iki veya üç haneli enflasyon rakamlarının görüldüğü enflasyon türüdür. Tüketici ve üreticiler, ellerindeki parayı likit olarak tutmazlar ve tasarruflarını koruyabilmek için; enflasyondan daha fazla getirisi olan bankalara, fonlara, dövize ve gayrimenkul değerlere yatırım yaparlar. Hiperenflasyonda ise; enflasyon oranı dört hane ve üzeri rakamları görür ve aynı gün içerisinde bile fiyatlar genel seviyesinde artışlar yaşanır. Yerli paraya olan güven tamamen ortadan kalkar, yerli para devreden çıkarılır ve günlük alışverişler takas usulü ile yapılır (Bocutoğlu, 2012: 95).

Enflasyon krizleri, beraberinde durgunluk krizlerini de getirir. Çünkü toplumun geliri sabit iken gider kalemlerinin aniden birkaç katına çıkması, tüketim cephesinin büyük bir kısmının ihtiyaç duyduğu ürünleri satın alamamasına neden olur. Bu da ekonomide resesyonist döneme girilmesine neden olur. Milli paranın değerini yitirmesi ile piyasadan çekilen likit para, arz ve talep şokları yaratarak üretim ve tüketimin azalmasına neden olur (Kibritçioğlu, 2001; Göksu, 2015: 17; Kaygusuz, 2014: 26).

78

2.2.1.2. Finansal Krizler

Finansal sistemler; fon sahibi birey ve firmalara, fonlarını verimli yatırım fırsatlarına dönüştürmeleri için kolaylıklar sunan kanallardırlar. Küreselleşmenin hız kazandığı 1990’lı yıllardan sonra uluslararası fonlar, global dünya piyasasında en yüksek kârı elde edebilecekleri piyasalara daha kolay giriş ve çıkış olanaklarına kavuşmuşlardır. Fon giriş ve çıkışlarının, hız ve süreklilik kazanması ile uluslararası finansal piyasalar arasındaki entegrasyon süreci de hızlanmıştır. Küreselleşme ile beraber finansal piyasaların da entegrasyonu artınca şiddeti ve etki alanı hızla genişleyen uzun süreli finansal krizler kaçınılmaz olmuştur (Delice, 2003; Mishkin, 2001).

Finansal krizler genellikle bankacılık, borsa, dış borçlar ve para piyasası gibi finansal kesimlerde aniden ortaya çıkmakta ve ülke ekonomisinde bankacılık sektörünün ödeme zorlukları çekmesi veya iflasları, borsanın ani çöküşü, üretim ve istihdamın azalması, ekonomideki belirsizliğin artması, milli paranın değerinin düşmesi, ödemeler dengesinin döviz kurları üzerinde oluşturduğu ani kur değişikliklerinin yaşanması gibi olumsuzluklara neden olmaktadır (Bastı, 2006: 7).

Son yıllarda gelişmekte olan ülkelere doğru yönelen, kâr ve arbitraj peşinde koşan kısa vadeli fon yatırımları ile nereye ait olduğu bilinmeyen sıcak para hareketliliklerinin artması ile finansal krizlerin etki alanları daha da genişlemiş ve daha derin izler bırakmaya başlamışlardır. Finansal serbestleşme ile ekonomik büyümesi ivme kazanan Türkiye, Arjantin, Brezilya, Meksika ve Tayland gibi gelişmekte olan ülkelerde 1990’lı yıllardan sonra çeşitli dönemlerde yoğun bir şekilde finansal krizler yaşanmıştır (Edwards, 2001).

Şekil 7’de belirtilen finansal kriz türleri; bankacılık, para (ödemeler dengesi ve döviz kuru krizi) ve borsa krizi olarak üç başlıkta sınıflandırılmıştır.