• Sonuç bulunamadı

TÜRKİYE’DE DEMOKRATİKLEŞMEYE ETKİLERİ 8.1 Siyasal Hak ve Özgürlükler

AB’ne giriş yolunda müzakere sürecine başlayan Türkiye açısından sürecin en çekişmeli ve gündemin ilk sıralarını işgal eden konular genellikle demokratikleşme başlığı altında konumlanmaktadır. AB ile Türkiye arasındaki temasın en çok yoğunlaştığı alan demokrasi ve insan hakları üstüne karşılıklı girişilen diyalogtur (Brusse ve Griffiths, 2004: 24). Bu yanıyla diğer genişleme ülkelerinden farklı olarak karşılıklı sürdürülen bu zorlu yakınlaşma sürecinde özellikle siyasal hakların Türkiye toplumunda etkinleştirilmesi ve yaygınlaştırılması her iki tarafın da öncelikli gündem maddelerinden birisi konumundadır. Özellikle eski Sovyet Bloğu’na mensup Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinin AB’ne giriş sürecinde de demokratikleşme büyük bir pay sahibi olmasına karşın söz konusu süreçte ilgili toplumların Birliğe ilişkin gündeminde ekonomik ve sosyal kazanım ve kayıpların da büyük bir yer tuttuğu söylenebilir.

Burada kastedilmek istenen Türkiye’nin AB’ne giriş sürecinde gündemdeki diğer ekonomik ve sosyal konuların önemsiz olduğu ya da tartışılmadığı değildir. Yalnızca, bir yanıyla Avrupalılık kimliğine ilişkin tartışmaları tetikleyen, diğer yanıyla Türkiye’nin Birliğin genişlemeye ilişkin temel siyasal değerleri olan Kopenhag Kriterleri’ni uygulamaya etkin biçimde geçirip geçiremediğine ilişkin tartışmaların her iki taraf açısından da bu zorlu giriş sürecinde gündemin büyük bir kısmını işgal ettiği söylenebilir. Böylece müzakere süreci başlayıp da Türkiye’nin ekonomik ve sosyal politikalarının Avrupa müktesebatı ile karşılaştırılması başlayana kadar Birliğin ekonomi ve sosyal politikalarının Türkiye’ye olası etkilerinin ve bunların demokratikleşme ile ilişkilerinin uzun süre gündemin görece arka planında yer aldığı söylenebilir.

cviii

AB genişleme sürecindeki ülkelerin büyük bir kısmında kamusal çerçevede demokratikleşmeyi ve liberal bir ekonomik ve siyasal düzenin kurumsallaştırılmasını ifade etmektedir. Bu bakımdan, genişleme sürecindeki ülkeler için AB’ne giriş sürecinde demokratikleşmeyle liberalleşmenin birbirinden ayrılamaz iki etken olarak gündeme geldiği söylenebilir. AB, üyelerince kabul edilen özgürlük, demokrasi, insan haklarına saygı ve temel özgürlükler ile hukukun üstünlüğü ilkelerine dayanmaktadır (Laffan, 2001: 715). Genişleme sürecinin genişleme ülkelerinde serbest piyasa ekonomisine ve liberal demokratik çerçeveye geçişi kol kola dayattığı bilinmektedir. Özellikle 1980’lerde bütünleşmenin Yunanistan, İspanya ve Portekiz’e doğru Güney Akdeniz’e genişlemesi ve bu ülkelerin totaliter rejimlerden çoğulcu liberal demokratik sistemlere geçişte Topluluk ile bütünleşmenin sinerjisinden sağladıkları yarar Avrupa derinleşmesinin demokrasi ile ilgili bağını derinleştiren bir unsur olarak tarihte genel kabul görmektedir (Laffan, 715).

Sovyet sisteminin çözülüşünden sonra da Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinin serbest piyasa ekonomisine ve liberal demokratik çerçeveye geçişlerinde yine temel etkenin AB’nin son büyük genişlemesi olduğu şüphe götürmez. Bu açıdan 1993 yılında genişlemenin siyasal koşulları olarak ilan edilen Kopenhag Kriterleri’nin ardından AB’nin genişleme ülkeleri için liberal bir demokrasi çerçevesinde demokratikleşmeyi ifade etmeye başladığı söylenebilir. Birçok Orta ve Doğu Avrupa ülkesinde AB’ne giriş sürecinin güçlü bir biçimde desteklenmesinin arkasındaki en büyük gerekçelerden birisi, Birliğe katıldıktan sonra söz konusu devletlerin kendiliğinden daha demokratik olacağı yönündeki kanıdır (Sadurski, 2004: 371). Ancak bu demokratikleşme sürecinin gerek kavramsal olarak demokratikleşmenin aynı zamanda ekonomik ve sosyal haklarla ilintili olmasından dolayı, gerekse Birliğin temel değerlerinden birisinin etkin biçimde işleyen bir serbest piyasa ekonomisi olmasından dolayı, liberal demokratik bir çerçevede gerçekleşeceği tahmin edilebilir.

AB’nin Türkiye’de demokratikleşmeye etkilerinin bugüne kadar yoğun biçimde siyasal hak ve özgürlüklerinin kapsamının genişletilmesi ve etkinleştirilmesi konusunda yoğunlaştığı söylenebilir. Ancak süreç ilerledikçe AB’nin Türkiye’de demokratikleşmeye etkilerinin liberal içeriğinin daha çok hissedilmeye başlanacağı ve demokratikleşmenin ekonomik ve geniş toplum kesimlerinin AB’ne giriş sürecinin sosyal boyutlarına da odaklanmaya başlayacağı tahmin edilebilir. Bu açıdan, bugüne kadar AB’nin Türkiye’de demokratikleşme üzerindeki etkilerinin özellikle sivil ve siyasal hak ve özgürlükler

cix

etrafında, söz konusu hakların kapsam ve tanımını genişletici bir etkiye neden olduğu söylenebilir.

Türkiye’nin Avrupa siyaset geleneğiyle karşılaştırıldığında demokratikleşmenin sivil ve siyasal boyutlarında birçok Avrupa toplumu kadar kökleşmiş bir ifade, tartışma ve uygulama geleneğine sahip olmadığı bilinmektedir. Türkiye’de günlük yaşamın içinde bir dinamizm ve çeşitlilik bulunmasına karşın toplumsal yapılar, aile bağları ve politik kontrol gibi geleneksel ve otoriter eğilimlerin baskınlığı altında kalmayı sürdürmektedir (Görgün, 2004: 39). Bu açıdan AB’nin genişleme sürecinde Türkiye’de söz konusu sivil ve siyasal hak ve özgürlüklerin yaygınlığını ve etkin kullanımını genişletecek yasal reformların devreye sokulması yolunda güçlü bir dış etken olarak devreye girmesi, Türkiye’deki toplumsal sorun ve gerilimlerin demokratik bir çerçevede çözülebilmesi için önkoşul olan siyasal ve sosyal altyapıyı, yani etkin ifade, diyalog, tartışma ve uzlaşma mekanizmalarını güçlendirebilir.

Ancak tam bu noktada dikkat edilmesi gereken çok önemli bir konu, söz konusu demokratikleşmenin içsel veya dışsal dinamiklerden beslenmesiyle yakından ilgilidir. Her ne kadar AB genişleme sürecinin, söz konusu ülkelerde liberal bir çerçevede olsa bile belirli sivil, sosyal ve siyasal hak ve özgürlüklerin yaygınlaşıp kurumsallaşmasında olumlu bir yönde etkisi olduğu genel kabul görse de, bu durumun çok önemli bir riski de içinde barındırdığı söylenebilir. Siyasal bir dönüşüm süreci olarak demokratikleşme sürecinin bir toplumda herşeyden önce içsel dinamiklere bağlanması sürecin sağlıklı işlemesinin ve başarıya ulaşmasının önkoşuludur.

Demokratikleşme bir toplumda sivil, siyasal, ekonomik ve sosyal hak ve özgürlüklerin yaygınlaşması ve etkin biçimde kullanılabilmesine ilişkin bir süreç olduğundan siyasal açıdan öncelikli olarak söz konusu toplumun içinde bulunduğu sorunlara ve bu sorunlara dair aranan çözümlere ait dinamiklere dayanmalıdır. Özellikle AB gibi karar mekanizmaları çok parçalı, karar süreçleri çok fazla diplomatik ilişkiler içinde ilerleyen bir siyasal oluşumun Türkiye gibi derin ekonomik, sosyal ve siyasal sorunlarla başbaşa olan bir ülke ile sürdürdüğü genişleme sürecinde, demokratikleşmenin Türkiye’nin Birlik ile sürdürdüğü ilişkiye endekslenmesinin çok ciddi sakıncaları bulunmaktadır.

cx

Böylesi bir endekslenme herşeyden önce Türkiye’nin demokratikleşmesini daha da kırılgan yapacaktır. Zira Türkiye’nin AB ile sürdürdüğü siyasal ilişkide ülkenin demokratikleşmeye ilişkin gündem ve dinamiğinin yalnızca AB ile sürdürülen diplomatik ve siyasal ilişkiye indirgenmesi, söz konusu demokratikleşme sürecini Türkiye ölçeğinin çok daha ötesinde, çok aktörlü, karmaşık siyasal ve diplomatik çıkarların çatıştığı bir zeminin etkilerine fazlasıyla maruz bırakacaktır. Kaldı ki, demokratikleşme bir toplumda o toplumun kendi iç dinamiklerine ne kadar dayalıysa o kadar istikrarlı ve kökleşmiş bir süreç olarak yol alacaktır.

Türkiye’nin AB sorununun bir iç mesele mi yoksa bir dış ilişkiler sorunu olarak mı ele alındığı noktası bu konudaki her tartışma için stratejik önemdedir (Laçiner, 2002: 4). Bu yüzden, yapılması gereken Türkiye’nin demokratikleşme zeminini kendi dinamiklerinde, kendi toplumunun sivil, siyasal, ekonomik ve sosyal hak ve özgürlüklerinin etkinleştirmesi ve yaygınlaştırması için sürdürülen, öncelikli olarak içsel dinamiklere dayalı bir zemine çekmektir. AB’ne giriş süreci bir biçimde kesintiye uğradığında demokratikleşmeye olan talebin sürekliliğini sağlamanın yolunun bu olduğu söylenebilir.

8.2. Refah Artışı Beklentisi

Özellikle müzakere sürecinin açılmasıyla birlikte Türkiye açısından AB’ne ilişkin gündemin giderek bu aşırı siyasallaşmış zeminden ekonomik ve sosyal başlıklara doğru kaymaya başlayacağı tahmin edilebilir. Böylece, önümüzdeki dönemde Türkiye gündeminde AB’ne giriş sürecinin Türkiye toplumunun ekonomik ve sosyal yaşantısında ne gibi değişiklikleri gündeme getireceği, sürecin ekonomik ve sosyal koşullar açısından ne gibi fırsat ve riskleri içerdiği daha derinlemesine tartışmaya açılabilecektir. AB ile Türkiye arasındaki bu yakınlaşma sürecinde gündemin, süreci sürdüren üst düzey Birlik kurumları ve Türkiye’nin üst düzey kamusal ya da sivil toplum kurum ve kuruluşları kadar Türkiye toplumunda da yaygın biçimde ve doğru şekilde izlenebilmesi için giriş sürecinin ekonomik ve sosyal boyutlarıyla giderek daha fazla ele alınması oldukça yararlı olacaktır. Bu durumun, herşeyden önce Türkiye’nin AB’ne giriş sürecinde sürecin kendisinin demokratikleştirilmesi için bir gereklilik olduğu söylenebilir.

AB’nin kamuoyu araştırma kuruluşu olan Eurobarometer’in Türkiye’ye ilişkin ilk ulusal raporunda (Ekim-Kasım 2004) tam üyeliğe ilişkin Türkiye kamuoyundaki beklentiler

cxi

üzerine çarpıcı sonuçlara ulaşılmıştır. Türkiye kamuoyunda AB üyeliğine dair beklentilerin öncelikle yüzde 48 ile ekonomik refah, yüzde 34 ile sosyal koruma ve yüzde 30 ile AB’nde seyahat, öğrenim ve çalışma özgürlüğüne ilişkin olduğu görülmektedir (EU, 2005:5). Buna göre, AB Türkiye toplumunun büyük bir kısmı için refah artışı beklentisi ve ekonomik fırsatların yaratılması anlamına gelmektedir. Türkiyelilerin büyük bir kısmı için Avrupa Birliği siyasal ve ekonomik dengeyle refah dolu bir gelecek anlamına gelmektedir (Görgün, 2004: 40). Her genişleme deneyiminde yaşandığı gibi müzakere süreci açılıp AB’nin ekonomik ve sosyal politikalarıyla genişleme ülkesinin ulusal uygulamaları karşılaştırılmaya ve ulusal politikaların Birlik müktesebatına uyumu pazarlık edilmeye başlandığında sürecin tekrar tekrar krize girmemesi için giriş sürecinin bu yanıyla da ele alınmasının büyük yararı olacaktır.

9. AVRUPA SOSYAL POLİTİKASININ