• Sonuç bulunamadı

BİLGİ VERME VE DANIŞMA

6. AVRUPA SOSYAL POLİTİKASININ DEMOKRATİKLEŞMEYE ETKİLERİ

6.1. Piyasa Mantığının Egemen Kılınması ve Demokratikleşme

Son yıllarda, Avrupa sosyal politikasının küreselleşmenin egemen ilke, öncelik ve yaklaşımlarına daha da uyarlandığı söylenebilir. Böylece, Avrupa sosyal politikası bütünleşme sürecinin aksayan ayağı haline gelerek bütünleşen piyasanın daha da ivedi kıldığı Avrupa çaplı korumacı sosyal politika düzenlemelerini geliştirmekte yetersiz kalmıştır. Topluluk sosyal politikasının genişletilmesine yönelik yaklaşımlar bütünleşmiş bir piyasaya yönelik girişimlerin karşısında hep daha az öncelikli olmuşlardır (Leibfried ve Pierson, 2000: 271). Sosyal politikaya ilişkin Topluluk müdahaleleri çoğu kez bütünleşen Avrupa piyasasının etkin biçimde işlemesi için gerekli Topluluk müdahalelerinin arkasında kalmıştır.

Birlik kurumları, üye ülkelerin ulusal ölçekte tek başlarına düzenleme kapasitesine sahip olmadıkları sosyal politika başlıklarında etkin çözümler üretemediği gibi küreselleşme sürecinin aşındırıcı etkilerini bütünleşen Avrupa piyasasının dolaylı etkileriyle daha da derinleştirmiştir. 1980’lerden beri belirli bir ağırlık kazanan neoliberal teorinin baskın söylemi küreselleşme üzerindeki tartışmaları biçimlendirerek devlet sosyalizminin çöküşü ve bütünleşen Avrupa piyasası ile birlikte hem uluslararası alanda hem de Avrupa’da, ekonomik stratejilerin piyasa özgürlüklerini herşeyin üstünde tutmasına yol açmıştır (Hoffman, 2004: 5).

lxxxii

Tek Pazar programının devreye sokulması Avrupa içi rekabeti ve kuralsızlaştırma politikalarını önemli ölçüde artırmış ve böylece ulus devletlerin işlev görme kapasitelerini sınırlandırmış olsa da Avrupa kurumları yine de ulus devletlerin refaha yönelik işlevlerini devralmamıştır (Mau, 2003:2). En genel hatlarıyla Avrupa sosyal politikası Avrupalılar nezdinde Birlik kurum ve politikalarının, yani Birliğin genel kabul görmüş siyasal meşruiyetini sağlayabilmek için gereken siyasal içerikten yoksun görünmektedir. Bu durum demokratikleşme yolunda tam da Birliğin gereksinim duyduğu siyasal zemin olmasına karşın, Avrupa sosyal politikasındaki esnekleştirilmiş içerik yüzünden bu zemin kırılganlaşmıştır.

Topluluktan Birliğe ve parasal birlik düzeyine giden yolda Avrupa sosyal politikası nitelikli oyçokluğuna geçmesine, sosyal politikaya ilişkin birçok ilke ve hedefi siyasal olarak beyan etmesine ve aralarında bilgi verme ve danışmanın da bulunduğu çekişmeli sosyal politika başlıklarında çeşitli düzenlemeler geliştirmesine karşın, Avrupalı çalışanların refah düzeyini ilerletmek bir yana korumada dahi başarılı olamamıştır. Çalışanların Temel Sosyal Hakları Topluluk Şartı’nın ve sosyal boyutun 1990’ların başında devreye sokulmasının yarattığı umutlara karşın AB sosyal politikası bu umutları karşılayamadı (Geyer, 2001: 478). Herşeyin ötesinde, Avrupa bütünleşme süreci büyük oranda ulusal çıkarların ve çokuluslu şirketlerin çıkarlarının kilit roller üstlendikleri bir piyasa bütünleşmesi olarak gelişmiştir (Checkel, 2001: 59).

Mevcut koşullar altında Avrupa’da ekonomik ve parasal birliğin oluşturulması süregiden bir kuralsızlaştırma ve özelleştirme, daha fazla piyasalara bağlı politikalar, daha esnek emek piyasaları ve kamu harcamalarında daha da ileri kesintiler anlamına gelmektedir (Wahl, 2002: 46). Avrupa sosyal politikası bütünleşen Avrupa piyasasının arkasında kaldığından, Avrupalılar açısından küreselleşmenin yıpratıcı etkilerinin Avrupa toplumlarına aktarıldığı kurumsal zeminlerin başında gelmektedir. Küreselleşmenin egemen piyasa mantığının çevrelediği Avrupa sosyal politikası bu noktada demokratikleşme için gerekli siyasal meşruiyeti kendisine kazandıracak Avrupa çaplı korumacı refah politikalarına sahip olamamaktadır. 1980’lerin ve 1990’ların temel sorunlarından birisi Avrupa sosyal modelinin kaderiydi ve tartışmalar Avrupa sosyal modelinin tanımlanması, içeriğinin belirlenmesi ve kendisini ekonomik küreselleşmenin baskılarına karşı koruyabilme yeteneği üzerinde yoğunlaşmıştı (Geyer, 2001: 477).

lxxxiii

Avrupalı toplumların uzun dönemlerin sosyal mücadeleleri sonucu elde ettiği sosyal hakların Avrupa bütünleşmesinin ortak ekonomik ve sosyal politikaları tarafından aşındırılması, Avrupalılar açısından Birlik kurum ve politikalarını ekonomik risklerin giderek daha fazla bireysel ölçekte üstlerine yüklendiği kurumsal mekanizma ve siyasal gelişmelerin ifadesi konumuna sokmaktadır. Bu durum, meşruiyetini dolaylı yoldan yetki devriyle üye ülkelerin ulusal ölçekte sahip oldukları siyasi meşruiyetten alan AB için çok risklidir. Çünkü AB ulus devletler gibi yurttaşlarıyla kökleşmiş bir siyasi ilişki içinde bulunmadığı için Avrupalı yurttaşların söz konusu siyasi meşruiyet içinde Birlik kurum ve politikalarına talep ve tepkilerini doğrudan aktarabileceği etkin, benimsenmiş, somut bir siyasal ilişki zemininden de yoksundur. Böylece geniş Avrupalı toplum kesimleri için Avrupa ortak politikaları yetkiyi doğrudan Avrupalılardan değil, üst düzey hükümet kurumlarından alan, denetlenemeyen politikalarıyla ekonomik ve sosyal haklarını aşındıran bir siyasal oluşuma dönüşmüştür.

AB kurum ve politikaları çok yakın zamanda Avrupa Anayasa Tasarısı’nın Birlik sosyal politikası ve diğer ortak politikaların ulusal refah politikalarında yarattığı aşınma yüzünden reddedilmesine kadar, Avrupalılarla, Avrupa ölçeğinde, gündemin öncelikli konularından biri konumuna geldiği doğrudan siyasal bir ilişki içine girememiştir. Son yapılan Avrupa Parlamentosu seçimlerinde bile daha önceki seçimlerde olduğu gibi katılım oranının oldukça düşük çıkması Avrupalılar ile AB kurum ve politikaları arasındaki kopukluğun net bir ifadesi olarak görülebilir. 1990’ların ikinci yarısından itibaren tüm Avrupa çapında Avrupa bütünleşmesine karşı yükselen sosyal demokrasiden yana toplumsal muhalefet mevcut AB projesinin katı gelişimine karşı ve ona bir alternatif olarak gelişen tepkidir (Wahl, 2002: 46).

Avrupa’daki ulus devlet deneyiminin meşruiyetini çok uzun zamandır Avrupalı toplumlara kapsamlı bir biçimde dağıttığı güçlü refah politikalarından türettiği gözönüne alındığında, Avrupa sosyal politikası tam bu noktada Birliğin siyasal meşruiyetinin pekiştirilmesi için devreye girme potansiyeline sahiptir. Buna karşın, küreselleşme sürecinde piyasa mantığının egemen kılınmasıyla Avrupa’daki mevcut ulusal sosyal politika düzenlemelerinin aşındırılması Birliğin demokratikleşmesi için oldukça elverişli bir fırsatı elden kaçırmaktadır. Bugünün Avrupa Birliği, Tek Pazarı ve parasal birliğiyle küreselleşme sürecinin Avrupa’daki mutlak politik ifadesidir (Wahl, 2002: 46). Bu yüzden, bugünkü biçimiyle Avrupa sosyal politikası, Avrupalıların Birlik kurum ve politikaları altında ortak

lxxxiv

bir siyasal kimlik etrafında toplanmasında ve bütünleşmeye dair ortak sembol ve değerler etrafında Birliğin meşruiyetini pekiştirmesinde yeterince etkin olamamaktadır.

AB’nin kurumları, hukuku ve düzenlemeleri, içine herşeyin konabileceği tarafsız çerçeveler olmayıp, AB içindeki güç dengelerinin ayarlanmasını yansıtmaktadırlar (Wahl, 2002: 47). Ancak bugünkü biçimiyle Avrupa bütünleşmesi büyük oranda piyasa mantığının egemen olduğu ekonomik ve sosyal politikaları Avrupa çapında kurumsallaştırmaktadır. İşveren kesiminin gücünün artmasında Avrupa’daki bütünleşmenin hızlandırdığı sermaye hareketliliğinin büyük payı bulunmaktadır (Leibfried ve Pierson, 2000: 271). Çalışanlar ile işveren kesiminin arasında ekonomik ve sosyal hakların dağıtılmasında sürekli çalışanlar aleyhine düzenlemeler geliştiren Avrupa ortak politikaları geniş toplum kesimlerinde siyasal meşruiyet kazanamamaktadır. Bu tıkanıklığın aşılabilmesi için Avrupa sosyal politikası bütünleşen Avrupa piyasasının etkin işlerliğini sağlamak kadar, Avrupalı geniş toplum kesimlerinin, çalışanların ekonomik, sosyal ve siyasal kazanımlarını da ilerletmelidir.

Ancak böylesi bir sosyal Avrupa yaklaşımıyla Avrupa Birliği bugün Avrupalılarla doğrudan siyasal ilişkiler kurabileceği demokratik zemine kavuşabilir. Ortak bir Avrupa ülküsünün Avrupalı geniş toplum kesimlerinin ve özellikle çalışanların ekonomik ve sosyal haklarını koruyup ilerletemediği sürece meşru bir değer olmayacağı söylenebilir. Bunun için en geçerli yollardan birisi de çalışma ilişkilerinde işyerinden başlayarak siyasal, sosyal ve ekonomik erkin ve hakların dağılımında etkin bir katılımın önünü açmak olabilir. Katılımcı demokrasi AB’nin meşruiyetinin değerlendirilmesinde en temel köşe taşlarından birisidir (Chalmers, 2003: 128).