• Sonuç bulunamadı

2.6. Minyatür Nedir?

2.6.1. Türk Minyatür Sanatının Tarihçesi

Minyatür sanatı, Asya kökenlidir. Türk resim sanatının bir türüdür. Türk toplumları tarafından tarihi varlık alanına çıkarılmıştır. Zaman içerisinde Türk İslam toplumlarını, İran ve Mezopotamya bölgelerini etkilemiştir. İran, Arap, Hint kültür çevrelerinde yaygınlaşmış, değişik üslup özelliklerine sahip olmuşlardır. Osmanlı İmparatorluğunun ilk üç yüz yılı içinde en gelişmiş bir düzeye ulaşmıştır (Minyatür ve Gravürlerle Osmanlı İmparatorluğu, 1999, s. 12).

“Türk süsleme sanatı Türklerin Orta Asya‟da varlık gösterdikleri dönemlerle birlikte gelişme göstermiştir” (Alp, 2009, s. 22)

İlk örnekleri İ.Ö 2. yüzyıldaki Mısır papirüsleri üzerinde görülür. Bizans, Süryani ve Kopt sanatlarında önemli bir yer tutar. Batıda, 8. yüzyılın sonunda Charlemagne‟ın (Şarlman) sarayında gelişme göstermiş ve daha sonra zaman zaman yaygınlaştığı dönemler olmuştur. Doğu minyatürün kökeni Orta Asya‟ya, Turfan bölgesinde bulunan Uygur duvar resimlerine (8. yüzyıl) uzanır. Oradan Selçuklulara geçen minyatür sanatı, 15. yüzyılda Herat, Şiraz, Tebriz gibi merkezlerde gelişmiştir. Aynı yüzyılda, II. Mehmet (Fatih) döneminde başlayarak Osmanlı minyatürü de gelişim çizgisi izledi. Ve II. Mehmet döneminde sarayda çalışan yabancı ressamların da bunda etkisi oldu (Milliyet Sanat Ansiklopedisi, 1991, s. 195).

“Eski Türklerin minyatür sanatına ilişkin en başarılı örnekleri Uygurlar tarafından verilmiştir” (Aslanapa, 1963, s. 126).

“İslamiyet‟ten önce Orta Asya‟da Uygurların üstün bir seviyeye çıkardıkları resim ve minyatür sanatı, İslamiyet‟ten sonra da çeşitli yollarla Anadolu‟ya intikal etmiştir” (Bektaşoğlu, 2008, s. 48).

İran, Mezopotamya ve Anadolu‟da, XI. yüzyılın ikinci yarısına kadar 1258 Moğol istilasına kadar İslam dünyasının hakimi Selçuklu Türkleriydi. Nitekim Bağdat‟ta ilk İslam minyatür mektebini açanlar, Selçuklu Türkleri olmuştur. Bu yüzden “Selçuklu çığırı” şeklinde tarif edebileceğimiz bu mektebin minyatürleri, Selçuklu sultan ve emirlerinin katip ve nakkaşları olan Uygurlu Türkler tarafından geliştirilmiştir (Binark‟tan aktaran Bektaşoğlu, 2008).

“15. yüzyıl Osmanlıların büyük asrıdır. Bilim, teknik ve sanatta bu ve sonraki yüzyılda büyük gelişme kaydetmiştir. Türk minyatür sanatı asıl gelişimini İstanbul‟un fethinden sonra göstermiştir” (Parlar, 1995, s. 30-31).

O dönem yapılan minyatürlü eserlerde, devrin önemli olayları, tarihi konular, savaşlar ve seferler, şenlikler vb. bir renk ve kompozisyon uyumu arz eden muhteşem tablolar halinde tasvir edilmiştir. İran minyatürlerinin hayalci ve edebi konularına karşın, Türk minyatüründe daima gerçek hayatı yansıtan tasvirler sade, ferah bir üslup ve canlı renklerle ifade edilmiştir (Mesera, 1987, s.18).

Türk süsleme sanatının en olgun ve parlak dönemini teşkil eden Kanuni Sultan Süleyman devrinde, sayıca pek çok resimli eser hazırlanmıştır. Yerli sanatkarların yanı sıra, imparatorluğun dört bir yanından getirilerek saray nakışhanesinde çalıştırılan yabancı sanatkarların yarattıkları eserlerle, minyatürde değişik üsluplar ortaya çıkmıştır. Kanuni devrine ait çok çeşitli eserler arasından sıralayabileceğimiz en önemlileri şunlardır: “Süleymanname” (T.S.M.H. 1517), Arifi tarafından manzum bir şahname tarzında yazılarak saray atölyesindeki nakkaşlarca resimlenen bu eser, Kanuni‟nin 1520‟de tahta çıkışından itibaren 1558 yılına kadar meydana gelen olayları anlatır. Devrin sanatkar ve alimlerinden

Matrakçı Nasuh tarafından yazılarak resimlenen bir diğer Süleymanname ise iki bölümden oluşup; birinci bölümde Barbaros Hayreddin Paşa‟nın 1543 yılında Akdeniz limanlarına seferi anlatılır; ikinci bölümde ise Kanuni‟nin Macaristan seferi sırasında geçilen ve konaklanan yer ve şehirler resmedilmiştir. Eserlerinde sadece tabiat ve şehir manzaralarını tasvir eden Matrakçı‟nın Türk resim tarihinin şaheseri sayılabilecek bir başka eseri de, Kanuni‟nin 1534 „de ki Irak seferini anlatan “Beyan-ı Menazil-i Sefer-i Irakeyn‟dir. (İst. Üniv. Küt. No. T. 5964). XVI. yüzyılın saymakla bitirilemeyecek resimli eserleri arasında bulunan bir diğer kitap, Yavuz Sultan Selim‟in hayatını anlatan ve tasvir eden mesnevi tarzındaki “Selimname”dir. (T.S.M.H. 1579-98). Ayrıca, devrin portre ressamı olarak bilinen Nigari; Barbaros Hayreddin Paşa, Kanuni ve II. Selim‟e ait portreleriyle ün salmıştır (T.S.M. H. 2134) (Mesera, 1987, s.18).

Kültürel zenginliğin Orhan Gazi döneminde (1326-62) İznik‟te başladığı ve Bursa‟da serpildiği bir gerçektir. Ancak, resimli kitapların hazırlanması ve resim sanatına önem verilmesi çarpıcı biçimde, Fatih‟in İstanbul‟un alınışından sonra sarayın kapısının üzerindeki kitabeye yazdırdığı gibi kendisini “iki kıtanın hükümranı, iki denizin hakimi, her iki dünyada Allah‟ın gölgesi, Doğu ve Batı arasında Allah‟ın yardımcısı” olarak görmesi resim sanatına da yansımıştır (Çağman, 2009, s. 893).

“Kanuni döneminde oluşan minyatür üslubu 16. yüzyılın ikinci yarısında gerçek kimliğini bulmuştur. Kanuniyi izleyen II. Selim ve III. Murat‟ın koruyuculuğunda gelişen kitap resmi artık yabancı etkilerden arınmış, kendine özgü estetik bir çizgi izlemiş ve bir bakıma klasikleşmiştir. Buna yön veren de Nakkaş Osman olmuştur” (Renda, 2001, s. 20).

15. yüzyılın ikinci yarısında Osmanlı sarayı yönetimi, Osmanlı Saray teşkilatı içinde “ehl-i hiref” denen bir sanatkalar topluluğu oluşturmuştu. Sarayın her türlü sanat ve zenaat işlerini gören ve saraydan maaş alan ehl-i hiref 16. yüzyılda kalabalık bir kadroya sahipti. Eser üretiminin yoğun olduğu dönemlerde veya ehl-i hiref içinde yapılacak işe uygun yetenekli biri bulunmadığında, çarşı esnafı arasından ücret karşılığında yeterli sayıda usta sarayda çalıştırılırdı (Ölçer, 2012).

Topkapı Sarayı Bahçeleri içinde Aslanhane denilen binanın üst katındaki sıra sıra hücrelerde bütün nakkaşların ve ustaların atölyeleri vardı (Ünver, (?), s. 19).

Hazinedarbaşına bağlı olan bu örgütte sanatçılar türlerine göre bölüklere ayrılırlar ve kendi bölüklerinin içinde belirli rütbelere sahiptiler (Renda, 2001, s.9).

II. Beyazid döneminde minyatürlü elyazması kitaplar çoğalmaya başladı. I. Süleyman (Kanuni döneminde) saraydaki nakışhane ya da nigarhane denilen minyatür atölyesinde Doğu‟dan gelen sanatçılar da çalıştı. Edebiyat kitaplarının yanı sıra tarih yazmaları da resimlendi ve giderek klasik Osmanlı minyatür üslubu doğdu. Sinan Bey, Baba Nakkaş, Nigari (Reis Haydar), Nakkaş Osman, Nakkaş Hasan, Levni (Abdülcelil) gibi sanatçılar yetişti. Lale devri‟nde (1718- 30) minyatürden uzaklaşılarak, Avrupa‟daki Barok sanatın da etkisiyle, manzara ve çiçek

resimlerine ilgi arttı (Milliyet Sanat Ansiklopedisi, 1991).

Osmanlı sarayının nakışhanesinde kitap sanatıyla ilgili çalışmalar saray yönetiminin koruyuculuğunda ve denetiminde 15. yüzyılın ikinci yarısından sonra yoğunluk kazanmış ve 16. yüzyılın ikinci yarısında III. Murad döneminde bu sanat en yüce doruğuna ulaşmıştır. 16. yüzyıl sonlarından başlayarak, imparatorluğun ekonomik güzünün azalmasıyla saray teşkilatının da, sarayın her türlü sanat işlerini gören ehl-i hiref mensuplarını da etkiler. Resimli kitap üretimi de zenginliğini, görkemliliğini kaybeder (Tanındı, 1996, s.53-54).

16. yüzyılın ikinci yarısında, Sultan III. Murat‟ın saltanat yıllarında (1574-1595) padişah portreleri ilk defa kitap sayfaları arasına girerek bir albüm niteliği kazanmıştır. Şehname yazarı Seyyit Lokman‟ın yazdığı Kıyafet el-İnsaniye fi Şemail el-Osmaniye adlı eserdeki 12 padişah portresi, gerçeğe uygun olması amacıyla uzun araştırmalar sonucunda yapılmıştır (Atasoy‟dan aktaran Çağman ve Tanındı, 1984).

“17. yüzyıl Osmanlı minyatüründe bir gerileme görülür” (Aslanapa, 1963, s.143).

17. yüzyıl boyunca Osmanlı padişahlarının portreleri Kıyafetname ve Semailname adı verilen eserlerde, hat ve minyatür çalışmalarını içeren albümlerde günümüze gelmiştir (Çağman ve Tanındı, 1984, s.5).

“Osmanlı minyatürleri, III. Ahmet zamanına, yani Lale devrine kadar İran ve Selçuklu tarzında devam etmiştir (Bektaşoğlu, 2008, s. 51).

Sultan 1. Selim (1512-20) devrinde İslam ülkelerinin en güçlü iki devleti Safevi ve memluklara karşı kazanılan zaferlerle, özellikle Tebriz sarayından pek çok nakkaş İstanbul sarayına getirildi. Bunların önemli bir kısmı, son Timurlu sultanıyla birlikte Herat‟tan Safeviler tarafından Tebriz‟e getirilmiş olan sanatçılardı. Kanuni sultan Süleyman döneminde Türk resim sanatı ana karakterini kazanmaya başladı, 1530 „lardan sonra giderek ağırlık kazandı ve en güzel örneklerini verdi (Çağman, 1993, s.187-226).

“1530 sonrası Osmanlı minyatürü daha çok kıyafet albümleri ve padişah portreleriyle sürmüştür. Kıyafet albümleri, giyim kuşam, duruş, oturuş, yürüme düzeni ve biçimsel görüntüsü ile minyatürlerin yeri doldurulmaz önemli birer kaynak olduğu söylenebilir” (Ertuğrul‟dan aktaran Bektaşoğlu, 2008).

“17. yüzyılın başında hazırlanın resimli kitaplarda Nakkaş Osman‟ın ve Nakkaş Hasan‟ın üsluplarının etkisi barizdir” (Bağcı, Çağman, Renda ve Tanındı‟dan aktaran Ölçer, 2012).

XVII. yüzyılda resim sanatında bir yandan geleneksel üslup sürdürürken, öte yandan kadın ve erkek kıyafetlerinin günün modasına göre resmedildiği albüm resimleri birdenbire büyük bir önem kazanır. Portre sanatı öne çıkar, tek tek figürler halinde çalışmalar yapılır. Falname‟de yer alan büyük boy kompozisyonlar bu türün tipik örnekleridir. I. Ahmet Albümü, hiç metne bağlı olmayan tek tek figürlerin ya da günlük hayatla ilgili konuların işlendiği örneklerden

oluşur. Serbest bir anlatım üslubu ve çeşitli tipte insanlar giyim özelliklerini belirtmeye özen gösterecek biçimde işlenmiştir. Geleneksel anlatım tarzlarından ayrılan bu üslup örneklerine XVIII. yüzyıl başından günümüze tek sayfa halinde kalan resimler içinde açık havada eğlenirken tasvir edilmiş erkekler, tımarhane, maskeli dansların yapıldığı gece eğlencesi, Galata Mevlevihane‟sinde sema eden Mevleviler, daha önce resme konu olmamış bir meyhane sahnesi gibi ilginç örneklere rastlanmaktadır (İ. Özkeçeci ve Ş. Özkeçeci, 2008, s. 204-205). 17. yüzyıl, özellikle ikinci yarısı Avrupa‟yla diplomatik ve ticari ilişkilerin hızlandığı bir dönem olarak kültür yaşamını da etkilemeye başlamıştır. Bu ilişkiler, Osmanlı saray çevresini ve Türk toplumunun kültür yaşamını da etkilemeye başlamıştır. Elçilik heyetleriyle İstanbul‟a gelen ressamların saray çevresinin ileri gelenleri ve Türk toplumunun çeşitli kesimlerini gösteren resimler yapmaları, Türk elçi heyetlerinin Avrupa‟ya gitmeleri, Avrupalıların Türkleri yakından tanımalarına yol açmıştır. Batıyla yoğun bir diplomatik ilişkinin sürdüğü 17. yüzyıl sonlarında İstanbul esnafından musavirlikle uğraşanlar arasında batılı gezgin ve diplomatik çevrelere satılmak üzere saray ve çevresinin ileri gelenlerinin portrelerinin yapılmasının, Osmanlı toplumunun çeşitli kesimlerini tasvirleyen resim veya albümlerin hazırlanmasının da yaygın bir moda olduğu anlaşılmaktadır (Tanındı, 1996. s. 58).

Seri halde padişah portrelerinin yer aldığı kitap veya albümlerin yapımı 18. yüzyıl boyunca devam etmiştir. Bu eserlerden bazılarında padişah portreleri geleneksel kurallara göre tasvir edilmiş, bazılarında ise Batı sanatının etkisiyle yer yer üçüncü boyutun arandığı, alışılagelmiş kalıpların dışında yeni bir teknik ve üslupta yapılmıştır (Renda‟dan aktaran Çağman ve Tanındı, 1984).

Benzer Belgeler