• Sonuç bulunamadı

Türk Hikâyeciliğinin Cumhuriyet Döneminde Geçirdiği Değişimler,

1. YAZAR, ANLATICI, OKUR VE HİKÂYE KAVRAMLARI ÜZERİNE

1.2. HİKÂYENİN VE TÜRK HİKÂYECİLİĞİNİN SERÜVENİ

1.2.2. Türk Hikâyeciliğinin Dönemleri ve Ayırt Edici Nitelikleri

1.2.2.3. Türk Hikâyeciliğinin Cumhuriyet Döneminde Geçirdiği Değişimler,

Cumhuriyet dönemi edebiyatı,120 Cumhuriyet’in 1923 yılındaki ilanından

başlayıp günümüze kadar devam eden süreci kapsamaktadır. Hemen o yıl hikâye kitabı yayımlanan ve sade, günlük dille yazan Reşat Nuri Güntekin’le zaman zaman

didaktik üslubu benimseyen bir anlayışla yazan Fahri Celal dönemin öncü

hikâyecilerindendir.

Tek hikâye kitabı Bir Mekteplinin Hatıratı ile on dört yaşında edebiyat sahnesine çıkan Peyami Safa, daha sonra romana yönelirken Çehov tarzını Türk hikâyeciliğine taşıyan Memduh Şevket Esendal bir ekolün başlatıcısı olmuştur. Artık 119

Alim Kahraman, “Hikâye” maddesi, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C. 17, İstanbul 1998, s. 496.

120 Ayrıntılı bilgi için bkz. Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatı kitabında Âlim Kahraman’ın

“Cumhuriyet Döneminde Türk Hikâyesi” başlıklı yazısı. Akçağ Yayınları, Ankara 2015, s. 385-

410; Olcay Önertoy, Cumhuriyet Dönemi Türk Romanı ve Öyküsü, İş Bankası Yayınları, Ankara 1984; İnci Enginün, Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatı, Dergâh Yayınları, İstanbul 2001.

51

müstakil bir olaydan değil, hayatın herhangi ve noksan kesitinden bir hikâye yazılabileceğinin kanıtı olan anlayışla, Türk hikâyeciliği onun sayesinde tanışmıştır.

Hikâyeler Birinci Kitap ve Hikâyeler İkinci Kitap, bu tarzı tebarüz ettiren

çalışmalardan oluşmaktadır.

Dönemin hikâyecilerinden Sadri Ertem, hikâyelerinde ekonominin toplum düzenini şekillendirmesindeki rolünü irdelerken Bekir Sıtkı ve Kenan Hulusi de Ertem’in gerçekçiliğe dayalı anlayışını benimserler. Aynı dönemlerde hikâyeler kaleme alan Necip Fazıl ise türde sebat edemese de dünyayla ve kendi zaaflarıyla cedelleşen “ben”in hikâyelerini kaleme almıştır.

İlk hikâye kitabını (Değirmen) 1935 yılında yayımlayan Sabahattin Ali de gerçekçiliği hatta sosyal gerçekçiliği merkezine almıştır hikâyelerinin. Natüralizmin yazarlara armağanı olan trajik sonlar Sabahattin Ali hikâyeciliğinin önemli bir özelliği haline gelmiştir.

Nahit Sırrı Örik, Umran Nazif Yiğiter ve Samet Ağaoğlu’yla hemen hemen aynı dönemde hikâye yayımlamaya başlayan Sait Faik’in, Türk hikâyeciliği için önemli bir merhale olduğunda şüphe yoktur. İstanbul’dan yüz çeviren yazarların aksine onun bütün malzemesini İstanbul’a borçlu olduğunu söylemek mümkündür. Büyük olayların değil, anlatım tarzının peşine düşen Sait Faik alelade sayılacak malzemelerle sanatkârane bir atmosfer oluşturmuştur hikâyelerinde.

Halikarnas Balıkçısı olarak bilinen Cevat Şakir Kabaağaçlı, sürgün olarak Bodrum’a gönderilmesiyle merkezine denizi oturtan masalsı hikâyeler kaleme alırken Ahmet Hamdi Tanpınar, rüya atmosferiyle yazdığı hikâyelerinin ilkini 1936 yılında Ağaç dergisinde yayımlatmıştır.

Şairlikleriyle daha çok bilinen iki dost Cahit Sıtkı Tarancı ve Ziya Osman Saba da bu alanda eser veren yazarlardandır. Cahit Sıtkı hayatı boyunca kurtulamadığı karamsar halinden kaçacağı mutluluk pencerelerini hikâyelerine taşırken Ziya Osman Saba geçmişe özlemi otobiyografik ögelerle süslemiştir hikâyelerinde.

İleride romancı olarak edebiyat tarihine geçecek Kemal Tahir ve Orhan

Kemal de hikâye türünde eser vermişlerdir. Kemal Tahir’in tek hikâye kitabı Göl

İnsanları, uzunluğu bakımından romanın ipuçlarını vermektedir. Orhan Kemal ise

romanlarında yazacağı ya da kullanacağı karakterlerden uzak bir yol izlemeyerek

belli bir bölgenin insanlarını kendi şiveleriyle hikâyelerine taşımıştır.

1939’da yazı hayatına başlayan Aziz Nesin, mizahı modernize ederek onu bir eleştiri mekanizmasına dönüştürüp hikâyelerinin dokusu hâline getirmiş, bozuk düzeni ve insanın böylesi bir toplum içindeki hâlini trajikomik bir üslupla ele almıştır. Ona benzer bir yol izleyip meddah hikâyelerinden esinlenilen eserler kaleme alan Haldun Taner ilk hikâye kitabı Yaşasın Demokrasi’yi 1948’de yayımlamıştır.

Samim Kocagöz, Faik Baysal ve Orhan Hançerlioğlu’yla aynı dönemlerde hikâye yazan Tarık Buğra, anlatılarının merkezine insanı ve onun iç dünyasını yerleştirirken psikolojiye ağırlık verip olay, mekân gibi kavramlardan hikâyesini arındırmayı başararak son derece samimi bir dil yakalamıştır.

50’li yıllara gelindiğinde bireyselleşmenin ağırlık kazandığı görülmektedir. “Öteden beri ihmal edilmiş … birey, bu dönem sanatçıların hikâyelerinde irdelenir

ve asıl kahraman olarak kurgunun merkezine yerleş”121

ir. Bu dönem, gerek dünyada hüküm süren varoluşçuluk felsefesinden etkilenmesiyle gerekse kadın yazarların (Leyla Erbil, Nezihe Meriç gibi) ön plana çıkmasıyla gerek İkinci Yeni şiir anlayışının hikâyeye de sirayet etmesiyle ve gerekse köy enstitülerinin (başta Fakir Baykurt aracılığıyla) edebiyatta ağırlık kazanmasıyla öne çıkmaktadır. Bu kuşağın anlatıcı tercihlerine düşünce yapılarının yansıdığı görülmektedir:

“bu öykücülerin çoğunlukla birinci kişi anlatıcıyı tercih ettikleri gözlemlenir. Bireysel konuların önem kazandığı, yazarlar tarafından öncelikle bireyin düşüncelerini, hayallerini, sevgi ve nefretlerini en dolaysız biçimde yansıtmanın amaçlandığı bu dönemde, anlatıcı olarak birinci kişinin

121 Sinan Bakır, “1950 Sonrası Türk Hikâyesinde Anlatıcı-Anlatım Teknikleri İlişkisi (Orhan

Kemal, Leylâ Erbil, Mustafa Kutlu)”, (Yüksek Lisans Tezi), Çanakkale 2015, s. 51.

53

seçilmesi oldukça doğaldır. Anlatıcının üçüncü kişi olduğu öykülerde de, karakterin bakış açısının kullanıldığı ve onun aklından geçenlerin mümkün olduğu kadar dolaysızca yansıtıldığı görülür.”122

Bunun sebeplerinin başında iki dünya savaşının ardından gelen, toplumsal ve ekonomik alanda yaşanan travmalardır. Özellikle Batı’da insanın dünyaya –hatta Tanrı’ya karşı- bakışı kökten değişim geçirmiştir. Karamsarlık ve içe kapanıklık hâkim duygu haline gelince Türk sanatçılar da bir süre sonra –dünya savaşlarına katılmadıkları halde- bundan etkilenmişlerdir. Ortaya çıkan edebiyat anlayışı bu hislerle doğru orantılı şekilde biçimlenmiştir. Hikâye yeniden form kazanıp eski alışkanlıklarını değiştirmiştir. Giriş-gelişme-sonuç kuralı tek gerçek olmaktan çıkınca hikâyeciler, “modernist anlatım biçimleri geliştirmiş, şimdi ile geçmişin,

hayal ve gerçeğin iç içe geçtiği öyküler yazmışlardır.”123

60’lı yıllara gelindiğinde bir yanda Bekir Yıldız, Adalet Ağaoğlu gibi toplumcu yazarların, diğer yanda Rasim Özdenören, Sezai Karakoç, Cahit Zarifoğlu gibi İslamcı yazarların edebiyat sahnesine çıkmaya hazırlandığı görülmektedir.

70’li yıllara damgasını vuran ve bilinç akışıyla yeni bir üslup belirleyen Oğuz Atay, tek hikâye kitabı Korkuyu Beklerken’i yayımlamıştır. Aynı dönemde Nurettin Topçu çizgisini takip ederek toplumsal gerçekçi bakış açısına İslami bir yön veren Mustafa Kutlu, hikâyelerini çarpık şehirleşme, toplumsal dönüşüm, göç gibi temalarla şekillendirmiştir.

80’li ve 90’lı yıllarda Hüseyin Su, Cemal Şakar, Cihan Aktaş, Ali Haydar Haksal, Fatma Barbarosoğlu, Ramazan Dikmen, Ayfer Tunç, Murat Gülsoy, Murat Yalçın, Nazan Bekiroğlu gibi hikâyecilerin ön plana çıktığı yıllar olmuştur.

122

Jale Özata Dirlikyapan, Kabuğunu Kıran Hikâye-Türk Öykücülüğünde 1950 Kuşağı, Metis Yayınları, İstanbul 2010, s. 162.

123

A.g.e., s. 158.

54

2000’li yıllar ise hikâyenin her zamankinden çok revaçta olduğu yıllar olarak tarihe geçecektir. Postmodern eğilimler, soyut anlatılar, şiir-deneme ortaklıklarıyla kaleme alınan hikâyeler, bu dönemin belirleyici vasıfları olarak öne çıkmaktadır.

Cumhuriyet dönemi edebiyatını124

tek bir çizgi olarak betimlemek mümkün değildir. Yaklaşık yüz yıllık bir edebiyat dönemi gerek uzunluğu gerek dünyada hızla değişen politik durumlar nedeniyle içinde pek çok edebî eğilimi barındırır. Bu sebeple cumhuriyet edebiyatı hikâyeciliğini bir bütün olarak ele almak oldukça güçtür.