• Sonuç bulunamadı

Tâbiîn, Tebeüʾt-tâbiîn ve Diğer Şahsiyetler

I. BÖLÜM

1.2. Dini Şahsiyetler, Tarikatlar ve Temsilcileri

1.2.1. Dini Şahsiyetler

1.2.1.3. Tâbiîn, Tebeüʾt-tâbiîn ve Diğer Şahsiyetler

45 aynı zamanda İranlı olması onun sadece Arap kültüründe değil Acem kültüründe de kendisine yer bulmasını sağlamıştır. Schimmel bu hususu şöyle ifade eder: “Acem asıllı olan Selmân-ı Fârisî tasavvuf kültüründe mânevî evlatlığın ve sülûkun örneği olmuştur.

Arap dünyasını Acem geleneği ile birleştiren bir isimdir. Onun rûhânîliği Acem tasavvufunun bariz örneğidir. Acem asıllı olan Selmân-ı Fârisî tasavvuf kültüründe mânevî evlatlığın ve sülûkun örneği olmuştur. Arap dünyasını Acem geleneği ile birleştiren bir isimdir.” 213

Hz. Ali’nin Resuluʾllâh’ın gözetiminde hırka giydirdiği üç sahâbeden biri Selmân-ı Fârisî’dir. Kendisi de kuşandSelmân-ığSelmân-ı hSelmân-ırkaySelmân-ı yedi sahâbeye giydirerek “sahib-i pişvâ”

yapmıştır. 214 Hz. Ali, Resulullah’tan aldığı izinle cihaz-ı fakrı (fakirlik-zühd kemerini) on yedi kişinin beline bağlamıştır. İlk bağladığı kişi Selmân-ı Fârisî’dir. Bu nedenle Selmân’ın sûfîler nezdindeki mertebesi dört halifeden hemen sonra gelir. 215

46 kendisine ait makâm ve türbeler bulunmaktadır.217 Ancak “Veysel’in Sıffin Savaşı’nda öldüğü yolundaki rivâyetlerin genel kabul gördüğü, bu savaşın da Suriye’nin Rakka şehri yakınlarında vuku bulduğu dikkate alınırsa asıl kabrinin bu şehirde olması ihtimali güç kazanır.” 218

Hz. Üveys ile Hz. Muhammed birbirlerine ziyâdesiyle sevgi ve muhabbet beslemişler. Hz. Muhammed: “Rahman’ın nefesini Yemen’den alıyorum.” 219 “Tâbiînin hayırlısı Üveys’tir.” 220 sözleriyle Hz. Üveys’e olan sevgisini dile getirmiştir. Hz.

Muhammed’in bu sevgisine karşılık Üveys’in de Hz. Muhammed’in Uhut’ta dişleri kırılınca aynı acıyı hissetmek için iki dişini kırdığı ayrıca Resuluʾllah’ın vefatından sonra Medine’ye gelince kendisine kabrini gösterdikleri vakit ağladığı ve Resulullah’ın yattığı bir yerde yaşayamayacağını söyleyerek oradan ayrıldığı rivâyet edilir.221

Rivâyete göre Hz. Üveys, Hz. Muhammed’i görmeyi çok arzulamasına rağman âmâ olan annesinin rızası olmadığından onu görmeye gidememiştir. Bir gün kısa bir süreliğine annesinden izin alan Üveys Medine’ye gelmiş, Hz. Muhammed’i evde göremeyince tekrar Yemen’e geri dönmüştür. Hz. Muhammed vefat etmeden önce hırkasını çıkarıp Hz. Ömer ve Hz. Ali’ye vererek bunu Üveys el-Karânî’ye vermelerini söylemeleri üzerine Üveys, Küfe’ye yerleştiği vakit hırkayı kendisine teslim etmişler.222

Mutasavvıfların bir kısmı Hz. Üveys ile Hz. Muhammed’in birbirlerini görmeden mânevî bağ kurmalarından yola çıkarak bir mürşid-i kâmili zâhiren görmeden rüya veya râbıta gibi mânevî yollarla ondan feyiz alınabileceğini ileri sürmüştür.223 Bir şeyhin yanına gitmeden manen kendisinden feyiz almak, anlamına gelen “Üveysîlik” ıstılâhını ilk defa Feridüddîn Attâr Tezkiretüʾl-Evliyâ adlı eserinde dile getirmiştir. 224

İslam coğrafyasında Üveysî oldukları söylenen mutasavvıfların başında İbrahim b.

Ethem gelmektedir. Kendisi Belh hükümdarıyken bir av sırasında gayıptan duyduğu bir sesle (Hızır) tacını tahtını bırakarak zühd yolunu seçmiştir. 225 Üveysî yolla mânevî feyiz

217 Tosun, Necdet, "Veysel Karanî", TDV İslam Ansiklopedisi, C. 43, Türk Diyanet Vakfı Yayınları, İstanbul 2013, ss.74-75, s.74.

218 Age. , s. 74.

219 Buhari, IV,71.

220 İbn Saʿd, 6, 205.

221 Bk. Feridüddîn Attâr, Tezkiretüʾl-Evliyâ, Haz. Süleyman Uludağ, İlim ve Kültür Yayınları, İstanbul 1985, s. 62-64.

222 Age. , s. 64.

223 Feridüddîn Attâr, 1985, s. 69; Tosun, 2013, s.74.

224 Feridüddîn Attâr, 1985, s. 69; Tosun, 2013, s. 69.

225 Bk. Feridüddîn Attâr, 1985, s. 195-196.

47 alan sûfîlerin kim olduklarıyla ilgili olarak Tosun şöyle der: “Tasavvuf kaynaklarında Üveysîlikle nitelenen ilk sûfî İbrahim bin Edhem’dir. Onun Hızır’dan yahut Veysel Karânî’nin ruhâniyetinden feyiz aldığı nakledilir. Yine ilk dönem sûfîlerinden Bayezîd-i Bistâmî’nin Câfer eʾs-sâdık’tan Üveysî yolla mânevî eğitim gördüğü kabul edilir.” 226 Tasavvuf Mecmûʿası’nda da geçtiği üzere kadın sûfîlerden olan Râbiʿatüʾl-ʿAdeviyye Üveys’le mânevî bağ kurarak kendisiyle konuşmuştur. 227

1.2.1.3.2. Hasan-ı Basrî (ö. 728)

Asıl adı, el-Hasan İbni Ebiʾl-Hasan Yesâr el Basrî’dir. 641 senesinde Medine’de Fars bir anne ve babadan dünyaya gelmiştir. Babası, ashâbdan Zeyd bin Sâbit’in kölesi Cafer’dir. Annesi, Hz. Muhammed’in zevcelerinden Ümmü Seleme’nin câriyesidir.

Hasan-ı Basrî dünyaya gelince anne ve babası azat edilmiştir.228Başta Hz. Muhammed olmak üzere pek çok sahâbenin duasını alan Hasan-ı Basrî, 229henüz küçük yaşlarda iken Medine’de bulunduğu sırada Arapçayı öğrenmiş, on iki on üç yaşlarına gelince Kur’ân’ı ezberlemiştir. Hz. Osman, Hz. Ali, Abdullah bin Abbâs gibi ashâbın önemli şahsiyetlerinin sohbetinde bulunmuştur. Görüştüğü ashâbın sayısının yetmişi Bedir ehli olmak üzere yüz otuz civarında olduğu söylenmektedir.230

Gerek Hz. Muhammed’in duasının bereketi gerekse beslendiği ilim kaynaklarının sağlamlığı dolayısıyla hadis, fıkıh ve tefsir alanında pek çok eser kaleme alan Hasan-ı Basrî, Hz. Ali’nin halifeliği esnasında Basra’ya gitti. Kısa bir süre Basra kadılığı yaptıktan sonra istifa ederek ömrünün sonuna kadar halkı irşâd etmek amacıyla ilim ve vaazla meşgul olmaya başladı.231 “İlimdeki şöhreti, ahlâkı, ders vermedeki üstünlüğü her tarafa yayıldı. Derslerinde ve vaazlarında pek çok insan toplanırdı. Hatta sohbetinden istifâde etmek için gelenlerle evi dolup taşardı. O zamanın devlet adamları da ilminden istifade etmek için ona başvururdu.” 232 Bu nedenle Hasan-ı Basri, Basra halkının gönlünde taht kurmuş bir şahsiyettir. Arap olmayan bir kadınla yaptığı evlilikten Said ve Abdullah adında iki oğlu oldu. M. 728 yılında vefat etti.233

226 Tosun, 2012, s. 400.

227 Tasavvuf Mecmûʿası, Vr. 95a.

228 İslam Âlimleri Ansiklopedisi, 1985, s. 225.

229 Feridüddin Attar, Tezkiretü’l-Evliyâ, Çev. Mahmud Sami Ramazanoğlu, (1. Baskı), Erkam Yayınları, İstanbul 2007, s. 33.

230 Uludağ, Süleyman,"Hasan-ı Basrî", TDV İslam Ansiklopedisi, C. 16, Türk Diyanet Vakfı Yayınları, İstanbul 1997, ss. 291-293, s. 291; İslam Âlimleri Ansiklopedisi, 1985, s. 225.

231 Uludağ, 1997, s. 291.

232 İslam Âlimleri Ansiklopedisi, 1985, s. 225.

233 Uludağ, 1997, s. 291.

48 Mutasavvıfların isimleri, hayat hikâyeleri ve tabakaları hakkında bilgi veren Sülemî Tabakatuʾs-Sûfiyye’sinde, Kuşeyri ise Risâle’sinde Hasan-ı Basrî’yi sûfîler arasında göstermemiştir. Ancak zühdü, takvası, dünya malına önem vermemesi ve İslam ilminin ilk kaynakları olan ashaptan aldığı dersler dolayısıyla tasavvuf düşüncesine büyük ölçüde tesir eden ve ilk dönem zahitlerin en büyüklerinden biri kabul edilen Hasan-ı Basrî, “pek çok tarikatın silsilesinde yer alması ve ilk tasavvufî düşüncenin sahibi sayılması dolayısıyla tasavvuf tarihinde bir mektep olarak değerlendirilmiştir.” 234 Ayrıca Hicrî II.

yüzyıla kadar kullanılmayan “sûfî” kelimesini ilk olarak kendisinin kullandığı kaynaklarda söylenir.235

Hz. Muhammed ve çok sayıda sahâbenin hayır duasını alması, derin ilmi, olaylar karşısındaki hikmetli ferâseti, kimseden korkup çekinmeyen büyük cesareti, dünyaya değer vermeyen zühdî yaşantısı gibi nedenlerle sûfîler nezinde önemli bir konuma sahip olan ilk dönem zahitlerden Hasan-ı Basrî, pek çok tarikat silsilesinde yer almıştır.236

Tasavvuf Mecmûʿası’nda Hasan-ı Basrî’nin ilmi faziletlerinin anlatıldığı bir menkıbeyle birlikte 237 Hasan-ı Basrî’nin semâ, mürit, helal lokma gibi konular hakkında fıkhî görüşlerine de yer verilmiş 238 , Halvetiyye ve Nakşibendiyye tarikatları silsileleri içerisindeki yerine değinilmiştir.239

1.2.1.3.3. Câfer-i Sâdık (ö. 765)

Hz. Ali’nin torunu, on iki imamın altıncısı ve tâbiîn büyüklerinden olan Câfer’i Sâdık’ın asıl ismi Ebû Abdillâh Caʿfer bin Muhammed el-Bâkır bin Alî Zeyne’l-âbidîn’dir. Annesi Ümmü Ferve’dir. M. 702 senesinde Medine-i Münevvere’de doğmuş, M. 765 senesinde yine Medine’de vefat etmiştir. Künyesi Ebû Abdullah’tır; ayrıca Fâdıl, Tâhir, Atır, Sâbir lakaplarıyla da tanınmıştır.240 Babası Zeynelâbidîn’in oğlu Muhammed Bâkır’dır. Onun babası Hz. Hüseyin ve onun babası da Hz. Ali’dir. Câfer-i Sâdık’ın nesep silsilesi Hz. Ali’nin zevcesi Hz. Fâtıma’dan Hz. Muhammed’e dayandığından silsile-i

234 Yılmaz, Hasan Kamil, Ana Hatlarıyla Tasavvuf ve Tarikatlar, (10. Baskı), Ensar Neşriyat Yayınları, İstanbul 2004, s. 101.

235 Sühreverdi, 1993, s. 73.

236 Uludağ, 1997, s. 291.

237 Tasavvuf Mecmûʿası, Vr. 87a.

238 Tasavvuf Mecmûʿası, Vr. 53a, 93a, 99a, 124b.

239 Tasavvuf Mecmûʿası, Vr. 109a, 128b.

240 Bk. Öz, Mustafa, " Câfer es-Sâdık ", TDV İslam Ansiklopedisi, C. 7, Türk Diyanet Vakfı Yayınları, İstanbul 1993, ss. 1-3.

49 âliyye veya altın silsile olarak tanımlanan, pek çok tarikat ve meşayihin neseplerini dayandırdığı “Silsiletüʾz-zeheb” içerisinde dördüncü sırada yer alır.241

Câfer-i Sâdık; ilim, ibadet, ahlak ve fazilet deryası bir şahsiyettir. Ashâptan Enes bin Mâlik ve Sehl bin Saʿd’dan dersler almıştır. Dinî ve fennî ilimlere damgasını vuran çok sayıda âlim onun talebesidir. Hanefi mezhebinin kurucusu İmâm-ı Aʿzam Ebû Hanife, Süfyân mezhebinin kurucusu büyük muhaddis Süfyân-ı Servî ve kimya ilminin babası sayılan Câbir bin Hayyân bunlardan birkaçıdır.242

İmam Câfer-i Sâdık’ın vefatından sonra oğulları İsmâil ve Musâ Kâzım’ı imam olarak kabul eden Şîa, İsmâil adına istinâden “İsmâiliyye” ve Musa Kâzım adına istinâden

“İsnâaşeriyye” olmak üzere iki farklı kola ayrılmıştır. İsnâʿaşeriyye kolu İmâm Câfer’i Sâdık’ın fıkhi görüşleri çerçevesinde onun adına istinâden “Câferiyye” mezhebini kurmuşlar.243

Tasavvuf Mecmûʿası’nda “fütüvvet-nâme-i Câfer-i Sâdık” başlığı altında tasavvufun ahkâm ve erkânı, hırka giyme ve posta oturmanın âdâbına dair karşılıklı soru cevap şeklinde Câfer-i Sâdık’ın görüşlerine yer verilmiştir.244 Ayrıca Câfer-i Sâdık’ın büyük sûfîlerden aynı zamanda kendi talebeleri olan Beyâzıd-i Bistâmî 245 ve Dâvûd-i Tâî’ye 246 verdiği nasihatlere dair iki menkıbe ve Nakşibendiyye tarikatı silsilesindeki yerine dair bilgi yer almaktadır.247

1.2.1.3.4. İbrahim b. Edhem (ö. 772)

Tâbiînden ve evliyânın büyüklerinde olan İbrahim Ethem M. 714 senesinde Belh şehrinde doğmuş, M. 779 senesinde Şam’da vefat etmiştir. İsmi İbrahim b. Ethem b.

Mansur, künyesi Ebû İshak’tır. Nesebi Hz. Ömer’e dayanır. Ebû Hanife, Fudayl b. İyaz ve İmran b. Musa gibi meşhur âlimlerin sohbetine katılarak onlardan feyiz almış, Üveysî yolla mânen Veysel Karânî’nin ruhâniyetinden istifade etmiştir. Aynı zamanda Şakik-i Belhî gibi önemli sûfî şahsiyetlerin yetişmesini de sağlamıştır. 248 İbrahim b. Edhem,

241 İslam Âlimleri Ansiklopedisi, 1985, s. 154.

242 İslam Âlimleri Ansiklopedisi, 1985, s. 155.

243 Bk.Öz, 1993, s. 1-3.

244 Tasavvuf Mecmûʿası, Vr. 115b-120a.

245 Tasavvuf Mecmûʿası, Vr. 88a.

246 Tasavvuf Mecmûʿası, Vr. 61a

247 Tasavvuf Mecmûʿası, Vr. 128b.

248 Bk. İslam Âlimleri Ansiklopedisi, 1985, s. 259.

50 mutasavvıflarca örnek alınan önemli bir şahsiyet olduğundan kendisine nispetle

“Edhemiyye” tarikatı kurulmuştur. 249

İlk beş asrın sûfîleriyle ilgili en yaygın bilgileri veren Sülemi, Tabakatüʾs-Sûfîye adlı eserinde onları beş tabakaya ayırmış, birinci tabakada Horasan’ın ilk büyük sûfîleri olan Fudayl b. İyâz ve Zünnûn-ı Mısrî’den sonra üçüncü sırayı İbrahim b. Edhem’e ayırmıştır. Kuşeyri ise meşayihlerin tanıtımı babında ilk olarak onu tanıtmıştır. Bu durum onun sûfîler nezdindeki derecesini göstermesi bakımında önemlidir.

İbrahim b. Edhem’in kim olduğu, ne şekilde zühdü tercih ettiği ve hayatı hakkında ihtilâflı görüşler vardır. Bazı kaynaklarda Belh şehrinin hükümdarıyken etkilendiği bir olay nedeniyle tacını tahtını bırakarak kendisini zühd ve ibâdet yoluna adadığı söylenmektedir. Bazı kaynaklarda ise pek çok hizmetçisi bulunan zengin ve meşhur bir ailenin çocuğu veya hükümdarın oğlu olduğundan bahsedilir. 250 Kuşeyri, İbrahim b.

Edhem’in Belh dolaylarından olduğu ve hükümdarların soyundan geldiğini; 251 Feridüddin Attar Belh şehrinin padişahı olduğunu, Allah’ın hidâyeti ve Hızır’ın delâleti ve ikazıyla sultanlığı bırakıp Allah yolunu seçtiğini söyler.252

Hayatına dair kesin bilgiler olmamasına rağmen kaynaklarda hakkında en çok menkıbe söylenen İbrahim b. Edhem’in mezarının farklı yerlerde olması kendisinin halk nezdinde ne kadar çok sevildiğinin delilidir. 253

Tasavvuf Mecmûʿası’nda en çok menkıbesi geçen sûfî İbrahim b. Edhem’dir.

Eserde onun Belh sultanıylen tahtını bırakarak tasavvuf yolunu seçmesi, nefis ve şaytanla mücadelesi, tevekkülü ve zühdî yaşantısına dair altı menkıbe yer almaktadır.254

1.2.1.3.5. Süfyân-ı Sevrî (ö. 772)

Asıl adı Ebû Abdullah Süfyân bin Saîd bin Mesrûk es-sevrî el-Kûfî’dir. Künyesi Ebû Muhammed veya Ebû Abdullah’tır. M. 713 senesinde Kûfe’de doğdu. 778’de Basra'da vefât etti. Tebeuʾt-tâbiîn büyüklerindendir. Muhaddis, müfessir ve mutasavvıf olarak çok yönlü bir kişiliktir. 255

249 Bk. Öngören, Reşat, "İbrâhim b. Edhem", TDV İslam Ansiklopedisi, C. 21, Türk Diyanet Vakfı Yayınları, İstanbul 2000, ss. 293-295.

250 Bk. Kuşeyrî, 1980, s. 41; İslam Âlimleri Ansiklopedisi,1985, s. 260.

251 Kuşeyrî, 1980, s. 41.

252 Feridüddin Attar, 2000, s. 41.

253 Aybayrak, Nurettin, "İbrahim b.Edhem",TDV İslam Ansiklopedisi, C. 21,Türk Diyanet Vakfı Yayınları, İstanbul 2000, s. 295.

254 Tasavvuf Mecmûʿası, Vr. 82b, 86b, 90a, 93b, 95a.

255 Bk. Özdilek, Recep, Çavuşoğlu, Ali Hakan, "Süfyân-ı Sevrî", TDV İslam Ansiklopedisi, C. 38,Türk Diyanet Vakfı Yayınları, İstanbul 2010, ss. 23-28, s.23; İslam Âlimleri Ansiklopedisi, 1985, s. 423.

51 Süfyân-ı Sevrî, Abbasi halifesi Mansûr’un kadılık teklifini kabul etmediği için öldürülme endişesinden ötürü uzun bir süre kendisini gizlediğinden, başkasına muhtaç olmamak için zaman zaman ticaretle uğraşmasına rağmen maddî sıkıntılar içerisinde bir hayat yaşamıştır.256

Cafer-i Sâdık’tan dersler alan Süfyân-ı Sevrî, Hicri VII. yüzyıla kadar varlığını devam ettiren “Sevrî” mezhebinin kurucusudur.257 Râbiʾatü’l-Adeviyye ve İbrahim b.

Edhem’le aynı dönemde yaşamış ve kendileriyle sohbet arkadaşlığı yapmıştır.258 Süfyân-ı Sevrî’nin Râbiʾatüʾl-Adeviyye’ye bazSüfyân-ı meseleri sorduğu, kendisinden feyizlendiği ve onun öğütlerini ve dualarını aldığı rivâyet edilir.259

Tasavvuf Mecmûʿası’nda Sufyân-ı Sevrî’nin Fudayl b. İyâz’la birlikte sabaha kadar Kurʾân ve zikirle meşgul olduklarına dair bir menkıbe yer almaktadır.260

1.2.1.3.6. Râbia el-Adeviyye (ö. 801?)

Tâbiînin büyük hanım evliyâlarından olan kadın sûfî Râbiʿa Basra’da doğmuş, Kudüs’te vefat etmiştir. Babasının adı İsmail’dir. Künyesi Ümmüʾl-Hayr’dır.261 Kadın evliyânın ilki ve en büyüğü olarak bilinen Rabiʿa el-Adeviyye, fakir bir ailenin dördüncü kızı olduğu için kendisine “Râbiʿa” ismi verilmiştir. Fakir ve kimsesiz bir aile ortamında doğan Râbiʿa, anne ve babasını kaybettikten sonra Basra’da zuhur eden büyük bir kıtlık sırasında ailesi dağılınca zalim birinin eline düşmüş; o da kendisini köle olarak satmıştır.

Ancak Râbia, tüm sıkıntılara rağmen Allah’la olan bağını kesmemiş; ilâhî aşkın verdiği kuvvetle bütün zorlukların üstesinden gelmiştir.262

Râbiʿa el-Adeviyye; Hasan-ı Basrî, Mâlik b. Dinâr, Marûf-i Kerhî gibi tasavvufun önde gelen sûfîlerinin başını çektiği Basra tasavvuf ekoluna mensuptur. Basra ekolu eleştirel yön barındırdığından bu mektep tasavvufî anlayış olarak iki anlayış üzerine varlığını devam ettirmiştir: Bunlardan ilki ehl-i Sünnet anlayışını sistemleştiren büyük mutasavvıf ve müceddit Hasan-ı Basrî’nin başını çektiği “korku ve hüzün” anlayışı diğeri

256 Bk. Akpınar, Ömer Faruk, "Süfyâne es-Sevrî’nin Hayatı ve Eserleri", Ulusal İslam Araştırmaları Dergisi, 2014, C. 22, ss.115-167, s.124-127.

257 Özdilek, Çavuşoğlu, 2010, s. 27.

258 Tek, Abdurrezak, "Süfyân-ı Sevrî/Tasavvuf", TDV İslam Ansiklopedisi, C. 38,Türk Diyanet Vakfı Yayınları, İstanbul 2010, s. 28.

259 Bk. Ebû Abdurrahmân es-Sülemî, Zikruʾn-Nisvetiʾl-Müteabbidâtiʾs-Sûfiyyat-Kendini İbadete Adayan Sûfî Kadınlar-Tah. Mahmud Muhammed et-Tanâhî, Çev. Ali Akay,(1.Baskı), İlk Harf Yayınları, İstanbul 2012, s. 30.

260 Tasavvuf Mecmûʿası, Vr. 91b, 93a.

261 Bk. Küçük, Hülya, Ceyhan, Semih, "Râbia el-Adeviyye", TDV İslam Ansiklopedisi, C. 34,Türk Diyanet Vakfı Yayınları, İstanbul 2007, ss. 380-382, s.380.

262 Bk. Feridüddîn Attar, 1985, s. 111-112.

52 ise tasavvuf ve zühd yaşamına ilâhî aşkla yeni bir yorum getiren Râbia el-Adeviyye’nin öncülüğünde yürüyen büyük mutasavvıf Marûf-i Kerhî’nin de dâhil olduğu “ilâhi aşka dayalı zühd” anlayışıdır. Râbiʿa el-Adeviyye’nin zühd anlayışı “Allah aşkı” temelliyken Hasan-ı Basrî’nin zühdü “Allah korkusu” temellidir.263

Râbʿa; kendisine gelinceye kadar hüzün, Allah ve cehennem korkusu üzerine inşa edilen mutasavvıfların zühd anlayışına yeni bir yorum getirerek tasavvufu Allah aşkı ve gönlünde Allah’tan başka kimseye yer açmama üzerine temellendirmiştir.264

Tasavvuf Mecmûʿası’nda ibadetin sadece Allah sevgisiyle yapılması ve sıkıntılar karşısında Allah’tan başka kimseden yardım dilenmemesi gerektiğine dair Râbia el-Adeviyye’nin yaşantısından kesitlerin aktarıldığı iki menkıbe bulunmaktadır. 265

1.2.1.3.7. Şakîk-i Belhî (ö. 780)

Tebeuʾt-tâbiʿîn büyüklerinden olup asıl ismi Ebû Ali Şakîk b. İbrahim el-Ezdî’dir.

Belh’te doğan Şakîk’in doğum tarihi belli değildir. Servet sahibi bir aileden dünyaya gelen Şakîk ticaretle uğraşırdı. Horasan meşayihinden olup büyük mutasavvıf İbrahim b.

Edhem ve Ebû Hanife’nin derslerinde bulunduğu ve kendisinden feyiz aldığı, ayrıca Râbia el-Adeviyye ve Malik b. Dinar’la da görüştüğü rivâyet edilir. Aynı zamanda pek çok talebe yetiştiren Şakîk, evliyâdan Hâtem el-Esam’ın da hocasıdır. Maveraunnehir bölgesinde küffârla yapılan Kûlân savaşına katıldığı ve bu savaşta şehit olduğu rivâyetlerde geçmektedir.266

Şakîk-i Belhî’nin zühd anlayışında rızık konusunda Allah’a tam bir teslimiyet ve tevekkül hali vardır. Onun düşüncesine göre rızık için çabalamak tevekküle aykırıdır.Bu düşüncesiyle rızıkta gelecek endişesinin taşınmaması gerektiğine dair Allah’a karşı sonsuz tevekkül anlayışıyla tasavvufta yeni bir çığır açar. On göre Allah nasıl ki insanı yarınki namazdan ötürü şu anda sorumlu tutmuyorsa insan da yarının rızkını Allah’tan sorumlu tutmamalıdır.267

İlk dönem mutasavvıf müelliflerin tamamı Şakîk’in tevekkül anlayışına değinmişlerdir: Sülemî, tevekkül yolundaki tavrının hoş olup bu konuda güzel sözleri

263 Bk. Yılmaz, 2004, s. 106-110.

264 Tasavvuf Mecmûʿası, Vr. 82a, 97a.

265 Tasavvuf Mecmûʿası, Vr. 82a, 97a.

266 Bk. Ebû Abdurrahman es-Sülemî, Tabakatuʾs-Sûfiyye, Çev. Abdurrezak Tek, (1.Baskı), Bursa Akademi Yayınları, Bursa 2018, s. 27; Bolat, Ali, "Şakîk-ı Belhî", TDV İslam Ansiklopedisi, C. 38,Türk Diyanet Vakfı Yayınları, İstanbul 2010, ss. 305-306, s. 305; İslam Âlimleri Ansiklopedisi, 1985, s. 401.

267 Bolat, 2010, s. 305.

53 olduğunu268; Attâr, fazilet sahipleri içerisinde mütevekkil olduğunu269; Kuşeyrî ise tevekkül konusunda geniş bir bilgisi bulunduğunu belirtir. 270

Tasavvuf Mecmûʿası’nda Şakîk-i Belhî’nin vaaz ve nasihatlerine dair bir menkıbe271 ve otuz yıl boyunca yanında kalan talebesi Hâtem el-Esâm’a bunca ilminden ne öğrendiğini sorduğunda Hâtem’in kendisine ilimden edindiği sekiz faydayı tafsilatlı anlattığı bir bölüm yer almaktadır.272

1.2.1.3.8. Davûd-i Tâî (ö. 781)

Asıl ismi Ebû Süleyman Davud b. Musayr Et-Tâî’dir. Doğum yılı belli değildir.

Horasanlı olup Hanefi mezhebi imamı Ebû Hanife’nin talebesi ve büyük zatlardan Habib-i Acemî’nHabib-in halHabib-ifesHabib-idHabib-ir. Tanınmış büyük sûfîlerden Marûf-Habib-i Kerhî, Davûd-Habib-i Tâî’nHabib-in mürididir. Ebû Hanife’nin yanında yirmi yılı aşkın fıkıh ve hadis derslerini okuyan Dâvud-i Tâî, fıkıh alanında önemli bir seviyeye gelmiştir. Zühdî yaşantıya yöneldikten sonra kitaplarını Fırat nehrine attığı söylenir. M. 781 senesinde Bağdat’ta vefat etmiştir.273

Davûd-i Tâî, kanâatın zirvesini yakalayan bir şahsiyettir. O kanâatı ve zühdüyle kendinden sonraki sûfîlere örnek olmuştur. Zühd hayatını seçtiği vakit üzerinde bulunan yirmi akçeyle yirmi yıl idare ettiği rivâyetlerde anlatılır.274

Davûd-i Tâî’nin başka bir meziyeti de haram ve şüphelerden kaçınma konusunda çok hassas davranan, makâm ve hediye kabul etmeyen bir zâhit olmasıdır. O, varlıklı olmasına rağmen dünya malına kıymet vermeyen bir şahsiyetti. Müridi olan Marûf-i Kerhî, Davûd kadar dünyayı hakir gören kimseyi görmediğini söyler. Yine Attar’ın aktardığına göre babasından kendisine çok sayıda ev miras kalan Dâvûd-i Tâî; bir eve girer, yıkılıncaya kadar o evde kaldıktan sonra başka bir eve taşınırdı. Evleri niçin tamir etmediğini soranlara, dünyayı imar etmemek üzerine Allah’a söz verdiğini söylemiştir.275

268 Ebû Abdurrahman es-Sülemî, 2018, s. 27.

269 Feridüddîn Attâr, 1985, s. 267.

270 Kuşeyrî, 1980, s. 55.

271 Tasavvuf Mecmûʿası, Vr. 72b.

272 Tasavvuf Mecmûʿası, Vr. 142a-144a.

273 Bk. Kara, Mustafa, "Dâvûd et-Tâî", TDV İslam Ansiklopedisi, C. 9, Türk Diyanet Vakfı Yayınları, İstanbul 1994, ss. 48-49.

274 Kuşeyrî, 1980, s. 53.

275 Feridüddîn Attâr, 1985, s. 300.

54 Tasavvuf Mecmûʿası’nda Davûd-i Tâî’nin zühd ve takvasına dair bir menkıbe 276, Halvetiyye tarikatı silsilesindeki yeri 277 ve önceleri Mecusi olan Marûf-i Kerhî’nin Dâvûd-i Tâî sohbetlerine katılarak büyük meşayihten olduğundan bahsedilir. 278

1.2.1.3.9. Fudayl b. İyâz (ö. 803)

Asıl adı Ebû Alî el-Fudayl b. İyâz b. Mesʿûd et-Temîmî el-Yerbûî olup Horasan’ın ilk büyük sûfîlerdendir. Semerkand’da doğmuş, Ebiverd’de büyümüştür. M. 803 senesinde Mekke’de vefat etmiştir.279

Fudayl b. İyâz, tasavvuf kaynaklarından gelen muhtelif rivâyetlere göre önceleri yol kesici bir eşkıyâ iken etkilendiği bir olaydan ötürü tevbe ederek memleketini terk etmiş ve Küfe’ye gitmiştir. Küfe’de iken Ebû Hanife, Süfyân-ı Sevrî gibi zahitlerin sohbnetinde bulunmuş ve ömrünün sonuna kadar ilim ve ibadetle meşgul olmuştur.

Büyük mutasavvıflardan Bişr-i Hâfî ve Serîr Sekâtî’nin yetişmesine katkıda bulunmuş ve kendilerine mürşitlik yapmış büyük bir şahsiyettir.280

Fudayl b. İyad, zühdî yaşantıya yeni bir yorum getirerek Allah’a ulaşmanın yolunun gönül zenginliği ve samimiyetten geçtiğini ifade etmiştir. Onun anlayışına göre zühd, kişinin nefsini yenmek için hoşa giden yiyeceklerden perhiz etmesi değil, insana faydalı amelleri işlemesidir. Abdurrahman es-Sülemî, onun bu hususta şöyle dediğini aktarır:

“Bize göre [Hakk’a giden yolda] amacına ulaşan, buna çok namaz kılmak ve oruç tutmakla değil; gönül zenginliği, kalp selâmeti ve ümmete nasihatıyla ulaşmıştır. Kişi çok namaz kılıp oruç tutarak değil gönül zenginliği, samimiyet ve vicdanlı olmakla Allah’a yaklaşmış olur.” 281

Fudayl b. İyaz, insanların en hayırlısı insana faydalı olandır, anlayışından hareketle sosyal yardımlaşma ve dayanışmaya teşvik etmekle tasavvufta yeni bir çığır açmıştır. Bu hususta Yahyâ b. Muâz’ın aktardığına göre: “Bir gün Fudayl b. İyâz’ın yanında bir adamdan sitâyişle bahsettiler. Dediler ki: ‘O zât, ağzına helva almaz!’ Fudayl onlara dedi ki: Helva yemeyi bırakmak bir mürüvvet mi sanki? Siz onun akrabasını gözetip gözetmediğine, öfkesini yenip yenmediğine, komşularına, dul kalmış kadınlara ve

276 Tasavvuf Mecmûʿası, Vr. 61b.

277 Tasavvuf Mecmûʿası, Vr. 109a.

278 Tasavvuf Mecmûʿası, Vr. 62a.

279 Bk. Ebû Abdurrahman es-Sülemî, 2018, s. 3; Kuşeyrî, 1980, s. 44; Feridüddîn Attâr, 1985, s. 128.

280 Türer, Osman, "Fudayl b. İyâz", TDV İslam Ansiklopedisi, C. 13, Türk Diyanet Vakfı Yayınları, İstanbul 1996, ss. 208-209, s. 208.

281 Ebû Abdurrahman es-Sülemî, 2018, s. 4.

55 yetimlere karşı nasıl davrandığına bakınız. Din kardeşlerine ve arkadaşlarına karşı huy ve edebi nedir? İşte hükmünü verirken asıl bunlara dikkat edin. ” der. 282

Tasavvuf Mecmûʿası’nda Fudayl b. İyâz’in zühd ve takvasına dair bir menkıbe geçmektedir.283

1.2.1.3.10. Marûf-i Kerhî (ö. 815)

Asıl adı Ebüʾl-Mahfûz Maʿrûf b. Fîrûzân el-Kerhî’dir. Bağdat’ın Kerh beldesinde doğmuştur. Ailesi Ali b. Musa Rıza’nın azatlılarındandır. Davûd-i Tâî’nin talebesi, Serîr es-Sekâtî’nin mürşididir. Hristiyan bir anne babadan olup Ali b. Musa er-Rıza vasıtasıyla Müslüman olduktan sonra onun kapıcılığını yapmıştır. Musa Rıza’yı ziyarete gelenlerin imamın kapısında yaptıkları izdiham nedeniyle kaburga kemiklerinin kırılması sonucu M. 815 tarihinde Bağdat’ta vefat etmiştir.284

Kaynakların aktardığına göre önceleri Hristiyan olan Marûf-i Kerhî, henüz küçük yaştayken ailesi tarafından bir rahibe dinini öğrenmesi için emanet edilir. Rahibin teslis inancını savunmasına karşı çıkan Marûf kendisinden dayak yedikten sonra kiliseden ayrılarak yıllarca din arayışına girer. Sonunda Ali b. Musa Rıza’ya yolu düşer ve ondan etkilenerek Müslüman olur.285

Marûf’un Müslüman olduktan sonra zühdî yaşantıya dönmesi Dâvûd-i Tâî’nin müridi İbni Semmâk vasıtasıyla olmuştur.286 Marûf-i Kerhî’nin Dâvûdi Tâî sohbetlerine katılıp kendisinden feyiz aldıktan sonra tasavvuf yolunda çokça riyâzet ve çile çektiği kaynaklarda geçmektedir. 287

Marûf-i Kerhî; talebesi Serir es-Sekâtî’ye Allah’tan bir şey istediği vakit Marûf’un hürmetine, diyerek dua etmesini nasihat etmiş. Böylece tasavvufta tevessül geleneğini başlatarak 288 şeyh-mürid ilişkisinde yeni bir çığır açmıştır. Kuşeyrî, Marûf’un duası kabul olduğu için insanların sağlığında kendisinden dua talep ettikleri gibi öldükten sonra da kabrinden feyiz ve bereket aradıklarını söyler.289

282 İslam Âlimleri Ansiklopedisi, 1985, s. 206.

283 Tasavvuf Mecmûʿası, Vr. 106a.

284 Bk. Ebû Abdurrahman es-Sülemî, 2018, s. 37; Feridüddîn Attâr, 1985, s. 357; Kuşeyrî, 1980, s. 45.

285 Bk. Feridüddîn Attâr, 1985, s. 357-358; Kuşeyrî, 1980, s. 45-46.

286 Kuşeyrî, 1980, s. 46.

287 Ebû Abdurrahman es-Sülemî, 2018, s. 37.

288 Öngören, Reşat, "Maʿrûf-i Kerhî", TDV İslam Ansiklopedisi, C. 28, Türk Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara 2003, ss. 67-68, s. 68.

289 Kuşeyrî, 1980, s. 45.