• Sonuç bulunamadı

2013 SONRASI TÜRKİYE-ABD İLİŞKİLERİNİN SURİYE SİYASETİ ÇERÇEVESİNDE ALDIĞI GÖRÜNÜM

3.2 ABD’nin Suriye Kürtleri Politikası

2010 yılı itibari ile Tunus’ta ilk adımlarını atan ve bir domino etkisi ile sırasıyla Mısır, Libya ve Suriye’ye de sıçrayan Arap Baharı’yla kendini açığa vuran halk isyanları ve Suriye’deki iç çatışma ile Ortadoğu’da mevcut düzen, düzensizliğe doğru evirilmiştir. Yıllarca baskı altında kalan ve yüzeye çıkmak için yeterince cesaret bulamayan dini, etnik ve mezhepsel gruplar Arap Baharı ile beraber kendilerini gösterecek sebepler bulmuş ve kendilerini dünya sahnesine atarak önemli birer aktör haline gelmişlerdir. Bunlardan biri de Arap Baharı ile ortaya çıkmadan önce çoğu kimsenin hakkında pek de fikri olmadığı Suriye Kürtleridir (Efegil ve Kerman, 2017: 166).

Net bir sayı olmaması ile birlikte Suriye’de yaşayan Kürt nüfusunun yaklaşık olarak iki milyon olduğu düşünülmektedir. Bu sayı da ülke nüfusunun %8 ile %10’una tekabül etmektedir. Suriye’de bulunan Kürtler genel olarak kuzey kesimde yerleşmiştir. Cezire, Kobani ve Afrin kentlerinde yoğunluk göstermektedirler. Cezire, hem coğrafi açıdan en geniş bölge hem de nüfus olarak en kalabalık yer olma özelliği taşımaktadır. Suriye’de Kürtlerin yaşadıkları yerler doğal kaynaklar ve su varlığı ile en verimli topraklar olarak geçmektedir (Uluç, 2016: 193-196). Ayrıca burada önemli petrol yatakları da bulunmaktadır.

Suriyeli Kürtler, etnik olarak ülkedeki en büyük azınlık yapıyı oluşturmaktadır. Geçmiş yıllardaki kültürel ve siyasal hak taleplerinden dolayı Esad rejimince bölücülükle suçlandıklarından Kürt kimlikleri siyasallaştırılmıştır. Kürtlerin varlığı Suriye tarafından birlik ve bütünlüklerini sarsıcı bir tehdit olarak algılanmıştır. Bu algıdan ötürü de Kürtler kimliklerini ifade edememiş ve örgütlenmelerine izin verilmemiştir. Kürtlerin zamanla Arap kültürü içinde asimile edilmeleri için çaba sarf edilmiştir. Bu bağlamda 1962’de Haseke’de gerçekleşen nüfus sayımında 1945’ten sonra Türkiye’den geldikleri iddia edilerek 100 bine yakın Kürt’e vatandaşlıkları verilmemiş, gelen Kürtler vatansızlaştırılmıştır (Uluç, 2016: 212-213). Çeşitli olaylarla rejim ile Kürtler arasında ilişkiler gitgide gerilmiş, çatışmalara dönüşmüştür. Esad rejimi bir dönemde PKK terör

51

örgütü lideri Abdullah Öcalan’ı himayesine alarak Türkiye’ye teslim etmemiş, PKK’nın Suriye’de faaliyet göstermesine neden olmuştur. Zamanla yalnızlaşan Suriye, Türkiye ile ilişkilerini düzenlemek zorunda kalmış, 1998’de Öcalan’ı teslim etmiş ve bu durum Adana Protokolü ile resmileştirilmiştir (Acun ve Keskin, 2016: 9). Ancak Öcalan, Suriye’den henüz ayrılmadan önce yanındaki kişilere Suriye’de partisel örgütlenmeleri için talimatlar vermiştir. İlkinde Suriye İstihbarat Örgütü çalışmaları ile başarısız olunsa da ikinci girişimleri ile beraber Kürtler 2003’te partileşmeyi başarmıştır. Böylece PYD yani Demokratik Birlik Partisi kurulmuştur. PYD örgütlenmesine rejim karşı çıkmış ve karşı tutuklamalar gerçekleştirilmiştir (Efegil ve Kerman, 2017: 167-168).

YPG yani Halk Koruma Birlikleri ise PYD’nin askeri kolu olarak hayata geçmiş bir yapılanmadır. PYD ise PKK terör örgütünün bir parçasıdır. Türkiye Cumhuriyeti İçişleri Bakanlığı sayfasında Mayıs 2017’de bu durum şöyle açıklanmıştır: “PKK’nın

yayın organlarından Serxwebun, PKK’nın 8. Genel Kongresi Mayıs 2002 sayısında; Kongremiz, yeni dönemde gerekli görevlendirmeleri yaparak, bir Suriye Demokratik Birlik Hareketi’ni ya da partisini ortaya çıkarmalı, onu hareketimizin bir parçası olarak görüp desteklemelidir. İfadeleri ile PYD’nin PKK terör örgütü tarafından oluşturulduğunu göstermektedir”.

Arap Baharı süresince en dikkat çeken azınlık grup Suriye Kürtleri olmuştur. Arap Baharı ile halk Esad rejimi baskısından kurtulmak için çabalamış, rejim değişikliği için direnmiştir. Direnişin bir göstergesi olarak muhalifler, Esad rejimini yıkmak için silahlı çatışmalarla mücadeleye girişirken, Suriye Kürtleri Esad rejiminin devrilmesi için çabalamamış kendi nüfus yoğunluklarının olduğu yerlerde siyasi ve askeri örgütlenmeye gitmiştir. Muhaliflere karşı Kürtleri desteklemek adına Esad, Kürtlerin yoğun olarak bulundukları alanlardan askeri gücünü geri alınca, Suriye Kürtleri adına büyük bir fırsat doğmuştur (Dağ, 2016: 12).

Suriye’de Kürtlerin siyasi ayağı ve temsilcisi olarak harekete geçen PYD, Arap Baharı ile başlayan halk ayaklanmasının ardından ortaya çıkışından beri, ne Esad rejimi ile bir çatışmaya girmiş ne de Suriye Muhaliflerin askeri ayağı olan ÖSO’ya katılmıştır. Bunda görülen sebep ise, bölgedeki varlıklarını sağlama almak olmuştur. Afrin, Cezire, Kobani’yi tek taraflı olarak kanton ilan etmeleri niyetlerini açıkça ortaya koymuştur. Suriye Kürtleri’nin bölgedeki talepleri ve Suriye krizi, Ortadoğu’da yeniden dizayn

52

edilecek düzende kilit bir rol üstlenmiştir. Yıllar boyunca yalnızca büyük güçlerin söz sahibi olduğu bir coğrafyada artık bölgesel güçlerde söz sahibi olmaya başlamıştır. Buradaki bölgesel güç olarak dile getirilen PYD, halkların çıkarları için değil kendi siyasi varlığını ortaya koymak ve bu durumu garanti altına almak için çabalamaktadır. Böyle bir durum ise Ortadoğu’nun yeni tarihini karmaşık bir hale sokmaktadır. Yerel anlamda bunun ilk göstergesi, PYD’nin kendi alanı içinde İslam-ı Erkad yani Müslüman Kürtler ve Barzani yandaşlarını kendi hakimiyeti uğruna silahlı bir mücadele ile bastırmaya çalışması olmuştur. İkincisi ise, Suriye muhalefetine yine kendi varlığı ve hakimiyeti için destek olmamasıdır (Dağ, 2016: 12). Bu politikaların sonucunda hem ÖSO’nun muhalif yapıyı temsil gücü azalmış hem de Esad rejimine karşı olan mücadelenin gücünü yitirmesine neden olmuştur. PYD burada ABD ve Avrupa’nın desteklerini siyasal meşruiyet bakımından kazanmıştır.

ABD ile PKK yakınlaşması 1990’lı yıllara kadar gitmektedir. ABD o dönemde yalnızca Irak Kürtlerine değil, pek görünerek yapmasa da aynı zamanda PKK ile de yakınlık kurmuştur. Soğuk Savaş’tan sonra Türkiye’nin kendi bağından kopmaması ve bölgedeki hakimiyetini kaybetmemek adına PKK’ya yaklaşmayı düşünmüştür. ABD’nin Orta Asya, Kafkas ve Ortadoğu politikaları için önemsediği Türkiye’nin Kürt sorunu ile ilgili politikalarına eleştirel bakmıştır. Hatta bu yolda dolaylı da olsa baskı kurmaya çalışmıştır. Örneğin, bazı dış kaynakları PKK ile politikalardan oluşan insan hakları ihlallerinin giderilmesi için ve Kürtlerle mücadelenin değişmesine bağlayan ABD, Türkiye’ye karşı istihbarat paylaşımını da isteksiz yürütmüştür. Bu süreçte Türk resmi makamları da ABD’nin PKK’ya malzeme temin etmesinden de şikayetçi olmuştur. Kimi görüşlere göre, ABD’nin dolaylı yoldan uyguladığı baskıların nedeni Kürt ideolojisini desteklemesi değil, Türkiye’yi çok daha önemsemesi olmuştur. Bu nedenle ABD, Türkiye’de olası bir etnik çatışmanın ve istikrarsızlaşmanın kendi çıkarları için tehdit olabileceğini düşünmüştür (Kurubaş, 2017).

2003 yılında ABD ile Kürtler tekrar karşılaşmıştır. Kürtler, Irak ile olan mücadelede fiili bir şekilde ABD ile hareket edip Saddam rejiminin devrilmesinde kilit rol oynamıştır. Irak’ın yeniden inşa edilmesinde ise Kürtler, ABD’nin en sadık müttefiklerinden biri olmuştur. Bu durum da Kürtler fazlasıyla umutlanmıştır. Bunun sonucunda Irak’ın anayasal düzeninde Kürtlerin konumlarını güçlendirecek fırsatlar verilmiştir. ABD desteğini arkasında gören Barzani ve Talabani bundan sonraki

53

süreçlerde daha cesur atılımlar yapmış, Kürt bağımsızlığını dile getirmeye başlamıştır (Kurubaş, 2017). Arap Baharı ile Suriye’de önemli aktörlerden biri olan Kürtler aslında baharlarını önceden yaşamaya başlamıştır.

Irak işgali yaşanırken 2003 yılında Türkiye’nin destek çıkmaması, Kürt grupların savaşa dahil olması ve Saddam Hüseyin’in devrilmesinden sonra Irak Kürtleri; 2013 Suriye iç savaşında ise Esad rejiminin ülkenin kuzey kesiminden çekilmesiyle avantaj kazanan Suriye Kürtleri, ABD politikaları için önemli bir piyon haline gelmiştir. İç savaş süresince de destekleri arkasına alan PYD, kısa süre içinde Suriye’de rakiplerini bastırarak en önemli Kürt aktör haline gelerek bölgeyi büyük bir oranda kontrolüne almayı başarmıştır. ABD bu süreçte Türkiye’yi karşısına almayı da hiçe sayarak Türkiye’nin belalısı olan PKK, İran’ın PJAK’ı ve Suriye PYD-YGS’si ile DEAŞ’a karşı bir işbirliği içerisine girmiştir. ABD akademik çalışmalarında PKK ile PYD arasında net ilişkiler bulunsa da DEAŞ’a karşı mücadelede ABD çıkarları ve örgütün varlığı ve güvenlik arayışından ötürü ortak çalışmalar yapılmıştır. PYD, ABD’nin terör örgütleri listesinde de yer almamıştır. Türkiye ise PYD’yi her zaman PKK’nın bir parçası olarak nitelendirmiş ve terör örgütü olarak nitelemiştir (Sarı, 2019).

Suriye’de ki Kürtlerin oluşturduğu ve PKK terör örgütünün bir parçası olan PYD Türkiye içinde açık bir tehdit haline gelmiştir. IŞİD yani Irak ve Şam İslam Devleti’nin Suriye’de ilerlemesi ve Kürt yerleşkelerine de saldırması ile PYD bunlara son verecek bir güç olarak algılanmıştır. ABD elbette bu gücü kullanmak istemiştir. Diğer bir yandan ABD, Rusya ile aleyhine değişmiş olan dengeleri Suriye’de PYD-YPG üzerinden yeniden kurabilme şansı yakalamıştır. Şöyle ki ABD’nin PYD’ye olan net desteği Rusya’nın Suriye’deki varlığını ve etkisini sınırlamaya yetmiştir. ABD için Suriye’de olası bir Kürt özerkliği bölgesinde Rusya’nın hakimiyeti kabul edilemezdi. Bu kadar çok fonksiyonu olan ve çoğu yönden işe yarayan bir aktör elbette ki ABD tarafından terk edilemezdi. ABD’de Türkiye’yi karşısına alma pahasına PYD terör örgütüne açık bir şekilde destek vermiştir (Kurubaş, 2017). Bu durum elbette Kürt ideolojisine olan yakınlığı değil, kendi nüfuzunu o bölgede yitirmek istememesinden kaynaklanmıştır. ABD, yanı başımızda olmayı bir piyon olarak kullandığı terör örgütleri ile başarmıştır. Gerek ABD bayrağı taşıyan tırlar dolusu savaş malzemesi ile olsun gerek desteği ile olsun PYD arkasında ABD’nin varlığını hep hissetmiş ve onun varlığı ile güçlenmiştir. Elbette

54

ABD değişen konjonktüre göre çıkarları doğrultusunda kendisine yeni piyonlar bulacaktır.

Kürtlerin ABD’nin Ortadoğu’daki politikaları için kimi zaman işlevsel hale geldiği ancak vazgeçilebilir olduğu görülmektedir. Sarı (2019)’ya göre ABD’nin buradaki başlıca hedefleri; Batıdaki petrol arzının sürdürülebilmesi, Ortadoğu’daki güç dengesinin devam etmesi, İran’ın sınırlandırılabilmesi, “radikal” İslamcı güçler ile mücadele edilmesi şeklindedir. Bu noktalara elbette İsrail’in güvenliği de eklenebilir. Suriye’de ABD’nin Kürtlere dönük dış politikası ise, Türkiye’nin ABD’nin NATO müttefiki olarak Suriye’deki tutumları, Suriye’de İran ve Rusya’nın politikaları ile radikal İslamcı terörist aktörler olarak üç unsuru içermektedir. ABD için Suriye Kürtleri, bu unsurlara karşılık düşük maliyetli bir araç olarak kullanılmıştır.

Sandıklı (2016)’ya göre; ABD’nin de desteğini arkasına alan PYD Suriye iç savaşını da fırsat bilerek, Esad’ın kuzeydeki askerlerini geri çekmesiyle Cezire, Kobani, ve Afrin’e hakim olmuştur. 2014’te IŞİD militanları Kobani’nin önemli bir bölgesini ele geçirmiştir. YPG bunlar karşısında ABD’nin hava desteğini alarak, Peşmerge ve ÖSO’nun da yardımlarıyla IŞİD’i püskürtmüştür. Bu üç bölgeyi daha sonra kendisi özerk kanton yönetim bölgesi ilan etmiştir. Daha sonra yine ABD’nin hava desteği ile Tel Abyad’ı almış, Cezire ve Kobani kantonlarını birleştirmeyi başarmıştır. Kontrol altına almış olduğu Arapları, Türkmenleri ve hatta kendilerine karşı gelen diğer Kürtleri göçe zorlamıştır. Uluslararası Af Örgütü ile BM kaynakları, Arap ve Türkmen köylerinin yakılıp yıkıldığını vurgulamış, köyde yaşayanların bölgeden uzaklaşması için de ölümle tehdit edildiğini dile getirmiştir. PYD, Azez ile Carablus arasında kalan bölgeyi ele geçirerek, Afrin kantonuyla birleştirmeyi amaçlamış ve Suriye’nin kuzey kesiminde toprak bütünlüğünü sağlayıp etnik kökenli bir Kürt devleti kurmayı istemiştir.