• Sonuç bulunamadı

Koruma Sorumluluğu (R2P) Tartışmaları

SURİYE’DE ARAP BAHARININ İÇ SAVAŞA DÖNÜŞMESİ VE 2013’E KADAR TÜRKİYE-ABD İLİŞKİLERİ

2.5. Koruma Sorumluluğu (R2P) Tartışmaları

Soğuk savaşın bitmesiyle birlikte insani düşüncelerle yapılan askeri müdahaleler uluslararası arenada tartışılan bir konu haline gelmiştir. Eleştirinin ana noktası ise meşru ve doğru olarak iddia edilen müdahalenin nasıl, ne zaman ve hangi otorite ile yapılacağı ile müdahale edilen ülkenin egemenlik anlayışında meydana getireceği sorunlar olmuştur. Birleşmiş Milletler Anlaşması’nın iç işlerine karışılmaması, egemenlik ve müdahale etmeme maddeleri ile bazı taraflarca insancıl müdahaleye eleştiriler yapılmaktadır. Müdahaleyi meşru olarak görenler ise sınır aşan sorunlar olduğunda egemenlik anlayışının ileri sürülemeyeceğini belirtmeleridir. Bir tarafta BM ile güvence altına alınan egemenlik hakkı, diğer yanda ise yaşanan ağır insanlık suçları ve ağır kayıplar uluslararası toplumun bu krizleri yorumlamalarında bir çıkmaza girilmesine neden olmaktadır. (Kaşıkcı, 2015: 132)

Körfez Savaşı’ndan sonra Irak, 1992-1993 Bosna, 1994 Ruanda ve 1999 Kosova müdahaleleri ile devletlerin kendi vatandaşlarına neler yapabildiği, yaşanılan insan haklarına karşı zor kullanılarak son verilmek istenmesi ile devletlerin egemenliklerine ne kadar müdahale edilebileceği tartışma konusu olmuştur (Sak, 2015: 122). Koruma sorumluluğuna yönelik tartışmaların bu noktasında ise 1999 yılı BM Genel Kurulunda Kofi Annan yaptığı konuşmada devletlerin egemenlik anlayışlarını küreselleşme ve uluslararası iş birliği tarafından tekrar gözden geçirilmesi gerektiğini belirtmiştir (www.un.org, 2020). 2000 yılında ise: “Eğer insancıl müdahale egemenliğe karşı gerçekten kabul edilemez bir saldırı ise, Ruanda’ya, Srebrenica’ya insan haklarının sistematik ihlallerine karşı nasıl cevap vermeliyiz?” diyerek uluslararası kamuoyunun dikkatini çekmiştir (Annan, 2000). Kanada ise bu hususlar sonucunda Genel Kurula Uluslararası Müdahale ve Devlet Egemenliği Komisyonu (International Commisssion on Intervention and State Sovereignty, ICISS) kuruluşunu bildirmiştir. (Ertuğrul, 2016: 442) ICISS’in oluşturulmasıyla Koruma Sorumluluğu (Responsibility to Protect- R2P) raporu hazırlanmıştır. Bu raporun ana dayanak noktasını “sorumluluk olarak egemenlik”

46

yaklaşımı olmuştur. Bu rapora göre, egemenliğin devletleri dış müdahalelere karşı koruyan bir dayanaktan ziyade, kendi vatandaşlarına karşı koruma sorumluluklarının bir yansıması olarak belirlenmiş ve böylece devletlerin vatandaşlarına ve uluslararası arenaya karşı olan sorumlulukları egemenlik kavramından daha önemli hale gelmiştir. Tartışılan insani müdahale kavramının koruma sorumluluğu ile tekrar yorumlanmaya açılmıştır (Ercümen Aksoy, 2015).

BM Dünya Zirvesi ve BM Genel Sekreterliğinin 2009 yılı raporunda koruma sorumluluğunun üç temel kavramı olduğu belirtilmiştir:

1. Devletler, halkları savaş suçlarından, insanlığa karşı yapılan suçlardan, soykırımlardan ve bunların kışkırtılmasından koruma sorumluluğuna sahiptirler. 2. Uluslararası kamuoyunun, söz konusu devletleri bu sorumlulukları yerine getirmeleri konusunda teşvik etmeleri ve yardımcı olmaları sorumluluğu bulunmaktadır.

3.

Uluslararası kamuoyunun, halkları bu suçlardan korumak için lazım olan diplomatik, insani ve diğer araçları kullanma sorumluluğu bulunmaktadır. Bir devlet kendi halkına karşı koruma sorumluluğunu yerine getirmiyor veya getiremiyorsa uluslararası kamuoyu bu sorumluluğu yerine getirmek için topluca harekete geçmeye daima hazırlıklı olmalıdır (Hubar, 2020).

Yukarıda sayılan üç dayanak BM Sözleşmesi’ne yeterince hukuki zemine sahip olmamakla birlikte topluca hareket edilmesi için veto hakkına sahip Güvenlik Konseyi’ndeki daimî üyelerinde onayına ihtiyaç duymaktadır. Suriye iç savaşında, Rusya ve Çin’in savaşın başından beri dış müdahaleye karşı olduğu için bu maddelerin uygulanması imkânsız hale gelmiştir. ABD, Suriye’ye askeri müdahalenin meşru sayılması için BM Güvenlik Konseyi’ne öneride bulunmasına rağmen Rusya ve Çin’in vetosu ile sonuçsuz kalınmıştır. Rusya, ABD’nin rejimi değiştirmeyi bahane ederek Ortadoğu’da etkisini artıracağını iddia etmiş, Rusya’da bu coğrafyada kendi çıkarlarını ön planda tutmaktan vazgeçmemiştir (Hubar, 2020).

47 2.6. Bölüm Değerlendirmesi

Türkiye ile ABD arasında süre gelen ilişkilerde en önemli meselenin Suriye siyaseti üzerinden yürütüldüğü görülmüştür. Türkiye, Arap Baharı’nı desteklemiş, Arap coğrafyasında demokratik bir yönetimin sağlanacağını uyum içinde yaşanacağını düşünmüştür. Ancak 2011 yılında başlayan gösteriler burada insani krize dönüşmüş, Suriye büyük bir iç savaşa sürüklenmiştir. Uluslararası hukukun bütün temel değerleri ihlal edilmiş, yaşanan insanlık dramlarına dünya gözlerini yummuştur. Türkiye kendisinde bulduğu tarihsel ve kültürel sorumluklarla sınır komşusunda yaşanan dramlara sessiz kalmayarak elinden geldiği yardımı yapmaya çalışmıştır. Bu yardımlar kimi zaman ülke içerisinde sosyo-kültürel sıkıntılarda doğurmuştur. Türkiye, ABD’den beklemiş olduğu desteği göremeyerek sorunlarla mücadelede yalnız bırakılmıştır. Ancak 2013 yılına kadar Türkiye ile ABD’nin ortak noktası Esad Rejimi’nin gitmesi yönünde olmuştur.

2012 yılından sonra Suriye’deki savaşın Türkiye’nin güvenliğini tehdit eder hale gelmesi ile birlikte Türkiye güvenlik odaklı politikalar yürütmeye başlamıştır. Büyük aktörlerin arasında vekaletler savaşına dönüştüğü bu yıllarda ABD’nin IŞİD ile mücadele gerekçesiyle PKK/PYD ile olan yakınlaşması ve bu terör örgütlerini meşrulaştırma çabası iki ülke arasındaki ilişkilerin gerilmesine neden olmuştur. 2013 yılından itibaren Türkiye, güneyinde oluşturulmak istenen yapının terör koridoru olduğunu söyleyerek bu doğrultuda politikalar yürütmeye başlamıştır.

Suriye’de toplumsal olayların insani krize dönüşmesiyle birlikte insani müdahale söylemleri duyulmaya başlanmıştır. Ancak realist anlayış, egemenlik ilkesi doğrultusunda devletin varlığına müdahale edilmemesi gerektiğini savunmuş, geleneksel anlamda müdahaleyi savunanlar da insani müdahalenin BM kanalı ile alınması gerektiğini savunmuştur. Bu tartışmalar sonucunda batılı ülkeler müdahaleye gerek olmadığı sonucuna varmıştır.

BM Güvenlik Konseyi ise kendisine atfettiği başlıca değerlerden biri olan koruma sorumluluğunu uygulamada ise tam anlamıyla başarısız olmuş, büyük devletlerin çıkar çatışması milyonlarca insanın dramlarının devam etmesine neden olmaktadır.

48