• Sonuç bulunamadı

2.4. Mültecilik Ve Sosyal Problemler

2.4.1. Türkiye’de Mülteciler

2.4.1.1. Suriye, İç Savaş ve Mültecilik Sorunu

Yaklaşık 5 yıl önce Suriye'nin güneyindeki Dara'da duvara Esad rejimi aleyhinde yazı yazan öğrencilerin tutuklanması üzerine kent ahalisi sokaklara dökülmüş ilk kıvılcımlar bu şekilde başlamıştır. Fakat göstericilerin üzerine ateş açılması ve devletin bu gösterileri şiddetle bastırmaya çalışması kısa zamanda Suriye'nin diğer bölgelerinde de rejimin bu sert tepkisini protesto eden barışçı göstericilerin eylemlerine yol açmıştı. Şam yönetimi göstericilere karşı sert bir şekilde ve kaba kuvvet kullanarak karşılık verince, şiddet tırmanmaya başladı ve silahlı muhaliflerle hükümet kuvvetleri arasındaki çarpışmalarda kısa bir sürede 250 bin Suriyeli can verdi. Daha sonraki dönemlerde de bu sayı maalesef katlanarak devam etmiştir. Bu can kayıplarının artmasında muhalif grupların birleşememeleri ve hükümetin sert yollarla ayaklanmalara müdahale etmesi etkilidir (Toraman, 2015).

İkinci Dünya Savaşı, uluslararası mülteci hukukunun doğuşu bakımından bir dönüm noktası olarak kabul edilmektedir. Giderek uluslararası bir nitelik kazanan bu sorunla baş edebilmek adına iki önemli adım atıldığını söylemek mümkündür. İlk olarak BM Genel Kurulu, Aralık 1949’da kendi yetkisi altında hareket edecek bir alt organ olarak BM Mülteci Yüksek Komiserliği (BMMYK)’nin kurulmasına karar vermiştir. 1950 yılında ise BMMYK Statüsü kabul edilen Komiserlik çalışmalarına başlamıştır. İkinci olarak 1951 tarihli Mültecilerin Hukuki Durumuna Dair Cenevre Sözleşmesi, bu alandaki önemli ilke ve tanımları içeren bir metin olarak kabul edilmiştir. Bugün, sözleşmeye taraf olsun ya da olmasın her devlet için geçerli sayılan ve teamül olan “geri göndermeme ” ilkesi ve müstakil bir kişi olarak “mülteci” tanımı bu metinle ortaya çıkmıştır. Söz konusu sözleşmeyle getirilen “zaman sınırlaması” ve sözleşmenin Avrupa’da ya da herhangi başka bir yerde gerçekleşen olaylara uygulanmasını belirleme bakımından getirilen “coğrafi sınırlama” ise, 1967 tarihli Mültecilerin Hukuki Statüsüne İlişkin New York Protokolü ile kaldırılmıştır (Akyürek, 2007).

Mültecilerin Hukuki Durumuna Dair Cenevre Sözleşmesi’nde mülteciler bakımından, bir ülkede yabancılara ve vatandaşlara tanınan haklar göz önünde tutularak bir “karma haklar statüsü” oluşturulmuştur. Örneğin mültecilere mal edinme, iş kurma ve çalışma hakkı bakımından yabancılara verilen haklardan az olmamak; eğitim, mahkemeye müracaat, adli yardım ve sosyal yardım ve yaşam konusunda ise ülke vatandaşlarına verilenden fazla olmamak üzere haklar verilmektedir (Güçer, 2013).

BM’nin bölge bürosunu İstanbul’da açan UNDP Başkanı Helen Clark, “BM Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR) 2015 içinde Suriye’den 804 bin kişinin daha göçeceğini tahmin etmektedir. Suriye şu anda bir türlü çözülemeyen dünyanın en büyük krizi haline gelmiştir. Türkiye’de yaklaşık 2 milyon Suriyeli ve 300 bin de Iraklı mülteci bulunmaktadır; halen dünyada en fazla mülteciye ev sahipliği yapan ülke Türkiye’dir. Türkiye bütün bu ağır yüküne rağmen bütün bu insanları misafir etmek için yine kendi bütçesinden harcamaktadır. Türk hükümeti bu süre zarfında 8 milyar dolar harcadığını söylemesine rağmen şimdiye kadar uluslararası toplumdan gelen yardım sadece 400 milyon dolar civarındadır. Eylül 2015’te Avrupa Komisyonu mülteciler için Türkiye ve diğer komşu ülkelere 1 milyar Euro yardım teklif etti. Bu durum Türkiye’nin yükünü biraz hafifletecek olsa da yalnız AFAD’ın bir günlük harcamasının 2,5 milyon dolar olduğu düşünülürse bu rakamın yeterli olmadığı ortadadır (Girit,2015).

Aslında diğer ülkeler bu teklifle mültecilerin sorumluluğundan kaçmaya çalışmaktadır. Türkiye açısından bakarsak yine ilk önce Avrupa ülkelerini önceleyen bir biçimde imzalanan Cenevre sözleşmesi sadece Avrupalı vatandaşları mülteci olarak kabul ediyordu daha sonra ortaya çıkan Avrupalı olmayanların mülteci sorununda ise bu durum karmaşık bir hal almış ve Avrupalı ülkelerin başına bela olmuştur. Çünkü ülkemizde bu sözleşmeden dolayı tam olarak mülteci olamayan bu insanlar daha iyi koşullarda yaşayabilmek ve en azından başka ülkelerde mülteci statüsünde kalarak bazı haklar almaya çalışmış ve en iyi yol olarak buradan Avrupa’ya gitmeye çalışmışlardır.

Günümüzde birçok mülteci Avrupalı ülkelere resmi veya kaçak yollarla geçmeye çalışmakta ve Avrupa kapılarında yaşanan umut yolculuğu sınırlarda büyük bir hayal kırıklığıyla bitmektedir. Çünkü onları ülkelerine almayan Avrupa ülkeleri bu yükü taşımak istememekte ve bu konuda en yardımsever davranan ve özellikle Suriyeli mülteciler konusunda kilit ülke olan Türkiye’ye gözler çevrilmektedir. Bu durum öyle bir çıkmaz yaratmıştır ki Türkiye’ye gelen mülteciler her ne kadar buraya geçişlerde herhangi bir sorun yaşamasa da; burada uzun süre kalmak konusunda büyük sorunlar

yaşamakta işsizlik gibi ciddi sorunlarla karşı karşıya gelmektedir. Buraya gelen ve belli bir süre sonra iş bulamayan veya bulduğu işlerden elde ettiği kazancı az olan Suriyeliler, belli bir süre sonra daha iyi bir iş ve daha iyi bir hayat yaşamak için başka ülkelere yönelmektedir. Bu ülkeler içinde Avrupa ülkeleri ilk akla gelen ülkeler olmaktadır. Tabii ki Avrupa ülkelerinin tercih edilmesinde, bu ülkelerin refah seviyesinin iyi olması ve mültecilere çeşitli haklar vermesi cazip gelmektedir.

Mülteci krizinin yarattığı olumsuz sonuçların, gelişmiş ülkelerin çeşitli yardım vaatleriyle, sadece Türkiye ve Türkiye gibi olan birkaç yardımsever ülkeye yüklenmeye çalışılması, soruna kalıcı bir çözüm getirememektedir. Günümüzde sık sık çıkan haberlerde, bu mültecilerin Avrupa kapılarında nasıl eziyetler çektiği görülmektedir. Gelişmiş ülkelerin mültecileri kabul etmeye yanaşmaması nedeniyle sınır noktalarında yaşanan yığılmalar, kolay kolay bitmeyecek gibi görünmektedir. Çünkü Türkiye de, çevresindeki bu duruma kayıtsız kalmayan birkaç ülke de girişlerde herhangi bir sınırlama getirmemelerine rağmen, artık mülteciler bu ülkeleri tercih etmemektedir. Gelen sığınmacıların birçoğu ise bu ülkeleri transit ülke gibi kullanmakta ve başka ülkelere geçiş için bir yol olarak görmektedir.

Bütün bu savaş ve kargaşanın içinde Suriye’de yeni oluşumlar da başlamıştır. Kendi içinde birçok gruba ayrılan muhaliflerin bazıları başka gruplarla birleşmiş, bazıları da dış güçlerin yardımıyla kendi ideolojilerini gerçekleştirmek için burada rant sağlamaya çalışmışlardır. Ortaya çıkan bu yeni oluşumlardan bir tanesi de DAEŞ olarak ta bilinen Irak Şam İslami Devleti (IŞİD)’tir. Bu örgüt kısa bir süre içinde Suriye’de ciddi bir ilerleme sağlamış hem Suriyeli hem de yabancılardan oluşan birçok yeni militan içinde barındırır hale gelmiştir. Yaptığı faaliyetlerde birçok petrol yerini de ele geçirmiş ve kısa bir sürede dünyaya petrol satan en zengin örgütlerden biri haline gelmiştir. Bu nedenle de tehlikesi bütün dünyaya yayılmıştır.

Irak ve Şam İslam Devleti (IŞİD) Türkiye’nin artık sınır komşusu olmuştur ve sınır geçişlerini kontrol altında tutmaktadır. Bu durum ise hem Türkiye için hem de diğer, ülkeler için ürkütücü bir hal almıştır. Bu zoraki sınır komşuluğunda 2016’nın ilk günlerinde IŞİD’in Türkiye’de çeşitli terör eylemleri gerçekleştirmesi korkuların haklılığını ortaya çıkarmıştır. Burada Suriyeli mültecileri -başımıza bela alıyoruz- diye istemeyenler için de haklı çıkarıcı bir durum yaratmış ve tepkilerin daha yüksek sesle çıkmasına neden olmuştur. BM Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR) 2015 yılı içinde Suriye’den 804 bin kişinin daha göçeceğini tahmin etmektedir. Bu mültecilerden

Lübnan ve Ürdün’e de giden olabilir ama Türkiye’deki mülteci sayısının bu yılın sonuna dek 2,5 milyona yaklaşacağı tahmin edilmektedir (hurriyet.com.tr).

Dört milyon Suriyeli yaşanan çatışma ortamından kaçmak için komşu ülkelere sığınmış altı milyon Suriyeli ise iç mülteci durumuna düşmüştür. Ülke halkı artık bir yandan rejimin pençesinden kurtulmaya çalışırken diğer yandan da IŞİD ve El Nusra Cephesi gibi örgütlerin saldırılarına karşı açık bir hedef haline gelmiştir (www.dw.com.tr.).

Chattam House adlı İngiliz düşünce merkezi araştırmacılarından siyaset bilimci Nedim Şehadi, cihatçı terör örgütlerinin Irak ve Suriye'de bu kadar çabuk yayılmalarında en büyük etkinin Esad olduğunu söylemiştir. Ona göre, tarihteki her diktatör gibi Esed’de bu yönteme başvurmuştur. Burada ilk olarak cezaevleri boşaltılır, ülkede karışıklık çıkartılır ve ardından bu karışıklığa mücadele gerekçesiyle müdahale edip en başta amaçlanan itibar kazanılır. Esad son dört yılda, rejime cephe almaları için cezaevlerindeki radikal dincileri tahliye etti. Bu tür örgütlerle mücadeleye giriştiği için haklılığını kendince dünyaya göstermeyi düşündü ve teröristleri tutup içeri atmak yerine sivil muhalefetin üzerine gitmeyi tercih etti. Suriye'deki rejim şimdi en çok kendi yarattığı muhalefetle savaşıyor. Gerçekten de zamanla dünyanın Suriye'deki gelişmelere bakış açısı da bu şekilde değişmiştir. Eskiden her yerde Esad hükümetinin yaptığı kötü muameleler konu edilirken şimdi ise hükümetin yaptıkları, yaratılan bu terör örgütlerinin faaliyetlerinin gölgesinde kalarak göz ardı edilmeye başlanmıştır. Bugün herkes IŞİD'in insanlık dışı davranışlarını konuşmaktadır. IŞİD’in yakarak, yüksek binalardan atarak başlarını keserek vahşice öldürdüğü insanların veya çocukları kullanıp öldürdüğü kişilerin görüntülerini dünyaya yaymaktadır. Bu şekilde hem kendi gücünü göstermekte hem de başka ülkelere gözdağı vermektedir (www.dw.com.tr.).

UNICEF tarafından, Şubat 2012’de ölen çocuk sayısının beş yüzden fazla olduğu, Suriye cezaevlerinde 400 çocuğun tutuklandığı ve işkence gördüğü kamuoyu ile paylaşılmıştır. Bununla ilgili medyada cezaevlerinde işkence gören çocuk haberleri de çokça karşımıza çıkmıştır. Savaş karşıtı aktivist gruplardan SNHR ise Mart 2013’de öldürülen çocuk sayısının beş binin üzerinde olduğunu ileri sürmüştür. Dışarıya göçün yaklaşık üçte biri (yaklaşık 7 bin) Lübnan’a olduğu, bunu Ürdün, Türkiye ve Irak’ın izlediği Eylül 2013’te UNHCR tarafından açıklanmıştır. Birleşmiş milletler verilerine göre ölü sayısı Ocak 2015 itibari ile 220.000’i aşmıştır ( www.m.huffpost.com).

Suriye iç savaşına bağlı göç edenlerin sayısı yedi milyona yaklaşmış durumdadır. Yedi milyon insan şu an ülkelerinin dışında başka ülkelere mülteci, sığınmacı veya kaçak göçmen olarak dağılmış durumdadır. Bu kadar insanın birçoğunun kötü şartlar altında yaşadığı veya kötü şartlar içinde olduğu yerlerden daha iyi yerlere geçiş yapmak isteyerek yer değiştirmesi dikkate alındığında, hem Suriye hem de komşu ülkelerde barınma, ulaşım, sağlık ve sağlık hizmetleri açısından ne kadar büyük bir sorunla karşı karşıya kalındığı daha iyi anlaşılacaktır (Zencir ve Davas,2014).