• Sonuç bulunamadı

SURİYELİ BİR DİLENCİ KİMLİĞİNE GİREREK

YAŞADIKLARINI DİLE

GETİRDİ.

di-

len-

ciy-dim!

U

zamış sakalım, gökyüzüne karışmış saçla-rım ve bende emanet duran kirli, bol elbise-lerle yavaşça tramvayın güvenliğine yakla-şıyorum.

“Suriyeli, para yok” diyorum.

Adam hiçbir şey demeden beni ücretsiz geçiriyor. Ro-lümü iyi yapmıştım, başarmıştım Suriyeli dilenci işi-ni….

Gelen ilk tramvay ağzına kadar tıklım tıkış doluydu, binemedim. İkinci tramvaya büyük çaba sarf ederek bindim. Elimde bir karton, üstünde bozuk Türkçe ile yazılmış “Suriye Ac Sedaka” yazısı. İnsanlar benden uzak durmaya çalışıyor, bu sıkışıklıktan ne kadar uzak-laşabilirlerse artık. Yakınımdakiler hırsızlık korkusuyla ceplerini kontrol ediyorlar sürekli. Artık gerçek bir Su-riyeli dilenciydim. Eminönü’nde inerken halen yakınım-dakiler ceplerine bakıyorlardı.

Eminönü tarihi yapısıyla tarifsiz bir kültür alaşımıdır. Suriyeli dilenci kimliğinde o tarihi yapıya, arkama la-civert denizi alarak Yeni Cami’ye selam çakıyorum. Yeditepeli şehrin minareleri lacivert göğe uzanıyor. Cumartesi günü hava güneşli, Eminönü hayli kalaba-lık. Turist kafileleri, Suriyeli dilenciler -ki çoğu çocuk- simitçiler, mendil satan çocuklar, hamallar ve banklar-da oturan yaşlı insanlar…

Günter Wallraff aklımda

Aklımda, Günter Wallraff’ın “En Alttakiler” projesiyle Almanya’da Türk işçisi kılığına girip yıllarca çalışması. Günter Wallraff’ın kitabından şu satırlar aklıma düşü-yor:

“Kendisini becerikli, üstün ve adil sayan bir toplumun asıl yüzünü, onun dar görüşlülüğünü ve buz gibi soğuk yanlarını yaşadım. Toplumun gözünde bir budalaydım sanki: Gerçeklerin çarpıtılmadan suratına vurulabile-ceği bir budala.”

Ben de bunları yaşayabileceğimi varsayarak bu işe giriştim. Başka bir kimliğe bürünme fikri aslında Ya-şar Kemal’in “Kaçakçılar Arasında 25 Gün” röportajını okuduğumdan beri aklımdaydı. Ama ne yapacağımı bilmiyordum. Suriyeli dilenci olmamı isteyen ajans yazı işleri görevlileri ve arkadaşlarım bana çok büyük cesaret verip yol gösterdiler.

İlk denememde bankta oturan yaşı 70’i geçmiş, saç-ları kar beyazı, elinde bastonuyla oturan yaşlı teyzeye

yanaşıyorum. Bir elimle karnımı ovarak, “Aç, Suriya, sadaka…” diyerek diğer bir elimi de kadına doğru uzat-tım. Kadın: “Yürü git be kardeşim, elin ayağın yerinde ayıptır. Git çalış, alışmışsınız beleşe,” diyerek beni tersledi. Israrcı olmadım fazla, kadından uzaklaştım. Bir insan hayatında kaç defa reddedilmiştir? Kaç defa pislik olduğu söylenmiştir bir insana? Hangi insanın yüzüne sahte de olsa hiç gülünmez? Bir dilenci onlar-ca kez reddedilir, onlaronlar-ca küfür yer, ne kadar pislik ol-duğu söylenir onlarca kez ve asla bir dilenciye tebes-süm edilmez. Bunu ilk denememde anladım.

İlk reddedilmemden sonra biraz oturdum Yeni Cami’nin önünde. İnsanları seyre daldım. İnsanlar akın akın bir yerlere yetişme telaşındalar. İnsan ormanı adeta… Her tipten insanlar; çarşaflı kadınlar, cübbeli-sarıklı erkekler, uzun saçlı küpeli gençler, podyumdan fırlamış da hemen gelmiş genç kızlar, el arabalarıyla bir yerlere mal yetiştiren hamallar, namaz vaktini bek-leyen yaşlı amcalar…

Dilenmek kolay değil!

Beni gören herkes çekingen ve acınası bir bakış atı-yor. Fotoğrafçı arkadaşımla oturup ne yapacağımızı konuşurken, bankta oturan adam dikkatlice bizi din-liyor. Ne yaptığımızı anlamış olacak ki bize bakıp sa-rarmış dişlerini göstererek gülümsüyor… Bir simitçi tezgahına yanaşıyorum.

“Bir lira ver!” “Yok, Suriye, aç!”

“Bir lira, bir bir, yek lira…” “Yok…”

“Para yoksa, simit yok. Git kardeşim başımdan.” Genç bir adam yanaşıp, “Yazıktır adama, bir simit versen ne olacak? Simit ne kadar?”

“Simit bir lira, ben de bir lira için çalışıyorum. Onlar benden daha fazla para kazanıyorlar.”

“Tamam tamam, ver bir tane simit.”

Simidi alarak adama şükranlarımı sunuyorum mimik-lerimle. Adam bir dilenciyi sevindirmenin gururuyla gülümseyerek omuzlarıma dokunuyor.

Bankta yan yana oturmuş üç kadın. Birbirlerini tanı-mıyorlar sanırım. Önce genç kadından bir lira dileni-yorum. Umursamaz bir tavır… Duymazlıktan geldi. Üstüne düşmedim. İkinci kadından dileniyorum, o da el hareketiyle “git git” yapıyor. Üçüncü ve yaşlı kadın

69

ise elini cüzdanına attı. Bozuk para aradı. Bir sürü

bo-zuk para içinde elli kuruşu bana uzattı. Teşekkür ma-hiyetinde bir tebessüm ettim. Çekingen ve utangaç bir edayla başka insanlara, bir insan, başka bir insan, bir sürü insana el açtım… Çoğunda elim boş, boynum bükük döndüm…

Yeni Cami’nin avlusu… Turistler fotoğraf çekiyorlar. Sürekli içeriye giriş çıkışlar var. Hemen hemen her camide bulunan dini malzemeler satan yaşlıca, çoğu zaman beyaz sakallı bir amca… Tesbih, takke, mis-vak, misk, ayna, tarak… Çekik gözlü bir turistin takke takıp fotoğraf çektirmesi dikkatimi çekiyor. Avlunun etrafındaki duvarlarda oturan çarşaflı kadınlar, uzun sakallı adamlar, turistler, şadırvanda abdest alan yaşlı amcalar, bir de duvarların üstünde oturup gözünü te-lefondan ayırmayan gençler… Hemen hemen hepsine elimi açarak, sadaka dileniyorum. Ama çoğu zaman da elim boş dönüyorum.

“Sadaka… aç…Suriya…” “…”

“Gençsin, çalış!”

“Yok, keşke olsa sana da versem!” “Sadaka…”

“Sorry!”

Genç turistler üzgün olduklarını söyleyip başlarını sal-lıyorlar. Çoğu zaman beni görmezden geliyorlar. Bir cami görevlisi gelip kolumdan tutuyor, “Hadi kardeşim dışarıya, hadi… hadi… hadi dışarıya,” diyor. Avlunun Mısır Çarşısı’na bakan kapısından dışarı çıkıyorum. Merdivenlerde oturanlardan tek tek yardım dileniyo-rum. Ama her seferinde kafasını kaldırıp dilenci kılı-ğımı görünce tekrar yüzlerini çeviriyorlar. Bütün yüz çevirmelere ve reddedilmelere inat ben tekrar tekrar el uzatarak yardım dileniyorum.

Mısır Çarşısı ile Yeni Cami arasındaki park cıvıl cı-vıl… Renk renk bayrak satıcıları; Türk bayrağı, takım bayrakları, memleket atkıları… Selfi çubuğu satan gençler, incik boncuk satan yaşlı kadınlar… Bol bol fotoğraf çeken turistler, selfi çeken gençler… Soğuk bir kışın ardından güneşin tadını çıkaran yaşlı, genç,

“Uzamış sakalım,

Benzer Belgeler