• Sonuç bulunamadı

Dekan koltuğunda resim düşünüyor

Belgede Dünyadan bir Yaşar Kemal geçti (sayfa 190-194)

TRABZON’UN BİR KÖYÜNDEN ÇIKARAK HAYAT YOLUNA DÜŞMÜŞ. ANKARA, İSTANBUL DERKEN

PARİS’E SAVRULMUŞ. VEYSEL GÜNAY DÜNYA KÜLTÜRÜNE, SANATINA TANIKLIK ETTİKTEN SONRA

DÜNYA SANATININ BİR MİRASÇISI OLARAK RESİM YAPMAYA BAŞLAMIŞ. BİR YANDAN DA ÜNİVERSİTE

HOCASI OLARAK KÜLTÜR DÜNYASINA KATKIDA BULUNUYOR.

Yazı l Kayıhan Güven (İAHA) Fotoğraf l Semra Dursun (İAHA)

R

essam Veysel Günay ile İstanbul Aydın Üni-versitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’ndeki odasında sanatı ve hayatı üzerine konuşaca-ğız. O, gündelik hayatında bir taraftan resim sanatı üzerine düşünürken, öte yandan Güzel Sanat-lar Fakültesi’ndeki ders programSanat-ları, sınavSanat-lar, vizeler üzerine de kafa yormak zorunda, çünkü o bir dekan. Bir profesör olarak yeni kuşak gençleri, sanatçıları da eğitmek zorunda.

Böyle ikili bir dünyası var…

“Benim Gazi Eğitim mezunu olduğumu dikkate alma-dan beni tanımak ve değerlendirmek mümkün de-ğildir,” diye başlıyor konuşmaya. “Çünkü Gazi Eğitim Enstitüsü dünya eğitim tarihinde çok özel bir yere sa-hiptir. Gazi Eğitim’in resim bölümü ve bütün bölümleri-nin hocalarının yetişmemde ve üzerimde büyük emek-leri vardır. Söz gelimi Turan Erol benim atölye hocam, ondan ne çok şey öğrendim. Bilgi, kültür bakışı, bu alanı sevmemde çok emeği olan birisi.”

Odasına giren yardımcısıyla vize programına ilişkin bir detayı değerlendirdikten sonra yüzüme doğrudan ba-karak ve sesini ölçüyle yükselterek şöyle diyor: “Onlar öncelikle insanı seviyorlardı. Kim olursa olsun herke-sin yetişmesi için çalışıyorlardı. Büyük bir şanstı bu bizim için.”

Sesini indirdikten sonra dışarıya bakarak, “Düşünebi-liyor musunuz, Trabzon’dan köyden çıkan bir delikanlı nasıl üniversite hocası, nasıl ressam oldu, herhalde bir nedeni olmalıdır.”

Trabzon’dan Paris’e uzanan yol

Prof. Veysel Günay’ın sanat yolundaki yolu uzundur; menzile varmak için Ankara, İstanbul ara duraklarıdır. Yolun devamındaki Paris’te şehrin ölçülülüğü onu

çar-191

“Matisse’e bakmadan, Cezanne’a bakmadan, İznik çinilerine bakmadan resim yapamam”

par. Her şey ona göre hesaplı kitaplı yapılmıştır. Her şey insanidir. Hiçbir şey insanı rahatsız etmemekte-dir. Hatta Paris onun saptayımına göre insanı bir par-ça uslandırmaktadır da.

“Ben 70 yılında Paris’e gittim. 68 olaylarından sonra yeni kurulmuş bir Fransa vardı. Doğallıkla Paris kent-leşme sorunlarını çözmüş ve bir ölçüde oturmuş bir ki-şilikti.Türkiye’den gittiğiniz zaman oradaki sistemi ve işleyişi hemen görüyordunuz.”

Paris günlerinde Matisse Retrospektif’i gelir Veysel Günay’ı bulur: sanatçı resmen çarpılmıştır.

“Benim Türkiye’de okuduğum yıllarda renkli reprodük-siyon bile çok azdı. Kitaplarda bile içerisinde sonra-dan monte edilen birkaç renkli olurdu. Onun da kalite-si her zaman tartışılır. Biz kartlardan bakarak kısmen, Türk ressamlarını görerek yetiştik. Paris’te beni en çok çarpan şey birçok şeyin orijinali ile karşı karşıya kalmak oldu.”

Matisse onu çarpar

Sanatçı o zamana kadar hiç Matisse orijinali görme-mişmiş. “Hiç Matisse orijinali görmeyen biri Matisse Retrospektif sergisiyle karşılaşırsa eni konu bir şaş-kınlık geçirir. Bu şaşkınlığımı yalnız Matisse için değil, birçok sanatçının yapıtlarını gördükten sonra da ge-çirdim. Mesela Monet’nin büyük ebatlardaki yapıtları-nı da görünce şaşırmış kalmıştım.”

Paris’teki Louvre ona göre resmen dünya sanatının özü gibidir.

“Ben ilk Paris’i gördüğümde eyvah dedim. Fransızlar bütün dünyayı buraya taşımışlar. Bütün Ege sanatını, bütün Mısır’ı oraya toplamışlar sanıyorsunuz. Son-ra LondSon-ra’ya gidiyorsunuz. Paris kadar oSon-rada da var. Berlin’e gittim. Bir üçüncü yığınak da Berlin’miş. Bütün Dünya sanatının güzel örneklerini paylaşıp toplamış-lar. Fakat Louvre ve Paris Modern Müzesi’nin özelliği, dünyada ne varsa hepsinin örneğinin olması. Dünya

193

“Dünyada üretilmiş her şeyin mirasçılarıyız. Yaşa, başa,

coğrafyaya, cinsiyete, milliyete bakmadan her şey benim ustalarımdır”

“Paris’te beni en çok çarpan şey, birçok şeyin orijinali ile karşı karşıya kalmak oldu”

sanatının bir özeti gibiydiler.”

Yüzündeki ifade zaman zaman bir sa-natçıdan bir idareciye doğru evrilip du-ruyordu karşımda. Acaba hayatı da öyle miydi? Bir idareciden sanatçıya nasıl ev-riliyordu soramadım!..

Sorduğum bir başka soru yine Paris gün-lerine dair: “Matisse’den ışık ve rengi, şey-leri değil, aralarındaki ilişkinin boyanması gerektiğini öğreniyorsunuz.”

“Şimdi bu cümle sanıyorum resim nedirin, sanat nedirin, ne işe yararın çok kısacık bir özetidir. Ben şeyleri değil, aralarındaki ilişkiyi boyuyorum. Her halde Sait Faik de böyle yazıyordu.”

“Diyorsunuz ki, ben Matisse’e bakmadan resim yapamam, ben Cezanne’a bakmadan resim yapamam. Ben Çin, Japon estampla-rına bakmadan, minyatürlere bakmadan, İz-nik çinilerine bakmadan resim yapamam. Bu sözlerinizi biraz açalım mı?” Sanki bu soruyu bekliyormuş gibi oturduğu dekan koltuğunda dikilir gibi oluyor, gözleri parlıyor, daha hızlı konuşur oluyor.

“Buradaki mesele şu. Sanat sanattan öğreni-lir, sanat sanatçıdan öğreniöğreni-lir, sokaktan,

sev-gilinizden, gökyüzünden etkilenirsiniz. Bir çocuktan etkilenirsiniz, ama sanat bireysel bir eylemdir. Sanatı yalnızca sanatçıdan ya da sanat eserinden öğrenebi-lirsiniz, çünkü o bir dil.”

“Dünyada üretilmiş her şeyin mirasçılarıyız“

Artık karşımdaki Prof. Veysel Günay hoca, sanki kür-süden ders anlatır gibi:

“Evet, dili genelden öğrenemezsiniz, dili ancak dilci-den öğrenebilirsiniz. Bir ikinci taraf ise, tabii ki sanat bir gelenektir. Biz sanatçılar ve insanlar olarak, bilim adamları da buna dahildir, dünyada üretilmiş her şeyin mirasçısıyız. Yaşa, başa, coğrafyaya, cinsiyete, milli-yete bakmaksızın her şey benim ustalarımdır.”

Altını basa basa konuşmasını sürdürüyor. Besbelli söyledikleri resme bakışının ana çizgileri: “Dolayısıy-la biz kendi dilimizi, sanatımızı oluştururken, gelişti-rirken bu mirası inkar edersek, olan kendimize olur, yoksul kalırız. Bu beslenmeyi kabul edersek,

zengin-leşiriz, gürbüz oluruz. O nedenle Matisse, Cezanne, Picasso benim hocalarımdır. Çin ve Japon resmini na-sıl göz erimim dışında tutabilirim. Mısır resmi, heykeli, İznik Çinileri, Osmanlı Minyatürleri sanat dünyamın ayrılmaz parçalarıdır.”

Şu sorunun yeridir: “Pekiyi Türk heykeltraşı, Türk res-samı ne durumda?”

Cevap: “Türk heykeltıraşı, Türk ressamı Çin ve Japon resmini tanımaz. Oysa insanlığın ürettiği bütün ürün-ler, bütün eserler ve üslûplar bizim hocalarımız olma-lıdır. Her ülke evrensel kurallara göre eğitim yapmak zorunda, sanatını da evrensel dil oluşturabilmek he-defiyle yapabilmeli.”

Veysel Günay konuşmasının bir yerine sıkıştırmıştı, “Ben 68 kuşağıyım,” demişti.

Yani çok okuyan, dünya nereye gidiyor diye düşünen, adaleti, yoksulluğu düşünen bir kuşağın üyesiydi o.

“Matisse’den ışık

Belgede Dünyadan bir Yaşar Kemal geçti (sayfa 190-194)

Benzer Belgeler