• Sonuç bulunamadı

Su (Âb, Mâ), Kevser, Selsebil, Zemzem, Zülâl

Oda sıcaklığındayken sıvı durumda bulunan, renksiz, kokusuz, tatsız madde (Türkçe Sözlük, 2009: 1812) olarak tanımlanan su, tüm canlılar için hayatî önem taşır. Aynı zamanda anâsır- erbaa (kâinatın yaratılışındaki dört unsur)nın bir unsuru olarak kabul edilir. Saf bir içecek olmasının yanında temizlik için en gerekli ihtiyaçtır.

Divan şiirinde su kelimesinin yanında Farsça âb, Arapça mâ kelimeleriyle özel olarak Kevser suyu, zemzem, zülâl ve selsebil kelimeleri kullanılmıştır. Irmak manâsında olan

146

Kevser, Hz. Peygamber'e ayrılan, bütün cennet ırmaklarının kendisinden doğduğu büyük bir su kaynağı ve nehri ifade etmektedir. Hadislerde bu suyun sütten beyaz, kardan soğuk, köpükten yumuşak, kokusunun miskten güzel ve içenin ebedî olarak susamayacağı, yüzünün ebediyen kararmayacağı şeklinde rivayetler vardır (Ertürk, DİA, “Havz-ı Kevser”, C. 16/1997: 546-547). Kelime anlamıyla “akıcı ve yumuşak olma” anlamına gelen selsebil, cennet pınarından ancak imanları ve hayırlı amelleri olanların içebileceği bir sudur. Selsebil kelimesi, klasik şiirde sevgilinin dudağındaki lezzet ve ölümsüzlük özelliğinden kinaye olarak sıkça kullanıldığı gibi şarabın ve güzel şiirin mest edici etkisi selsebil ile ölçülür. Cennette olması, devamlı akması, herkesin ona ulaşamaması gibi sebeplerle de âşığın arzuladığı bir mekân olarak geçer (Cebeci, DİA, “Selsebil”, C. 36/ 2009: 447-448). Zemzem, Kâbe yakınındaki kuyudan çıkan ve Müslümanların değer verdiği bir sudur. Türk kültüründe bazı sularının tadının diğerlerinden farklı olması durumunda zemzeme benzetilir. Hz. Peygamber'in bir niyetle içilmesini tavsiye etmesi zemzemin sadece susuzluğu gidermediği aynı zamanda maddî ve manevî arınmaya vesile olduğu düşünülmüştür (Küçükaşcı, DİA, “Zemzem”, C. 44/ 2013: 242, 245). Zülâl ise Arapça saf, tatlı su anlamına gelmektedir (Türkçe Sözlük, 2009: 2243).

Divan şairleri tabiata önem verdiklerinden ve soyut hayâllerini tabiattan somut örneklerle izaha çalışmalarından dolayı damladan denize kadar suyun her hâlinden şiirlerinde bahsetmişlerdir. Öncelikli olarak hayatın kaynağı olması bakımından değerlendirmişlerdir. Temizleyici olması, saf olması, harareti ve ateşi söndürmesi ile ele alınmış; durmadan akıp gitmesi, yerinde duramaması nedeniyle âşığın gönlüne ve geçen ömre teşbih edilmiştir. Âşığın gözyaşı, sevgilinin dudakları (âb-ı hayât), endamı (âb-ı revân), yanağı, yüzü suya benzetilmiştir (Pala, DİA, “Su”, C. 37/ 2009: 443; Özkan, 2007: 645-647). Taranılan divanlarda bu anlamlarla birlikte âşığın gönlünün su gibi akması, sevgilinin bir içim su misali güzel olması, karışan saçı su ile ıslatıp taramak, kılıca su vermek, Hz. Peygamber'in parmaklarından su akıtma mucizesi, kalbin su gibi temiz olması, sevgilinin su yerine âşığın kanını içmesi, suyun ateşi düşürmesi, ölecek kişiye su verilmesi gibi suyun birçok anlamda kullanıldığı tespit edilmiştir. Bununla birlikte çalışmanın konusu gereği mutfak kültürü ile ilgili beyitler değerlendirmeye alınmış, ayrıca beyitlerde su ile ilgili atasözü, deyim ve âdetlere de yer verilmiştir

147

(Ocağına su koymak, Suya götürüp susuz getirmek, Su gibi ezberlemek, Hasta veya ölecek kişiye su verilmesi, Ayağa su dökülmesi, Şaraba su katılması).17

Taranılan divanlarda “su” redifli Fuzûlî'nin bir kasidesi (K. 3), Zâtî'nin iki gazeli (G. 1219, G. 1220), Taşlıcalı Yahyâ'nın bir gazeli (G. 362), Hayâlî'nin iki gazeli (G. 455, G. 456), Edirneli Nazmî'nin altı gazeli (G. 5309, G. 5310, G. 5333, G. 5334, G. 5347, G. 5348); “âb” redifli Edirneli Nazmî'nin bir gazeli (G. 830) tespit edilmiştir.

Divan şiirinde Hz. Muhammed için yazılan naatlar arasında mühim bir yere sahip olan Fûzûlî'nin “Su Kasidesi”ndeki sevgili, Hz. Peygamber'dir. Aşağıda yer alan beyitte şair, hayatta iken kavuşamadığı sevgiliye hiç olmazsa öldükten sonra kavuşmayı arzulamaktadır. “Kûze”, topraktan yapılan kaptır. Fuzûlî, sevgiliye kavuşabilmek, ona dokunabilmek için dostların onun mezar toprağından alıp yapacakları çanak ile sevgiliye su sunmalarını istemekte ve bu şekilde sevgilinin ellerine dokunabilme ümidinin gerçekleşmesini istemektedir:

Dest-bûsı arzusiyle ger ölsem dostlar

Kûze eylen toprağım sunun anınla yâre su (FD, K. 3/13)

Dostlar! Eğer (o sevgilinin) elini öpme arzusu ile ölürsem, toprağımdan kâse yapın ve onunla sevgiliye su verin.

Sevgilinin yüzünü güzellik kitabı olarak tasavvur eden Nev‘î, onun kaşlarını su gibi saf ve şeffaf olan yüzünün üzerindeki balığa teşbih etmiştir:

İki tâlibdür egilmişler kitâb-ı hüsnüne

Yâ iki mâhîye dönmiş suya tâlib kaşlarun (ND, G. 246/2)

Sevgilinin yanağı, saf ve temiz bir suyu andırırken çenesi de bu suyun üzerindeki hava kabarcığını andırmaktadır:

‘Ârızun âb-ı nâbdur gûyâ

Zekanun bir habâbdur gûyâ (BD, G. 14/1)

17

148

Su, şeffaf renkli olmasıyla beraber kimi zaman yansımadan dolayı mavi renkli görünür. Şair, bu yansımayı kullanarak sevgilinin, mavi renkli bir elbise giydiği zaman güzelliği, endamı ve kıyafetinin rengi ile bir içim suya benzediğini ifade eder:

Bir içim ŝuya döner lutfla yâr

Güzel ter câme geyse rengi mâvî (END, G. 6292/3)

Figânî, serviyi andıran güzelleri gördükçe onlara meyletmesini, gönlünün akıp giden bir su olmasına, buna karşı koyamamasına bağlamaktadır:

Akar sudur meger gönlüm Figânî

Ki her serve akar gönül belâdur (FİD, G. 26/5)

Sevgilinin yanağını görünce gönül karşı koyamadan ona meyletmektedir. Bu, suyun hiçbir engel tanımadan, önüne çıkan her şeyi yıkıp, sürükleyip geçmesi gibi karşı konulamaz, engellenemez bir durumdur:

Mâyil oldı göricek ‘arız-ı dil-dârı gönül

Su gibi akdı görüp yine o ruhsârı gönül (ED, G. 307/1)

İlk beyitte suyun temizleyici özelliğinin olduğunu belirten Edirneli Nazmî, ikinci beyitte âşığın sevgilinin aşkı için bu dünya nimetlerinden, hayattan hatta kendi canından dahi geçebilmesi gerektiğini, gözünde hiçbir şeyin değeri kalmadığı takdirde gönlünde sadece sevgilinin saf aşkı kalacağını bu durumda olmayan (gönlü su gibi temiz olmayan) kişinin âşıklık iddiasında da bulunamayacağını belirtir:

Dil-i sâfî kişiyi pâk ider elbet sâfî

Her neyi olur ise su nitekim eyler pâk (END, G. 3758/3) Âşık-ı dîdârlık da‘vâsını hîç itmesün

Su gibi şol gönli pâk olup yüzi hâk olmayan (END, G. 4995/2)

“Cennet, hûrî, müntehâ, sidre, kevser” kelimeleri ile cenneti tasavvur ettiren şair, içinde sevgilinin yaşamasından dolayı mahallesi cennet sayılan sevgilinin dudaklarının içenin

149

bir daha susamayacağına inanılan Kevser suyu niteliğinde olan bir hûrî olduğunu ifade eder:

Kûyı cennet hüsn ile hûrîdür ol dil-ber meger

Müntehâ kaddi anunn sidre lebi kevser meger (END, G. 2031/1)

Sevgilinin dudakları ölümsüzlük suyu olduğuna inanılan âb-ı hayat ve cennet sularından olan Kevser suyuna teşbih edilmiş, hatta onlardan daha üstün tutulmuştur. Öyle ki sevgilinin dudaklarına kavuşma arzusu ile ağlamayan bir kimse ne âb-ı hayâtı içmiştir ne de Kevser suyundan tatmıştır:

Lebünçün aglamayan kimse ana benzer kim

Ne içdi âb-ı hayâtı ne aldı Kevserden (ED, G. 411/2)

Cennette hûrî ve Kevser suyunun olduğunun söylenmesinden maksat, gül yüzlü sâkî (sevgili) ve temiz kadeh (şarap)in olmasındandır:

Hûr ü kevserden ki derler Ravza-i Rıdvanda var

Sâkî-i gül-çihre vü câm-i musaffadır garaz (FD, G. 138/3)

Zülâl, sevgilinin dudaklarının özelliğini öğrendikten sonra kendiliğinden soğumuştur. Emrî, zülâl suyunun soğuk olmasını hüsn-i talil yoluyla sevgilinin dudaklarına bağlamıştır:

Lebleri vasfını işitdi meger

Kendüzinden sovudı âb-ı zülâl (ED, G. 308/4)

Edirneli Nazmî, Kâbe'nin eşiğinde dökülen gözyaşının af, pişmanlık ve samimiyet duygularıyla dökülmesinden dolayı Zemzem suyundan daha değerli olduğunu, bu yüzden arınmak için Zemzem suyu yerine gözyaşı ile gönlünü yıkamasını tavsiye etmektedir:

Ka‘be işiginde dökicek yaş o habîbün

150

Ölüm hâlindeki bir hastaya, pamukla ağzına su vermek onun daha kolay ve rahat bir şekilde ruhunu teslim etmesini sağlamak için yapılmaktadır. Hasta suyu içemeyecek kadar kötü durumda olduğu için su, pamukla ağzına damlatılır. Zâtî, bu geleneğe telmihte bulunarak çevresinde ona pamukla su verecek kimsenin olmadığını, bu yüzden onun su ihtiyacını feri gitmiş gözlerinin gözyaşları ile karşıladığını ve ölmeden önce hararetini aldığını ifade eder:

Ben harâretden ölürdüm ger agarmış gözlerüm

Penbe ile agzuma tamzırmasa bir pâre su (ZD, G. 1219/4)

Eğer ağarmış gözlerim, ağzıma pamukla bir parça su damlatmasaydı ben hararetten ölürdüm.

Can vermek üzere olan birine bir damla su ikrâm etmek ona ne kadar iyi gelecekse âşık da sevgiliden aynı ilgiyi talep etmektedir:

Cân virürken hançeründen sun bana bir pâre su

Hâlet-i nez üzre gâyet hoş gelür bîmâra (TYD, G. 362/1)

Fenalaşan kişinin kendine gelmesi için yüzüne su serpilmesi gibi sevgilinin aşkıyla her dem dertli olan âşığın yüzü de sararıp solmuştur. Emrî, hüsn-i talil yoluyla gözyaşı döken gözlerini onu iyileştirmek için devamlı ona sus serpmeleri olarak tasavvur etmiştir:

Bî-hûş görüp yüzüme her dem su seperler

Ey Emrî çok eylük görürem dîdelerümden (ED, G. 406/7)

Âşık, sevgilinin yüzünü görmeden evvel dahi onun güzellik unsurlarını su gibi ezbere okumaktadır:

Dahi ben görmezden evvel ‘ârızun

Vasfın okurdum su gibi ezbere (END, G. 5760/3)

Edirneli Nazmî, Üsküdar çeşmesi için yazdığı tarihte bu çeşmeden su içen susamış gönüllerin ona içten, samimiyetle dua edeceklerini ifade eder:

151 Bundan âb içüp geçen dil-teşneler

İdeler cândan revân ana du‘â (END, T. 115/2)

2.6. Süt (Leben, Süd, Şîr)

Süt, memeli hayvanlardan elde edilen, bileşimi hayvandan hayvana farklı olan, yavrunun ihtiyacını karşılamak için memeden salgılanan üstün değerli bir gıda maddesidir. Hoş, hafif bir tada ve temiz bir kokuya sahiptir (Demirci ve Gündüz, 2004: 11). Süt kelimesi, Türkçede çok eski zamanlardan beri kullanılan bir sözcük olup, bütün süt çeşitlerini içine alan bir kelimedir. Türklerin, 11. yüzyılda sütü herehangi bir işleme tabi tutmadan içtikleri, aynı zamanda sütten yağ, yoğurt, ayran, peynir ve kaymak gibi besinler ürettikleri bilinmektedir. Fatih Sultan Mehmet döneminde sütün saray mutfaklarına testilerle geldiği ve inek sütüne “leveni kav” dendiği saray mutfak defterlerinde kayıtlıdır (Sürücüoğlu, 2001: 132-133).

Süt, divan şiirinde en çok çocukların sütle veya anne sütüyle beslenmesine gönderme yapılarak kullanılmıştır. Bunun yanında süte şeker katılması münasebetiyle süt ve şeker tenasüp içinde zikredilmiş, cennette akan dört ırmaktan biri olması, sevgilinin şeker ve sütten yoğrulması, annenin küçükken âşığa süt yerine sevgilinin aşkını içirmesi şeklinde yer almıştır (Özkan, 2007: 648; Cengiz, 2010: 137). Taranılan divanlarda bunlara ek olarak Ferhâd'ın aşk yolunda erittiği canı, dadısının âşığa küçükken süt yerine verdiği gözyaşı, bitkilerin beslenmesini sağlayan yağmur olarak tasavvur edilmiştir. Beyitlerde sütle ilgili atasözü, deyim ve âdetlere de yer verilmiştir (Anne sütünün haram olması, ağzı süt kokmak, sütten kesilmek).18

Sevgiliyi konuşan bir papağana benzeten Bâkî, onun tatlı tatlı konuşmasının nedenini bebekken annesinin onu süt yerine şeker ile beslemiş olmasına bağlamaktadır:

Nice şirin olmasun kim süd yerine anası

Sükker ile beslemiş ol tûti-i gûyâcugı (BD, G. 534/2)

18

152

Sevgiliyi baba sözü dinlemeyen bir çocuğa benzeten şair, anne sütü yerine âşığın canına kastederek onun kanını içmeye meyilli olduğunu ifade eder:

Tıfldur pend-i peder dinlemez ol mâh dahı

Şîr-i mâder yirine içmege kanum özenür (BD, G. 75/2)

Sevgilinin konuşma anında ayrılıktan bahsetmesinden hoşlanmayan âşık, bu durumu iki zıt şeyin bir arada olmayacağını kavuşmayı tatlı olan süt ile şeker ikilisine ayrılığı da acı olan soğan ve sarımsak ikilisine teşbih ederek anlatır:

Dem-i vaslunda hicrün anma kim cem‘ olmaz iki zıdd

Biri çün şekker ü şîr anun ol biri piyâz u sîr (END, G. 1541/4)

Şekere karıncanın, süte de yılanın gelmesi gibi sevgilinin dudağının etrafında yılanı andıran saçlarının ve karıncaya benzeyen ayva tüylerinin olması da olağan bir durumdur:

N‘ola yârün lebleri etrâfın alsa zülf ü hatt

Kandeyise şehd ü şîre mâyil olur mûr u mâr (END, G. 1820/3)

Babanın çocuk üzerindeki hakkına değinen Edirneli Nazmî, bir çocuk babasını incittiği zaman, ona ana sütü helâl iken bu durumda haram olur:

Şîr-i mâder hey harâm olur helâl iken ana

Bir püser kim ey birâder incine andan peder (END, G. 1838/4)

Sevgiliye vuslatı hayâl olan gönül ehli, şeker ve sütü tat ve yumuşaklık bakımından sevgilinin tatlı dudaklarına benzemesi nedeniyle ikide bir ağzına alır:

Hüsrevâ ehl-i dil almazdı dile ikide bir

Leb-i şîrînüne ger benzemese şekker ü şîr (END, G. 2142/1)

Sevgilinin yanakları güzellikte lale ve gülü; dudakları da lezzette şeker ve sütü andırır: Behcetde anun ruhlarıdur lâleyile gül

153

Sevgilinin sütannesi bal, dadısı şekerdir; tatlılığının nedeni buradan gelmektedir. Küçük ağızlı sevgili ağzının süt koktuğunu yani henüz masum, körpe olduğunu belirtir:

Didi agzun kuççügin agzumda süd kokar benüm

Şehddür dâyem şekerdür Zâtî'yâ dadım benüm (ZD, G. 887/5)

Âşık, annesinin bela, babasının ayrılık, kardeşlerinin sıkıntı ve keder olduğunu, küçükken dadısının ona süt yerine gözyaşı verdiğini o yüzden şimdi bu hâlde olduğunu belirtir:

Bana gözyaşı virmiş süd yirine tıfl iken dâye

Gam ile gussa hem-zâdum belâ mâder peder fürkat (ND, G. 34/2)

Yağmuru süte, bahçedeki ürünleri de küçük çocuklara benzeten şair, bulutun ürünlerin yeteri kadar beslendiğini, gelişip olgunlaştığını düşünerek ürünleri sütten kestiğini -artık yağmur yağmadığını- ifade eder:

Keser şîrden ebr etfâl-i bagı

Çü beslendi her biri buldı kemâli (ND, G. 52/3)