• Sonuç bulunamadı

SUÇ ve SUÇUN ÖNLENMESİ

Bireysel psikoloji sayesinde giderek bütün değişik insan tiplerini anlayabilecek düzeye ulaşıyoruz;

nihayet bu tipler arasında o kadar da büyük bir fark yoktur. Aynı tür başarısızlık, sorunlu çocuklarda, nevrozlularda, psikozlularda, canlarına kıyanlarda, alkoliklerde ve cinsel sapıklarda olduğu gibi, suça yönelik kişilerde de karşımıza çıkıyor. Bütün bu saydığımız insanlar yaşamın ödevleriyle yüz yüze geldiklerinde işin altından kalkamıyor, hepsi de belirli bir noktada başarısızlığa uğrayıp gereken toplumsallık duygusuyla davranmasını beceremiyor, diğer insanları pek umursamıyorlar. Ama bu noktada bile, sanki öteki insanlarla bir karşıtlık oluşturuyorlarmış gibi kendilerini ayrı bir grupta toplayamıyoruz. Hiç kimse kusursuz bir işbirliğine ya da kusursuz bir toplumsallık duygusuna örnek gösterilemez; suça yönelik kişilerin bu konudaki başarısızlığı, genel başarısızlığın ciddi boyutlara ulaşmış bir şeklidir, o kadar.

Suça yönelik kişileri anlayabilmemiz için bir diğer noktayı göz önünde tutmamız gerekiyor; ama bu noktada da bizler nasılsak onlar da öyledir. Hepimiz, karşılaştığımız sorunların üstesinden gelmek isteriz. Hepimiz de uzaklarda bulunup bize güç, üstünlük ve kusursuzluk bağışlayacak bir amaca varmak için çaba harcarız. Profesör Dewey, bu eğilimi çok doğru bir şekilde "güvenlik çabası" diye niteler, bazıları da "yaşamını sürdürme içgüdüsü" der buna. Nasıl bir ad verirsek verelim, her insanda bu büyük etkinliği görür, alttaki bir konumdan üstteki bir konuma yükselme, yenilgiden kurtulup zafere ulaşma, aşağıdan yukarıya tırmanma savaşına tanık oluruz. Söz konusu savaş çocukluğumuzun başından başlayıp yaşamımızın sonuna kadar sürüp gider. Yaşamak demek, bu gezegen üzerindeki varlığımızı sürdürmek, engelleri yenip güçlüklerin üstesinden gelmek demektir.

Dolayısıyla suça yönelik kişilerde de bu eğilimle karşılaşmak bizi şaşırtmamalıdır. Suça yönelik kişi üstünlüğü ele geçirmek, karşılaştığı yaşamsal ödevleri çözmek, güçlükleri yenmek için sürekli uğraşıp didindiğini bütün tutum ve davranışlarıyla gözler önüne serer. Onu diğer insanlardan ayıran, böyle bir eğilimin yokluğu değil, eğilimin izlediği yöndür. Toplum içinde yaşamanın gereklerini kavrayamadığını ve diğer insanları umursamadığı için onun böyle bir yöne saptığını bildik mi, suça yönelik kişinin davranışlarını doğal karşılamamamız için hiçbir neden kalmaz.

Bu noktayı önemle belirtmek isterim; çünkü bazıları duruma başka türlü bakar, suça yönelik kişileri istisna varlıklar olarak görür, herkes gibi insanlar olarak asla kabul etmezler. Örneğin, bilim insanlarından bazısı suça yönelik kişilerin geri zekâlı sayılacağını ileri sürer. Bazı bilim insanları da vardır, kalıtımın bu konuda kesin rol oynandığına inanır, suça yönelik kişinin doğuştan kötü olduğu, suç işlemeden duramayacağı görüşünü benimser. Bazıları ise suça eğilimin çevresel koşullardan kaynaklandığını ve buna karşı herhangi bir şey yapılamayacağını, bir kez suç işleyenin ömür boyu suç işleyeceği tezini savunur. Pek çok karşı neden ileri sürerek bütün bu görüşlerin doğru sayılamayacağını ortaya koyabiliriz kuşkusuz. Ayrıca şunu unutmamalıyız ki söz konusu görüşleri benimsersek suç sorununu bir ölçüde memnunluk verecek gibi çözümleme umudundan el çekmemiz gerekir. Oysa bizim amacımız içinde yaşadığımız dönemde bu beladan kurtulmaktır. Tarihten bildiğimiz kadarıyla suç her zaman insanlığın başına bela kesilmiştir. Ama şimdi bu belaya karşı bir şeyler yapmak durumundayız. "Her şey kalıtımdan kaynaklanıyor, buna karşı elimizden pek bir şey gelmez" diyerek sorunu bir kenara itmekle yetinemeyiz.

Ne çevrenin, ne de kalıtımın insanları suç işlemeye zorladığı doğrudur. Aynı aileden gelip aynı çevrede yetişen çocukların birbirinden değişik doğrultularda geliştiğini görebiliriz. Bazen tertemiz bir isme sahip bir aileden suça yönelik bir kişi çıkabilir. Buna karşılık pek kötü ün yapmış olup pek

çok üyesi hapishaneler ve ıslahevleriyle tanışmış bir aileden sağlam karakterli, davranışlarına kusur bulunamayacak çocukların çıktığı görülür. Bu bir yana, suça yönelik kişiler sonradan değişip düzelebilmektedir. Azılı bir hırsızın otuz yaşından sonra iyi bir vatandaş olarak yaşamını sürdürmesini açıklamakta, şimdiye kadar pek çok kriminal psikolog zorluk çekmiştir. Suça eğilim doğuştan bir özür oluşturuyor ya da çevre koşullarıyla bireyin içine bir daha sökülüp atılamayacak gibi yerleştiriliyorsa, böyle bir şeye hiçbir zaman akıl erdiremeyiz. Oysa biz, kendi bakış açımızdan bunu pekâlâ anlayabilmekteyiz. Belki söz konusu kişi daha olumlu bir konumda bulunmaktadır;

üzerindeki baskı eskisine göre hafiflediğinden yaşam üslubundaki hatalar önceki gibi su yüzüne çıkmamaktadır. Ama belki de söz konusu kişi istediği şeyi elde etmiştir. Ve nihayet yaşlanıp şişmanlamıştır belki, hırsızlık mesleğini eskisi gibi beceriyle yürütebilecek durumdan çıkmıştır, elleri ve kolları esnekliğini yitirmiştir, örneğin bir yere tırmanmakta zorlanmaktadır, evlere ve dükkânlara girmek kendisi için pek zahmetli bir iş haline gelmiştir.

Sözüme devam etmeden suça yönelik kişilerin akıl ve ruh hastası sayılacağı düşüncesinin temelden yoksunluğunu belirtmeliyim. Suç işleyen psikozlular varsa da bunların işlediği suçlar tümüyle değişik türdedir. Bu gibi kişilerden hesap sormaya hakkımız yoktur çünkü asla gereği gibi anlaşılmamış ve düpedüz yanlış tedavi görmüş kişilerdir bunlar. Aynı şekilde geri zekâlı suçluları da bir yana bırakmamız gerekiyor çünkü bir maşadan başka şey değillerdir. Gerçekten suça yönelik kişiler, suçu kafalarında planlayıp tasarlayanlardır. Bunlar girişilecek eylemin sağlayacağı kazançları allayıp pullayarak anlatır, geri zekâlıların hayal gücünü ya da iştahını kamçılarlar. Daha sonra kendileri gizlenir, suçun işlenmesini ve yakalanıp cezaya çarpılma riskini kurban olarak seçtikleri kimselere bırakırlar. Genç insanların yaşlı ve deneyimli suçlular tarafından kötü eylemlere alet edilmesinde de aynı durum söz konusudur. Suçu planlayan deneyimli suçlulardır, çocuklar kandırılarak planlanan suçu işlemeye yöneltilir.

Ama biz yine daha önce değindiğim o büyük etkinlik çizgisine dönelim; öyle bir çizgi ki bu çizgiyi izleyerek suça yönelen her kişi, ayrıca diğer insanlardan her biri zafere kavuşmak, başkalarına kesinlikle üstünlük sağlamak için uğraşıp didinir. Saptanan amaçlarda pek çok ayrım ve çeşitleme görülür. Suça yönelik kişinin harcadığı çaba kişisel üstünlüğü amaçlar, varılmak istenen amaç başkalarına hiçbir yarar sağlamaz. İşbirliği diye bir şey bilmez suça yönelik kişi. Toplum, üyelerinden birbirlerine yararlı olmasını, işbirliği içinde çalışmasını ister. Suça yönelik kişinin amacında ise toplum yer almaz, bu da suç işlemeyi meslek edinmiş kişilerin başta gelen özelliğidir.

Daha sonra bunun nasıl ortaya çıktığını göreceğiz. Şimdi şu kadarını söyleyeyim ki suça yönelik kişiyi anlamakta en önemli hareket noktamız, toplumsal işbirliği eksikliğinin kapsam ve boyutlarıdır. Suça yönelik kişiler, toplumsal işbirliğine yatkınlık derecesine göre birbirlerinden ayrılırlar. Bazılarında işbirliği konusundaki yetersizlik ötekilerden daha azdır. Örneğin, bazıları küçük suçlar işlemekle yetinir, asla bu sınırların dışına çıkmaz. Bazıları ise ağır suçları yeğler. Bazıları önderlik rolünü üstlenir, bazıları da peşlerinden gider onların. Suça yönelikliğin bu çeşitlemelerini, tek tek her suçlunun özel yaşam üslubunu adamakıllı incelemeden anlayabilmemiz olanaksızdır.

Bir insan için tipik yaşam üslubu, o insanın çocukluğunun çok erken bir döneminde kurulup çatılır, ana hatları daha dört, beş yaşlarında belirginleşir. Dolayısıyla, yaşam üslubunu değiştirmenin kolay bir iş sayılacağını düşünemeyiz. Söz konusu olan, bir insanın öz benliğidir; kişi kuruluşu sırasında yaptığı hataları görüp anlamadıkça, bu benlikte herhangi bir değişikliği gerçekleştirmenin olanağı yoktur. Böylece pek çok kez cezaya çarptırılmış, rezil ve kepaze olmuş, aşağılanıp horlanmış, toplumun bireylerine sunduğu iyi ve güzel şeylerin tümünden yoksun bırakılmış sayısız suçlunun yine

de ıslah olmayışının, aynı suçu işlemeyi sürdürüşünün nedenlerini yavaş yavaş anlamaktayız. Onları suça iten ekonomik zorluklar değildir. Darlık ve sıkıntı dönemlerinde, insanların sırtlarındaki yükün ağırlaştığı günlerde işlenen suçların sayısında artış görüldüğü çok doğrudur. Söz konusu sayının bazen buğday fiyatıyla doğru orantılı olarak arttığını istatistikler açıklamaktadır. Ama bu, ekonomik durumun suça yol açtığını kanıtlamaz. Daha çok bunu, ekonomik güçlüklerin pek çok insanın davranışına dar sınırlamalar getirdiğini, özellikle işbirliğine yönelik davranışlarda sınırlamaların kendini hissettirdiğini gösteren bir belirti saymak gerekir. Söz konusu dar sınırlar bir kez kendini açığa vurduğunda, insanlar artık toplum için bir şey yapamayacak duruma gelir. İşbirliğine eğilimin en son kalıntısını da elden çıkarır, kaçıp suça sığınırlar. Beri yandan pek çok gözlemimizden biliyoruz ki olumlu koşullarda suça yönelmeyen bir hayli insan vardır; ama beklenmedik güçlükler karşısında onların da suç işleyebildiklerini görmekteyiz. Önemli olan yaşam üslubudur, güçlüklere ve sorunlara yaklaşım biçimidir.

Bireysel psikolojinin, bütün bu deneyimlerden sonra pek yalın şu gerçeği saptayabiliriz. Suça yönelik bir kişi başkalarının esenliğini düşünmez ancak belli ölçüde başkalarıyla işbirliği yapabilir.

Bu ölçünün sınırına vardığında, suç işlemeye yönelir hemen. Karşısına çıkan bir ödevi fazla ağır bulması durumundaysa söz konusu sınıra varmış demektir. Hepimizin önünde bekleyen, suça yönelik kişilerin çözmeyi başaramadığı yaşam sorunları üzerinde düşünmek bize çok şey öğretecek, yaşamda yalnızca toplumsal sorunların var olduğunu ve ancak başkalarıyla bir paylaşım duygusu içinde bunların üstesinden gelinebileceğini bize gösterecektir.

Bireysel psikolojinin ortaya koyduğuna göre, bütün yaşam sorunlarını üç kapsamlı grupta toplayabiliriz. Bunlardan biri insanlar arası ilişkiler, yani arkadaşlık sorunudur. Şimdi bu sorunla işe başlayalım. Suça yönelik kişiler bazen başkalarıyla arkadaşlık ve dostluk ilişkisi kurabilirlerse de bu kişileri yalnızca kendileri gibi olanlar arasından seçerler. Başkalarıyla birlikte çete oluşturabilir hatta birbirlerine gayet dürüst davranabilirler. Ama etkinlik alanlarını ne kadar daralttıkları hemen dikkati çeker. Suça yönelik kişiler bir bütün olarak toplumla yararlı bir ilişkiyi sürdüremez, normal insanlarla dostluk ve arkadaşlıklar kuramazlar. Kendilerine toplumdan dışlanmış kişiler gözüyle bakar, diğer insanlar arasında kendilerini bir türlü rahat hissedemezler.

Yaşam sorunlarının ikinci gurubu meslekle, iş güçle ilgilidir. Suça yönelik kişilere meslek konusunda ne düşündükleri sorulsa, o korkunç çalışma koşullarına ilişkin hiçbir şey bilmedikleri yanıtını vereceklerdir. Suça yönelik kişiler işe dehşet verici bir şey gözüyle bakar, başkaları gibi iş yaşamının güçlükleriyle savaşma isteğini duymazlar. Yararlı bir işte çalışıyor olmanın koşulu, başkalarıyla bir paylaşım duygusu içinde yaşamak, başkalarının mutluluğu için bir şeyler yapmaktır.

Gelgelelim, bu noktada suça yönelik insanın kişiliğinde bir yetersizlikle karşılaşılır. Toplumsallık duygusundaki bu yetersizlik erken yaşta açığa vurur kendini; dolayısıyla, suça yönelik kişilerden büyük çoğunluğu iş dünyasının sorunlarının karşısına onları çözebilecek gibi bir hazırlıkla çıkamaz.

Yine bu kişilerden büyük çoğunluğu, bir meslek sahibi olmayan yardımcı işçilerdir. Yaşamöyküleri geriye doğru izlendiğinde, gelişimlerinin okulda ve çoğu kez daha önceki bir dönemde birtakım engellere çarpıp aksadığı görülür. Başkalarıyla işbirliği yapmayı asla öğrenmemişlerdir. Oysa iş yaşamında başarı elde edebilmek için bunun öğrenilmesi ve pratikte uygulanması gerekir. İş yaşamının sorunları karşısında bocalamaları durumunda, bunun suçunu söz konusu kişilerin üzerine yükleyemeyiz. Böyle davranmamız, diyelim ki asla coğrafya dersi görmemiş bir öğrenciyi coğrafyadan sınava çekmek olur, yönelteceğimiz sorulara kendisinden ya yanlış yanıtlar alır ya da hiç yanıt alamayız.

Yaşam sorunlarının üçüncü gurubu ise, tümüyle sevgi ilişkilerini içerir. Olumlu ve verimli bir sevgi yaşamı, karşıdaki insanla paylaşmaya yanaşmadan, onunla işbirliği yapmak istemeden sürdürülemez. Islahevlerine kapatılan suça yönelik kişilerden pek çoğunun cinsel bir hastalığa yakalanmış durumda olması anlamsız değildir; bu kişilerin sevgi sorunundan kendilerine rahat bir çıkış yolu aradıklarını gösterir. Suça yönelik kişiler, sevgi ilişkisinde karşı tarafa yalnızca sahip oldukları bir mal gözüyle bakarlar. Çoğunlukla bu kişilerin sevginin satın alınabileceğine inandıkları görülür. Cinsel yaşam böyleleri için kazanılıp ele geçirilecek bir nesne gibidir. Sevgide karşı taraf bir hayat arkadaşı değil, sahip olunan bir nesnedir. "İstediğim her şeyi ele geçiremedikten sonra yaşamanın ne yararı var bana?" diye sorar pek çok suça yönelik kişi.

Şimdi bu kişileri tedaviye nereden başlayacağımızı görebiliriz. Yapmamız gereken, onları işbirliği konusunda eğitmektir. Onları kısa yoldan ıslahevlerine kapatarak fazla bir şey elde edemeyiz ama serbest bırakmak da toplum açısından sakıncalıdır ve zamanımızın koşullarında söz konusu olamaz.

Toplumun suça yönelik kişilerden korunması gerekmektedir ama iş bu kadarla bitmiyor kuşkusuz.

Suça yönelik kişiler toplum içinde yaşamanın gerektirdiği hazırlığı edinememişlerdir; böyle bir durumda "Bu insanlar için ne yapabiliriz?" diye düşünmemiz gerekiyor. Tüm yaşamsal sorunlarda işbirliğinin yetersizliğinin önemi küçümsenecek gibi değildir. Günlük yaşamımızda her an işbirliği duygusuyla davranmak zorundayız; içimizdeki bu duygunun ne ölçüde güçlü sayılacağı, daha bakışımızda, konuşmamızda ve dinleyişimizde açığa vurur kendini. Gözlemlerim doğruysa, suça yönelik kişiler başka insanlardan daha değişik şekilde bakar, konuşur ve dinlerler. Kendilerine özgü bir dilleri vardır ve bu yüzden zekâları gereği gibi gelişememiştir. Bizler konuştuğumuzda, herkesin bizi anlamasını isteriz. Anlamanın kendisi toplumsal bir sorundur; sözcüklere herkesin anlayabileceği anlamlar yükler, herkes bu sözcükleri nasıl anlıyorsa biz de öyle anlamaya çalışırız. Oysa suça yönelik kişilerde durum değişiktir, bu kişilerin özel bir mantıkları, özel bir zekâları vardır. İşledikleri suçlara ilişkin açıklamaları bize böyle olduğunu gösterir. Aptal ya da geri zekâlı değillerdir; yeter ki kendilerini beğenmişliklerinden ve kişisel üstünlük amaçlarından onayımızı esirgemeyelim, olup bitenlerden çıkardıkları sonuçlara kusur bulmak güçtür. Suç işleyen bir kişi şöyle der örneğin: "Bir adam gördüm, göz alıcı bir pantolon vardı ayağında, benimse pantolonum yoktu, bu yüzden adamı öldürmeden duramadım." Tüm isteklerinin önemli olduğunu ve geçimini topluma yararlı bir yoldan sağlamakla yükümlü bulunmadığını kabul edersek, vardığı sonucun yeterince akla yakınlığını itiraf etmemiz gerekir ama mantıkla bağdaşmayacak bir sonuçtur bu. Kısa süre önce Macaristan'daki bir mahkemede bir davaya bakılmıştı. Birkaç kadın pek çok kişiyi zehirleyerek öldürmüştü. Bu kadınlardan hapishaneye yollanan biri şöyle demişti: "Oğlum hastaydı ve haylazın biriydi. Ben de onu çaresiz zehirledim." İşbirliği diye bir şeyden haberi olmadığına göre, başka da ne yapabilirdi kadın?

Aptal biri değildir ama olaylara başka insanlardan değişik bir açıdan bakmaktadır, algı şeması başkalarınınkinden değişiktir. Hoşlarına giden bir şey görüp bunu rahat bir yoldan ele geçirmek isteyen suça yönelik kişilerin, düşman gözüyle baktıkları ve hiçbir alıp vereceklerinin bulunmadığı dünyanın elinden söz konusu nesneyi çekip almaları gerektiği sonucuna varmalarının nedeni artık anlaşılmıştır sanıyorum. Bu kişilerin hastalıkları, yanlış bir dünya görüşüne sahip olmaları, gerek kendi, gerek başkalarını değerlendirmede hataya düşmeleridir.

Ama işbirliği konusundaki yetersizliklerini gözden geçirirsek, bunun suça yönelik kişilerin en ilginç özelliği sayılamayacağını görürüz. Söz konusu kişilerin hepsi de korkaktır, çözüme ulaştıracak kadar kendilerini güçlü görmedikleri ödevlerden kaçmakta alırlar soluğu. İşledikleri suçlar bir yana, yaşam karşısındaki takındıkları tutum da korkaklıklarını gözler önüne serer. Ama bu korkaklığı işledikleri suçlar da açığa vurur. Karanlıktan ve çevrede kimselerin olmayışından yararlanarak eylemlerini

gerçekleştirirler, hiç beklenmedik anda kurbanlarının tepesinde bitiverir, karşılarındakinin kendisini savunmasına fırsat vermeden silahlarına sarılırlar. Suça yönelik kişiler kendilerinin cesur olduklarını düşünürlerse de, bu bizi aldatmamalıdır; suç, kahramanlığın bir korkak tarafından taklit edilmesinden başka şey değildir. Suça yönelik kişiler kendini beğenmişlik karışımı bir kişisel üstünlük amacına ulaşmaya çalışır, birer kahraman olduklarına inanmaya bayılırlar. Ama bu da yanlış bir algılama şemasının ve kusurlu bir mantığın varlığını gösterir. Biz, söz konusu kişilerin korkak olduklarını biliriz; onlar bizim bunu bildiğimizi bilselerdi, büyük bir darbe olurdu kendileri için. Polisten üstün olduklarını düşünmek benlik ve gururlarını okşar, çoğu zaman şöyle geçirirler içlerinden: "Beni asla yakalayamazlar!" Ne yazık ki suça yönelik kişilerin eylemlerini konu alacak çok titiz bir inceleme, öyle inanıyorum ki bu kişilerin işledikleri bazı suçlardan yakayı ele vermeksizin kurtulduğunu ortaya koyacaktır, bu da hayli can sıkıcı bir durumdur. Gerçekten yakayı ele verdiklerinde şöyle düşünür bu kişiler: "Bu kez gafil avlandım ama bir dahaki sefer onları nasıl atlatacağımı bilirim." Bir suç işleyip de ele geçirilemediler mi, kendilerini amaçlarına ulaşmış görür, bir üstünlük duygusuna kapılır, arkadaşları tarafında hayranlık ve takdirle karşılanırlar.

Suça yönelik kişinin cesaret ve akıllılığı konusundaki bu çok yaygın görüşü yıkmak zorundayız.

Peki, ne zaman yapmalıyız bunu? Aile içinde, okulda ve ıslahevlerinde bunu gerçekleştirebiliriz.

İleride bu işe en iyi nereden başlanacağını açıklayacağım; ilkin işbirliği duygusunun gelişimini aksatan koşulları biraz daha ayrıntılı ele almak istiyorum. İşbirliği duygusunun doğru dürüst gelişmeyişinin sorumluluğu bazen anne ve babanın kendisindedir. Belki anne çocuğunu kendisiyle işbirliği yapacak gibi eğitmenin üstesinden gelememiştir; belki kendisini hiç yanılmayan biri olarak görmüş, dolayısıyla bu konuda kimsenin yardımına başvurmamıştır. Ama belki annenin kendisi de yeterince işbirliği duygusuna sahip biri değildi. Mutsuz ya da kırık dökük evliliklerde işbirliği duygusunun doğru dürüst gelişemeyeceğini görmek zor değildir. Çocuğun kendi dışında bağlandığı ilk kimse annesidir; dolayısıyla belki anne çocuktaki toplumsallık duygusunun kapsamını babayı, diğer çocukları ya da büyükleri de içine alacak gibi genişletmek istememiştir. Ya da bir başka durum söz konusu olmuştur: Çocuk belki bir süre kendisini ailenin reisi olarak hissetmiş, üç dört yaşına bastığı zaman bir kardeşi dünyaya gelmiş, çocuk da bunu bir yenilgi gibi algılamış, kendisini eski yüce konumundan alaşağı edilmiş olarak görmüştür, annesiyle ve yeni doğan kardeşiyle barış içinde ve bir dayanışma duygusuyla yaşamaya yanaşmamıştır. Bütün bu saydıklarımız dikkate alınması gereken olasılıklardır; suça yönelik kişinin yaşamı geriye doğru izlendiği zaman, hatalı gelişimin erken çocukluk yaşantılarından kaynaklandığı görülür sıklıkla. Ortadaki olumsuzluğa çevresel koşullar yol açmamış, çocuk kendi konumunu yanlış değerlendirmiş, yanı başında da bu konumu kendisine gereği gibi açıklayacak bir kimseyi bulamamıştır.

Aile içindeki çocuklardan birinin örneğin pek yetenekli biri olup öne çıkmak istemesi, her zaman ayrı bir sorun oluşturur. Böyle bir çocuk ailenin dikkat ve ilgisini büyük ölçüde kendi üzerinde toplar, dolayısıyla yılgınlığa kapılan kardeşleri kendilerini haksızlığa uğramış, ihmal edilmiş görürler; işbirliği duygusuyla davranmaya yanaşmaz çünkü pek yetenekli kardeşleriyle rekabet etmek ister ama bunun için kendilerine yeterince güven duymazlar. Böylece gölgede kalan, sahip oldukları

Aile içindeki çocuklardan birinin örneğin pek yetenekli biri olup öne çıkmak istemesi, her zaman ayrı bir sorun oluşturur. Böyle bir çocuk ailenin dikkat ve ilgisini büyük ölçüde kendi üzerinde toplar, dolayısıyla yılgınlığa kapılan kardeşleri kendilerini haksızlığa uğramış, ihmal edilmiş görürler; işbirliği duygusuyla davranmaya yanaşmaz çünkü pek yetenekli kardeşleriyle rekabet etmek ister ama bunun için kendilerine yeterince güven duymazlar. Böylece gölgede kalan, sahip oldukları

Benzer Belgeler