• Sonuç bulunamadı

Hemen hemen her insan düş görür ama gördüğü düşü anlayan kişi sayısı azdır. Haklı olarak, bu duruma şaşmamak elde değildir. İnsanlar genel olarak düşler üzerine öteden beri kafa yormuş, üzerlerinde dikkatle durmuş, içerdikleri anlamı ele geçirmeye çalışmışlardır. Pek çok kişi gördüğü düşlerde derin bir anlamın saklı olduğunu sezmiş, düşlere pek çok şey ifade eden gizemsel oluşumlar gözüyle bakmıştır. Tarihin en eski dönemlerinden beri insanların düşlerle ilgilendiğini açığa vuran izlere rastlamaktayız. Öyleyken, genelde insanlar düş gördüklerinde neler olup bittiği ya da neden düş gördükleri konusunu hâlâ açıklığa kavuşturamamışlardır. Benim bildiğim kadarıyla, düş yorumuna ilişkin kapsamlı ve bilimsel nitelikte yalnızca iki kuram bulunmaktadır. Düşleri anlayıp yorumlayabileceğini ileri süren iki ekolden birisi Freud'un psikanalizi, diğeri bireysel psikolojidir.

Bu iki ekolden belki yalnızca bireysel psikolojinin, düşleri mantıkla tam bir uyum içinde yorumladığını söyleyebiliriz.

Daha önceki dönemlerde düşleri yorumlamaya ilişkin çabalar bilimsellikten uzaktı kuşkusuz ama yine de bunlar dikkate alınmaya değer çabalardı. En azından insanların düşlerine nasıl baktığı, düşleri karşısında nasıl bir tutum takındığı konusunda bize bir fikir verir. Düşler insan zekâsının yaratıcı etkinliğinin bir parçası sayıldığından, insanların öteden beri düşlerinden neler beklediğini öğrenmemiz, düşün amacını saptamamıza hayli katkıda bulunacaktır. İncelememizin hemen başında ilginç bir durumla karşılaşmaktayız. Öyle anlaşılıyor ki insanlar, her zaman düşlerin gelecekle ilişkisi olduğuna doğal gözüyle bakmışlardır. Sanmışlardır ki düşlerde kendilerinden üstün bir kişi, bir tanrı ya da atalardan biri ruhlarını ele geçirip etkisi altına almaktadır. Güçlüklerle karşılaştıklarında, düşlerden kendilerine akıl vermelerini ve yol göstermelerini beklemişlerdir. Düş yorumuna ilişkin eski kitaplarda, belli bir düşün, düşü görenin geleceği bakımından nasıl bir anlam taşıdığının önceden saptanabileceği ileri sürülmüştür. İlkel kabilelerin inancına göre, düşler geleceğin ön belirtilerini ve geleceğe ait kehanetleri içermekteydi. Yunanlılar ve Mısırlılar ilerideki yaşamlarını etkileyebilecek kutsal bir düşle ödüllendirilme umuduyla tapınaklarda gecelemiş, buralarda görülen düşlerin bedensel ve ruhsal hastalıkları iyileştirip hafiflettiğine inanmışlardı. Amerika'daki Kızılderililer arınma törenlerine, perhizlere ve terleme banyolarına başvurarak düş görmek için ellerinden geleni yapıyor, şu ya da bu konuda nasıl davranacaklarını düşlerin yorumuna göre belirliyorlardı. Tevrat'ta genellikle düşlerin gelecekteki olayları önceden haber verdiği varsayılır.

Bugün de öyle insanlarla karşılaşırız ki düşte gördüklerinin sonradan çıktığını ve düşte kâhinlere özgü bir güce sahip olduklarını ileri sürer, düşlerin şu ya da bu şekilde geleceğe uzandığına ve ileride olacakları önceden insana haber verdiğine inanırlar.

Bilimsel açıdan bu tür inanışlar bana gülünç görünmektedir. Düş sorunuyla ilgilenmeye başladım başlayalı şuna inanmışımdır ki düş gören biri ussal yeteneklerinin tümüne sahip olan uyanık biriyle kıyaslandığında, geleceği önceden kestirebilme bakımından daha dezavantajlı durumdadır. Kanımca, düşler günlük düşüncelerden daha zekice, daha kâhince değil tersine daha çapraşık, insanın aklını daha çok karıştıran şeylerdir. Ne var ki düşlerin şu ya da bu şekilde gelecekle bağlantılı olduğuna ilişkin eskiden beri insanlar arasında yaşayan geleneği de görmezden gelmemizin doğru sayılamayacağı kanısındayım; belki bu geleneksel inanç tümüyle yanlış değildir. Gereken perspektiften bakmamız durumunda belki de bu gelenek, aradığımız anahtarı buyur edip tutuşturacaktır elimize. Böyle bir perspektiften bakınca, karşılaştıkları güçlükler için insanların düşlerden çözüm elde edebileceklerine inandıklarını görürüz. Buradan çıkaracağımız sonuca göre, insanların düş görmekten amacı, gelecekteki yaşamları için bir yol göstericiye kavuşmak, sorunları için çözümler

ele geçirmektir. Bunu söylemekle düşlerde kehanetlerin dile geldiğini kabullenmek, birbirine hayli uzak şeylerdir. Düşü görenin düşte ne tür çözümler aradığı ve bunları ne yoldan elde etmeyi umduğu üzerinde düşünmemiz gerekiyor. Ayrıca düş tarafından düş görene sunulan çözümün, tüm koşullar dikkate alınarak aklın öncülüğünde elde edilecek bir çözümden daha iyi olmayacağı kuşkusuz gibi görünüyor. Düş görenin sorunlarını uykuda çözmeyi umduğunu söylemekle gerçekte fazla bir şey söylemiş sayılmayız.

Freud'un düş kuramında, düşe bilimsel bir anlam taşıyormuş gözüyle bakılmasına yönelik gerçek bir çaba harcadığına tanık olmaktayız. Ne var ki Freud'un düş yorumu, çeşitli noktalarda bilimsellik sınırının dışına çıkmıştır. Örneğin Freud'un yorumu zihnin gündüz çalışmasıyla gece çalışması arasında bir uçurumun varlığını benimser. "Bilinçli" ve "bilinçsiz" karşıtlığına gidilerek düşe, uyanık durumdaki düşüncenin yasalarıyla çelişen kendine özgü yasalar mal edilir. Bizler nerede böyle çelişkilere rastlarsak, ister istemez bilimsellikten uzak bir zihniyetin varlığına hükmederiz. İlkel kavimlerin ve Antikçağ filozoflarının düşünce tarzında kavramları kesin antitezler halinde düzenleme, onları birbirine karşıtlık ilişkisi içinde ele alma yolunda sık sık kendini açığa vuran bir gereksinimle karşılaşırız. Antitezlere dayalı bir düşünce biçimini nevrozlularda da açık seçik gözlemleriz. İnsanlar sağ ile solun, aynı şekilde erkekle dişinin, sıcakla soğuğun birbirine karşıt şeyler olduğuna inanırlar çoğu zaman. Ne var ki bunlar, bilimsel açıdan birbirinin karşıtı değil çeşitlemelerdir yalnızca. Bir cetvel üzerinde tasarlanan bir sınır değere yakınlıkları dikkate alınarak sıralanmış aşamalardır. Aynı şekilde iyi ve kötü, normal ve anormal de birbirlerinin karşıtı değil, değişik aşamalarıdır. Uyku ve uyanıklığı, gündüzki düşüncelerle gece düşteki düşünceleri birbirinin karşıtıymış gibi ele alan her kuram, zorunlu olarak bilimsel nitelik taşıyamaz.

Freud'un başlangıçtaki düş kuramında yer alan bir diğer pürüzlü nokta da düşlerin cinsel bir arka plana bağlanmak istenmesidir. Bu da düşleri insanın normal eğilim ve etkinliklerden ayırmaktadır.

Böyle bir şey doğru olsa, düşlerin kişiliğin tümünün değil yalnızca bir bölümünün dışavurumu olarak bir anlam taşıması gerekir. Freudçuların kendileri de sonradan düşlerin cinsellik açısından yorumunu yeterli bulmamış; Freud, düşe cinselliğin yanı sıra belki bilinçdışı bir ölüm isteminin dışavurumu olarak da bakılabileceği görüşünü ortaya atmıştır. Bu görüş bir bakıma doğru olabilir. Düşler, daha önce değindiğimiz gibi, bireylerin karşılaştıkları sorunlara kolay yoldan çözüm bulma çabalarıdır;

bazen bir insandaki cesaret eksikliğini açığa vururlar. Ne var ki Freud'un düş nitelemesi son derece simgeseldir. Kişiliğin tümünün düşte nasıl yansıdığını saptama amacına bizi yaklaştırmaktan uzaktır.

Freud'da düşteki yaşam, uyanık durumdaki yaşamdan yine kesinlikle ayrılıyor gibidir. Ama yine de Freud'un düş yorumuna yönelik incelemeleri pek çok ilginç ve değerli düşünce içerir. Örneğin, düşün kendisinin değil temelinde yatan düşüncelerin önemli olduğu görüşü pek yararlı bir görüştür. Bizler de bireysel psikolojide benzeri bir sonuca varmış bulunuyoruz. Psikanalizde eksik olan şey, bilimsel bir psikolojinin başlıca gereklerinden birisini yerine getirmeyişi, yani insanın kişiliğindeki tutarlılığı, insanın bütün dışavurumlarındaki birlik ve bütünlüğü göz ardı edişidir.

Bu eksikliği, düş yorumuna ilişkin çok önemli bir soruya Freud'un verdiği yanıtta görebiliriz:

Düşün amacı nedir? Niçin düş görürüz? Bir psikanalist "Gerçekleşmemiş isteklerin doyuma kavuşturulması için" diyerek yanıtlar soruyu: Ama bu görüş, her şeyi açıklamaktan uzaktır. Düş sonradan yitip gittiğine, düşü gören gördüğü düşü unuttuğuna ya da anlamadığına göre, düşte sağlanan doyum nerede kalmaktadır? Bütün dünya düş görür ama gördüğü düşü anlayan çıkmaz pek. Düşten ne gibi bir haz sağlayabiliriz? Düşteki yaşam uyanık durumdaki yaşamdan ayrı bir seyir izliyor, düş tarafından kişiye sunulan doyum kendine özgü ayrı bir yaşamda duyumsanıyorsa, düşün düş gören için

taşıdığı amacı belki anlayabiliriz. Ama böyle bir durumda da kişiliğin tutarlılığı diye bir şey kalmaz ortada. Düşler uyanık kimseler için hiçbir anlam taşımazlar. Bilimsel açıdan düşü görenle uyanık kişi aynı insandır, düşün de tutarlılığa sahip bu insan için bir amaç taşıması gerekir. Gerçekleşmemiş isteklere düşlerde doyum aranması eğilimini, belli bir insan tipinde kişiliğin bütünüyle uzlaştırabileceğimiz doğrudur. Bu da şımartılmış çocuk tipi, "Nasıl yaparım da doyuma ulaşabilirim?

Yaşamdan neler koparıp alabilirim?" sorusunu sürekli yineleyip duran insan tipidir. Böyle biri, bütün diğer dışavurumlarında olduğu gibi, düşlerinde de doyum peşinde koşacaktır. Ve gerçekten, dikkatle bakınca, Freud'un psikolojisinin, şımarık çocuğun kendi içinde tutarlı psikolojisi olduğunu görürüz.

Şımarık çocuk, içgüdüsel isteklerinin başkaları tarafından mutlaka doyuma kavuşturulması gerektiği kanısındadır, başka insanların da kendisi gibi aynı hakka sahip olmalarını hoş karşılamaz, "Ne diye diğer insanları sevecekmişim? Diğer insanlar beni seviyor mu ki?" diye sorup durur hep. Şımarık çocuk için geçerli koşullardan yola koyulan psikanaliz, bu koşulları kendisine temel yapıp en küçük ayrıntıya varıncaya kadar inceden inceye planlanmış bir düşünsel yapı kurar. Ne var ki gerçekleşmemiş istekleri doyuma kavuşturma çaba ve eğilimi, üstünlük ve çaba eğilimin milyonlarca çeşitlemesinden yalnızca biridir; buna kişiliğin bütün dışavurumları için geçerlilik taşıyan itici bir güç gözüyle bakamayız. Ayrıca, düşlerin amacını gerçekten bilsek de düşleri unutmak ya da anlamamaktaki amacın ne olduğunu da bulup çıkarmamız gerekir.

Yirmi beş yıl kadar önce düşlerin yorumu üzerinde çalışmaya koyulduğum zaman, kafamı en çok bu sorun karıştırmıştır. Düşün uyanık yaşamla bir çelişki oluşturmadığını, bireyin diğer yaşamsal devinimleri ve dışavurumlarının izlediği çizgiden hiçbir zaman ayrılmadığını görmüştüm. Bütün gün üstünlük amacına ulaşma eğilim ve çabası bizi yönettiğine göre, geceleyin de aynı eğilim ve çabanın kafamızı meşgul etmesi gerekmekteydi. Her insan sanki bir ödevin üstesinden gelmesi, sanki düşlerinde de üstünlük peşinde koşması gerekiyormuş gibi düş görmek zorundaydı. Düş, yaşam üslubunun bir ürünüydü; yaşam üslubunun kurulup çatılmasına ve güçlendirilmesine katkıda bulunmaktaydı.

Düşlerin amacını saptamada bize doğrudan yardım eden bir olay vardır: Düş görür ama sabah oldu mu gördüğümüz düşü unuturuz, düşten hiçbir şey kalmaz geriye. Ama bu doğru mudur gerçekten?

Gördüğümüz düşten geriye hiçbir şey kalmaz mı? Ama kalan, varlığını sürdüren bir şey vardır, o da düşlerin bizde uyandırdığı duygulardır. Düşteki bütün görüntüler sonradan kaybolup gider içimizde.

Dolayısıyla düşün amacını bizde yol açtığı duygularda aramak gerekir. Düş, ruhumuzda kimi duygular uyandırmak için izlenen bir yol, başvurulan bir araçtır. Düşün amacı, geride birtakım duygular bırakmaktır.

Bir insanın kendi ruhunda uyandırdığı duyguların, her zaman o insanın yaşam üslubuyla uyum içinde bulunması gerekir. Düşteki düşünceyle gündüz uyanık durumdaki düşünce arasında tam bir ayrımdan söz edilemez; her ikisi arasında kesin bir ayrım söz konusu değildir. Aradaki ayrımı bir iki sözcükle anlatmak istersek şöyle diyebiliriz: Düşte, gerçekle düşü gören arasındaki bazı ilişkiler ortadan kalkar ama gerçeklikten kopmanın sözü edilemez. Uyurken bile gerçekle aramızdaki ilişki varlığını korur. Tasa ve kaygılar altında yüreğimiz sıkılıyor da tedirgin durumdaysak, tedirginlik uykuda da bırakmaz yakamızı. Uyurken sağa sola dönüp durmamız ama yataktan düşmeyişimiz de gerçekle aramızdaki ilişkinin sürüp gittiğini gösterir. Bir anne sokaktaki aşırı gürültüye karşın uykusundan uyanmaz da çocuğunun en hafif bir kıpırdanışında fırlayıp kalkar ayağa. Demek oluyor ki uykumuzda da çevremizle bağlantıyı koruruz. Ne var ki uykuda duyusal algılamalarımız ortadan kalkmasa da biraz zayıflar, gerçekle ilişkilerimiz kısıtlanır. Düş görürken tek başımızayızdır, toplumsal beklentiler

bizim için eskisi kadar zorlayıcı nitelik taşımaz. Düşteki düşünsel etkinliğimizde, çevremizdeki koşulları eskisi kadar dikkate alma gereği duymayız.

Ancak gerilimlerden uzak olmamız ve sorunlarımızın üstesinden geleceğimizi bilmemiz durumunda rahat bir uyku uyuyabiliriz. Düş, bizi rahatlatıp dinlendirecek uykuda baş gösteren bir aksaklıktır.

Buradan ancak sorunlarımızı çözebileceğimizden emin olmadığımız, gerçeğin bize sıkıntı verip uykumuzda bile yakamızı bırakmayarak önümüze güçlükler çıkardığı durumlarda düş gördüğümüz sonucuna varabiliriz.

Düşün ödevi, karşımıza dikilen güçlükleri göğüsleyip bir çözüme kavuşturmaktır. Artık uykuda usumuzun güçlüklerle nasıl başa çıkmaya çalıştığını yavaş yavaş görebiliriz. Durumu tümüyle kavrayamadığımız için, güçlükler düşte, olduklarından daha hafif gelir bize, düşte sunulan çözüm de bizden fazla bir çaba göstermemizi beklemez. Demek oluyor ki düşün ödevi, düşü görenin yaşam üslubunu destekleyip pekiştirmek ve içinde bu üsluba uygun duyguları uyandırmaktır. İyi ama neden desteklenmeye gereksinim gösterir yaşam üslubu? Ona kim ne yapabilir ki? Yaşam üslubuna zarar verebilecek güçler gerçeklik ve mantık olabilir ancak. Dolayısıyla düşlerin amacı, yaşam üslubunu mantığın beklenti ve zorluklarına karşı korumaktır. Buradan yola koyularak ilginç bir sonuca ulaşabiliriz: Mantığın yasalarına uygun olarak çözemediği bir sorun karşısında bulunan kişi, düşlerinin ruhunda uyandırdığı duygulara başvurarak kendini güçlendirebilir.

İlk bakışta böyle bir şey uyanık durumdaki yaşamımızla çelişiyor izlenimi uyandırır ama ortada bir çelişki yoktur. Uyanıkken de tıpkı uykudaki gibi içimizde duygular oluşturabiliriz. Bir güçlükle karşılaşıp aklına, mantığına başvurarak bunun üstesinden gelmek istemeyen ve o zamana kadarki yaşam üslubunu elden bırakmaya yanaşmayan kimse, bu üslubu haklı gösterip bağışlatmak için elinden geleni yapacaktır. Diyelim ki amacı, olabildiğince rahat bir yoldan, hiç çalışıp didinmeksizin, karşılığında başkaları için hiçbir hizmette bulunmadan para kazanmaktır ve talih oyununu da bu amaca varmasını sağlayacak bir yol gibi görmektir. Beri yandan şunu bilmektedir ki pek çok kişi talih oyununda elindeki avucundakini kaybetmiş, hüsrana uğramıştır; gelgelim rahat bir yaşam sürmeyi, kolay yoldan zengin olmayı da arzu etmektedir. Bu durumda ne yapar böyle bir kişi? Paranın sağlayacağı rahatlıkları kafasında canlandırıp durur daha çok. Talih oyunuyla nasıl kucak dolusu para kazandığını, nasıl kendisine bir araba alıp vur patlasın çal oynasın bir yaşam sürdüğünü, nasıl eşinin dostunun gözünde varlıklı bir kişi aşamasına yükseldiğini hayal eder. Bu hayal ve düşüncelerle kendisini ileriye doğru yöneltecek duyguları sürekli uyandırır içinde. Mantığının sesine kulaklarını tıkayıp talih oyununa sarılır.

Benzeri bir durumla günlük yaşamda da sıkça karşılaşırız. Diyelim çalışırken biri çıkıp geliyor ve zevkle seyrettiği bir oyundan söz açıyor; hemen işi bırakıp tiyatroya gitmek geçer içimizden. Âşık olan biri geleceğe ilişkin hayaller kurup durur; gerçekten gönlünü kaptırmışsa, kafasında iç açıcı bir gelecek tablosu düşler. Sıkıntılı bir ruh halinin yaşandığı durumlarda ise kafada canlandırılacak tablo kuşkusuz kasvetli bir kimliğe bürünür. Öyle ya da böyle, söz konusu kişi, içinde birtakım duygular uyandıracaktır. Bu duygulara bakarak onun nasıl biri sayılacağını her zaman söyleyebiliriz.

Peki ama, bir düş geride yalnızca kimi duygular bırakıyorsa, mantık denilen şey nereye gitmiştir o zaman? Düş mantığın düşmanıdır. Duygularının aldatıcılığına kapılmayıp daha çok bilimsellik sınırları içinde kalan insanların seyrek düş gördüğünü ya da hiç düş görmediğini belki ileri sürebiliriz. Mantığın sesine pek kulak vermeyen kimseler ise, sorunlarını normal ve uygun çarelere başvurarak çözmeye yanaşmazlar. Mantık toplumsal bilincin bir yönüdür; toplumsal yaşam için gereği

gibi eğitilmemiş insanlar mantık denilen şeyi fazla umursamazlar ve böyleleri pek çok düş görürler.

Üstünlük amacına yönelik yaşam üsluplarını elden bırakmamak ve haklı göstermek için çırpınıp durur, gerçeğin meydan okuyuşlarıyla yüz yüze gelmemeye bakarlar. Bütün bunlardan ister istemez çıkaracağımız sonuca göre düşler, bireyin kendisinden pek ödün vermek istemediği yaşam üslubu ve çözümlenmemiş sorunları arasında köprü kurma girişimleridir. Yaşam üslubu düşlerin efendisidir, uyuyan insanın içinde onun gereksindiği duyguları uyandırır. Bir insanın düşlerinde hiçbir şey saptayamayız ki, onun diğer bütün hastalık belirtilerinde ve karakteristik dışavurumlarında da karşımıza çıkmasın. Düş görelim ya da görmeyelim, sorunlarımıza yaklaşım tarzımız asla değişmez;

düş, yaşam üslubumuz için destek işlevi görür, onu haklı göstermeye çalışır.

Böyle olunca düşleri anlamada çok önemli yeni bir adım atmamızın zamanı gelmiş demektir.

Düşlerimizde kendi kendimizi aldatırız. Her düş bir kendini zehirleme, bir kendini uyutmadır. Tek amacı varsa, o da karşılaştığımız bir sorunu göğüslemeye hazır olacağımız havayı içimizde yaratmaktır. Düşte günlük yaşamdan tanıdığımız aynı kişiliği karşımızda buluruz; ama düşü, bireyin uyanık durumda yararlanacağı duyguları kotardığı ruh atölyesinde izlememiz yerinde olacaktır.

İnsanın düşte kendi kendini aldatmasını düşün mimarisinde, düşte kullanılan malzemede de saptayabiliriz. Düşün yapısına baktığımız zaman neler görürüz? Her şeyden önce çeşitli imge, olay ve rastlantılardan bir seçki karşımıza çıkar düşte. Bu seçki konusuna daha önce de değinmiştik. Başını çevirip geçmişine bakan biri, geride kalmış görüntü ve yaşantılardan bazılarını alarak bir seçki yapacaktır kendine. Daha önce böyle bir seçkinin taraflı nitelik taşıdığını, insanın sadece kişisel üstünlük amacını pekiştiren yaşantıları belleğinden seçip alacağını belirtmiştik. Üstünlük amacı kişinin belleğini denetim altında tutar. Düşlerde belleğimizden öyle olayları seçip alırız ki bunlar yaşam üslubumuzla uyum içindedir ve karşılaştığımız sorunlarla boğuşurken gereksindiğimiz duyguları üretip bize buyur ederler. Seçkinin amacı, içinde bulunduğumuz güçlükler karşısında yaşam üslubumuzun amacına uyum gösterir. Düşte yaşam üslubumuz kendisine yeşil ışık yakılmasını ister.

Sorunlarımızı gerçeğe uygun olarak çözüme kavuşturabilmek için mantığın yardımına başvurmamız gerekirken, yaşam üslubu mantığın önüne durur, ona yol vermeye yanaşmaz.

Düşün bundan başka yararlandığı malzemeler nelerdir? Düşün başlıca, benzetme ve simgelerden oluştuğu çok eski çağlardan beri bilinmektedir; nitekim Freud da bu gerçeği özellikle vurgular.

"Bizler düşlerde şiir yazan şairleriz" demiştir bir psikolog. Peki, düşler ne diye yalın ve açık bir dille değil, şiir ve simge diliyle konuşur? Çünkü benzetme ve simgelere başvurmadan söyleyeceklerimizi dile getirmek istediğimizde, mantığın elinden yakamızı kurtaramayız. Benzetme ve simgeler kötüye kullanımlara konu edilebilir, birden çok anlamı içlerinde barındırabilirler; benzetme ve simgelere başvurarak, aralarından birini belki düpedüz yanlış iki ayrı şeyi aynı zamanda açığa vurma olanağı vardır. Ayrıca, benzetme ve simgelerden mantıkla bağdaşmayan sonuçlar çıkarabilir, içimizde gereken duyguları uyandırmada kendilerinden yararlanabiliriz. Düştekinin benzeri bir durumla yaşamda da karşılaşırız. Terslemek istediğimiz birine "Çocuk olma!" deriz bazen. Bazen de

"Bizler düşlerde şiir yazan şairleriz" demiştir bir psikolog. Peki, düşler ne diye yalın ve açık bir dille değil, şiir ve simge diliyle konuşur? Çünkü benzetme ve simgelere başvurmadan söyleyeceklerimizi dile getirmek istediğimizde, mantığın elinden yakamızı kurtaramayız. Benzetme ve simgeler kötüye kullanımlara konu edilebilir, birden çok anlamı içlerinde barındırabilirler; benzetme ve simgelere başvurarak, aralarından birini belki düpedüz yanlış iki ayrı şeyi aynı zamanda açığa vurma olanağı vardır. Ayrıca, benzetme ve simgelerden mantıkla bağdaşmayan sonuçlar çıkarabilir, içimizde gereken duyguları uyandırmada kendilerinden yararlanabiliriz. Düştekinin benzeri bir durumla yaşamda da karşılaşırız. Terslemek istediğimiz birine "Çocuk olma!" deriz bazen. Bazen de

Benzer Belgeler