• Sonuç bulunamadı

Stalin’in Sovyetler Birliğinde İktidara Geliş

SAVAŞINA KADAR TÜRK-SOVYET İLİŞKİLERİ

A- Stalin’in Sovyetler Birliğinde İktidara Geliş

Asıl adı Iosif Vissarionoviç Çugaşvili olan ve gençlik yıllarında Rusça da “Çelik Adam” anlamına gelen “Stalin” takma adını kullanmaya başlayan177 Stalin, 21 Aralık 1879 yılında Tiflis yakınlarında küçük bir kasaba olan Gori’de doğmuştur. Stalin’in babası ayakkabı tamircisi Vissarion Çugaşvili ve annesi çamaşırcı Yekaterina Geladze idi178. Yoksul bir çocukluk geçiren Stalin, 1888-1894 yılları arasında kilise okuluna devam etmiş, ardından Tiflis İlahiyat Okulunda papazlık eğitimi almaya başlamıştır. 1899’da bu okuldan devrimci

177

http://www.cnn.com/SPECIALS/cold.war/kbank/profiles/stalin (04.07.2005).

178 Gustav Higer, Stalin, İstoriçeskie Silueti Lenin-Stalin, Feniks,

çalışmaları nedeniyle atılan Stalin, kısa sürelerle çeşitli işlere girmişse de 1900 yılından itibaren kendisini tamamen Sosyalizm için çalışmaya vermiştir. Önceleri Kafkasya da çeşitli işçi gösteri ve grevlerinde boy göstermiş ve 1903’te Bolşevik Parti’ye katılmıştır179.

Bundan sonra hızla basamakları tırmanan Stalin; 1913-1917 yılları arasını sürgünde Sibirya da geçirmiş ve Çarlık yönetiminin yıkılması ile serbest kalmıştır. Sibirya’dan St.Petersburg’a (o dönemdeki adı ile Petrograd) dönen Stalin, hemen Lenin’in direktifleri doğrultusunda çalışmalara başlamış, iç savaş döneminde çeşitli cephelerde askeri ve siyasi yöneticilik yapmıştır. 1917-1923 yılları arasında Milletler Komiserliği, 1919- 1923 Devlet Denetleme Komiserliği görevleri de Stalin tarafından yürütülmüştür.

Lenin’in yatağa bağlı geçen son döneminde, Komünist Parti içerisinde etkisini arttırmaya çabalamış, Lenin’den sonra iktidar koltuğuna oturmak için zemin hazırlamıştır. 1922’de Parti Merkez Komitesi Genel Sekreterliği konumunu ele geçiren Stalin, parti içi

atamaları kendi amaçları doğrultusunda kullanarak önemli bir güç sahibi olmuş ve daha sonra elde edeceği diktatörlüğünün temellerini atmıştır180.

Lenin, ölmeden önce yazdığı siyasal vasiyetnamesinde, Stalin’in genel sekreterlik görevinden alınmasını istemişse de181 onun son yılını yatağa bağlı geçirmesinden faydalanan Stalin, kendisi gibi Troçki muhalifi olan Lev Kamelev ve Grigori Zinovyev’le anlaşarak Lenin’in vasiyetnamesindeki bu kısmın ortaya çıkarılmasını önlemiş ve Troçki’ye karşı iktidar mücadelesi vermeye başlamıştır. Lenin’den sonraki ikinci adam olarak görülen Troçki, o yıllarda “Savaş Komiserliği” gibi önemli bir görevi yürütmekte ve oldukça da güçlü bir konumda idi182. Ancak Lenin’in ölümünden sonra bazı kişisel hataları ve ayrıca

180

Agm., s.15.

181 Lenin iktidarın sınanmış birkaç yüz eski Bolşevik militanın eline

bırakılmasını arzu etmekte idi. Konu hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. V.A. Saharov, “Politichoskoe zaveschanie” Lenina: real’nost istorii i mify politiki monografia, (pod redaktzie: Prof. V.I. Tropina), İzdatel’stvo MGU, Moskva 2003. Bu konu daha sonraları Troçki tarafından dan dile getirilmiş, hatta kaleme alınmıştır. Lenin’in vasiyeti ve Stalin hakkındaki düşünceleri noktasında Troçki’nin yazdıkları için bkz. Lev Trotzkij, Zaveschanie Lenina, Gorizont, #6-475, Moskovskij Rabochij, Moskva 1990, s.35.

muhaliflerinin ona karşı dikkatli politikaları nedeniyle ilk anda istediği çıkışı yapamayan Troçki, böylelikle iktidarı Stalin ve müttefiklerine kaptırmıştır183.

Lenin’in ölümü ile hemen harekete geçen Stalin, radyo ve gazetelerde Lenin hakkında yaptığı açıklamalar ile bir anda ön plana çıkmayı ve gerek halkın gerekse partinin önemli kişilerin beğenisini kazanmayı başarmıştır184.

Troçki’nin kısmen etkisiz hale getirilmesi sonrasında Buharin ile birleşen Stalin bu sefer de Kamelev ve Zinovyev karşıtı bir politika izlemeye başlamıştır185. Bu döneme Rus tarihinde çoklu yönetim dönemi denmektedir. 1926’da Troçki’nin Politbüro’dan, 1927’de ise Zinovyev’le birlikte Merkez Komiteden çıkarılması ile birlikte gücü iyice artan Stalin yavaş yavaş Buharin’in iktidar üzerindeki etkisini de azaltarak 1927 yılından itibaren Sovyetler Birliği iktidarına mutlak

183 Lev Trotzkij, Moja Jizn, Vagrius, Moskva 2001, s.89. 184

P. Kosolapov, Slovo Tovarishi Stalinu, Eksmo, Moskva 2002, s.11.

185 Vadim Kojinov, Rossiya(1901-1939), C.XX, Moskva 2002,

hakim olmuştur. Kulakların186 1936’da tamamen tasfiyesi ile de Stalin’in diktatörlüğü kesinleşmiştir.

186 Kulaklar Çarlık dönemi Rusya’sında zengin toprak sahiplerine

verilen isimdir. Kulakların asil soydan gelmesi gibi bir zorunlulukları olmayıp, sarayın yahut da yerel yetkililerin izniyle bu ünvana sahip olunabilmektedir. Kulaklık bir ünvandan ziyade, bir durum halidir. Tarihi süreç içerisinde kulaklar oldukça zenginleşmiş ve gerek yerel, gerekse genel iç politikada etkin bir hale gelmişlerdir. Hatta kulakların zaman zaman Rusya’nın dış politikasında da etkili oldukları gözlemlenmiştir. Bolşevik Devriminden sonra, sınıf farkının reddedilmesi ile kulaklar tasfiye edilmeye başlanmış ve bu işlem Stalin döneminde tamamlanmıştır.

B- 17 Aralık 1925 Antlaşmasına Kadar Olan Türk- Sovyet İlişkileri

1921 anlaşması ile Lenin döneminde resmî bir şekle bürünmüş olan Türk-Rus (Sovyet) ilişkileri, 1922 yılında Sovyetler Birliğinin kurulması187 ve Lenin’in ölümünün ardından, Türkiye’de Cumhuriyetin ilanı ve başta Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk ve Sovyet tarafında ise Stalin’in önderliğinde devam etmiştir.

Stalin, Lenin öldükten sonra iktidarı devralmak için ülke içerisinde bir takım siyasi manevralar yaparken diğer yandan da kafasındaki dış politika stratejilerini Sovyetler Birliğinin devlet politikası haline getirmek için uğraş vermekte idi. Stalin’in ilk yıllarındaki dış politikasının temelini batı ülkeleri ile siyasi ilişkiler kurmak ve Sovyetler Birliğine yönelik ittifakların kurulmasını önlemek oluşturmuştur188.

187 Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği, 29 Aralık 1922 tarihinde

resmen kurulmuştur.

188

Çağatay Benhür, Stalin Dönemi Türk-Sovyet İlişkileri, Selçuk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Dergisi, S.15, Konya 2004, s.326.

Lenin bir bakıma “Jakobencilik” istiyordu, ama aynı zamanda zorunlu bir merkezileşme ve partinin denetimi altında kitlesel terör uygulanmasını da öngörüyordu. Ama şu da iyi biliniyordu ki proletaryanın diktatörlüğünü ondan daha iyi bir şekilde temsil edecek biri de yoktu189. Bu teori Stalin tarafından da benimsenmiş ve proletaryanın devrimci diktatörlüğü doktrini ile kendine yer bulmuştur. Bunun felsefik temeli Lenin tarafından gerçekleştirilmiş olsa da tam anlamıyla uygulamaya geçiren Stalin olmuştur. Bu doktrinin temelinde ise komünist topluma ulaşmada öncü rolü üstlenecek proletarya ve bunu ilerletecek ise proletarya diktatörlüğüdür. Dünya devrimini de gerçekleştirecek olan ‘proletaryanın demokratik diktatörlüğü’dür ve bu sınıfsız topluma ulaşılıncaya kadar varlığını sürdürecektir. Temelde bu görüşün haklılığı üzerinde hareket eden Stalin, partinin 1939 tarihindeki 18. Kongresinde, Üçüncü-Beş-Yıllık planın sınıfsız sosyalist toplumun yaratılması ve komünizme kademeli geçişin tamamlanması göreviyle birleştirilmesi gerekliliğini belirtilmiş ve proletarya diktatörlüğü ilkesi 1936 Sovyet Anayasasına da konmuştur. Stalin, Kulakların sınıf

olarak ortadan kaldırılmasından sonra, düşman sınıfların Sovyetler Birliğinde daha fazla var olmadığını, toplumun sadece iki kardeş sınıf olan işçiler ve köylülerden oluştuğunu belirtmiştir. Bu bazı dönemlerde belirtildiği gibi, Stalin’in, sınıfsız sosyalist toplumun 1930’larda oluştuğunu farz ettiği demek değildir. Stalin bunu gelecek için bir görev olarak bildiğini yazılarında belirtilmiştir. İşçi sınıfı içinde ortaya çıkan yeni aydınlar tabakasına gelince; Stalin onların “yeni sınıfsız, sosyalist toplumu oluşturmakla angaje olduklarını” belirtiyordu. Stalin, Sovyet toplumunun sınıf yapısında meydana gelen değişiklikleri belirttiği tartışmasında/konuşmasında, SSCB'deki sınıfsız toplumun varlığından değil fakat işçi sınıfı ve köylüler arasındaki ve bu sınıflarla aydın tabaka arasındaki ayrım çizgilerinin ekonomik ve politik çelişkide olduğu gibi törpülendiğine ve azaldığına dikkat çekmek istemiştir. SBKP(B)'nin 17. Kongre raporunda, Stalin sosyal çelişkilerin varlığına aşağıdaki koşullarda dikkat çekmiştir: “Doğal olarak, sınıfsız bir toplum bir zamanlar varmış gibi kendiliğinden oluşmaz. Çalışan halk kitlelerinin çabasıyla, proletarya diktatörlüğünün organlarını güçlendirerek, sınıf mücadelesini güçlendirerek, sınıfları ortadan kaldırarak, kapitalist

sınıfların kalıntılarını ortadan kaldırarak, yok ederek ve iç(te) ve dış(taki) düşmanlarla mücadele ederek başarılabilir ve inşa edilebilir”. Stalin’in bu doktrini, Rusya’da ihtilalden sonra Bolşeviklerin iktidarı ele geçirmesiyle bir başarı yakalamış ancak Almanya vb. ülkelerde beklenen devrimlerin gerçekleşmemesi nedeniyle tam anlamıyla uygulanamamıştır ve de Sovyetler yalnız kalmıştır. Bu durumda ister istemez Troçki’yle ayrı düşse de “Tek Ülkede Sosyalizm” doktrinini savunmak zorunda kalmıştır. Bu doktrinle devrimin başka ülkelerde olmasına yardımcı olma durumu ertelenmiş yani ‘dünya devrimi’ düşüncesi ve bu yoldaki girişimler ikinci plana atılmıştır. Bu dönemde Stalin bu doktriniyle Batı’dan gelen tehditlerin bu sistemi yıkabileceği endişesi ile Rusya da sosyalizmin tam anlamıyla yerleştirilmesi için çalışmaya başlamıştır. Daha önce de belirttiğimiz gibi, Stalin’in korkusu, kapitalist devletlerle çevrili bir durumda olması nedeniyle bir dış müdahale sonucu rejimin devrilmesidir. Bu yüzden Stalin dönemindeki Sovyet dış politikasının temeli, böyle bir dış müdahaleyi olanaksız kılmaya yöneliktir. Ayrıca bu dönemde Sovyetler Birliği üç şeye çok ihtiyaç duyuyordu: Para ve Sermaye, Ticaret,

Diplomatik Tanınma. Bu koşulların sonucu olarak Sovyetler Birliği II. Dünya Savaşına kadar bir “Tarafsızlık ve Saldırmazlık Politikası” izleyecektir. Stalin döneminde ‘Sovyetler Birliği için iyi olan tüm dünya için iyidir’ şeklinde açıklanabilecek ‘İki Kamp Doktrini’ de Sovyetlerin politikasında belirleyici olmuştur.

Murat Belge, Stalin’in bahsettiğimiz tutumunu, Sovyetler Birliğinin etkin dinamiği olan Rus milliyetçiliği ile birleştirerek şu yorumu yapmaktadır: “Altta yatan milliyetçiliğin sosyalist dilde söylenme biçimi “tek ülkede sosyalizm” di aslında. Stalin bunu söyledi; söylemeyenleri ya da yarım ağızla söyleyenleri de kısa zamanda temizledi”190.

Yukarıda belirttiğimiz Stalin ve Sovyetler Birliğinin genel bakış açıları ile dış politika stratejileri, bundan sonra vereceğimiz bilgileri doğru değerlendirme ve olayları yerlerine oturtmada sanırız faydalı olacaktır.

190 Murat Belge, Osmanlı’da ve Rusya’da Aydınlar, Dünden

Birinci Dünya Savaşı sonrasında Avrupa da sular durulup da taşlar yavaş yavaş yerine oturmaya başladıktan sonra, Sovyetler Birliğinde, batıda kendilerine karşı bir ittifak kurulma olasılığı üzerine endişeler belirmeye başlamıştı. Aslında savaş sonrasının galip devletleri de Avrupadaki durumdan tam olarak emin ve hoşnut değillerdi. Özellikle Fransa, savaş sonrasında Almanya üzerinden elde ettiği çıkarları korumak adına birtakım endişeler taşımakta idi. Savaştan galip çıkmasına rağmen uğradığı büyük ekonomik kayıp da İngiltere’yi rahatsız etmeye devam ediyordu. Almanya ise hiç şüphesiz Versailles Antlaşmasının kendince ağır hükümlerinden kurtulmak için fırsat kollamaktaydı191.

Tüm bu rahatsızlıklar üzerine ilk harekete geçen ülke Fransa oldu ve 1919 yılında İngiltere ve Amerika Birleşik Devletleriyle karşılıklı saldırmazlık anlaşmaları imzaladı. Bu anlaşma, Almanya’nın olası bir saldırısı karşısında ABD ve İngiltere’nin Fransa’ya askerî yardım vermesini öngörmekteydi192. Fakat Amerika ile yapılan anlaşmanın onaylanmaması bu ittifakların geçersiz

191 R.Uçarol, age., s.521.

olmasına neden oldu. Bunun üzerine Fransa, 7 Eylül 1920’de Belçika, 19 Şubat 1921’de Polonya ve 25 Ocak 1924’de Çekoslovakya ile ayrı ayrı ittifak anlaşmaları imzalayarak Küçük Antant’ı meydana getirdi193. 28 Nisan 1919’da kurulmuş olan Milletler Cemiyeti de, Avrupa da istenilen güven ortamını o gün için sağlayabilmiş değildi.

1925 yılına gelindiğinde Fransa hâla Almanya’nın Alsace-Lorraine’i alma girişimi olasılığından endişe duymaktaydı. İki ülke arasında savaş tazminatı ve onarım çalışmaları konusundaki girişimlerden dolayı gelişen olumlu hava, Alman Başbakanı Gustav Stresemann’ın 1925 Şubatında Fransa’ya İngiltere ve İtalya’nın da katılımıyla ortak bir saldırmazlık paktı teklifiyle bir anda çok olumlu bir noktaya gelmiştir.

5 Ekim 1925 tarihinde Locarno’da toplanan konferansa Almanya, Fransa, İngiltere, İtalya, Belçika, Polonya ve Çekoslovakya katılmış ve 16 Ekim 1925’te hazırlanan antlaşma, 1 Aralık 1925’te Londra’da imzalanmıştır. Locarno Antlaşmasına göre, Almanya batı

sınırlarının sürekliliğini ve herhangi bir anlaşmazlık halinde Milletler Cemiyeti’ne başvurmayı kabul etmiş, ayrıca tüm taraflarca bütün anlaşmazlıkların barış yolu ile çözümlenmesi kararına varılmıştır194.

Görüldüğü gibi Locarno Antlaşması ile Almanya batı sınırlarına güvence verirken, doğu sınırları söz konusu edilmemiştir. Bu durum da, Almanya’nın ilk dünya savaşı ve öncesindeki faaliyetlerini çok iyi bilen doğu sınır komşularını ve Sovyetler Birliğini endişeye düşürmek için yeterli ortamın oluşmasına zemin hazırlamıştır.

Dünyada meydana gelen değişiklikleri dikkatle izleyen ve çözümleyen Atatürk, 1 Mart 1924 tarihinde Meclis’te Türk-Sovyet ilişkilerini değerlendirerek şunları söylemiştir: “Rusya Şûralar İttihadı Cumhuriyeti ile münasebatımızın dostane mahiyette muhafazasına ve fiilen inkışafına halisane atfı kıymet ediyoruz. Bazı müşkilât kısmen ameli olarak halledilmiştir. Hemen neticeye takarrubetmiş olan konsolosluk mukavelesinin

194 R.Uçarol, age., s. 525-526.

imzası teehhur etmiyecektir ümidindeyiz”195. Atatürk 1 Kasım 1924’te Meclis’te yaptığı açılış konuşmasında da “Kadim Dostumuz Rusya Sovyet Cumhuriyetiyle münasebatımız dostluk vadisinde her gün daha ziyade inkişaf ve terakki etmektedir. Hükümet-i Cumhuriyetimiz Rusya Sovyet Cumhuriyetiyle hakiki ve vâsi hüsnü münasebatı, mazide olduğu gibi, şiarı siyasi addetmektedir” şeklinde Türk-Sovyet ilişkileri ile ilgili yorum yaparken aynı zamanda dünyada gelişmekte olan siyasi durumu değerlendirmiş ve Avrupa’nın geleceğine ışık tutmuştur196.

Avrupa ve Sovyetler Birliğinde bu gelişmeler olurken, henüz yeni kurulmuş olan Türkiye Cumhuriyeti de bazı sorunlarla uğraşmaktaydı. Yeni devlet ve sistemin oturtulması, ekonomik ve sosyal sorunların giderilmesi, siyasi arenada Musul sorunu, nüfus mübadelesi ve Güneydoğuda çıkan isyanlar bu sorunların en başta gelenlerini oluşturmaktaydı.

195

Atatürk’ün Milli Dış Politikası, C.2, Kültür Bakanlığı Yay., Ankara 1981, s.43.

Görüldüğü üzere iç ve dış pek çok sorunla karşı karşıya olan Türkiye ve Sovyetler Birliği, Lenin sonrasındaki dönemde de önceki gibi yoğun bir ikili ilişki süreci içerisinde olacaktır.

23 Haziran 1923 tarihinde Yakov Zaharoviç Surits, Mustafa Kemal’e güven mektubunu sunarak Aralov’un yerine Sovyet Büyükelçisi olarak Türkiye’deki görevine başlamıştır. Bu değişiklik, Lenin sonrasında Türk-Sovyet ilişkilerinin şekillenmesinde ve devamında oldukça etkili olacaktır. Çünkü Surits Sovyetler Birliğinin en etkili ve bilgili diplomatlarından birisidir197.

Türkiye, 24 Temmuz 1923’de Lozan Atlaşmasını imzalayarak Milli Mücadele sonrasında dünya konjonktüründe kendisine yer açmış ve milli devlet yolunda hızla ilerlemeye başlamıştır. Cumhuriyetin ilanını ile yeni yapılanma artık resmileşmiş ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti tarih sahnesinde yerini almıştır. 29

197 1882 Dvinsk doğumlu olan Surits Berlin Üniversitesi’nde Uluslar

arası İlişkiler eğitimi almış, Türkiye Büyükelçiliği’ne atanmadan önce de Sovyetler Birliğinin Afganistan Büyükelçiliği, Türkistan Sorumluluğu ve Norveç Büyükelçiliği görevlerinde bulunmuştur. Ayrıntılar için bkz. K.A. Zalesskiy, İmperiya Stalina, Veçe, Moskva 2000, 434-435.

Ekim 1923’te Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin Cumhuriyeti ilanı ile resmileşen devletin ilk Cumhurbaşkanı da aynı gün seçilen Mustafa Kemal olmuştur. Atatürk bu arada kendisine tebrik telgrafı yollayan Sovyetler Birliğinin İcra Komitesi Başkanı (Bu görevin karşılığı; SSCB Cumhurbaşkanı sıfatıdır) Kalinin’e 4 Kasım 1923 tarihinde bir teşekkür telgrafı yollamıştır198.

Bu arada 1924 yılının Eylül ayından itibaren ileride imzalanacak199 olan Türk-Sovyet Dostluk ve Saldırmazlık Paktı’nın temelleri atılmaya başlamıştır. Sovyet Büyükelçisi Surits’in, Başbakan İsmet Paşa’ya

198 “Türk Milletinin kaderini doğrudan doğruya ve tam bir hâkimiyet

dairesinde bizzat yönetme hakkını kesin bir surette tesbit eden ve geçmişte son derece zarar gördüğü istibdada ilelebet son veren Cumhuriyetin ilanı dolayısıyla vaki olan tebriklerinize Türk milleti ve hükümeti adına temiz yürekle ve içtenlikle teşekkür ederim. Cumhurbaşkanlığına seçilmem münasebetiyle yaptığınız tebrikler ve hakkımda gösterdiğiniz hissiyattan dolayı son derece mütehassıs oldum. İki millet ve hükümetlerimizi birleştiren dostça bağların çözülmez olduğu hakkındaki güveninize ve işbu bağları gittikçe güçlendirerek ve pekleştirerek her iki devletin gelişmesine ve iki milletin mutluluğuna hizmet edeceğine kaniyim”. Hakimiyet-i Milliye (05.11.1923).

199 Burada atıfta bulunulan antlaşma 17 Aralık 1925’te imzalanacak

eski Moskova Antlaşmasının200 hükümlerini yenileyerek geliştirme önerisi ile başlayan görüşmeler zaman zaman kesintilere uğrasa da 1925 yılının sonunda tamamlanacaktır201. Görüşmeler devam ederken Çiçerin, 19 Eylül 1924’te Surits’e bir telgraf çekerek, ileride yapılacak ittifak anlaşmasına askeri tarafsızlık ve bir diğerine karşı askeri oluşumlara katılmama şartını Türk tarafına teklif etmesini istemiştir202.

Yeni bir devlet kurmanın ve yeni bir rejim oluşturmanın getirdiği sıkıntılar aslında hem Türk, hem de Sovyet yetkililerin çok iyi bildikleri bir konu idi. Bolşevik devriminden sonra Rusya da, önce Bolşevikler ile Çarlık taraftarı ordular arasında, ardından da eski Çarlık topraklarının yeni yönetimleri ile Bolşevikler arasında uzun süren bir iç savaş yaşanmıştı. Türkiye de ise Kurtuluş Savaşı yıllarında İstanbul hükümeti merkezli meydana gelen bazı ayaklanmalar ortaya çıkmış, bunu yeni sisteme uyum sağlayamayanların çeşitli gerekçelerle çıkardığı isyanlar izlemiştir. Bu isyanlardan Kürt İsyanı

200

Eski Moskova Antlaşmasından kasıt 1921 yılında imzalanandır.

201 M. Perinçek, age., s.168.

olarak bilineninde, kendi geçmiş deneyimlerinden de ders alan Sovyetler Birliği, desteğini açıkça Türkiye ve Türk hükümetine vermiştir203.

Yukarıda değindiğimiz gibi sürmekte olan Türk- Sovyet görüşmeleri 1925 Aralığında nihayetlenecektir. Bundan önce 1 Kasım 1925’te T.B.M.M.’nin açılış konuşmasında Atatürk yine Türk-Sovyet ilişkilerine atıfta bulunmuştur204.

Lozan Antlaşmasında çözülemeyen Musul meselesi, uzun dönem Türkiye ile İngiltere arasında sorun olmuş ve iki ülke arasında zaman zaman gerginlik yaşanmıştır. Şeyh Sait isyanı, Avrupadaki gelişmeler ve Türkiye’nin içerisinde bulunduğu sosyo ekonomik koşullar Türk hükümetinin Musul meselesindeki tavrında etkili olmuştur. O dönemde Cemiyet-i Akvam olarak adlandırılan Birleşmiş Milletler Örgütü, tamamen İngiltere’nin etkisi altındaydı ve oradan İngiltere aleyhine

203 RGASPİ, f.495.1.154., d.775., y.19-26. 204

“Komşumuz ve dostumuz Sovyet Cumhuriyetiyle münasebetimiz samimanedir. Yekdiğere karşı emniyetbahş bir hattı hareket üzerindeyiz”. Atatürk’ün Milli Dış Politikası, C.2, Kültür Bakanlığı Yay., Ankara 1981, s.46.

bir sonucun çıkması olası görünmemekteydi. Bu durumu iyi analiz eden Atatürk, Türk Dış Politika stratejisini de ona göre kurmuştur205.

Aynı dönemde Sovyetler Birliği, yukarıda da dış politikaya genel bakışını özetlediğimiz şekilde, kendisine karşı ittifaklar kurulmasından endişe etmekteydi ve bu yüzden Türkiye ile süregelen dostluk görüşmelerine çok önem veriyordu. Bu nedenle de Sovyetler Birliği, Musul görüşmeleri boyunca batıya karşı Türk tezini savunur bir tutum sergilemiştir. Bu dönemde batılıların da Türk-Sovyet ilişkilerini sekteye uğratmak için bazı girişimleri olmuşsa da bunlar boş girişimler olmaktan öteye gidememiştir206.

205 “Musul meselesindeki vaziyet-i hukukiyemiz Cemiyet-i Akvam

Komisyonu mahsusunun mahallinde tetkikiyle bir daha tezahür eyledi.bu hakikate rağmen meselenin halli yeniden duçari teahhur oldu. Bizim bu meselede vaziyetimiz pek büyük fedakarlıklarla istihsâl olunan Lozan Muahedesiyle muayyendir. En nihayet ahdî icabın ve hakkı eldin teslim olunmasına emniyetle muntazırız”. Age., s.46.

206 Bu girişimlerden en çok ses getiren ikisi: SSCB’nin İtalya ile

Türkiye aleyhine gizli bir askeri antlaşma imzaladığı ve SSCB’nin Türkiye’ye saldırmak amacıyla Türk sınırına askeri yığınak yaptığıdır. Bkz. Dokumentı Vneşney Politiki SSSR, C.8, s.673 ve M. Perinçek, age., s.170.

Sovyetler Birliğinin yukarıda bahsettiğimiz gibi gerek Musul meselesi ve gerek Şeyh Said ayaklanması sebebiyle Türkiye’yi destekleyen tutumu ile çelişen bir olay ise 3 Mart 1925 tarihli Pravda da yayınlanan