• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 1: KAVRAMSAL VE TEORİK BOYUTUYLA SOSYAL DIŞLANMA

1.3. Sosyal Dışlanmanın Unsurları

Sosyal dışlanma tanımlamalarına bakıldığında çok yönlülük, görecelilik, dinamik bir süreç olması gibi bazı unsurlar ön plana çıkmakta ve hemen hemen tüm tanımlamalarda karşımıza çıkmaktadır.

1.3.1. Çok Boyutluluk

Sosyal dışlanmanın çok boyutluluk unsuru dışlanmışlık durumunun farklı boyutlarda ele alınmasından kaynaklanmaktadır. Bhalla ve Lepeyre sosyal dışlanmanın hissedildiği boyutları; eğitim, barınma, sağlık, istihdam, yasal ve siyasal sistemler ve sosyal ağlar olarak sıralamışlardır (Bhalla ve Lepeyre, 1997, 423-424). Avrupa Birliği sosyal dışlanmanın tematik yönleri üzerine yaptığı bir araştırmada sosyal dışlanma sürecini oluşturan önemli noktaları,

- Gelir, vergileme ve sosyal koruma, - Tüketim ve borçlanma,

- Eğitime erişme,

- İstihdam, işsizlik ve eğitim, - Çalışma koşulları,

- Barınma ve evsizlik, - Sağlık,

27

- Sosyal hizmetler ve komşuluk desteği şeklinde sıralamıştır (Kilmurray, 1995: 36).

Dışlanmanın bu önemli boyutları bazı araştırmacılar tarafından da etraflı bir biçimde sıralanmıştır. İlk ve en önemlisi, yeni iş bulma olasılığının olmadığı uzun süreli işsizlik biçimindeki işgücü piyasalarından dışlanmadır. İkincisi, yoksulluğun çok genel bir biçimde hissedildiği ve yaşam standartları açısından sosyal ve kültürel değerlerle de ilişkili ekonomik dışlanmadır. Üçüncü olarak, farklı egemen değerler ve davranış örneklerinin doğasında var olan dışlayıcı etkilerle ortaya çıkan kültürel dışlanma ve ayrıca sosyal anlaşmaların, sosyal ilişkilerin sınırlanması ve kesilmesiyle ortaya çıkan marjinalleşme ve iz bırakma biçimindeki toplumdan tecrit edilerek dışlanmadır (Sapancalı, 2003: 23-24).

1.3.2. Dinamik Bir Süreç Olması

Çakır’a göre; sosyal dışlanma kavramı statik olmaktan çok dinamik bir kavramdır zaten bu özelliği de Atkinson ve Hills’e göre sosyal dışlanmanın en önemli yönlerinden birini oluşturmaktadır. (Çakır, 2002: 83; Atkinson ve Hills, 1998: 6). Sapancalı’ya göre sosyal dışlanma çok boyutlu olduğu gibi çok zamanlı bir kavram olarak da tanımlanmıştır. Bu dışlanma süreçlerinin dinamik doğasını ve dışlanmış kişilerin koşullarındaki dinamik değişimi ifade etmektedir (Sapancalı, 2005: 54). Topateş ise sosyal dışlanmayı dinamik süreçler içerisinde işleyen bir kavram olarak nitelendirirken bu dinamik süreçlere sahip olan kavramın hem tarihsel hem yapısal olmasının gerektiği üzerine vurgu yapmıştır (Topateş, 2009: 116). Adaman ve Keyder’de çoğu zaman iç içe geçmiş ve birbirinin etkisini arttıran bir şekilde karşımıza çıkan sosyal dışlanmanın bir önceki başlıkta sıralanan boyutlarının arasındaki dinamikler dikkate alınarak incelenmesi gerektiğinin üzerinde durmuşlardır (Adaman ve Keyder, 2007: 7-10).

Silver (2007: 16-26) sosyal dışlanmanın dinamik bir kavram olduğunu belirtirken bu dinamik yapının kolektif, ulusal, kentsel ve mahalli düzeyde olmasının yanı sıra bireysel düzeyde de mevcut olduğundan bahsetmiştir. Ayrıca Silver (1995: 15-25) bir başka makalesinde vatandaşlık haklarını sosyal dışlanmanın dinamik yapısı bağlamında makro ve mikro düzeyde incelemiştir.

28

Sosyal dışlanmanın boyutlar bağlamında birbirini etkileyen yapısı üzerinde duran Sapancalı bu durumun tutarlı olmadığından bahsetmiştir. Sapancalı’ya göre bireyler ve gruplar çeşitli biçimlerde toplumdan dışlanmış olabilmelerine rağmen bu durum diğer yönlerden de dışlanmış oldukları anlamına gelmemektedir (Sapancalı, 2003: 24).

Şekil 1: Sosyal Dışlanma Döngüsü

Kaynak: Sapancalı, 2003: 26

1.3.3. Toplumla Bağların Kopması ve Dayanışmanın Bozulması

Sosyal dışlanma özellikle aile, arkadaş ve yerel toplum dahil olmak üzere genel sosyal sistemler ile entegrasyon yetersizliği açısından değerlendirildiğinde geleneksel bir tartışma ortamı oluşmaktadır (Byrne, 2005: 37). Toplumsal bağların kopması ve dayanışmanın bozulması sosyal çatışmaların artması bağlamında önemli etkendir. İnsanları toplumsal ilişkilerden dışlayabilmenin birçok yolu vardır. Giddens toplumsal ilişkilerden dışlanmayı 4 biçimde ele almıştır. Birincisi, bu dışlanma biçimi, bireylerin aile ve arkadaş ziyareti, özel günleri kutlama, hobilerle zaman geçirme, tatil yapmak ve bir yemek için arkadaşlarla toplanmak gibi ortak toplumsal etkinliğe katılamadığı anlamına gelebilir. İkincisi, insanlar, eğer insanlar ailelerinden ve arkadaşlarından ayrı

29

bırakılırlarsa, toplumsal ilişkilerden dışlanırlar. Toplumsal ilişkilerden dışlanmanın üçüncü biçimi, ihtiyaç zamanlarındaki pratik ve duygusal desteğin yoksunluğunu kapsamaktadır. Örneğin bir kişi bahçedeki ya da evin çevresindeki ağır işlerde yardıma veya depresyona girdiğinde konuşmaya ya da önemli yaşamsal değişimler hakkında öneriler almaya gereksinim duyabilir. Dördüncüsü, insanlar devlet hizmetinden yoksunluk yüzünden toplumsal ilişkilerden dışlanmaktadırlar. Devlet hizmeti, oy kullanmayı, ulusal veya yerel politikada yer almayı, bir gazeteye yazı yazmayı veya bir kişinin güçlü bir biçimde hissettiği bir sorunla ilgili kampanya açmayı içerir. Son olarak beklide belli insanlar sakatlık yüzünden veya sokaklarda güvensiz hissettiklerinden dolayı evlerine kapandıkları için toplumsal ilişkilerden dışlanmaktadırlar (Giddens, 2008: 403-404).

Sosyal dışlanmaya dair yapılan tanımlarda da görüldüğü gibi sosyal dışlanma toplumun bir parçası olamama veya topluma entegre olamamanın zıttı bir durum içermektedir. Bu bağlamda belli grupların ve/veya bireylerin toplumla olan bağlarının kopması ve/veya dayanışmanın bozulması sosyal dışlanmanın en önemli unsurlarından birini oluşturmaktadır.

Bireyin toplumla bağlarının kopması dayanışma düşüncesinin zayıfladığını çağrıştırmaktadır. Günümüz toplumlarında dayanışma, “formel” ve “enformel” olmak üzere iki farklı boyutta değerlendirilebilir. Enformel dayanışma, az gelişmiş ve ilkel topluluklara özgü, genellikle ortak bir kaderi paylaşmanın, daha çok kan bağıyla bağlılığın ve/veya kişisel olarak tanışıklığın söz konusu olduğu, daha çok birbirine benzeyen bireyler arasındaki dayanışmadır. Daha çok geleneksel aile, akrabalık, hemşehrilik, partililik gibi ilişkilerin iç içe geçtiği bir dayanışma biçimidir. Durkheim’in mekanik dayanışmasını andırır. Buna karşılık, formel dayanışma ise, genellikle modern gelişmiş toplumlara özgü, formel hukuk kuralları yardımıyla, rasyonel bürokratik süreçler içinde ve insanlara eşit yurttaşlık hak ve sorumlulukları temelinde düzenlenmiş, devlet müdahalesinin söz konusu olduğu, kurumsallaşmış bir dayanışmadır. Bu tür bir dayanışmada, bireylerin yalnız kan bağıyla bağlı oldukları veya kişisel olarak tanıdıkları, kendilerine benzeyen kimselerle değil, yabancılara da güvendikleri bir toplumsal yapı söz konusudur. Burada devlet birey ve toplum arasındaki sosyal bağı korumak ve sosyal bütünleşmeyi gerçekleştirmek açısından anahtar role sahiptir. Devlet

30

hem bireyleri topluma karşı, hem de toplumu bireylere karşı korumak zorundadır (Sapancalı, 2003: 28-29).

İnsanın ve toplumun etkililiğinin dışlanmasını bilimsel olarak kavranılması, açıklanması, dışlanma karşısında toplumun ve insanın üretken ve etkin katılımının geliştirilmesi ve yönlendirilmesi insan ve toplum eylemlerini bir bütün olarak ele almayı öne çıkarır. İnsanın ve toplumun sosyal dışlanmaya dayalı yaşam pratiği içinde oluşan düzenlerini geliştirmek ve ilerleme sağlayabilmek için toplumsal etkileşim mekanizmalarını temel alarak, gelişmeyi, üretmeyi, baskıyı, zorlamayı, değişmeyi ve dengeyi oluşturan dinamikler anlamlı bir kuramsal temelle ele alınmalıdır. Sosyal dışlanma açısından, toplumsal bütünlük, toplumsal farklılaşma ve toplumsal gelişme süreçlerini yönlendirebilmek için toplumsal etkileşim mekanizmalarını belirli amaçlar ve hedefler doğrultusunda harekete geçirilmelidir (Cılga, 2009: 8).

1.3.4. Yeterlilikten Yoksunluk

Sosyal dışlanmanın bir diğer unsuru ise bireyin ve/veya belli toplumsal grupların temel gereksinimlerden yoksunluğu ve bunlara erişim konusunda yetersizliğidir. Nobel ödüllü iktisatçı Amartya Sen tarafından yaşam standartlarını, diğer bir ifade ile ekonomik ve sosyal eşitliğin ölçülebilmesine yönelik özel bir yöntem olarak ortaya atılan yeterlilikten yoksunluk kavramı, Sen tarafından sosyal dışlanmanın, yoksulluktan daha geniş bir perspektif ile değerlendirilmesinde kullanılan, daha teorik bir dayanak sağlaması ve yaklaşımın daha pratik kullanımını genişletmek için kullanılmıştır. Ayrıca Sen sosyal dışlanma ve yeterlilikten yoksunluğun birbirlerinin neden ve sonuçları olabileceklerini belirtmiş ve sosyal dışlanmanın yeterlilikten yoksunluğun araçsal bir nedeni olabileceğinden bahsetmiştir (Sen, 2000: 5-45; Sapancalı, 2003: 37).

Uluslararası Çalışma Örgütü 1976 yılında yaptığı küresel konferansta ayrıntılı olarak tartışılan ve daha sonra Dünya Bankası tarafından da benimsenen temel gereksinimler;

- Hanehalkının (beslenme, barınma, giyim gibi) özel tüketimi için gerekli olan en az miktarlar,

- Kendi üyelerine topluluk tarafından sağlanan tüketim için gerekli hizmetler (içilebilir su, kanalizasyon, elektrik, kamu ulaşımı, sağlık ve eğitim vb.),

31

- Kendilerini etkileyen kararların alınmasına katılım,

- Mutlak düzeydeki temel gereksinimlerin, temel insan haklarının daha geniş bir çerçevesinde karşılanması,

- Temel gereksinme stratejisinin hem amaç, hem de araç olarak istihdama yaklaşımı,

biçiminde tanımlanmıştır. Temel gereksinimler insan olmanın getirdiği onurlu yaşam hakkının evrensel düzeyde uygulanabilirliği olarak yorumlanabilir. Yeterlilik, kişinin toplum içinde bir insan olarak işlevsel kılınabilmesi için gerekli asgari gereksinimleri yansıtmaktadır. Sapancalı’ya göre yeterlilik onurlu ve anlamlı bir yaşam biçimi kurmak ve geliştirmek, fırsatlardan yararlanabilmek gibi yetenekleri/hakları içeren bir kavram olmakla birlikte, evrensel ve türdeş bir kurala sahip değildir. Bir kişinin biçimsel olarak haklarının olması, o hakların kullanabilme olanağına sahip olması demek değildir. Haklara erişebilmenin yanında, ikinci önemli etmen hak talep edebilme yeteneğidir. Bu bağlamda yeterlilik kavramı çok yönlü bir süreç olan sosyal dışlanmanın dinamik boyutuna ışık tutmaktadır. Bu dinamik boyut, yoksulların gelecekte oluşacak bazı fırsatlara erişebilme yeteneği, halen ve yakın gelecekte bu yeteneği kullanabilme isteği, dolayısıyla hayatını iyileştirebilme güçleridir (Sapancalı, 2003: 36-39).