• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 1: KAVRAMSAL VE TEORİK BOYUTUYLA SOSYAL DIŞLANMA

1.5. Sosyal Dışlanmanın Nedenleri

1.5.1. Küreselleşme

Küreselleşme, son yılların en çok tartışılan kavramı olarak, birbirinden farklı birçok yorum ve değerlendirmelere yol açmaktadır. Aslında, bu yorumların hepsi kendi içerisinde tutarlı ve belirli bir ideolojik arkaplana sahiptir. Küreselleşmeye yaklaşım, kabaca üç grupta toplanabilir: Birinci grup, küreselleşmeyi teknolojik gelişmelere bağlamakta, küreselleşmenin, teknolojik gelişmelerin ardından kendiliğinden ortaya çıktığını ifade etmektedir. Gelişen bilgisayar teknolojisi, kolaylaşan bilgi aktarımı ve iletişim, ucuzlayan ulaşım, sermayeye küresel dolaşım olanağı vermiş, küresel düzeyde üretim ağı kurulmasına yol açmış, kaçınılmaz bir şekilde herkesin yaşamı değişmiştir. İkinci gruptakiler, yani neo–liberaller, küreselleşmeyi piyasaların uluslararasılaşmasına bağlamakta, yaşanan teknolojik gelişmelerin ve artan üretimin, 1970’li yılların ortasından itibaren piyasaların dışa açılmasını getirdiğini, ülkelerin de bu doğrultuda ticari serbestleşme için gerekli önlemleri aldığını ifade etmektedir. Bu süreci kolaylaştırmak için korumacı politikalardan vazgeçilmiş, para piyasaları serbestleştirilmiş, dış ticaret teşvik edilmiş, yani dış pazar ve arz yönlü politikalara geçilmiştir. Küreselleşmenin anlamı, birbakıma herşeyin piyasa terkedilmesi, piyasanın egemen kılınmasıdır. Ünlü liberal iktisatçı Adam Smith’in ifade ettiği gibi, uluslararası pazarların da bireysel kararlar bileşkesinden ibaret olan “görünmeyen el” tarafından yönetilmesidir. Üçüncü grubu ise, küreselleşmeyi yeni bulmayanlar oluşturmaktadır (neo-Marksist yaklaşım). Bunlara göre, küreselleşme kapitalizmin mantığından kaynaklanmaktadır (Özdemir, 2007: 2019)

Küreselleşmenin ekonomik boyutunu ifade eden küresel ekonomik düzen, özellikle yoksul ülkelerde baskıcı rejimleri güçlendirerek, yolsuzlukların yaygınlaşmasına yol açan bazı önemli sonuçlar doğurmaktadır. Bu sonuç ise küresel düzeyde oldukça yaygın

39

kitlesel bir yoksullaşmayı beraberinde getirmektedir. Küreselleşme ile birlikte ortaya çıkan liberealleşme eğilimleri hem gelişmiş hemde gelişmekte olan ülkelerde yaşam standartlarının düşmesine yol açmıştır. Bu tür özelliklere sahip ülkeler daha çok Afrika, Ortadoğu, Orta Asya ve Latin Amerika’da görülmektedir. Dolayısıyla bu ülkelerde dünya barışını da tehdit edici düzeyde ciddi anlamda bir yoksullaşma süreci yaşanmaktadır. Bu gelişme, bütün dünyada özellikle de Batı dışı toplumlarda toplumsal ve siyasal bakımlardan endişe verici sonuçlar üretmektedir. Bu kitlesel yoksullaştırma süreci, zenginleri rahatsız edecek bir duruma geldiği için, yoksullara karşı daha ılımlı yeni bir üslup benimsenerek yoksullukla mücadele stratejileri geliştirilmektedir. Küresel düzeyde geliştirilen yoksullukla mücadele stratejileri, ulusal yoksulluğu azaltma doğrultusundaki yapısal değişim projeleri ve IMF-Dünya Bankası’nın kredi politikalarının yeniden gözden geçirilmesiyle şekillenmektedir. Yaklaşık 20-30 yıldır uygulanan bu stratejiler, yoksullaştırılan ülkelerin kamusal kurumlarını büyük ölçüde tahrip eden, küresel kapitalizme eklemleyen ve piyasa ekonomisi hakimiyetini empoze eden bir durum yaratmaktadır. Bu durumun kaçınılmaz olup olmadığı tartışılabilir, ancak yoksullaşmayı yaygınlaştırdığı bir gerçektir. Özellikle, ekonomik açıdan kırılgan ve borç yükü altında zorluklar yaşayan ülkeler için yıkıcı sonuçları bulunmaktadır. Her ne kadar ssyal alanda eşitsizliklerin giderileceğine ve sosyal standartların sağlanacağına yönelik söylemler artsada bu konuda somut bir gelişme sağlanamamaktadır. Özellikle sosyal açıdan dışlananlar ve yoksulluğa terkedilmiş olanlar açısından durum daha vahimdir (Şenkal, 2003: 3; Karakaş, 2010: 4-8).

Küreselleşme sürecine paralel olarak yaşanan yoksulluk olgusu, ileri kapitalizme özgü küresel süreçlerin toplumsal yaşama verdiği yeni biçimlerle bağlantılı olarak son derece karmaşık bir nitelik sergilemekte ve çağımıza özgü yeni biçimler alan sömürme, engelleme, dışlama ve bastırma biçimleriyle derinleşmekte ve adeta kronik hale gelmektedir. Küreselleşme sürecinde ekonominin yeniden örgütlenmesi, bazı kitlelerin üretici olma kapasitesini sınırlayarak, hem iş süreçlerinden hem de toplumsal karar alma süreçlerinden dışlanmasına yol açmaktadır. (Karakaş, 2010: 4-12).

Küreselleşme olgusu ile birlikte gelişen teknoloji, endüstriyel yenilikler, üretim sistemindeki “esnekleşme” piyasa düzeni içerisinde becerilerden yoksun kalmış veya bu

40

sistemin gerektirdiği yeterliliği sağlamayan kesimlerin dışlanmasını beraberinde getirmiştir (Geçgin, 2009: 22).

Erdoğdu’ya göre sosyal dışlanmanın tarih dışı ve politika dışı bir olgu olarak kavramsallaştırılmaya çalışılması, sosyal dışlanmanın küreselleşmenin bir alt kavramı olduğunu gizlemektedir. Sosyal dışlanmanın, sosyal politika alanında analitik bir kavram olarak kullanılabilmesi için küreselleşme kavramının bir özel (türsel) kavramı olarak ifade edilmesi gerekir (Erdoğdu, 2004: 18).

Küreselleşme, düşük maliyetle üretim yapmak için sınır tanımaksızın yatırımlarını ve üretimlerini başka ülkelere kaydırabilen işletmelere dünya çapında bir Pazar olanağı sunmaktadır. Buna bağlı olarak rekabetçi küresel bir işgücü piyasası ortaya çıkarmaktadır. Küresel rekabetin de bütün dünyada daha düşük ücretler ve çalışma standartlarına yönelik baskıları arttırdığı genel kabul görmektedir. Baskıların yansıması üç farklı şekilde gerçekleşmektedir. Birincisi, ulusötesi rekabeti arttırmaya yönelen işletmelerin ücretleri ve çalışma standartlarını düşürme, istihdamın yapısını ve seviyesini düşürme çabalarıdır. Maliyet düşürücü stratejiler, işletmelerin yeniden yapılanması ve küçülmesi ile ilgili olduğu kadar, toplu pazarlığın sınırlandırılması ve işletme faaliyetlerinin başka bölgelere kaydırılmasıyla da sağlanabilmektedir. İkinci biçim, işletmelerin ülke dışına ve başka bölgelere kaydırmasıyla yerli işçiler yerine yabancı işçilerin konulmasıdır. Böylece işletmenin kendi iç işgücü piyasasında yabancı işçilerin katıldığı bir tür yeni rekabet ortaya çıkmakta ve emek talebi daha esnek hale gelmektedir. Bunun sonucu ise yerli işgücü için işsizlik tehdidi baş göstermekte bu da işverenin pazarlık gücünü arttırmaktadır. Daha düşük ücretler ve çalışma standartlarına yönelik baskıların ortaya çıktığı üçüncü biçim ise, yüksek küresel rekabet karşısında ulusal hükümetlerin düzenleme gücünün zayıflamasıdır. Dış pazarlarında rekabet etmek için ulusal ve uluslararası sermayeyi ve yabancı yatırımları kendi ülkesine çekmek için çok uluslu işletmelerin taleplerine cevap vermek, gelişmekte olan ülke hükümetleri için ihmal edilemez gelişmeler olarak görülmektedir (Sapancalı, 2003: 63-64).

Küreselleşme bağlamında ortaya çıkan bu gelişmeler hem gelişmiş, hem de gelişmekte olan ülkelerde sosyal dışlanmanın ortaya çıkmasını ve genişlemesini sağlayacak uygun bir zemin yaratmıştır. Yeni küresel alanda, küreselleşmenin sürekli kaybedenleri olarak çok sayıda dışlanmış gruplar ortaya çıkmıştır. Küreselleşme gelişmiş ülkelerde özellikle

41

işgücü piyasası bağlamında önemli sosyal dışlanmışlıklara neden olmaktadır. Son otuz yılda bir yandan gelişmekte olan ülkelerden gelişmiş ülkelere yönelik imalat sanayi ürünleri ihracatının artışına, diğer taraftan gelişmekte olan ülkelere yönelen doğrudan yabancı sermaye yatırımları ile birlikte gelişmiş ülkelerin pek çoğunda imalat sanayi sektöründe işletmelerin kapandığına, çalışanların yoğun olarak işten çıkarıldığına ve istihdamın daraldığına tanık olunmaktadır. Bu gelişmeye bağlı olarak gelişmiş ülkelerde emek yoğun sektörler olan imalat sanayinde daralmaya koşut olarak işsizlik artmış ve kalıcı hale gelmiştir. Bu bağlamda gelişmiş ülkelerde nitelikli ve niteliksiz işgücü arasındaki ücret farkları iyice artmıştır. Bu bağlamda, Avrupa ve ABD’nde dışlanmanın altında yatan temel gerekçenin, gelir ve istihdam fırsatları bakımından nitelikli ve niteliksiz işgücü arasında artan eşitsizlikler olduğu ifade edilmektedir. Küreselleşme sürecinde ulusal ekonomilerin, küresel bir sistem çerçevesinde eklemlenmeleri, farklılıkları ve eşitsizlikleri azaltıp, ortadan kaldıracağına aksine bunları daha belirgin ve hatta kabul edilemez hale getirmektedir. Bu bağlamda Uluslararası Çalışma Örgütü açık bir şekilde gelişmiş ülkelerde sosyal dışlanmanın oluşumunu küreselleşmeye bağlamaktadır (Sapancalı, 2003: 64-66).