• Sonuç bulunamadı

Sorumluluk sahibi olan insanlar, üzerlerine düşen görevleri yerine getirirler. Çocukluklara küçük yaşlarından itibaren yapabileceği görevler verilerek onlara sorumluluk bilincini aşılamak gerekir. Böylece yetişkin bir birey olduklarında giderek zorlaşan hayat şartları karşısında zorluklarla mücadele etme yetenekleri gelişmiş olacaktır. Eserlerde sorumluluk değeri, ailesinin geçimine katkıda bulunmak için çalışma hayatına atılan bir gencin, vatanını korumakla yükümlü bir askerin, dünyayı kötülüklerden korumak isteyen bir çocuğun yüklendiği bir değer olarak karşımıza çıkmaktadır. Kahramanlar, sorumlu oldukları varlıklara karşı görevlerini en iyi şekilde yerine getirmeleri gerektiğinin bilincindedirler.

“Şeker Portakalı” adlı eserde ailenin geçimini sağlayan babanın işsiz kalması sonucu aile fertleri, evi geçindirme görevini üstlenmişlerdir. Bu durum eserde şöyle anlatılır:

“‘Babam işsiz, tamam mı? Altı aydan çok oluyor, Bay Scottfield’le kavga etti ve onu kovdular. Lala’nın fabrikada çalışmaya başladığını görmedin mi ? annemin kente, İngiliz Değirmeni’nde çalışmaya gittiğini bilmiyor musun? Eh işte, küçük sersem, bunların hepsi para biriktirmek ve yeni evin kirasını ödemek için. Bütün bu acı şeyleri bilemeyecek kadar küçüksün. Ama benim de bundan böyle eve yardım etmek için ayinlerde çalışmam gerekecek” (Vasconcelos, 2009: 16).

2.13. Adalet

Bir toplumda huzur ve barış ortamının oluşabilmesi için o toplumda adaletin sağlanması gerekmektedir. Adaletin sağlanmasından sorumlu olan devlet, eğitim kurumları aracılığı ile adaletli bir birey olma bilincini küçük yaşlardan itibaren vatandaşlarına kazandırmaya çalışır. Adalet bilincine sahip olan bireyler, sosyal hayatın her alanında adaletli davranmaya özen gösterirler ve toplumsal huzurun sağlanmasına yardımcı olurlar. Eserlerde adaletin sağlanmasında, ödüllendirmenin cezalandırmadan daha etkili bir yöntem olduğu savunulur. “Gülliverin Gezileri” adlı eserde birçok ülke gezen ve bu ülkelerin adalet sistemlerini inceleyen Gülliver, Lilliput’taki adalet sistemini şu sözlerle anlatır:

“Ben, kanunlarımızı hiç ödül sözünü etmeden, yalnız cezayla korkutarak uyguladığımızı söyleyince bunu, idaremizin çok büyük bir kusuru saydılar. Bunun içindir ki, Lilliput mahkemelerinde adalet şöyle temsil edilmektedir. Adaletin ikisi önde, ikisi arkada, birer tanesi de yanlarda olmak üzere altı gözü var; bu, gözlerinden hiçbir şeyin kaçmayacağını göstermek içindir; sağ elinde, içi altın dolu, ağzı açık bir torba, sol elinde ise kını içinde bir kılıç var: bu da cezalandırmaktan çok ödüllendirmek istediğini göstermek içindir” (Swıft, 2013: 44).

2.14. Güzel Ahlak

Eserlerde güzel ahlak, yetenek ve zekâ ile kıyaslanmış ve güzel ahlakın bu kavramlardan daha üstün bir değer olduğu vurgulanmıştır. “Gülliver’in Gezileri” adlı eserde güzel ahlakın yetenekten ve zekâdan daha önemli olduğu şu ifadelerle anlatılmıştır:

“Lilliputlular, hangi memurluk için olursa olsun, iş verecekleri adamlarda büyük yetenekten çok ahlak arıyorlar. Şöyle düşünüyorlar: insanlığın yönetilmeye ihtiyacı vardır; her insan zekâsı da şu veya bu memurluğa uygundur. Tanrı, memleket işleri yönetimini, ancak yüksek deha sahibi birkaç kişinin çözebileceği bir bilmece olmasını hiçbir zaman istememiştir; çünkü bir devirde böyle dehalardan ancak iki-üç tane bulunabilir. Fakat doğruluk, adalet, ölçü ve bunlara benzer daha başka erdemlere erişmek herkesin elindedir; herhangi bir kimsede bu erdemlerle beraber deneyim ve iyi niyet bulunursa memleketine hizmet etmeye elverişlidir(özel eğitim isteyen memurluklar tabii hariç tutulur). Aklın yüksek nitelikleri ahlak yokluğunu hiçbir zaman telafi edemeyeceğinden becerikli ama onursuz kimselerin tehlikeli ellerine hiçbir iş bırakılamaz. Çünkü bilgisiz, fakat erdemli bir kimsenin düşeceği hataların, çoğunluğun iyiliği üzerindeki yansımaları, kendisini kötüye sürükleyen, bunu sonuçlandırmak, artırmak ve savunmak için büyük becerileri olan bir kimsenin yapabileceği şeyler kadar korkunç etkileri olamaz” (Swıft, 2013: 46).

2.15. Dayanışma

Toplumsal bir varlık olan insan, yaşamını devam ettirebilmek için başka insanların yardımına ihtiyaç duyar. İnsanlar arası bu yardımlaşma sonucu oluşan

birlik ve beraberlik dayanışmanın temelini oluşturur. “Üç Silahşorlar” adlı eserde, eserin kahramanları Aramis, Porthos, Athos ve d’Artagnan birbirlerini her zaman desteklemiş ve “Hepimiz birimiz, birimiz hepimiz için” anlayışı ile hareket etmişlerdir. Kahramanlar bu dayanışmaları sayesinde zorlu görevlerin üstesinden gelmeyi başarmışlardır. Başka bir eser olan “Ezop Masalları”nda okuyuculara dayanışmanın önemi fabllarla anlatılmıştır. Bu fabllarda hayvanlar tek başlarına üstesinden gelmeyi başaramadıkları işlerde diğer arkadaşlarından yardım isterler ve beraber çalışmaya başlarlar. Böylece hayvanlar el ele vererek güçlükleri yenmeyi başarırlar.

“Daldaki Kedinin Kırmızı Masalları” adlı eserde, zor bir problemle karşılaşan kahramanlar, problemin dayanışma ile çözüleceğinin farkındadırlar. Bu durumu şu sözlerle ifade ederler:

“Problem ne kadar zor olursa olsun, üstesinden geleceğiz. Evin tüm hayvanlarını toplayacağım. Hep birlikte bir çözüm bulacağız sonunda.” (Aymé, 2011: 134).

2.16. Barış

Barış, insanların huzur ve mutluluk içinde yaşamalarında önemli payı olan bir değerdir. Savaşların meydana getirdiği yıkımlar, sadece savaşın olduğu bölgelerde değil, dünyanın birçok yerinde üzüntülere neden olmaktadır. Yeni nesillere bırakılacak dünyada savaşların sona ermesi, insanların barış ve dostluk içerisinde yaşaması gerekmektedir. Savaşlar, sadece maddi yıkımlara ya da can kayıplarına neden olmakla kalmayıp geride bıraktığı insanların psikolojilerinde de derin hasarlar bırakmaktadır.

Eserlerde barış değeri, insanların birbirleri ile uyum içerisinde ve dostça yaşamaları üzerinden anlatılmaktadır. Birlik ve beraberliği bozan kavgalar, sadece düşmanların işine yaramaktadır. Düşmanlara fırsat vermemek için barış içinde yaşama gerekliliğini “Ezop Masalları”nda şöyle anlatır:

“Aslan ile yabandomuzu birbirlerine bakmışlar. İkisi de içine düştükleri durumdan utanmışlardı. Birbirlerinden özür dilediler. Yabandomuzu:

— Aman eski dostum! Bu anlamsız dövüşe bir an önce son verelim. Eski dostluğumuzu pekiştirerek devam ettirelim. Yoksa bu akbabalar ile karakargalara yem olacağız. En iyisi kavgayı dövüşü bırakalım, dedi.

Aslan ile yabandomuzu el sıkışıp öpüşmüş, sonra da barışmışlardır. Yukarıda anlatılan barışın ardından yazarın açıklaması gelir:

"Sevgili okurlar, dövüşmek insanlara hiçbir zaman yarar sağlamaz. Barış insanlık için en iyisidir" (Ezop Masalları, 2013: 27).

2.17. Eşitlik

Dili, dini, ırkı ne olursa olsun insanlar aynı yaşama haklarına sahip olarak dünyaya gelirler. Aynı dünyayı paylaşan insanlar, bu farklılıklara saygı duymalı ve herkesin eşit haklara sahip olduğunu unutmamalıdırlar. Eserlerde bireysel farklılıklar ne olursa olsun herkesin toplumsal alanda eşit olduğu vurgulanmaktadır. Böylece okuyuculara birbirlerinin haklarını gasp etmeden yaşamanın yolları gösterilmeye çalışılmıştır.

“Oliver Twist” adlı eserde yoksul bir insanın yaşam şartları ile zengin bir insanın yaşam şartları arasındaki eşitsizliğe değinilmiş ve bu durumdan duyulan rahatsızlık şöyle dile getirilmiştir:

“Yediği içtiği yaramayan, kanı buz, yüreği taştan bir zenginin, o sırada Oliver’ı, köpeğin bile yüz vermediği şeyleri yiyip yutarken görebilmesini dilerdim ! Oliver o kayış gibi et parçalarını nasıl kıtlıktan çıkmışlığın yırtıcılığıyla paralıyordu, bunu görebilmesini isterdim. Ve en çok, o zenginin aynı yiyeceği yediğini gözlerimle görebilmeyi isterdim” (Dickens, 2014: 47).

“İnci” adlı eserde farklı ırklara sahip olan insanların diğer insanlarla eşit haklara sahip olmamaları ele alınmış ve bu eşitsizliğin bireylerde oluşturduğu yıkım

üzerine durulmuştur. Eserde, hasta bir bebeği Kızılderili ırkına mensup olduğu için tedavi etmeyen bir doktorun tavrına değinilmiştir. Bu ayrım karşısında elinden hiçbir şey gelmeyen bebeğin babası Kino’nun eşitsizlik karşısındaki tepkileri şu şekilde anlatılır:

“Kino, duraladı bir an. Bu doktor, onlardan biri değildi. Bu doktor, hemen hemen dört yüz yıllık bir süreden beri Kino’nun ırkını döven, aç bırakan, yağmalayan, aşağılayan bir ırktan geliyordu, bu ırk onları öylesine korkutmuştu ki, yerliler boyun eğip kapısına koşmak zorundaydılar hep. Bu ırktan gelen birine her rastladığında böyle olurdu Kino, güçsüzleşir, ürker, öfkeyle dolardı içi. Öfkeyle korku el ele yürürdü içinde. Doktorla konuşmaktansa, onu öldürmek çok daha kolaydı Kino için, çünkü doktorun ırkından gelenler, Kino’nun ırkından gelen herkese hayvanlara seslenircesine seslenirdi” (Steinbeck, 2012: 19).

Benzer Belgeler