• Sonuç bulunamadı

PSĠKOLOJĠK FAKTÖRLER

3. BÖLÜM:YATIRIMCILARIN EĞĠLĠMLERĠ VE DAVRANIġSAL FĠNANS MODELLERĠ

3.1. YATIRIMCILARIN EĞĠLĠMLERĠ

3.1.1. KENDĠNĠ ALDATMA EĞĠLĠMĠ

3.1.1.3. SONUCU BĠLDĠĞĠNĠ DÜġÜNME

Geri görüĢ ön yargısı ya da “ben zaten biliyordum” etkisi olarak bilinen sonucu bildiğini düĢünme eğilimi en çok karĢılaĢılan önyargılardan biridir. Bu ön yargıyı açıklarken Fischhoff iki olguyu gözlemlemiĢtir ve bu olguları birleĢtirerek sonucu bildiğini düĢünme eğilimini ortaya çıkarmıĢtır. Bu olgular Ģunlardır (Fischhoff, 1975: 288):

Algılanan gerçekleĢme olasılığı arttıkça sonucun gerçekleĢeceğine iliĢkin raporlama da artmaktadır.

Sonuçla ilgili bilgi edinen insanların çoğu algılarındaki değiĢikliğin farkına varmamaktadır.

Sonucu bildiğini düĢünme eğilimi yatırımcıların piĢmanlık duymasının en önemli unsurlarından biridir. Bu eğilimin yatırımcılara iki yönden zararı vardır (Kahneman ve Riepe, 1998: 55):

Sonucu bildiğini düĢünme, dünyayı olduğundan daha tahmin edilebilir göstererek aĢırı güveni artırarak yanılgıya düĢülmesine neden olmaktadır.

Sonucu bildiğini düĢünme, yatırımcıların aklındaki makul bir konunun aptalca hatalara dönüĢmesine ve finans danıĢmanlarının bu hatalardan acı dersler almasına neden olmaktadır.

Ġnsanların olaylar gerçekleĢtikten sonra “böyle olacağını zaten biliyorduk” ya da “böyle olacağı zaten belliydi” tarzında düĢünebilmeleri eğilimidir. Politikacıların seçimi kazandıktan sonra “zaten belliydi” gibi söylevleri oldukça sık rastlanılan bir durumdur (Rabin, 1996: 35). Bu önyargı, bireylerin öz saygınlığını artırır. GeçmiĢte verdikleri kararların etkinliği ile ilgili seçimleri gerçekleĢtirme gayretleri insanın kendini daha iyi hissetmesine yardımcı olur (Hirshleifer, 2001: 16).

38

Ġnsanların yatırımları sonucunda belirli sonuçları beklediğinde ve beklentileri gerçekleĢtiğinde kendilerinin bu sonucun ortaya çıkmasındaki etkilerini haddinden fazla abarttıkları gözlemlenmiĢtir. KiĢilerin bu aĢırı özgüveni ve gerçekliğini yitirmiĢ iyimserliği motivasyonlarının ve çalıĢma isteklerinin artmasına neden olacağı öne sürülmektedir. Fakat bu eğilimin çeĢitli önyargılara da neden olacağı belirtilmektedir. 3.1.2.BĠLĠġSEL EĞĠLĠMLER

DavranıĢsal araĢtırmacılar ve biliĢsel psikologlar tarafından yapılan araĢtırmalar, insanların karar verme sürecinin devamlı olarak, sistematik ve rasyonel olmayan eğilimlere maruz kaldığını açık kanıtlarla ortaya koymuĢtur. Bireyde meydana gelen rasyonaliteden ayrılma durumu, biliĢsel ayrılıklar olarak açıklanmıĢtır. Yanılsama olarak da tanımlanan biliĢsel önyargılar, sadece eğitimsiz ve zeki olmayan insanlarla sınırlı olmayıp, toplumun bütün kesimlerini anlaĢılmaz bir tutarlılık ve devamlılıkla etkilediği araĢtırmalarla ortaya konulmuĢtur (Hanson ve Kyser, 1999: 635).

BiliĢsel önyargılar çeĢitli koĢulların varlığı ile ortaya çıkmaktadır. Bu koĢullar Ģunlardır (Edwards ve Winterfeldt, 1986: 643-644):

Zihinsel bir soruya doğru cevabı belirlemede bazı formal ilkelerden yararlanma durumunda oluĢmaktadır.

Soruları cevaplarken fiziki araçlardan yardım almadan sezgilerin kullanılması durumunda oluĢmaktadır.

Yargı sonucu ortaya çıkan cevap ile doğru cevap arasındaki sistematik ayrılıkların ortaya çıkması durumunda oluĢmaktadır. 3.1.2.1.TEMSĠL ETME

Karar vericilerin kararlarını kalıplara göre verme eğiliminde olduklarını ifade eder. Yatırımcılar, çıkıĢta olan hisse senetlerini almayı isterlerken, yakın zamanda kötü performans gösteren hisse senetlerinden kaçmayı tercih etmektedirler (Tufan, 2008: 54). Temsililik, bir Ģeyin olasılığını belirgin bir stereotipi ne kadar karĢıladığı ve ya temsil ettiğine göre yargılama stratejisidir. Ġnsanlar genellikle uzun vadede yaĢanan tecrübelere

39

ve bu tecrübelerden elde edilen ortalama fikirlere büyük önem vermektedirler (Taner ve Akkaya, 2009: 220).

Yatırımcıların iyi hisseler kavramı ile iyi ve karlı Ģirketleri iliĢkilendirmeleri ve getiri potansiyellerini göz ardı ederek kötü ve zararda Ģirketlere yatırım yapmaktan kaçınmaları olarak tanımlanabilir. Ġyi Ģirketlerin diğer Ģirketlere göre daha fazla getiri sağlayacaklarına dair bir kural yoktur. Örneğin, son iki yıl en yüksek getiriyi elde eden A tipi yatırım fonuna, bu yıl sırf bu özelliğinden dolayı yatırım yapan yatırımcı bu durumdadır (Günak, 2007: 43).

Temsil etme önyargısı yatırımcıların sahip olmak istediği hisse senetlerini satın almalarına sebep olmaktadır. Örneğin yatırımcılar iyi bir Ģirketle iyi bir yatırımı ayırt edemezler. Güçlü kazanç elde eden yüksek satıĢ geliĢimi gösteren ve kaliteli yönetime sahip firmalar iyi firmalardır. Ġyi yatırım ise diğer hisse senetlerine göre fiyatı daha hızlı yükselen hisse senetleridir. Bireyler son 17 deneyimlerine çok daha fazla önem verme eğilimine sahiptir. Bu durum bazen küçük sayılar kanunu olarak da bilinir (Korkmaz ve Ceylan, 2006: 616).

Yatırımcıların karar verme süreçlerinde belirli ön yargı kalıplarına bağlı karar verme eğilimlidir. Temsil etme yatırımcıların geçmiĢ olayların gelecekte de devam edeceğini varsaydıkları “küçük sayılar kanunu” aldatmacasının geçerli olduğu zamanlarda artar. Bu zamanlarda yatırımcılar uzun dönem ortalamaları göz önüne almayarak, o anki baĢarı ortalamalarına daha çok önem verirler. Finans pazarında bu yatırımcıların yükselmekte olan senetleri alıp, geçmiĢte baĢarılı performans göstermemiĢ senetlere yatırım yapmaktan kaçınmalarını ifade eder (Karan, 2004: 695).

Temsililik eğilimi, yatırımcıların iyi hisseler ile iyi Ģirketleri iliĢkilendirmeleri ve bu nedenle toplam getiri potansiyeline bakılmadan, bu hisseleri tercih etmesi fikrine dayanmaktadır. Gözde olmayan hisselerle kötü Ģirketler iliĢkilendirilir ve toplam getiri fırsatları ne olursa olsun, yatırım yapmak düĢülmez. Yatırımcılar “iyi hisseler iyi Ģirketlerindir” olasılığını abartma eğilimindedirler. Temsililik eğilimi, iyi Ģirketlerin hisselerinin tercih edilmesine neden olur ve sonuç itibariyle bu hisselere yüksek ödemeler yapılır ve daha büyük toplam getiri potansiyeli olabilen kötü Ģirketlerin hisselerinden kaçınılmaktadır. Temsililik eğilimi yatırımcılar piyasa bilgisini doğru bir

40

Ģekilde hesaba katmayı engellediği için kayıplara neden olduğu öne sürülmektedir (Nofsinger, 2001: 114).