• Sonuç bulunamadı

4. SONUÇ VE ÖNERİLER

4.1 Sonuçların Değerlendirilmesi ve Tartışma

Özellikle son dönemlerde, akademisyenler tarafından kadın üzerine yapılan çalışmalar çok daha sık olmakla birlikte, genelde kapitalist düzendeki görüntüsüyle kadının konumu aktarılmıştır. Fakat kadının kimlik oluşumu aslında sosyo-kültürel unsurlarla pek fazla aktarılmamıştır. Konunun bu alanda fazla irdelenmemiş olmasının en önemli sebebi, soyo-kültürel unsurların iç dinamiklerinin toplumdan topluma değişebilir olmasından kaynaklanmasıdır. Yani, kapitalist düzen evrensel gerçekliği içerdiği için tek bir kadın söylemi üzerinden kadın kimliğini ve kimlikten doğan problemleri aktarmak ve dahası, genel bir kanıya ulaşmak olasıdır. Lakin evrensel gerçeklik yerel doğruluk noktasının irdelenmesi konusunda yetersiz kalmaktadır. Dolayısıyla, çalışmanın özgün değeri konunun güncel olarak bizim bilebildiğimiz kadar bakir ve işlenmemiş oluşudur.

Türk toplumunda çalışan ve çalışmayan kadınların yaşadıları problemler ile dünyanın bir başka bir bölgesinde yaşayan kadınların sorunlarından benzerlikler taşımakla birlikte, kültürün sui generis olmasından dolayı Türkiye’ye özgüdür ve dolayısıyla daha farklıdır. Örneğin bir benzerlik özellikle gelişmemiş ve gelişmekte olan

sistemin kadını bir meta olarak görmesi de ortak evrensel hususlar arasında yer almaktadır. Fakat töre cinayetleri Türkiye’ye has iken, Afrika ve Ortadoğu’da kadın sünneti de söz konusudur. Bu nedenle tezde, kapitalist düzenin ya da ataerkilin etkisinden ziyade sosyo-kültürel unsurlar bağlamında kadın kimliği ve problemleri incelenerek, kadın üzerine yapılan çalışmalara katkı sağlanmak istenmiştir.

Araştırma kapsamında, çalışan ve çalışmayan kadınların kimliksel aitilikleri ya da sahiplikleri bağlamında günlük hayatlarını nasıl şekillendirdiklerini saptamak dahası, “ben kimim?”sorunsalı üzerine verdikleri cevaplarda hangi sosyo-kültürel etmenin etki oranının daha fazla olduğunu görmek istenmiştir. Yapmış olduğumuz çalışmadan elde ettiğimiz bulgular neticesinde, çalışmayan kadınların kimliğe ait oldukları ve çalışan kadınların ise kimliğe sahip olduklarını saptanmıştır. Dahası, her iki kadın grubunun da sosyo-kültürel etmenlerden etkilendiklerini fakat hem etkilenme oranlarında farklılık olduğunu hem de hayatlarıyla ilgili karar verme noktasında son sözü büyük olasılıkla çalışan kadınların söylediği tespit edilmiştir. Sosyo-kültürel bağlamda etkilenme oranlarındaki farklılıklar şu şekilde sıralanabilir;

 Feminist hareketlenmeler kadının ev hanesinin dışına çıkamamasının en önemli sebebi olarak eril tahakkümü ve eril dili hedef göstermişlerdir. Lakin, sosyo-kültürel bağlamın etkisi gözardı edilmiştir. Elde edilen bulgular sonucu görülmektedirki, eğitim ve işe katılım arasında doğru orantı vardır. Yani kadının eğitim seviyesi yükseldikçe kamusal alana katılma oranında da o yönde bir artış meydana gelmektedir. Bu sayede kadın kendisine “iş kadını kimliğini” sağlamıştır. Çalışmayan kadın ise, bu kimlikten mahrum kalmıştır. Dahası, evrensel gerçekliğin aksine bizde sosyo-kültürel etmenler kapsamında; çalışan kadının kimliksel krizleri çalışmayan kadına oranla daha fazla olup, bu krizin üstesinden gelebilme noktasında ise; çalışan kadın çalışmayan kadına nazaran daha fazla başarılıdır. Bu başarının en önemli sebepleri ise, ekonomik özgürlük ve bireysel farkındalıktır. Öte yandan “mutluluk” eylemine yatkınlık kader bilinciyle özdeşmiş olup, çalışan kadın için negatif bir anlam içerirken, çalışmayan kadın için pozitif bir anlam içermektedir.

 Ekonomi ve kadın başlığı altında, “gelir ve müklerine dair” soru yönelttiğimizde çalışmayan kadın kimliğini erkeğiyle özdeşleştirirken, çalışan kadın kendisiyle ilintili şekilde cevaplandırmıştır. Etkilenme noktasında hem

mülke sahip olma yönündeki bakış açıların da hem de ekonomik özgürlük kapsamında farklılığın meydana geldiği görülmüştür. Feminist literatürde kadının özgürleşmesi ve erkeğe bağımlı olmadan kendini varedebilmesi sorunsalı, kadının kamusal alanda bulunmasıyla birlikte çözüme kavuşacağı ön görülmüştür. Yani, kadın kamusal alanda bulundukça para kazanacak ve kendi kimliğini yaratıp, özgür olacaktı. Fakat, elde edilen bulgular sonucu ekonomik kimliğin, salt kamusal alanda bulunmasıyla yaratılamayacağı anlaşılmaktadır. Yani, ekonomik kimliğinde farklılığa sebep olan durum paranın miktarından ziyade parayı kullama özgürlüğüne bağlıdır. Bu durum kapitalist düzende sürekli lanse edilen zengin-fakir ayrımının aksine, sosyo- kültürel etmenler çerçevesinde kadın kimliği; parayı özgürce kullanabilen ile parayı özgürce kullanamayan şeklinde ayrışmıştır.

 “Kendisi ile öteki kadınları kimliksel tanımlama ve karakteristik özellik ayrımı” noktasında genel bir ifadeyle “cinsiyet ve kadın” sorunsalı üzerinde farklı düşüncelerin oluştuğu görülmektedir. Çalışan kadın bireysel ve kişisel kimliğinde farklılığı yaşarken, çalışmayan kadın ise kimliğinde benzerliği yaşamaktadır. Bu durum, Berger ve Luckmann’ın (2008) ifade ettiği asli ve tali toplumsallaşma süreçlerindeki kimliksel özdeşleştirmenin izdüşümü olarak, kadını tanımlama noktasındaki farklılığı yaratmıştır ve nesilden nesile aktarılmıştır. Yani evrensel cinsiyet tanımlarının getirdiği ayrıştırmalardan ziyade daha çok toplumsallaşmaya özgü ayrıştırmalar mevcuttur. Bu durumun en güzel örnekleri ise atasözlerimizde fazlasıyla yer almaktadır.  “mesleki değer” noktasında kadınların bakış açılarında fark vardır. Her iki

katılımcı grubu da çalışan kadının daha değerli olduğu kanaatindedirler. Bunun sebebi de, ekonomik özgürlüğe ve emeğe dayandırılmaktadır. Her ne kadar Karl Marks (2013), emeğin değersizliğini kapitalist düzenin özünde varolan “emeğe yabancılaşma” olgusunda ifade etse de, Tük kadının “statüsü ve toplumdaki değeri ya da değersizliği” kişisel başarısından yani emeğinden ziyade toplumla kurduğu maddi ve manevi ilişkilerde saklıdır.

 “kişisel gelişim” kadının ekonomik durumu, aile yapısı, eğitimiyle ilintili olup, çalışan kadınlar ile çalışmayan kadınların hemen hemen aynı düzeyde zaman harcadıkları görülmekle birlikte, kişisel gelişim kavramını anlamlandırma noktasındaki fark Türk sosyo-kültürüne özgüdür. Özellikle,

ihtiyaçlarını karşılama ya da çocukları eğlendirmek adına yapılan çeşitli aktivitelere katılım ile özdeşleşmiştir.

 “kader, inanç ve ilişki” noktasında her iki katılımcı grubun kadınları; aile, ekonomi, cinsiyet, din, eğitim, kültür ve geleneksel yapıdan farkı düzeyde etkilendikleri görülmüştür. Bu bağlamda; çalışan ve çalışmayan kadınların hayatındaki değişimlere ve yeniliklere aynı oranda açık olduğu ama toplumsal yönlendirmeye fazlasıyla maruz kalan kadının harekete geçme olasılığının ötekilerine göre daha düşük olduğu saptanmıştır. Toplumsal yönlendirmenin çalışan ve çalışmayan ayrımı yapamayışı batı’daki kadın hareketlerindeki toplumsal yönlendirmeden farklı oluşunu göstermektedir.  “geleneksel kadın-erkek ilişkileri ve modern kadın-erkek ilişkileri”

noktasında lanse edilen “resmi yaşam ve birlikte yaşam” şekillerine bakış açıları cinsiyet tanımı üzerinden şekillenmiştir. Lakin çalışan kadın birlikte yaşamı belli sınırlar çerçevesinde kabul ederken, çalışmayan kadın bu durumu tasvip etmemektedir. En nihayetinde benimsedikleri bakış açılarına göre kimliklerini şekillendirmişlerdir. Bu noktada, hem çalışan kadının belli sınırlar dahilinde kabul etmesi ki bu sınırlar geleneksel Türk toplumundaki evlilik hayatından çokta farklı değildir hem de resmi evlilik yaşantısındaki stil sosyo-kültürümüze özgüdür. Dolayısıyla, Batı’da yaşanan ilişki ile Türk toplumunda yaşanan ilişki farklıdır. Bu farklılıkta sorunların feminist kuramın dillendirdiği evresel payda da işlenmesi noktasındaki yetersizliği göstermektedir.

 Özellikle Bora Aksu’yla birlikte akademik literatürde “şiddet, cinsiyet ayrımcılığı ya da eşitliği” kapsamında makaleler bulunmaktadır. Lakin, sahadan elde edilen veriler sonucu denilerbilir ki, kadınların cinsiyet kavramına bakış açısı literatürde olduğu gibi değildir. Bu bilgilerden bağımsız bir bilgiye sahip olmaları onları ortak bir noktada birleştirmiş olsa da, şiddetin yaşanılırlık düzeyi ve “ayrımcılık ile eşitliğin” bulunduğu yerlerin belirtilmesi konusunda farklı görüşlere sahip oldukları saptanmıştır. Bu durum da, kimliksel yapılarının sosyo-kültürel unsurların etkisi sonucu farklılaştığını göstermiştir. Dahası, cinsiyet ayrımcılığından doğan fiziksel ve sözel şiddeti yorumlama noktası yine Türk kadınına özgü olup, bu konudaki çözüm süreci de “bağışlama, yok sayma, kişisel çaba ve kısmen de olsa devlet merciileri” üzerinden şekillenmektedir.

Etnik köken, eğitim, ekonomi, cinsiyet, kültür, toplum, din gibi sosyo-kültürel unsurların kadın kimliğini ve kimliğinden doğan sorunları farklılık üzerine şekillendirdiği görüldüğü üzere çıkan bulgular sonucu netlik kazanmıştır. En nihayetinde kadın sorunu evrensel gerçekler noktasında ele alınması ortak söylemlerden doğan kadın hareketlerinin ivme kazanmasını sağlarken, çözüm noktasında yerelliğe dönülmesi kadın sorunlarındaki başarıların çoğalmasını da beraberinde getirecektir. Bu konuda yapılabilecekler öneriler kısmında yer almaktadır.