• Sonuç bulunamadı

Türkiye ile Yunanistan, tarihten gelen düşmanlık anlayışını, incelemeye tabi tutulan dönemde terk etmişler ve iki ülke arasında yıllar içinde ivme gösteren ilişkiler söz konusu iki devletin barış adına ortak çalışmalar yapabileceğini göstermiştir. İki ülkenin birbirlerine yaklaşımının değişmesinde büyük rol oynayan uluslararası yapıdaki değişimler, iki ülkenin de bağımsızlık ve toprak bütünlükleri mevzu bahis olduğunda ortak çalışmalar yapılabileceğini, işbirliğinin ileri noktalara taşınabileceğini göstermiştir. Belirtmek gerekir ki bu dönemde iki ülke arasındaki barış ve istikrar arayışının afaki, temelsiz, içi boş hayallere dayalı olmaması ve hedefsiz bir tutum sergilememesi de iki ülke arasındaki dostluk ilişkilerinin sağlam temeller üzerine oturtulabilmesini sağlamıştır. İki ülke arasındaki dostluk ve işbirliğinin gelişimi sırasında söz konusu iki devlet de, toprak bütünlükleri ve bağımsızlıklarının korunması adına bölge devletlerini de kapsayan realist bir anlayışla onlar üzerinde adeta psikolojik bir baskı geliştirmeye çalışmış ve iki devlet arasında sağlam temellere dayandırılmaya çalışılan barışın gerçekçiliğini bu faaliyetlerle de geliştirmişlerdir.

Şüphesiz uluslararası ortamın getirdiği yapının ötesinde, ikili ilişkilerde yaşanan gelişmede devlet adamlarının tutumları da büyük önem taşımıştır. Atatürk ve Venizelos, iki ülkenin düşmanca söylemlerini iç politikada eritebilmişler ve 1925’ten sonra sorunların çözüme kavuşturulmasına yönelik başlatılan görüşmelerin hükümetler üstü bir hal alması ile birlikte, söz gelimi “potansiyel düşmandan bir dost/müttefik” yaratabilmişlerdir. İki devlet adamının da bu süreçte dış politikada diğer devletin bağımsızlık ve toprak bütünlüğüne yönelik söylem ve faaliyetlerde bulunmayışı, hatta tam tersine diğer devletin çıkarlarının savunulması politikasını esas almaları, yakınlaşmanın daha samimi olmasını ve gerçekçi temellere oturmasını sağlamıştır. Devlet adamlarının samimi davranışları sayesinde ülkelerin kamuoyları tarafından da barış dönemi kabul edilebilir hale gelmiş ve bu sayede iki ülkenin söz konusu dönemdeki ilişkileri altın çağını ya da başka bir ifadeyle ilkbaharını yaşayabilmiştir. 1928-1945 yılları arasında yaşanan bu gelişmeler, Yunanistan ile Türkiye’nin ortak tehdit algılamaları etrafında birleştiklerinde dostluk, barış ve

işbirliğini samimi şekilde kurup ilerletebildiklerini ortaya koymuştur. Bu noktada şunu da eklemek gerekir ki, inceleme konusunu oluşturan dönemde Yunan iç politikasında birçok çalkantı ve iktidar değişiklikleri yaşanmış olmasına rağmen Yunanistan’ın söz konusu dönemde genel dış politika çizgisinde ve Türkiye’ye karşı yaklaşımında önemli bir değişme gerçekleşmemiştir. Bu da aslında iki ülke arasındaki ilişkilerin liderlerin etki ve yönlendirmelerinin etkisinden nispeten çıkıp kendi dinamiğini kazandığını ve kurumsallaştığını göstermektedir.

Bu dönemde iyi ilişkilerin gelişmesinde uluslararası yapının etkisi ve liderlerin samimi davranışlar sergilemesinin yanı sıra iki devletin de henüz bağımsızlıklarını yeni sağlamış olmalarının ve büyük yıkımların getirdiği uluslararası ortamda kendini kanıtlama düşüncesi de, devletlerin bu tutumlarında doğrudan etkili olmuştur. Yunanistan’ın Küçük Asya Felaketi sonrasında, Türkiye’nin ise bağımsızlığın sağlanması sonrasında uluslararası ortamda yalnızlıkları yüksek derecede hissedilir olmuştur. Türkiye, bu durumun uygulamalı örneğini İngiltere ile yaşamış olduğu Musul Sorunu’nda tam anlamı ile fark etmiş ve Osmanlı geleneğinden tamamen koptuğunu uluslararası ortamda kanıtlamak zorunda hissetmiştir. Statüko ve barış yanlısı tutumlar, düşmanlık ilişkilerinin tarihi bir boyutu olan Yunanistan ile ilişkilerin geliştirilmesi ve dostluk bağının kurulması ile yaşama geçirilmeye çalışılmış ve iki ülkenin bu dönemdeki iyi ilişkileri Türkiye’nin kendini uluslararası alanda ve bölgesinde kabul ettirebilmesini sağlamıştır. Yunanistan açısından da Birinci Dünya Savaşı ve Anadolu’nun işgalinden sonra olumsuz gelişmelerin yarattığı yıkım büyük olmuş ve Yunanistan da Türkiye gibi uluslararası ortamda tekrardan kendini kanıtlama çabalarına girmiştir. Savaşlar yolu ile sorunların çözümünden yana olmadığını, Türkiye ile mübadele sorununun çözümünde diplomasiyi kullanarak kanıtlamaya çalışmış ve uluslararası ortamda barış ve statüko yanlısı devletler tarafında olduğunu göstermiştir. İki devletin de kendini uluslararası arenada kanıtlama şüphesiz iki devlet arasındaki dostça ilişkilerde önemli bir noktada yer almıştır.

1930’lu yılların ilk yarısı iki ülke arasındaki samimi dostluk ve işbirliğinin zirve noktasını oluşturmuştur. Taraflar bu süreçte uzun yıllardır çözüme kavuşturamadıkları sorunlarını karşılıklı uzlaşma ve anlayış temelinde çözüme

kavuşturabilmişler, ayrıca iki ülke arasında başlayan bu dostane, iyi ilişkilerin ve anlayışın barışın kalıcı hale getirilebilmesi ve istikrara kavuşturulabilmesi için tüm Balkanlar coğrafyasına yayılmasına çalışmışlardır. Bu çerçevede iki ülke Balkan Antantı’nın kuruluşunda öncü rol üstlenmişler, bu paktın siyasi, ekonomik, kültürel, toplumsal, ticari açılardan etkinlik gösterebilmesi için önemli çabalar harcamışlardır. Bu çerçevede hem Türkiye’nin hem de Yunanistan’ın Balkan Antantı’na büyük bir önem, anlam ve misyon yüklediği görülmektedir. Balkan Antantı, her ne kadar kuruluşunun ilk yıllarında özellikle Türkiye’nin ve Yunanistan’ın arzuladığı şekilde işlev göstermişse de ilerleyen süreçte gerek uluslararası ortamdaki değişiklikler ve üye devletlerin iç ve dış politikalarındaki değişimler, gerekse de güçlü bir örgütsel yapısının bulunmaması gibi nedenlerle işlevini kaybetmeye ve etkisizleşmeye başlamıştır. Sonuç ne olursa olsun ve nasıl değerlendirilirse değerlendirilsin gerek Balkan Antantı’nın hazırlık çalışmalarında gerekse de oluşumundan sonra Türkiye’nin ve Yunanistan’ın Antant içindeki ortak faaliyet ve görüşleri, iki ülke arasındaki dostluk ve işbirliğinin daha da ileri noktalara taşınabilmesine vesile olmuştur. Balkan Antantı’nın yanı sıra Montrö Boğazlar Konferansı’nda Yunanistan’ın Boğazlar konusunda Türkiye’nin tam hakimiyet kurması adına en büyük destekçi devlet olması da ilişkilerin bu seyrinde büyük etkenlerden biridir. İki devletin de bu yöndeki politikalarında kendi güvenliklerini sağlama düşüncesi yatmakta olsa da sonuç olarak ilişkiler adına olumsuz hareketlerde bulunulmaması iki devlet ilişkilerine doğrudan etki etmiştir.

Barış döneminde iki ülke arasındaki ilişkiler bu durumda iken, savaş sırasında da aynı düzlemde devam etmiştir. Türkiye, 1938 Antlaşması çerçevesindeki taahhütlerini Yunanistan işgale uğradığında yerine getirmiş, hatta Bulgaristan’ı uyararak Yunanistan’a dolaylı yardımda bulunmuştur. Türkiye’nin bu dönemde doğrudan yardımda bulunmayışı iyi ilişkilerle çelişkili olarak görünse de, Yunanistan’ın isteği üzerine İtalya’nın işgalinde iki tarafın da doğrudan yardım etmeyi taahhüt etmemesi isteği üzerine Türkiye bu durumu kabul etmiş ve bu durum karşısında doğrudan yardıma girişmemiştir. Ayrıca Türkiye savaş sırasında da Yunanistan’a karşı hasmane bir tutum sergilememiş, hem Müttefik hem de Mihver Devletleri tarafından kendisine yapılan Ege Adaları’nın Türkiye tarafından işgal

edilmesi durumunda sessiz kalınacağı yolundaki teklifleri reddederek Yunanistan’ın savaştaki müşkül durumundan yararlanma gibi davranıştan uzak bir tutum sergilemiştir. Bu tutumlarıyla Türkiye, iki ülke arasındaki dostluğu savaştan sonraki yıllarda da sürdürme iradesini ortaya koymuştur.

Türkiye ile Yunanistan halkları yıllarca beraber yaşamış ve sonrasında yıllarca birbirlerine karşı savaşmıştır. Bu barış dönemi ile birlikte iki ülke halkı da birbirini düşman olarak görmekten ve düşmanca söylemlerden uzaklaşmıştır. Savaş sırasında Yunanistan’da yaşanan kıtlıkta Türk halkının ve Türk Kızılayı’nın göstermiş olduğu yardım çabası bunun en büyük örneklerinden olmuştur. İki ülke halkı ilerleyen süreçte yine birbirlerine karşı düşmanca tavırlar sergileyebileceği durumlar yaşasa da tarihte yaşanan bu durum halkların arasındaki buzların eriyemeyecek düzeyde olmadığını göstermiştir.

İki ülke arasındaki ikili ilişkilerde birçok sorun odağı olsa da, inceleme kapsamında ele alınan dönemde olduğu gibi çıkarların ortaklığı söz konusu olduğunda iki ülkenin de yakınlaşma sürecine her zaman girebilecekleri ortaya çıkmaktadır. İki ülkenin yakınlaşmasında uluslararası konjonktür ve bölgesel ortamın etkilerinin yanı sıra liderlerin gerçekçi yaklaşımları, yönlendirmeleri ve barış adına iradeleri de büyük önem taşıdığı anlaşılmaktadır.

Benzer Belgeler