• Sonuç bulunamadı

Son Perde: Yeniden Evlilik, Emeklilik, Ayvalık (1988-1999):

I. HAYATI VE EDEBÎ KĐŞĐLĐĞĐ

I.1.8. Son Perde: Yeniden Evlilik, Emeklilik, Ayvalık (1988-1999):

Abbas Sayar 1980’li yılların sonlarına doğru tatillerini daha çok Ayvalık’ın Sarımsaklı sahilinde geçirmektedir92. Abbas Sayar, 1988 yılı yazında da Ayvalık’ta iki buçuk ay gibi uzun bir tatil yapar. Bu sırada Ayvalık Lisesi edebiyat öğretmeni Hanife Ender Atabek, kendisiyle okulunun gazetesi adına 13 Mayıs 1988 tarihinde edebî bir söyleşi yapar93. Bu karşılaşma onları evliliğe götüren başlangıç olur. Hanife Ender Atabek Hanım’la 1989 yılında ikinci evliliğini yapar ve onun yaşadığı yer olan Ayvalık’a yerleşir. Bu evlilik Abbas Sayar’ın hayatının en sakin ve huzurlu son on yılının başlangıcıdır. Çünkü 1948’den ikinci evliliğini yaptığı 1989’a kadar düzenli bir hayatı olmaz. Bu uzun yıllar tek başına bir yaşam tarzıdır. Yozgat’taki hayatı Sayar Oteli’nin bir odası ve matbaası arasında geçer. Đstanbul’da bol para kazandığı yıllarda da aslında mekânı oteller ve pansiyonlardır.

Uğruna ömrünü harcadığı, eş ve çocuk, para ve şöhret dâhil birçok şeyi feda edip döndüğü Yozgat’tan kopuş ve yine hayatını adadığı gazetesi Bozok’u başkalarının eline bırakmak onun için kolay olmaz. Fakat ömrünce görmediği ve tatmadığı sakin ve huzurlu yaşamı da beraberinde getirir. Ele avuca sığmayan, hareketli kişiliğe sahip olan yazar, artık yorulmuş ve o gençlik yıllarındaki bir yerde sabit duramayan adamın yerine huzuru arayan ve dinlenmek isteyen bir adam gelmiştir. Yazar son döneminde yazdığı yazılarında maddî sıkıntılardan ve yorgunluktan şikâyetçidir:

“Đki yıla yakın gazetem Bozok’a bir satır bile yazmadım. (…) Yoruldum.”94 Can Şenliği romanı 1989 yılında TRT Ankara Televizyonu tarafından dizi film yapılır ve 5 Ocak 1990 tarihinden itibaren 4 bölüm hâlinde gösterilmesi onu mutlu eden gelişmelerden biri olur95.

Yazar, 1989’dan itibaren Bozok’un 1995 sonundaki kapanışına kadar vakit buldukça Ayvalık’tan yazılarına devam eder. Bozok’un kapanmasından sonra da Yozgat’ta çıkmakta olan Đleri gazetesinin ikinci sayfasında haftalık “Ayvalık Mektubu”

sütununda yazı yazmaya devam eder.

92 Abbas Sayar, “Ver Elini Yollar”, Bozok, nr. 11821, 15 Ekim 1986, s. 1; Abbas Sayar, “Boşluğa Takılan Ses - Gezi Notları”, Bozok, nr. 12316, 24 Mayıs 1988, s. 1.

93 Ender Atabek, “Abbas Sayar’la Söyleşi”, Bozok, nr. 12353 - 12356, 6-9 Temmuz 1988, s. 1.

94 Abbas Sayar, “Ayvalık’tan Selâmlarla”, Bozok, nr. 13075, 23 Kasım 1990.

95 “Abbas Sayar’ın Can Şenliği Romanı 11 Ocak 1990 Perşembe Günü TRT’de Dizi Film Olarak Gösterilecek”, Bozok, nr. 12807, 5 Ocak 1990, s. 1.

Yazar, 1990 yılından itibaren eşinin de desteği ve teşvikiyle askerlik yıllarının anılarından hareketle Anılarda Yumak Yumak96 (1990) romanını, Gazetelerde yayımladığı aforizmalarından seçmelerden oluşan Noktalar97 (1991)’ı ve daha sonra da yayınlanmış kitaplarındaki şiirleri ile gazetelerde kalmış olanlardan bir kısmını bir arada Boşluğa Takılan Ses - Şiir98 (1992) adlı kitapta toplayıp yayınlar.

Yazar bu son yıllarında onu memnun ve mutlu eden imza günlerine ve söyleşilere katılmakta, resim sergileri açmaktadır. Lise yıllarında halkevinin açtığı resim kurslarına katıldığını bildiğimiz yazarın resimlerinin eşinin de destek ve gayretiyle 1990’larda gün yüzüne çıkıp sergilendiğini görüyoruz. 1991 yılı mayısında Antalya’da bir resim sergisi açar, imza günü ve söyleşiye katılır99. Bu yıl onun için verimli geçmiştir. Ayrıca Ankara, Antalya ve Türkiye’nin Sesi radyolarında söyleşilere katılır.

Bundan başka Türkiye Yazarlar Sendikası’nın davetiyle Đstanbul’da TÜYAP Sergi Sarayı’nda kitaplarını okurlara imzalar100. Yine 1991 Ağustos’unda Ören’de düzenlenen bir imza gününe katılır, eserlerin imzalar. Burada Necati Cumalı, Talip Apaydın ve hukukçu Halit Çelenk gibi yazar ve sanatçılarla birliktedir101.

Abbas Sayar’ın hayatının en anlamlı ve önemli günlerinden birisi 26 Şubat 1992 tarihinde yapılan “50. Sanat Yılı” kutlamasıdır. Yozgat kökenli Yibitaş Holding’in desteğiyle düzenlenen bu kutlama Ankara Devlet Resim - Heykel Müzesi’nde resim sergisinin açılışı ve Kültür Bakanı Fikri Sağlar ve davetlilerin katılımıyla gerçekleşir.

Bu gecede bakan tarafından kendisine Kültür bakanlığının 50. Sanat Yılı plaketi ve ayrıca Ankara Yozgatlılar Derneği ve Yozgat Gazeteciler Derneği plaketleri verilir102. Aynı yıl Kasım ayında Ankara Edebiyatçılar Derneği kendisini Onur Üyesi yapar103. Aynı kuruluş, 1994 Yılı Onur Ödülü Altın Madalyası ve Onur Belgesi verir104.

Son romanı El Eli Yur, El de Yüzü eşinin daktilo etmesi sayesinde 1995 yılında girişte kendi el yazısıyla eşine bir teşekkür yazısıyla tamamlanır (5. 3. 1995), ancak sağlığında yayımlanamaz105.

96 Abbas Sayar, Anılarda Yumak Yumak, 1. Baskı, Cem Yayınevi, Đstanbul 1990.

97 Abbas Sayar, Noktalar, 1. Baskı, Cem Yayınevi, Đstanbul 1991.

98 Abbas Sayar, Boşluğa Takılan Ses - Şiir, Yiğit Ofset, Ankara Ocak 1992.

99 Abbas Sayar, “Bir Đlgi - Bin Mutluluk”, Bozok, nr. 13224, 21 Mayıs 1991, s. 1.

100 Abbas Sayar, “Durum II”, Bozok, nr 13395, 11 Ocak 1992, s. 1.

101 Abbas Sayar, “Ören’de Bir Đmza Günü”, Bozok, nr. 13303-13306, 24-28 Ağustos 1991, s. 1.

102 “Abbas Sayar’ın 50. Yılı”, Bozok, nr. 13447, 24 Mart 1992, s. 1.

103 Abbas Sayar’a Onur Üyeliği, Bozok, 13652, 24 Kasım 1992, s. 1.

104 “94’ün En Büyük Ödülünü Abbas Sayar Aldı”, Bozok, nr. 14160, 25 Temmuz 1994, s. 1.

105 Abbas Sayar, El Eli Yur, El de Yüzü, Ötüken Neşriyat, Đstanbul 2003, s. 7.

Daha sonra 1998 yılında Đzmir Tabipler Odası salonlarında ve Ayvalık’ta resim sergileri açar106. Hayattayken çıkan son yazısı 9 Ağustos 1999 tarihli Đleri gazetesindeki

“Gece Bekçisi” adlı şiiridir. Yazarın son günlerine kadar yazdığı hiçbir yazısında yorgunluklarından ve yaşlanmak haricinde, hiçbir sağlık sorunundan bahsetmemektedir.

Son doğum gününde dostlarına armağan ettiği yazısında son durumunu şöyle anlatmaktadır:

“Genel sağlığımı tehdit eden bir arızam yok. Orta derece romatizma, orta derece mide gazı ve kış aylarında rutubetin verdiği ağırlık... Rahat ev köşemizde bunları da Bektaşî tevekkülümüz içinde hallediyor gibiyiz.”107

Ayrıca son on yılını rahat ve verimli geçirmesini eşi Ender Sayar’a borçlu olduğunu da şu sözlerle ortaya koymuştur:

“On yıldır Ayvalık’tayım ve bu on yılı mutlu bir evliliğin huzuru ve rahatıyla sürdürdüm. Daha önce geçmiş altmış beş yılımda böyle bir dünyaya ulaşacağımı hayal bile etmezdim. Bana, bu güzel, olumlu, verimli günleri yaşatan eşim Ender’e yaşam tarihimin huzurunda teşekkürlerimi sunuyor, ismini saygıyla anıyorum.”108

Abbas Sayar bazı dernek, sendika ve kuruluşların da üyesi olmuştur. Bunlardan bildiklerimiz şunlardır: Yazarlar Sendikası, Edebiyatçılar Derneği, Pen Kulüp109 ve Türk Dil Kurumu110 üyelikleridir.

Yazar, Ayvalık’taki evinde 5 Ağustos 1999 gece yarısı beyin kanaması geçirir ve hastaneye kaldırılır. Durumu ağır olduğundan Đzmir Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi hastanesinde yoğun bakıma kaldırılır111. Durumu ciddiyetini koruyan yazar, yoğun bakımda yedi gün yaşam mücadelesi verdikten sonra kurtarılamayarak 12 Ağustos 1999 tarihinde vefat eder112.

Vasiyeti üzerine bir millî park olan Yozgat’ta Çamlık’a defnedilmek için resmî girişimlerde bulunan ailesi ve Yozgatlı siyasetçiler, Bakanlar Kurulu’ndan gerekli izni çıkaramadıkları için yazarın naşı Büyük Cami’de kılınan öğle namazının ardından

106 Abbas Sayar, “Ayvalık’tan Yozgat’ıma Tekmil -1”, Đleri, nr. 7425, 26 Ekim 1998, s. 2.

107 Abbas Sayar, “Abbas Sayar’ın Dostlarına 76. Doğum Günü Armağanıdır”, Đleri, nr. 7594, 12 Nisan 1999, s. 2.

108 Abbas Sayar, a.g.y., s. 2.

109 Đhsan Işık, Resimli ve Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi, C. 8, Elvan Yay., Ankara 2006, s. 3138.

110 Abbas Sayar, Nesin Vakfı Edebiyat Yıllığı 1985, Kardeşler Basımevi, Đstanbul 1985, s. 510.

111 “Abbas Sayar Yoğun Bakımda”, Đleri, nr. 7694, 6 Ağustos 1999, s. 1.

112 “Abbas Sayar’ı Kaybettik”, Đleri, nr. 7700, 13 Ağustos 1999, s. 1.

Yozgat’taki aile yakınlarının da bulunduğu Çatak Mezarlığı’na defnedilir. Cenazeye Yozgat dışından da çok sayı da seveni ve dostları katılır113.

Ölümünün ardından ulusal basında çıkan yazılardan bazıları onu oldukça güzel tarif etmektedir. Bu yazılardan biri Doğan Hızlan’ın 13 Ağustos 1999 tarihli Hürriyet gazetesindeki Bakış adlı sütununda yazdığı “Bozkır’ın Edebiyatçısı Öldü”114 adlı yazıdır. Gerçekten de bu isimlendirme Abbas Sayar’a çok yakışmaktadır.

Milliyet gazetesi de Abbas Sayar’ın vefatını kuyucularına 14 Ağustos 1999 tarihinde “Yılkı Atı da Düştü” başlıklı, yani yazarı eserinin adıyla özdeşleştiren bir haberle duyurur. Yazıda kaderin bir cilvesi olarak aynı tarihte aynı hastanede tedavi görmekteyken ölen bir başka sanatçı da Can Yücel’dir. Bu durum belirtildikten sonra bazı yazarların Sayar’ın ardından söylediklerine yer verilmektedir:

Gülten Akın: “Abbas Sayar, yerel kültürle genel kültürü yazdıklarında birleştirebilmiş değerli bir yazın adamı olmuştur. Sadece “Yılkı Atı”nı yazmış olsaydı onu yine çok değerli bulacaktım. Çok üzgünüm, bir yazarı ve hemşerimi kaybettim.”

Refik Durbaş: “Sayar ile dostluğum Can Yücel ile olduğu gibi yüz yüze olmadı.

Adı edebiyat sözlüklerinde romancı olarak geçse de özellikle “Yılkı Atı” ile gizli bir şairdi. Sözden sözcüğe bir can şenliği vermişti. Ölümüne inanmak gerçekten güç.

Özellikle şairlerinkine…”115

Bu konuyu “Mezar Taşıma” adlı şiiriyle bitirelim:

Đnsanlar için iyilik dolu yüreğim Đçimde onların yeri ayrı, yurdu ayrı Bir başı sevdalı garibim

Kimsem yok dünyada insandan gayri.

Öbür ucunda dünyanın

Bir çocuğun ayağına diken batsa Canım yanar;

Elimde, avucum bir şey yok neyleyim, Kalbimi size verdim insanlar…116

113 “Abbas Sayar’ı Kaybettik”, Đleri, nr. 7700, 13 Ağustos 1999, s. 1.

114 “Merhum Abbas Sayar’ın Ardından Kim Ne Dedi?”, Đleri, nr. 7702, 16 Ağustos 1999, s. 2.

115 a.g.y., s. 2.

116 Abbas Sayar, “Mezar Taşıma”, Bozok, nr. 5059, 27 Ağustos 1970, s. 2.

Đşte böyle kalbindeki insan sevgisinden başka insanlara verecek bir şeyi olmadan da göçüp gitmiştir.

I.2. MĐZACI

Yazar, Bozok gazetesinde çeşitli zamanlarda yayımladığı anılarında, biyografik şiirini de her seferinde ilave ederek, annesinin kendisini düşürmek için ilaç yapması hadisesini sürekli tekrar etmiştir. Bu olayı kendisinden öğrenelim:

(…) Okuma yazması olmayan garip anamın bir buçuk yıl sonra rahmine ben düşmüşüm. Đnsanın var olması da garip bir rastlantı düşünülecek felsefî bir oluş. Birkaç milyon erkek hücresi ana rahmine girecek, hepsi ölecek ve sen tutunacaksın, sonra olacaksın.

Bir yıl ara ile iki çocuğu dünyaya getiren garip anam dayanamamış, komşuların telkini ile beni düşürmek için kocakarı ilacı yapmış.(…)

Şiir

Anam ilaç yapmış düşürmek için Düşmemişim

Bakın ki işe dostlar, O bile çok görmüş Bana yaşamı…

Bir insan sinirlenir, kızabilir, Ama alın yazısını;

Kim bozabilir?

21 Mart sabahının alaca aydınlığında Horozlar müjdelemiş doğduğumu…117

Demek ana rahminde döl tutunca, benimle birlik gelen milyonlarca kardeşimin rahim hesabına bakınca, koca karı ilacı ile karşı karşıya gelmişim. Olmayan aklım başıma gelmiş. Ve ilaca ana rahmini kapatmışım, düşmemişim…” On, on iki yaşlarındaydım. Başarılı bir öğrenciydim. Anam bir fırsat bulunca beni kucaklar, öper öper:

-Vay gurban olduğum, derdi, bir bok yedim de seni düşürmek için ilaç aldım.

Allah’ım seni de beni de korudu. Sonra sana aş verirken hep ayva yedim. Ayva yeyince doğanlar hep gozel olurmuş… Vay gurban olduğum benim…”118

117 Bu şirin tamamı için bk. Abbas Sayar, “Serencam”, Đleri, nr. 7700, 13 Ağustos 1999, s. 3.

Bu durum onun bilinçaltında olumsuz izler bırakmış olmalıdır. Çünkü kendisinden bahsettiği her yazısında bunu olayı sürekli yinelemesi bir kırgınlık ve sitem olarak düşünülebilir. Annesinin hamileyken kendisini düşürmeye çalışması onun kişiliğinin ve sanatçı ruhunun oluşmasında etkili olmuş mudur?

Psikologlar bu durumun çocuğun karakterinde derin izler bıraktığı görüşünü açıkça belirtmektedirler. Yani anne rahmindeyken düşürülmeye çalışılan, ancak tesadüfen hayatta kalan, anne rahmiyle kavgalı bir canlı, daha lise birinci sınıfta yine aynı yöntemle 9. çocuğuna hamileyken hayatını kaybedip onu hayatta annesiz bırakan bir genç. Üstüne bir de baba otoritesinin bulunması (şeyhinin torunu ile içgüveysi olarak evlenmesi için babanın emri) onu yalnızlık ve terk edilmişlik, istenmeyen canlı takıntılarına sürüklemiş olmalıdır. Annenin davranışı, tüm kadınlardan korkuyu ve onları suçlamayı getirir. Babadan aşırı çekingenlik ve korku da (aşırı otoriter ve baskıcı baba) babayı suçlamayı ve ona karşı öfkeyi getirir. Bütün bunlar ergenlik çağından itibaren alt beyinsel bir yalnızlık duygusuna itilmeyi doğuracaktır. Ebeveyni ile bilinçaltında kavgalı olan genç yalnızlık, yabancılaşma, çaresizlik, izolasyona maruz kalacaktır119. Abbas Sayar’ın da iç dünyasında böyle bir oluşum meydana gelmiş olma ihtimalinin dikkate alınması gerektiği kanaatindeyiz.

Abbas Sayar’ın yukarıdaki sözlerinde ayrıca annesi tarafından son derece sevilen ve annesine çok düşkün bir çocuk olduğu anlaşılmaktadır. Sayar’ın anılarında hep vurguladığı mesut çocukluk günleri, Đkbal Hanım’ın 20 Şubat 1939’da ölümüne kadar, yani 16 yaşına kadar sürmüştür. Onun için annesinin vefatı, onu yıllarca üzüntüye boğacak acı bir olaydır ve şair duyarlılığının oluşmasında önemli bir etkendir. Bunu şöyle ifade etmektedir:

“Dünyada yüreğimin en büyük acısı annemin ölümü oldu. O acıyı 63 yaşında halâ eksilmeden duyarım.” 120

Abbas Sayar’ın “Anneme” adlı şiirinin şu dörtlüğünü annesine olan sevgisi ve özlemini anlatması bakımından anlamlı bulduğumuz için buraya alıyoruz:

“Ana derim, anne derim, yâr derim Benim annem var da annem var derim Çok özledim anam beni sar derim Hasret sensin, sıla sensin, yol sensin”121

118 Abbas Sayar, “Altmışından Sonra - Anılar”, Bozok, nr. 11729-11730, 1-2 Temmuz 1986, s. 1.

119 Nusret Kaya, Đyileşme Kitabı, Sistem Yay., 8. Baskı, Đstanbul 2002, s. 145.

120 Abbas Sayar, a.g.y., s. 1.

Đçgüveysi olarak yaptığı ilk evliliğini yürütememesinde, kendini sığıntı hissedip ayrılmasında, yıllarca otel odalarında yalnız bir hayat yaşamasında, kendini Yılkı Atı hissedişinde annesinin kendisini dünyaya gelmeden düşürme girişimi ve onu erken yaşta kaybetmesi olayları etkili olmuştur diyebiliriz. Bu husus “Kendime Dair” adlı yazısında şöyle ifade edilmektedir:

“Zira ben biraz da YILKI ATI’yım.”122

Gördüğü güzele çabukça âşık olan bir mizacı vardır. Bu yönü de yukarıda belirttiğimiz olayla ilgili olsa gerekir. Örneğin ilkokulda öğretmenine ve sıra arkadaşına âşık oluşunu şöyle anlatmaktadır:

“(…) Dördüncü sınıfta öğretmenim hanımı sevmeye başlamıştım. Sakarya’ya (ilkokul) gelişim acı geliyordu bana… Ama bir dönüşüm yoktu. Burada da Ülker’i sevdim.”123

Hayatını anlatırken askerlik yıllarında gittiği her yerde bir kıza tutulduğundan, sonra Beyoğlu’nda bohem hayatı içinde Necla isimli bir bar kadına âşık oluşundan söz etmiştik. Bu onun anne kompleksinden dolayı aşk ve sevgiye doymayan yanını göstermektedir.

Mizacının en dikkat çekici yanlarından biri de aşırı tabiat sevgisidir. Çiftçilik macerası, küçük bir arazi alıp bağ yapması, roman, hikâye ve şiirlerindeki tabiata düşkünlüğü onun bu yönünü ortaya koymaktadır. Ayvalık’a yerleştikten sonra Yozgat’ın en çok özlediği tarafı Çamlık Milli Parkı’dır.

Abbas Sayar’ın bir başka yönü de askerlikte başladığı içkiye aşırı düşkün oluşudur: Birçok yazısında, anılarında, roman ve hikâyelerinde bu yönü açıkça görülmektedir. Bu hususta, masa arkadaşı da olan Đsmet Zeki Eyüboğlu, “Günlük kazancını Beyoğlu meyhanelerine yatırırdı.” dedikten sonra, içki ortamındaki Abbas Sayar’ın mizacını şu şekilde anlatmaktadır:

“(…) Sevecendi. Duygusal bir nitelikte çıkan, harmanda ekinsiz saman savruluşunu andıran sesi Anadolu insanının yoksulluğunu yansıtan bir koku taşırdı. Bu Yozgat çocuğu ayıkken katı içmişken yumuşak, ayıkken çekilmez içmişken tadına

121 Abbas Sayar, Şiirler, Ötüken Neşriyat, Đstanbul 2002, s. 183.

122 Abbas Sayar, “Kendime Dair”, Bozok, nr. 5108, 23 Ekim 1970, s. 1.

123 Abbas Sayar, “Altmışından Sonra - Anılar”, Bozok, nr. 11733, 5 Temmuz 1986, s. 1.

doyulmazdı. Alçakgönüllü, toksözlü, eliaçık, dili gevşek, yüreği sıcak, yürüyüşü soğuk bir kimseydi.”124

Abbas Sayar’ın derviş tabiatlı, rintmeşrep bir yanı da vardır. Bu onun mutasavvıf bir aileden gelmesiyle de alakalıdır. Paraya pula pek değer vermez. Bunu Beyoğlu’nda servetler harcaması, servet edinme fırsatlarını geri çevirmesi gibi olaylar açıkça göstermektedir.

Oğlu Prof. Dr. Ahmet Güner Sayar da babasının mizacı konusunda şu tespiti yapmaktadır:

“Ruhen serazat ve serapa idi. Sınırsızlığa koştu. Herhangi bir kayıt, ilmihâl, kural, din onu bağlamadı. Tabi bir aile hayatının istediği intizamı ve şuuru ondan bekleyemezsiniz.”125

Bütün bunlar bizi su sonucu götürmektedir: Aşırı insan ve doğa sevgisiyle dolu duygusal, iyi yürekli, merhametli, cömert, rintmeşrep bir kişilik. Ayrıca disipline gelmeyen, özgürlüğüne düşkün, düzenli çalışmak ve sebat etmek yerine sürekli hareket eden, kuralsız yaşayan bir insandır.

I.3. DÜNYA GÖRÜŞÜ, DÜŞÜNCE DÜNYASI VE DĐL DĐKKATĐ I.3.1. Dünya Görüşü ve Düşünce Dünyası

Abbas Sayar’ın hayatı bölümünde babasından bahsederken Melâmî meşrep Halvetî Tarikatı mensubu bir babanın oğlu olduğundan söz etmiştik. Çocukluk ve gençlik yılları böyle bir babanın dizi dibinde geçen Sayar’ın bu durumdan etkilenmemesi mümkün değildir. Bunun için “Ben bir derviş yamağıyım.” diyen yazar, çocukluk ve gençlik yıllarında evlerinin yakınındaki Ali Efendi Camii’ne de devam eder. Babasının da telkiniyle iki ağabeyi ile birlikte bilhassa mahallelerindeki Ali Efendi Camii’ne namaza devam ettikleri gibi, kimi zamanlarda da minarede Türkçe ezan okumakta ve müezzinlik yapmaktadır. Bunu kendisi şöyle aktarmaktadır:

“Gelelim biz namaza, niyaza, müezzinliğimize…

Zorla değil, babamın telkiniyle iki üç kardeş namaza başladık… Adap erkan her ne ise hepsini biliyorduk. Ve sabah namazlarında da kalkıp evimize yüz metre ötedeki Ali Efendi Camii’ne gidiyorduk.”126

124 Đsmet Zeki Eyüboğlu, a.g.e., s. 126.

125 Mehmet Nuri Yardım, a. g. s., s. 59.

Dindar ve derviş tavırlı yanlarına rağmen ilerici, Atatürkçü ve laik bir yapıya sahiptir. Ayrıca yazarın kuşağı önceki kuşaktan önemli bir farkla ayrılmaktadır. Abbas Sayar ve kuşağı Cumhuriyet’le doğmuş, Cumhuriyet ortamında eğitilmiş, Cumhuriyetçi ve Atatürkçü bir kuşak olarak yetişmiştir. Yazar, kendi kuşağının tarifini ve farkını şöyle ifade etmektedir:

“Osmanlı teb’alığından gelmiş bizi doğurtan kuşak… Atatürk’e duyduğumuz büyük saygı bizi ayakta tutuyor. Büyük bir Türklük gururu var içimizde. Atatürk rahmete kavuşmuş ama izindeyiz. Bilmiyoruz ki herkes kendi işinde, kavgasında, çıkarında.”127

Askerlik yıllarından itibaren başladığı bir okuma dönemi vardır. Okudukları daha çok Batı Klasikleridir128. Bu durum da dünya görüşü ve düşünce dünyasını etkilemiş olmadır.

Abbas Sayar’ın fakültedeki öğrencilik günlerinde üniversite çevresinde hâkim olan milliyetçi akımı temsil eden “Türk Kültür Ocağı” mensupları arasında yer alır.

Đçinde bulunduğu üniversitedeki siyasî durumu şöyle özetlemektedir:

“(…) Bu devre içinde üniversitede muhitinde hâkim olan faaliyet milliyetçi cereyandı. Babıali bu cereyanı geliştiren, şuurlaştıran mecmualarla dolu idi. Atsız müfrit cepheyi temsil ediyor. Birkaç mecmua bu yolun temsilcisi olarak faaliyette bulunuyordu. Diğer cephe ise Atatürk’e sadık milliyetçilerdi. Aralarında çok geçmeden çatışma başladı. Ben Türk Kültür Ocağı mensuplarındandım. Bugünlerde Köylü Partisi başkanı olan Remzi Oğuz Arık başkanlığında yaptığımız kongrede bizim dernekte de ihtilaf çıktı. Bir kısmımız Türk tarihinin bir bütün olarak ele alınmasını, bir kısmımız ise Atatürk milliyetçiliğine hususî bir yer ayrılmasını müdafaa ediyorduk. Kongre sonunda bir kısım üyeler istifa ederek yeni bir dernek kurmak yoluna gittiler. Bugünleri takip eden aylarda particilik patlak verdi. Milli Kalkınma Partisi’nin kuruluşuna şahit olduk.” 129.

126 Abbas Sayar, “Kıdım Yıdım Yalpa Yalpa 1-2”, Bozok, nr. 12174-12175, 8-9 Aralık 1987, s. 1.

127 Abbas Sayar, “Altmışından Sonra - Anılar”, Bozok, nr. 11729, 1 Temmuz 1986, s. 1.

128 Abbas Sayar, Nesin Vakfı Yıllığı 1985, Kardeşler Basımevi, Đstanbul 1985, s. 510.

129 Abbas Sayar, “Gazetecilikte Yedi Yıl - 2”, Bozok, nr. 91, 11 Ocak 1954, s. 2.

Ayrıca fikir dünyasının şekillenmesinde, üniversite yıllarında (1946-1948) Necip Fazıl Kısakürek’in çevresinde bulunmasını ve onun edebî ve Đslamî fikirlerinden de etkilenmiş olmasını göz ardı etmemek gerekir130.

Üniversite yıllarından itibaren (1946-1957 yılları arasında) DP’de aktif siyaset yaptıktan sonra ömrünün sonuna kadar siyasetten uzaklaşacaktır. 1957 genel seçimlerinde adaylığı kabul edilmeyince siyasetten çekildiğini bildiğimiz yazar, bundan sonra sağcı zihniyetten çok, solcu zihniyetli bir tavır takınacaktır ve o çevrelerde bulunacaktır. Bu sebeple adı Yozgat’ta “Komünist”e çıkan yazar, bu duruma tepki gösterecek ve bu hususu açıklayan yazılar kaleme alacaktır. Bunlardan “Müfterilere Cevap” adlı yazısında ilginç bir olay anlatmaktadır: Yazar Necip Fazıl’ı 18 yıldır

Üniversite yıllarından itibaren (1946-1957 yılları arasında) DP’de aktif siyaset yaptıktan sonra ömrünün sonuna kadar siyasetten uzaklaşacaktır. 1957 genel seçimlerinde adaylığı kabul edilmeyince siyasetten çekildiğini bildiğimiz yazar, bundan sonra sağcı zihniyetten çok, solcu zihniyetli bir tavır takınacaktır ve o çevrelerde bulunacaktır. Bu sebeple adı Yozgat’ta “Komünist”e çıkan yazar, bu duruma tepki gösterecek ve bu hususu açıklayan yazılar kaleme alacaktır. Bunlardan “Müfterilere Cevap” adlı yazısında ilginç bir olay anlatmaktadır: Yazar Necip Fazıl’ı 18 yıldır