• Sonuç bulunamadı

I. HAYATI VE EDEBÎ KĐŞĐLĐĞĐ

I.1.4. Askerlik Yılları

1943 Mart’ından 1945 Eylül’üne kadar yedek subay olarak 33 aylık askerlik hizmetini yerine getirir25. Önce Đskenderun ve Ankara’da yedek subay eğitimini

22 Abbas Sayar, “Altmışından Sonra - Anılar”, Bozok, nr. 11739 - 11744, 12-18 Temmuz 1986, s. 1.

23 Abbas Sayar, Yozgat Var, Yozgatlı Yok, Ötüken Neşriyat, Đstanbul 2007, s. 57-58.

24 Abbas Sayar, a.g.e., s. 62, 80.

25 Abbas Sayar, “Ayvalık’tan Sevgilerle”, Bozok, nr. 14370, 30 Mart 1995, s. 1.

tamamlar, arkasından Merzifon, Amasya, Havza ve Vezirköprü, Gümüşhacıköy’de yedek subay olarak askerlik görevini yapar26.

Bildiğimiz kadarıyla Abbas Sayar, ilk gönül maceralarını da askerliği sırasında yaşar. Bunlardan ilki yedek subay adayı olarak iki ay kaldığı Đskenderun’dadır. Bunu kendisi şöyle anlatmaktadır:

“1943’te böyleydi Đskenderun. Biz de 196 kişi Fransızlardan kalık bir kışlada yedek subay adayı idik. Đki ay kaldık. Ben de üstelik bir Arap kızına27 aşık kapattım Đskenderun öyküsünü. Đşin daha sonraya giden yeri var ya! Hiç açmasam daha iyi olur.

Ha, bu son gidişimde o Arap kızının evinin önünden 33 sene sonra arabayı döndürdüm.

Ev duruyordu. Tek katlı ve sakin. Ama ne o kız, ne o heyecan. Ne olacaksa olsun. Otuz üç sene sonra girdiği kapıyı, baktığı pencereyi gördüm ya!”28

Daha sonra yedek subay olarak gittiği Havza’da da buna benzer bir macerasından şöyle söz etmektedir:

“Hey gidi dünya hey! 1943 nere 1969 nere? Yüzünde tüy bitmemiş bir yedek subay olarak ilk kez Havza’ya gelmiştim.

(…) Đstasyondan alay gazinosuna giderken ahşap yapı penceresinden saçlarını omuzlarına dökerek gülümseyen kız nerde? Yüzünden Vezirköprü’ye sürgün edildiğim tapu memurunun kızı nerde? 56. Piyade Alayı nerde?”29

Buradan Sayar’ın sık âşık olduğu gibi bir sonuç çıkarmak da mümkündür.

Çünkü o eserlerinde de belirginleşen yönüyle sevgiye doymayan bir gönül adamıdır.

Sanatçı kişiliğinin oluşmasında bu yönünün de hesaba katılması gerektiği kanaatindeyiz.

Abbas Sayar’ın yedek subaylığı sadece gönül maceralarından ibaret değildir.

Aynı zamanda hayatının en çok kitap okuma fırsatını yakaladığı bir dönemidir. Yedek subaylık sayesinde eline o günlerin parasıyla 70 lira gibi bir maaş geçmektedir. Bu

26 Abbas Sayar, “Ver Elini Dağlar - Bir Gezinin Notları”, Bozok, nr. 2982 - 2989, 28 Ağustos-7 Eylül 1963. s. 2.

27 Yazarın burada bahsettiği Arap kızı daha sonra “Necoya Mektuplar” adlı şiir kitabını adına çıkardığı Necla adlı bar kadını olmalıdır. Bu konuda bk. Mehmet Nuri Yardım, a.g.s., s. 59.

28 Abbas Sayar, “Güneyde Çeyrek Gezi”, Bozok, nr. 8029, 10 Şubat 1977, s. 1.

29 Abbas Sayar, “Karadeniz - Palük, Findük, Çay”, Bozok, nr. 4747, 19 Ağustos 1969, s. 1.

sayede de hem rahat bir yaşam sürmüş, hem de kitap alacak parası olmuştur.

Kitapçılarda bulabildiği Batı klasiklerini alıp okuma fırsatını yakalar30.

Abbas Sayar’ın askerliği sırasında (1943-1945) Yozgat, Türkiye’deki Alman uyrukluların zorunlu ikamet yeri olur. Askerden izne geldiğinde bu insanlardan bazıları ile bir ay gibi bir süre yakınlaşır ve onlardan çok şey öğrenir. Bunu kendisi şöyle anlatmaktadır:

“Đznim süresi bir ay aralarında kaldım. Her halleriyle bana öğretmen oldular.

Meğer içlerinde ne çaplı insanlar varmış… Sonra gittikleri zaman anlaşıldı.

Almanya’da harp sonrası makam tutan insanlar oldu aralarından…”31 I.1.5. Evlilik, Üniversite, Beyoğlu ve Matbuat Âlemi

Abbas Sayar’ın biyografisinin bütününe bakıldığında, askerlik sonrası (Eylül 1945) onun hayatının en önemli kırılma noktası olarak düşünülebilir. Askerliğinin bitiminden birkaç ay sonra, Ocak 1946’da Đstanbul’da içgüveyisi olarak yaptığı ilk evlilik, onun hayatının önemli bir dönüm noktasıdır. Çünkü bu evlilik sayesinde Đstanbul’a gitmiş, Edebiyat Fakültesi’nde öğrenime başlamış, matbuat ve edebiyat dünyasını ve Beyoğlu bohem hayatını tanımıştır. Hayatının bundan sonrasını bu içgüveysi oluş şekillendirecek ve bu vesile ile kendini edebiyat, basın ve gece hayatının içinde bulacaktır.

Abbas Sayar’ın geleceğini derinden etkilemiş olan Hayrünnisa Nefesli Hanım’la yaptığı ilk evliliğinin nasıl gerçekleştiği, her iki tarafın babalarının geçmişteki yakın arkadaşlığında ve tarikat bağlarında gizlidir. Bu ilişkiler yumağını bilmek, Abbas Sayar’ın geldiği ve Đstanbul’da içine girdiği mutasavvıf çevreyi tanımak açısından önemli diye düşünüyoruz. Bu hususu yazarın oğlu Prof. Dr. Ahmet Güner Sayar şöyle anlatmaktadır:

“(…) Babam Abbas Sayar ile annemin evliliği Yozgat’ta gençliklerinde aynı şeyhten, yukarıda sözü geçen Şeyh Hacı Ahmet Efendi’nin oğlu Şeyh Muhiddin Efendi (1840-1907)’den el almış iki dervişin evlâtlarını birbirine münasip görmeleriyle gerçekleşmiştir. Anne babam Yusuf Bahri Nefesli (1882-1959) derin melâmet kültür ve

30 Abbas Sayar, “Aziz Nesin’in Mektubuna Verilen Yanıt 3 - Serencam”, Bozok, nr. 11201, 13 Mart 1985, s. 1. Ayrıca bu yazının tamamı için bk. Abbas Sayar, Nesin Vakfı Edebiyat Yıllığı 1985, Đstanbul 1985, s. 508 - 511.

31 Abbas Sayar, a.g.e., s. 63.

birikimiyle kendisini tanıyanları hayran bırakmış bir mutasavvıf. Ben vefatında 12-13 yaşındaydım. Onu yeterince tanıyamadım. Fakat zaman içerisinde ona yetişenleri meselâ Ahmed Süheyl Ünver, Abdülbaki Gölpınarlı, yeğeni Nizamettin Nefesli’yi dinleyince iş değişti, taşlar yerine oturdu.

Đkinci dedem, babamın babasına gelince Mehmed Latif Sayar (1883-1952), hayatın ağır yükü içerisinde Yozgat’ın kıt maddî imkânlarıyla medar-ı maişet motorunu çevirmeye çalışmış bir insan. Eşini erken yaşta kaybetmesi, kalan sekiz çocuğunun meseleleriyle boğulmuş olması kişisel cevherini işlemesine imkân vermemiş. 1900’lerde her iki dedem diğer Yozgatlı gençlerle birlikte Çamlık’ın dibindeki tekkeye gidiyorlar.

Benim görebildiğim kadarıyla, Şeyh Muhiddin Efendi eşi Ayşe Hanım’a - Çapanoğullarından Yozgat’ı kuran Çapar Koca Ömer Ağa’nın torunlarından Nazif Bey’in kızıdır - babasından intikal eden Alaca’daki geniş arazinin mahsulleri ile tekkenin çarkını çeviriyor. Yani sizin anlayacağınız tekke sırtını rant kapitalizmine dayamış durumda. Ancak Şeyh Efendi’nin vefatı ile -1907’de- tekkenin ışığı sönüyor.

Müntesipleri de dağılıyor. Anne babam Đstanbul’a gidiyor, Daire-i Umur-u Askeriye’de hâkim oluyor. Fakat babamın babası öyle dişe dokunur bir meslek sahibi olmadığından Yozgat’ın zor ve sıkı şartları, onun içerisinde bulunduğu fasit daireyi kırmasına imkân vermiyor. Bana kalırsa annemle babamın izdivacında iki dervişin birbirini sevmesi bulunmaktadır. Babam içgüveyisi olarak 1946 Ocak’ında Đstanbul’da evleniyor.”32

Abbas Sayar da, henüz askerde iken izinli olarak Yozgat’a geldiği bir sırada Hayrünnisa Nefesli Hanım’la nasıl nişanlandığını şöyle anlatmaktadır:

“(…) Askerlik izniyle eve geldiğimde babam beni yanına çekti ve şöyle dedi:

- Yavrum, Allah bize de bir zabit evlât verdi. Şükredelim. Şeyhimin iki kız torunu gelmiş Yozgat’a. Babaları Hâkim Yusuf Bahri Bey. Benim medreseden arkadaşım.

Anaları Müferre Hanım da Şeyhimin kızı. Küçüğü bekârmış. Ben şöyle düşündüm durdum. Sana Şeyhimin torununu almaya karar verdim. Đstanbul Fatih’te evleri varmış, ablası çıtlattı. Oraya içgüveyisi olarak da girebilirmişsin. Emekli hâkim kardeşimin hâli vakti de yerindeymiş.

Birden kaşlarım çatıldı:

32 Mehmet Nuri Yardım, a.g.s., s. 58.

— Baba, ben askerliğimi bitirdikten sonra okuyacağım. Üniversite’ye gideceğim.

Şimdilik aklımdan evlenme diye bir konu hiç geçmez.

Babam celâllendi, kaşlarını çattı:

— Bana bak Abbas: Ben şeyhimle akraba olmak istiyorum. Teklifimi reddedersen sana babalık haklarımı helâl etmem.

Diz kırıp oturmakla ayaklarımın ağrıdığını hissediyordum.

— Peki baba, sen ne dersen o olur, dedim. Đki gün sonra bizi nişanladılar.”33 Bu anlatılanlar bize, Abbas Sayar’ın istemeyerek, babasını kırmamak için içgüveyliğini kabul edip evlendiğini açıkça göstermektedir. Bu evliliğin yürümemesinin altında yatan ana neden de bu durum olsa gerektir.

Sayar, 1945 Eylül’ünde askerliğini bitirip döndükten üç dört ay sonra Đstanbul’da kayınpederinin Fatih’teki evinde yapılan bir düğün töreniyle dünya evine girer (Ocak 1946). Bu arada, Đstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türkoloji Bölümüne de kayıt yaptırmıştır. Aynı zamanda Deniz Yolları Liman Atölyesi’nde işçi kadrosunda muhasebe memuru olarak çalışmaya başlar. Bütün bu olanları yazarın kendisinden öğrenelim:

“Fatih Belediyesi’nde, nikâh memuru karşısında “evet” dedik. Devresi gün, benim kaldığım odada düğün dernek oldu. Đki üç kişilik bir çingene takımı getirilmişti.

Kendilerine göre çaldılar, çığırdılar. Ben de türlü kadın, on on beş davetli karşısında mumya gibi oturdum durdum. Herkes dağıldı. Kayınpeder:

- Evlât, dedi. Bu düğün yirmi dört liraya patladı bana. Çalışmak gerek, para kazanmak gerek… Deniz Yolları Liman Atölyesinde yeğenim Mehmet Efendi ile konuştum. Sana orada bir iş verecekler.

Böyle başladı evliliğimiz. Dokuz ay on üç güne hikâyemi oğlum Ahmet’le34 bağladım. Evliliğimizin üç-beşinçi günü Liman Atölyesine gittim. Mehmet Bey diye Yozgatlı, çelebi meşrep bir insanla karşılaştım. Mehmet Bey:

33 Ender Sayar, “Abbas Sayar Röportajındaki Yanlışlar”, Türk Edebiyatı, nr. 354, Đstanbul, Nisan 2003, s. 38.

34 Yazarın oğlu, emekli iktisat tarihi profesörü Ahmet Güner Sayar (Doğumu: 6 Aralık 1946).

— Aslan yeğenim, dedi. Kadromuz müsait değil. Seni amele kadrosundan saatte 39 kuruş yevmiyeyle muhasebede çalıştıracağım. Sonra da iki üç saatlik yevmiye vereceğim. Yedide. sekizde çıkacaksın buradan. Mehmet Bey’e:

— Ağabey, dedim. Ben Edebiyat Fakültesine kayıt yaptırdım. Oraya gidemeyecek miyim?

Mehmet Bey güldü:

— Ben burada oldukça senin bir iki saat fakülteye gitmene göz yumarım. Kimse de bana hesap soramaz.”35

Evlenmiş, işe başlamış olan Abbas Sayar, bir yandan da Fakülteye devam etmektedir. Fakülteye devam edişini ve fakültedeki ders aldığı bazı hocalarını da şöyle nakletmektedir:

“Fakülte Fındıklı’daydı. Yakın sayılırdı Galata’daki Deniz Yolları’na. Kaşla göz arası gelir giderdim. Türkoloji Bölümündeydim. Değerli profesörlerimiz vardı. Aradan aşağı yukarı elli yıl geçti. Anımsayabildiklerim: Reşit Rahmeti Arat, Ali Nihat Tarlan, Đsmail Hikmet, Farsça bölümünde Alman Ritter… Adlarını anımsayamadığım Fransız, Đngiliz öğretmenler bizim öğretmenlerimizdi.”36

Yazarın oğlu Ahmet Güner Sayar, babasının içgüveyisi olarak Đstanbul’da yaptığı evliliğin onun için iyi bir fırsat olduğundan, evliliğinde yaşadığı Beyoğlu - Fatih çatışmasından ve içine girdiği değişik çevrelerden, bohem hayatından şöyle söz etmektedir:

“Yozgat Lisesinden mezuniyeti ona yedek subay olma imkânı verince ilk kez, eline geçen düzenli bir gelir sonucu Amasya’da içki ile tanışıyor. Artık kapılar ardına dek açılmak için fırsat beklerken, beklenen bu fırsatı, yaptığı evlilikle Đstanbul’da yakalıyor. Büyük bir şehre, Đstanbul’a ve onun nimetlerine kavuşuyor ama bu defa onun istediği hayat, evliliğinde bir Beyoğlu - Fatih çatışması yaratıyor. Bir taraftan Đstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesine devam ediyor. Ahmed Caferoğlu, Ahmed Ateş, Ali Nihat Tarlan, Mehmed Kaplan onun hocaları arasındadır. Öte yandan bir matbaa kurma teşebbüsüne girişiyor ve 1947’de “Bozok”37 gazetesini onbeş günde bir

35 Ender Sayar, a.g.m., s.38.

36 Ender Sayar, a.g.m., s.38.

37 Burada bir yanılgı söz konusudur. Matbaa girişimi 1952’dedir ve 1947’de çıkardığı gazete de Bozok değil, Bozlak’tır. Bu konuda ayrıntılı bilgi için bu çalışmanın “Gazeteciliği” bölümüne bk.

yayınlıyor. Ancak Beyoğlu’nun ikramı olan bohem hayatın içerisinde, 1950 öncesinde Necip Fazıl Kısakürek’in çevresine karışıyor, bu muhit içerisinde Anadolu’nun çeşitli illerinden gelen ortak noktaları şiir olan gençlerle buluşuyor. Orada benim dahi sonradan tanışacağım ve “babamın arkadaşları” diyebileceğim gençler ki A. Halim Uğurlu, Doğan Nadir Altuncu ile sıkça bir araya geliyor.”38

Mutasavvıf bir kayın pederin Fatih’teki evi ile Beyoğlu çevresindeki bohem hayatı birçok zıtlığın göstergesi olduğu açıktır. Bu çelişkiler içindeki Abbas Sayar’ın 1947’den sonraki hayatı, Đstanbul-Yozgat arasında gidip gelmeler şeklinde 1970’lerin başlarına kadar devam edecektir. Öyle görünüyor ki Yozgat, onun için bir kaçış ve sığınma yeridir.

Abbas Sayar, evliliğinin ilk yılında (1946) bir yandan fakülteye devam etmekte, bir yandan işe gitmekte, bir yandan da ilk şiir kitabı Gönül Sandalı’nı bastırmakla uğraşmaktadır. Ayrıca o yılın sonunda oğlu Ahmet Güner Sayar (6 Aralık 1946) dünyaya gelir. Bu günlerde matbuat dünyasını tanıma fırsatını fakülteden en samimi arkadaşı olan Toprak dergisi sahibi Adanalı Đlhan Darendeli isimli arkadaşı sayesinde yakalar. Onun dergisini bastırdığı Cağaloğlu 99 numaradaki matbaaya birlikte sık sık giderler. Bu sayede de yavaş yavaş matbaa işlerine ısınır. Arkadaşının tavsiyesiyle şiirlerini kitap olarak bastırma fikri kafasına yatar. Gerisini kendisinden öğrenelim:

“Boş dakikalarımda zihnimi yalnız bu fikir ve kitabı tanzim tahayyülü işgal ediyordu artık. Param yoktu. Yüz lira lazımdı bu işe… Çarelerini aramaya koyuldum.

Nihayet 15 gün sonra lâzım olan parayı temin ettim. 500 adet bastıracaktım bu kitabı ve sermayemi muhakkak çıkaracaktım kendimce… Günlerce kendime göre şiirler seçtim.

Bir gün Đlhan dedim, bugün matbaaya gidip şu bizim kitabın pazarlığını yapalım.

(…) Đlhan’la kâğıtçıya gidip çekişe çekiş pazarlık edip kâğıdını aldık. Sırtlayıp matbaaya getirdik. Üç gün, beş gün, beş gün on beş oldu. Bir türlü şiirler dizilip matbaaya verilmiyordu. Canımızdan usandık. Nihayet bin bir eyvallahla şiir kitabını bastırıp elime alabildim.

Bütün Đstanbul’u Đlhan’la beraberce dolaştık. Kitap ve gazetecilere kitabı dağıttık.

38 Mehmet Nuri Yardım, a.g.s., s. 59. Burada söz edilen Beyoğlu bohem hayatını Abbas Sayar Đstanbul’da iş yeri kurup para kazanmaya başladığı 1952’den sonra daha yoğun yaşamıştır. Đlerde sırası gelince bu konuya dönülecektir.

Birkaç mecmua ve gazete “Gönül Sandalı” isimli bir şiir kitabı çıkmıştır deyip kesti… Bir cenup mecmuası şöyle böyle kitabı methetti. Halit Fahri Ozansoy kitabı yerin dibine batırdı. Fakültede ise birkaç şiir müstesna bir deneme kitabı deyip hakkımı elime verdi.

Ben matbaayı ve matbaacılığı böylece tanıdım.”39

Abbas Sayar’ın fakültedeki öğrencilik günleri, çok partili hayata geçişin yaşandığı sancılı döneme rastlar. Abbas Sayar da fakültedeki siyasî oluşumların içindedir. O günlerde üniversite çevresinde hâkim olan milliyetçi akım içinde; “Türk Kültür Ocağı” mensupları arasında yer alır. Böylece siyasetle de tanışmış olur40.

Yazar, 1946 Haziran’ında DP Yozgat ilçe teşkilatının kurucuları arasında yer alır41. Yaz sonunda Đstanbul’a döndükten sonra, kendisine tavsiye edilen Batılı düşünürlerin eserlerini okumaya verir. Bu eserlerin kendisinde yarattığı etkiyi şöyle anlatmaktadır:

“Haa, bu aralık politikaya bulaştım. Gazeteyi çıkarmadan önce, 1946 son yazında D.P. Đlçe Đdare Kurulunu kurduk. Uzun öykü. Ama gazete ile partiyi hiç karıştırmadım. Yaz sonunda Đstanbul’a döndüğüm zaman aldığım dost onaylarıyla demokrasiyi okumaya başladım. Bana Fransız Đhtilâlini, Amerika Đhtilâlini, Rus Đhtilâlini salık verdiler. Adres de belirtti rahmetlik Prof. Đhsan Đnan, Beyazıt, Süleymaniye, Fatih kitaplarını…

Yer gibi, yutar gibi, içer gibi okudum da, okudum. Gözüm hafifinden açılıyordu.

Đçimde önce insan sevgisi uyanmaya başladı. Bütün okuduklarım “kan barut”tu.

Sanıyorum önce okuduğum Fransız, Rus klasikleri ve ardından siyasal tarih içimde anlamadığım ama belleğim altına yerleşen bir oluşum yarattı.”42

Abbas Sayar, 1946 ve 1947 yıllarındaki temposu yüksek hayata nasıl katlandığını şaşkınlıkla anlatmaktadır. Kısa bir süre sonra Liman Atölyesi’ndeki işinden de çıkartılır. Maddî açıdan çok sıkıntılı bir devreye girer43. Đçinde bulunduğu bütün zorluklara ek olarak bir de gazete çıkarma girişiminde bulunur. Yozgat’a gider, birkaç arkadaşıyla birlikte çıkaracağı gazeteye esnaftan abone bulmak için merkezi ve ilçeleri

39 Abbas Sayar, “Gazetecilikte Yedi Yıl - 1”, Bozok, nr. 90, 8 Ocak 1954, s. 2.

40 Abbas Sayar, “Gazetecilikte Yedi Yıl - 2”, Bozok, nr. 91, 11 Ocak 1954, s. 2.

41 Abbas Sayar, a.g.e., s. 65.

42 Abbas Sayar, Altmıştan Sonra Anılar, Bozok, nr. 11725, 26 Haziran 1986, s. 1.

43 Ender Sayar, a.g.m., s.36.

tararlar, hatta Nazım Hikmet’in Kafatası adlı piyesini sahneye koyarlar. Sonunda toparlayabildikleri 225 lira sermaye ile on beş günde bir ancak 12 sayı devam edebilecek olan Bozlak44 adlı gazeteyi (22 Mart 1947-1 Mart 1948) Đstanbul’da çıkarmayı başarır45.

Gazeteden umduğu geliri elde edemeyince Bozok’un ömrü ancak 12 sayı devam edebilir46. Bütün parasını bu işe harcamıştır. Hatta son sayının matbaa parasını da paltosunu satarak karşılamıştır. Yani iflas etmiştir. Zaten işten de çıkarılmıştır. Son derece zor zamanlar geçirdiği, başkalarına muhtaç olmanın ve para kazanamamanın gururunu incittiğini söyleyen yazar, bu sebeple beşinci dönem sonunda Farsça’dan Sertifika alarak47 Edebiyat Fakültesi’ndeki öğrenimini, eşi ve çocuğunu da bırakıp Yozgat’a döner48.

Öyle anlaşılıyor ki yazarın öğrenimini, eşini ve çocuğunu bırakıp tekrar Yozgat’a dönüşünde asıl sebep parasızlık değildir. Đçgüveyliğini içine sindiremeyiş ve kayınpedere muhtaç olmama duygusudur. Bu hususta eşine dair hiçbir olumsuz fikir beyan etmeyen yazar, anılarında hep kayınpederinin resmî ve mesafeli, incitici bakışlarından söz etmektedir. Fakat kayınpederinin de doğrudan kendisine söylediği olumsuz bir sözden bahsetmemektedir. Yani öyle anlaşılıyor ki, asıl sebep kayınpederinin beklediği disiplinli hayata katlanamayış ve gururu olmuştur. Yani sığıntı gibi olmaya katlanamamıştır. Çünkü o, Anadolu’nun ortasında bir şehirde yetişmiştir ve geldiği çevrede içgüveyliği pek de tasvip gören bir evlilik yöntemi değildir. Daha evliliğinin başlangıcında gurur meselesi yaptığını, yukarıda verdiğimiz evliliğiyle ilgi sözlerinden rahatça anlayabiliriz. Yazarın eve geç saatte içkili olduğu hâlde geldiği bir akşamla ilgili olarak söylediği şu sözleri de söylediklerimizi doğrular niteliktedir:

“Mütercim Asım sokaktaki evin zilini çaldım da çaldım… Üç beş dakika sürdü bu zil çalış, sonra kapı açıldı. Đçime bir burukluk çöktü…

Devresi gün aldığım aylığın otuz-kırk lirasını kayınpederime verdim. O zaman iyice paraydı bu. Kayınpederimin gözleri ışıdı:

- Ya evlâdım böyle olacaksın, dedi.

44 Ayrıntılı bilgi için bu çalışmanın “Gazeteciliği” bölümüne bk.

45 Ender Sayar, a.g.m., s. 36-37.

46 Abbas Sayar, “Gazetecilikte Yedi Yıl - 18”, Bozok, nr. 121, 23 Mart 1954, s. 2.

47 “Abbas Sayar Adaylığını Koydu”, Bozok, nr. 1196, 23 Eylül 1957, s. 1.

48 Ender Sayar, a.g.m., s.36-37; Abbas Sayar, “Ayvalıktan Sevgilerle 2”, Bozok, nr. 14370, 30 Mart 1995, s. 1.; Abbas Sayar, “Altmıştan Sonra Anılar”, Bozok, nr. 11724, 25 Haziran 1986, s. 1.

Ben böyle olamadım… Günün birinde alıp başımı gittim.”49

Bu sözlerden de anlaşılabilir ki, üniversite öğrenimini yarıda bırakışın asıl sebebi yoksulluk değil, kayınpederinin istediği gibi bir damat olmayı kabul edemeyiştir. Bu husus açıklamamızın sebebi, onun biyografisinden bahseden hemen bütün kaynaklarda parasızlık sebebiyle üniversite öğrenimini yarıda bıraktığından söz edilmektedir. Oysa bu bilginin belirttiğimiz sebeplerle tam da doğru olmadığını söyleyebiliriz. Đstese kayınpederinin bahsettiği tavırlarını görmezden gelip yine bir iş bulur, üniversiteyi bitirebilir ve Yozgat’a da hiç dönmeyebilirdi.