• Sonuç bulunamadı

Sofistlerin Genel Özellikleri

Sofistler belirli bir görüşe sahip felsefi bir okul oluşturmamışlardır. Onları ortak noktada buluşturan şey ise belirli bir düşünme biçimini paylaşmış olmalarıdır (Copleston, 1997: 76). Atina polisine yeni bir tarz ve ideal sunmuşlardır. Sofist kuşağa kadar özgür Yunan erkekleri kendilerini sadece bedensel olarak yetiştirme gayretinde iken, demokrasinin poliste yerleşmesi ile Sofistler onlara farklı bir ideal sunmuştur; yurttaşlık. Yurttaşın sadece bedensel olarak kendisini geliştirmesi değil, aynı zamanda ruhunu eğitmesi, siyasi ve kültürel alanda bilgili olması, meclis ve mahkemelerde kendisini savunacak ve kendisine yarar elde edecek becerilere sahip olması gerekiyordu. Bu olanakları sunan Sofistler çok farklı bir insan anlayışı ve hayat tarzının temsilcisiydiler. İnsan, toplum, siyaset ve felsefi incelemelerinin birincil konularıydı. Sofistlerin ortak olan yönlerinden biri ise, geniş bir çerçeve içerisinde insan yaşamının amacının dünyevi başarı olduğuna inanmalarıydı.

Sofistlerin en belirgin özellikleri her konuya yönelik eleştirel tavırlarıdır, kritisizmdir. Yunan toplumunda kendilerine değin sorgulanmamış olan, toplumun hukuki ve siyasi

temellerini, polisin dinini, kurumlarını eleştirmişlerdir. Bu faaliyet Atina polisinin kutsallarına, hâkim sınıflarına, gelenek ve göreneklerine ve kurumlarına meydan okumuş ve kendilerini akla dayalı olarak meşrulaştırmak için gereken zemini de hazırlamışlardır. Bu eleştirel faaliyet değişen polis koşullarında kaçınılmaz olmakla birlikte zaman zaman sınırları zorlamış ve eleştiriye hedef olan konuyu tamamen ortadan kaldırma sonucuna vardığı olmuştur.

Antropolojik yaklaşımlarıyla ün kazanan Sofistler insani kurumların ve insanla ilgili her şeyin kökenini araştırmışlardır. Yunan dünyası için yeni olan bu olgu Doğa filozoflarının evrenin doğuşu ve ilkelerini arama çabalarının şekil değiştirmiş halidir. Sofistlerin bu yaklaşımları insanlığın içinde bulunduğu dönemi anlamak amacıyla ortaya konmuştur (Cevizci, 2000: 76). Bu yaklaşımın din ve inanç konularındaki sonucu ise din eleştirisidir. Sofistlerin birinci kuşağı tanrıların var olup olmadığı konusunda şüpheci davranırlarken, ikinci kuşak sofistler var olmadıkları kabulü üzerinden insanların tanrıları nasıl yarattıklarını ve tanrıların kurallarına nasıl uydukları konusunda yazılar yazmışlardır. Dinin bu şekilde eleştirisi aynı zamanda yasanın ve toplumsal düzenin de eleştirilmesidir. Çünkü Yunanda yasa, tanrısal bir esinle yasa koyucular tarafından yapılıyor ve yasanın da tanrısal bir dayanağı olduğuna inanılıyordu.

Sofistlerde ortak olan özelliklerden bir tanesi de doğa felsefesinin ilgi alanına, özellikle Elea Okulu bağlamında gerçek-görünüş ayrımına ve özelde duyusal bilgi (doksa), rasyonel bilgi (episteme) ayrımına karşı çıkmalarıdır. Sofistler bilgiye ulaşmak için ayrıca bir gerçeklikler dünyasına ihtiyaç duymuyor, fiziki nesnelerin duyusal deneyimlere indirgenebileceği görüşünü savunuyorlardı. “Görünüşü gerçekliğe, görünmeyi var olmaya eşitleyen” (Cevizci, 2000: 79) Protagoras, Gorgias, Hippias ve Prodikos fenomenal deneyimin çelişik yapısını ve bu durumun gerçekliğin özelliklerinden biri olduğunu kabul etmişlerdir. Platon ve Aristoteles’in Sofistlere karşı olumsuz tavırlarının kökeninde de bu fenomenalizmin yattığı düşünülmektedir. Çünkü fenomenal dünya Platon’a göre gerçekliğin olmadığı bir dünyadır ve hakikati bu dünyada bulmak da mümkün değildir. Oysa Sofistler hakikatin bu dünyada olduğunu benimsemiş ve öğrencilerine de bunu öğretmişlerdir.

Duyu dünyasına dayanan bu hakikat arayışı özü gereği bilgi alanında ampirizmdir. Ampirist yaklaşımı benimseyen Sofistler kavramlarımızın, yargılarımızın deneyime dayandığını, bilginin kökenininde de duyuların deneyi olduğunu iletirler. Kendilerinden yüzyıllar sonra George Berkeley, Ernst Mach gibi bilim insanları bu durumu, varlığın “algılanabildiği kadar bilinebileceği”ni ifade etmişlerdir (Taftalı, 2007: 156). Bu özellikleriyle Doğa filozoflarından yöntem konusunda da ayrılmış olmaktadırlar. Doğa filozofları da

gözlemden yararlanmalarına karşın tümdengelimsel bir yöntem kullanmışlardır. Önce varlığın temel ilkesi olan arkheyi, dünyanın temel ilkelerini, gerçekliği araştırmaya koyulduktan sonra dünyanın oluşumunu ve diğer olayları açıklamaya koyulmuşlardır. Sofistler ise ampirist yöntem kullanarak, gözlemlerini, olguları bir araya getirerek sonuca ulaşmışlardır. Bu yöntemde gezici öğretmenler olmalarının da etkisi önemlidir. Bu sebeplerden Sofistlerin ampirizmi deneysel-tümevarımsal bir yöntemdir (Cevizci, 2000: 81; Copleston, 1997: 76).

Tümevarımcı-deneysel yöntem kullanan ve bilgiye ulaşmayı duyulara bağlayan Sofistler, bu durumun doğal sonucu olarak rölativizmin savunucusu olmuşlardır. Protagoras, insanın her şeyin ölçüsü olduğunu söylemiş, mutlak bir hakikatin olamayacağını bilginin bireylerin algılarına göre toplumsal, kültürel ve kişisel yönelimlere göre değişebileceğini vurgulamıştır (Guthrie, 1999: 72). Sofistler bilginin göreli olduğuna inanırlar. İnsanlar arasındaki fiziksel farklılıklar onlarda farklı algıların doğmasına yol açmaktadır. Bilgiye duyu organları yoluyla ulaştığımız için farklı görünüş veya izlenimlere ulaşmaktayız. Bedenin sağlık durumu, yaşı, fiziksel ihtiyaçları bu farklılığın doğmasına neden olmaktadır. Sofistler özellikle de Protagoras bu rölativizmi etik konusuna da yansıtmıştır. Farklı kültürlerle iletişime geçen Sofistler insanların geleneklerinin ve yaşam biçimlerinin değişmesiyle kültürel özelliklerinin ve buna ilişkin düşüncelerinin de değiştiğini görmüşler ve kültürel rölativizme ulaşmışlardır. Ahlaki yargıların bireyin onlara verdiği tepkiyle yani onları algılama tarzıyla ahlaki yargılar hakkındaki düşüncelerinin kişisel olduğunu savunmuşlardır (Aster, 1999: 102; Gibert, 2006: 40). Dolayısıyla iyi ya da kötü olarak tanımlayabileceğimiz bir şey yoktur. Şeyleri ya da algıları iyi ya da kötü olarak yargılayan insanların algılarıdır.

Sofistlerin her alanda sergilediği bu rölativizm onları septisizme yöneltmiştir. Kesin ve mutlak bilginin mümkün olamayacağına ilişkin güvensizliği savunmuşlardır. Duyulara dayanan algılar kişiden kişiye değiştiğine göre nesnel bir görüş ortaya konulamamaktadır. Gorgias bu konuda daha ileri giderek gerçek ve nesnel doğru olmadığını, hiçbir şeyi bilemeyeceğimizi ve bilginin değersiz, göreli ve anlamı olmadığını söyleyerek bilginin imkânsızlığı söyleminden nihilizme ulaşmıştır (Cevizci, 2000: 84; Elmalı ve Özden, 2016: 85).

Eğitim konusu Sofistlerin ortak, genel özelliklerinden bir diğeridir. Sofistler neredeyse her konu (dil, siyaset, din, felsefe, retorik) hakkında eğitim vermişler ve bunu gezici olarak yapmışlardır (Aster, 1999: 98). Eğitim verdikleri konular sayesinde yurttaşların polisi daha etkin bir şekilde yönetebileceklerini ve erdeme ulaşabileceklerini iddia etmişlerdir. Eğitimci yönleri ve erdemi öğretme iddiaları Sofistlerin en önemli özellikleridir (Guthrie, 1999: 72). Daha önce değindiğimiz üzere aristokrat ailelerin kendi içlerinde verdikleri eğitimle

kendilerinden sonra gelecek yöneticileri hazırlaması durumundan, sıradan yurttaşın eğitim alarak aynı yönetim pozisyonuna dâhil olması ve dâhil olurken bilgiyle donanmış olması Atina toplumu için bir devrimdir. Plutark’a göre Sofistler aristokrat bireysel eğitimin yerine kurumsal bir eğitim anlayışı oluşturmuşlardır (Copleston, 1997: 77). Bu anlamda verilen eğitimin en önemli kısmı retorik sanatı eğitimidir. Retorik sanatı, düzgün konuşma ve düşünülenleri en etkili bir biçimde ifade etmek ve dilin kurallarına hâkim olarak onu çözümlemek anlamına gelmektedir. Doğrudan demokrasi ile yönetilen bir poliste yurttaşların ihtiyaç duyduğu en önemli şey konuşma kabiliyetine sahip olmak olduğu için retorik sanatını kendisinde bulundurmak yurttaş için hayati öneme sahip olmuştur. Fakat Atina polisinin ekonomik ve askeri anlamda giderek gücünün azalmasına paralel olarak her şey yozlaşmaya başlamış, retorik de eristiğe dönüşmüştür. Retorikte etkili konuşmanın içinde bulunan anlam bütünlüğü ve iyiyi arama özellikleri eristik ile birlikte dili sadece biçimsel anlamda etkili kullanarak iyi mefhumu göz önünde bulundurulmadan kullanılmaya başlamıştır. Protagoras ve Gorgias bilginin sınırları ve her konuda konuşmanın alanını daraltmaya çalışmalarına rağmen, kendilerinden sonra gelen Sofistler her konuyu bilme ve her konuda konuşma iddiasında bulunmuşlardır. Bu da Sofistlere yönelik olumsuz söylemlerin artmasına neden olmuştur.

Sofistlerin tüm bu özelliklerinden anlaşılacağı gibi onların genel özellikleri Yunan felsefe dünyasının temel tartışması nomos-physis ayrışmasında daha önceden kabul edildiği gibi nomos’u tanrısal kabul etmemeleri ve insan yapısı kanunlar olduğunu savunmalarıdır.

Nomos antik Yunan dilinde sadece kanun değil gelenek, görenek, sosyal kanunlar; physis de

fiziki (doğal) kanunlar anlamına geliyordu. Bu iki kavramın da uyulması zorunlu evrensel kanunlar olduğu kabulü vardı. Nomos, physis tartışması Sofist kuşaktan daha önceki bir döneme rastlamıştır. Aristokratların yönetimi elinde bulundurduğu dönemlerde nomos, aristokratik gelenekleri ve hukuku ifade eden bir kavramdı. Tanrısal olarak kabul edilen bu yasaların değişmez tanrı buyrukları olduğu ve tanrıların soyundan gelen aristokratlarca yorumlanabildiği kabulü vardı. Nomos bu özelliği ile physis’ten ayrılıyordu fakat tabiat kurallarından da farklı görülmüyordu (Şenel, 1968: 108). İhtiyaçlar dâhilinde ve daha önce değindiğimiz gibi Drakon, Solon yasalarında olduğu gibi nomos’un değiştirilebileceği, tanrısal ve değişemez olmadığını ortaya koydu. Aynı zamanda diğer uygarlıklarla iletişime geçilmesi bu kanunların evrensel olmadığını da ortaya koydu. Sofistler de bu kesin doğrulara karşı çıkmışlar, gerçek bilgiye ulaşılamayacağını, kültürel değerlerin, gelenek ve göreneklerin, insanlar arasına konulmuş yapay sınırların insanın ürünü olduklarını ve kabul edilemez olduklarını savunmuşlardır. Bu düşüncelerinde, Atina polisinde uzun süre

yaşamalarına karşın vatandaşlık hakkı ve siyasal haklar elde edememeleri nedeniyle polisin kutsal kabul edilen kanunlarını benimsememeleri etkili olmuştur.