• Sonuç bulunamadı

Başlangıçta, teorik alanda kendini gösteren şüpheciliğin manevi alana doğru ilerlemesiyle insanlara, davranışlarında da önemli olan şeyin sonuç olduğu öğretilmeye başlanmıştır. Teorik alanda yürütülen tartışmalardaki şüphenin manevi alanlarda da kendini hissettirmesiyle değişen düşünce tarzı, beraberinde hitap sanatının da kullanılış biçimini değiştirmiştir. İkna aracından daha ziyade akıl çelme aracı haline gelen hitap sanatı, sofistlerin elinde istedikleri gibi kullanabilecekleri bir sanat haline dönüşmüştür. Artık “Filozofların, bilgi organı veya onun dışavurumu olarak kabul ettikleri ‘logos’ burada bir ‘silah’ olarak kullanılır hale gelmiştir” (Zeller, 2001, s.100). Bazı sofistlerin bu yöntemi amacının dışında kullanmasından dolayı, sofistlik olumsuz bir durum olarak görülmeye başlanmış, kullandıkları yöntem de tehlikeli bir “kandırma aracı” olarak görülmeye başlanmıştır.

Teorik bilgi yerine öğrencilerine pratik bilgi öğretmeyi seçen sofistlerle birlikte, genel- geçer, hiç değişmeden kalan bilginin imkânsız olduğu düşüncesi gelişmeye başlamıştır. Çünkü sofistler tarafından verilen eğitim, daha önceleri yapıldığı gibi hakikati bulmaya

çalışmak ya da onun belirlenmesine yönelik bir eğitim değildir. Öğretilen, dinleyicileri, mahkemelerde davalı ya da davacı olma durumunda ya da halk toplantılarında faydalı olarak görünen şeye ikna etmeyle ilgili bir şeydir. Karşısındakinin argümanı ne denli güçlü ise onu çürüten kişinin başarısı da o denli büyük kabul ediliyordu ve bu çürütmeler, konu tükenene kadar devam eden uzun konuşmalar ya da kısa iddialar ve tenkitlerin yapıldığı diyalog şeklinde yapılıyordu ve amaç her şekilde karşısındakinin argümanını çürütmekti (Zeller, 2001, s.100). Davaları kazanmanın doğru yolunu öğreteceklerini söyleyen sofistlerin verdikleri eğitim; haklı bir nedenin haksız, haksız bir nedenin de kolayca haklı bir neden olarak gösterilebileceğini öğretme sanatına dönüşme gibi tehlikeli bir yolu da içinde barındırmaktadır.

Sofistlerin verdikleri derslerin dışında, felsefi diyalogların çekirdeğini oluşturuyor olmaları ve Eski Yunan nesrinin kurucuları olmaları sebebiyle edebi etkinliklerinin de göz ardı edilmemesi gerekmektedir (Zeller, 2001, s.101).

Sofistlerin hepsini birden kapsayacak bir “sofist” kavramı bulmak pek mümkün değildir. Onlar felsefi bir okul oluşturmamıştır. Felsefi, ekonomik ve siyasi nedenlerden dolayı değişen koşulların zorunlu bir sonucu olarak ortaya çıkan gezgin öğretmenlerdir. Onların hepsinde ortak olan “ücret karşılığı ders veren gezgin öğretmen” karakteridir. Diğer bir ortak özellikleri teorik ve pratik bakış açılarıyla insan uygarlığına duydukları ilgidir ve onlar bir anlamda yaşama sanatı öğretmenleridir. Sofistlerde ortak olan “yaşama sanatı öğretmeni” kimliğiyle, sofistliğe atfedilen öznelciliğin ve bireyciliğin, epistemolojik ve etik anlamda hepsinde aynı şekilde belirgin olmadığı anlaşılmaktadır.

Sofistler, farklı topraklarda doğmuş, çok farklı yerlere seyahat etmiş olsalar da hepsinin yolu Atina’ya düşmüştür ve böylece Atina, kentin soylu gençleri tarafından yoğun bir ilgi gösterilen manevi bir hareketin de merkezi konumuna gelmiştir. Sofistlerin temel sorun olarak insanı ele almaları, devlet ve toplumdaki tüm insani kurumların sorgulanmasına,ve bu sorgulama sonucunda da her şeyi kapsayan bir göreceliliğin ortaya çıkmasına yol açmıştır. Etik ve din alanlarındaki bu sorgulamayla var olan inanç ve davranış kuralları temelinden sarsılmıştır. Böylesi bir sorgulama sofistleri, dinin ve ahlakın, insanlar tarafından, zayıfı korumak için ortaya konulmuş şeyler olduğu sonucuna ulaştırmıştır. Sofistlere kadar bir “sorun” olarak ele alınmayan bu konular, sofistler ile birlikte felsefenin alanına girmiştir.

“Tüm sofistlik deviniminin büyük değeri şundan oluşuyordu: düşünceyi uyandırdı ve felsefe, din, töre, ahlak ve bunlar üzerinde temellendirilmiş kurumlara kendini usun karşısında aklamaları için meydan okudu. Sofistler bilginin olanaklılığını yadsıyarak onun

23

kendisini aklamasını zorunlu kıldılar: felsefeyi bir bilgi ölçütü aramaya zorladılar. Geleneksel ahlaka saldırarak, ahlakı kuşkuculuk ve nihilizme karşı kendini savunmaya ve ussal bir doğru ve yanlış ilkesi bulmaya zorladılar. Geleneksel dinsel inançlara saldırarak, düşüncelere daha tutarlı ve daha arı Tanrı tasarımları geliştirme gereğini dayattılar; ve Devleti ve yasalarını eleştirerek felsefi bir Devlet kuramının geliştirilmesini kaçınılmaz kıldılar. Yapıyı daha sağlam temeller üzerine kurmak, ilk ilkelere geri dönmek zorunlu oldu. Bilgi nedir, gerçeklik nedir? Hak nedir, iyi nedir? Doğru Tanrı kavramı nedir? Devletin ve insan kurumlarının anlamı ve amacı nedir? ve sonunda bu sorular Yunan düşünürlerini geçici olarak üstü örtülmüş olan, ama hiçbir zaman uzun süre görmezden gelemeyeceği eski soruları yeni açılardan yeniden düşünmeye zorladılar: Dünya nedir ve insanın doğadaki yeri nedir?” (Thilly, 2000, s.63).

“Sofistleri, Grek düşünce dünyasının kendilerinden sonra gelmiş ve kendileri nedeniyle yükselmiş klasik dönemini manevi yönden harekete geçiren en önemli güç olarak görmek gerekir” (Capelle, 2011, s.242).

Daha önceki felsefe anlayışından kesin bir şekilde ayrılan bu yeni yöntemleriyle sofistler, hakikat arayışında olan Platon’un eleştirilerine maruz kalmışlardır ve bu eleştirilere Aristoteles’in eleştirileri de eklenince, sofistlik ile felsefe birbirinden kesin çizgilerle ayrılan iki alan haline gelmeye başlamıştır. Fakat o döneme kadar böyle bir ayrım söz konusu değildir ve “bu terim, Herodotos tarafından Solon ve Phythagoras için, Androtion tarafından Yedi Bilge İnsan ve Sokrates için, Lisias tarafından Platon için kullanılır” (Copleston, 1997, s.79). Eski sofistler, insanlar tarafından saygı duyulan, onların güvenini kazanmış ve şehirlerinin diplomatik misyonlarını yürütecek kadar önem verilen kişilerdir. Terimin kötü ünü, büyük sofistlerin ardından gelen, “Euthydemos ve Dionysodoros’un mantıki bayağılıklarıyla onlara vurduğu damga”yla olmuştur(Zeller, 2001, s.101).