• Sonuç bulunamadı

B. ARAP ROMANI

2.2. ESERİN TEMATİK YÖNDEN İNCELENMESİ

2.2.7. Siyaset

Çalışmamızın ilk bölümünde bahsedildiği üzere Munîf’in roman sanatında kendini göstermeden çok önce siyasete girmiş olması, yaptığı hukuk tahsili ve petrol konulu doktorası sayesinde sahip olduğu zengin alt yapı diğer eserlerinde olduğu gibi bu eserinde de kendini göstermektedir. “Munîf birçok Arap ülkesindeki siyasi hayatı, belli başlı devrimci örgütleri ve bu örgütlerin faaliyetleri ile yakın temas kurarak birinci elden edindiği bilgi sayesinde kullanmıştır.”138

Diğer taraftan siyasetin bu eserde ele alınış şekline bakacak olursak, bazı Arap romanlarındaki gibi yapay bir ifşadan uzak

138

99

olduğunu da belirtmemiz gerekir. Merkezinde iki karakterin olduğu romanda, aralarında geçen diyaloglar ve monologlar aracılığı ile siyasetin hayatlarında açtığı derin yaralar okuyucuya sezdirilir. Bu anlamda fonda beklemekte olan siyaset yerini hep korumaktadır.

Ülkedeki siyasi yapının, hızla değişen dünyaya kendini ve vatandaşlarını hazırlama, onları yönlendirme gibi bir görevi yerine getirememiş, bunun daha da ötesinde ülkenin maddi olanaklarına sahip çıkamamıştır. Daha önce değindiğimiz gibi üretim koşullarının değişmesine ayak uyduramayan veyahut bu değişime karşı çıkan köylü karakter İlyâs’ın başarısız bir siyasetin kurbanı olduğu görülmektedir. Bu düzensizlik en basit ifadeyle sınıfsal ayrımı da ortaya çıkarır. Kendi toprağından kopan İlyâs Naḫle, köyünden ayrıldıktan sonra şehirdeki iş macerası sırasında yatacak yer bulamamış ve bir süre inşaatlarda kalmıştır. Yaşadığı bu dönem için yaptığı yorum önemlidir:

Soğuk rüzgârdan kaçmak için köşelere saklanıyordum. Ağızları mezarlar gibi açık pencereleri, tahta ve karton parçalarıyla kapatıyordum. Yaktığım tahtanın kokusu, çimento ve su ile kirlendikten sonra kemiklerin kokusunu andırıyordu. Bu tahtalar hamamın tahtası gibi değildi, Ṭaybe’nin tahtası gibi değildi. Sıcaklık sağlamak için onları nefretle atıyordum, fakat onlar kısa sürede göğsü dolduran kara bir dumana dönüşüyordu.

Bu binalara uzun süre dayanamadım, onları terk ettim. Bir gün, onlardan birinin önünden geçerken çok tuhaf oldum. Apartman, ışıklar içinde parıldıyordu, sanki birkaç ay önce orada dertli insanlar kalmamıştı. İnsanlar girip çıkıyordu. Elleri parlak, yüzleri gülümseme dolu insanlar. Yorulmadan önlerinde pencereler açılıyordu. Bu hayat, dostum, inanılmaz derecede acayiptir!” (s.95)

İlyâs’ın zenginlerle fakirler arasında kıyaslama yaptığı şu pasajlar sınıfsal ayrımı açıklayan verilebilecek başka örneklerdir: “Biz yoksullar, nasıl zengin olunur, bilmeyiz. Belki de istenmez zengin olmamız, çünkü ceplerimize giren para durmaz orada. Doğrusu ben yeni veya steril sitelerde uyumadım, ama kafam yeni düşüncelerle doluydu, debbağlıktan, şehirden, her şeyden kurtulmak istiyordum! Gizli bir kışkırtma hissetmeseydim, kaçmadan önce işi bırakırdım. (s.112) Düşün… zengin adamlar sana korkunç bir böcekmişsin gibi bakarlar, tek istedikleri onlardan ayrılmandır, senin sırtını

100

gördükten sonra suratları genişler ve memnuniyet gülümsemesini takınırlar, hiçbir şeyi olmayan yoksullar ise, üzerinde yattıkları yatağı paylaşırlar seninle, içtikleri suyu paylaşırlar seninle.” (s.93)

Romanda siyaset, yoğunluklu olarak başkahraman Manṣûr ‘Abdusselâm’ın üzerinden işlenir. Annenin Manṣûr’un yıllar evvel ölmüş babası için söylediği şu sözler, kahramanın siyasi muhalifliğinin köklerini vermiş olur: “...imkânsızın peşinde koşmaya kalkıştı, yaşını bilmedi… Siyaset uğruna da öldü!” (s.228) “Babam Hindistan’a sürgün edilmişti, kralın onu neden sürgün ettiğini şimdi bile bilmiyorum. Annem derdi ki, Hacı zorlukları sever, siyaseti sever. İleri gelenler de Hacının milliyetçi olduğunu söylerler. Bir keresinde krala sövmüş, onun hain olduğunu söylemiş!” (s. 215-216)

Manṣûr ‘Abdusselâm’ın siyasi bir suçtan dolayı girdiği hapiste sorduğu soru siyaset adamlarına yapılan bir eleştiri olmasının yanı sıra iyi bir sistem eleştirisi olarak da örnek gösterilebilir: “Biz niçin burada bulunuyoruz? Hapsedilmemizi haklı kılan ne yaptık? Düşüncelerimiz mi? Ama bu dünyada düşüncelere sahip olmayan kim vardır? Tehlikeli düşünceler mi? Dünya diye adlandırdığımız şu gezegenin üzerinde kafasında tehlikeli düşünceler taşımayan bir adam var mıdır?” (s. 211)

Çağdaş Tarih alanında uzman olan kahramanımız için okumalarının, çalışmalarının tamamen yakın dönem siyaseti ile bağlantılı olması bir zorunluluktur. Daha önce bahsettiğimiz gibi fonda gizlice bekleyen siyaset roman boyunca nadiren somut bir şekilde belirir:

İngilizler Irak’ı işgal etti, Şerif Hüseyin meşhur kurşunlarını Türklere karşı ateşledi!

İngilizler fetih için değil, özgürleştirmek için gelmişlerdi! Bu sözler Bağdat’ı ele geçiren komutanın heykelinin kaidesine yazılmıştı. Heykel artık yok, günün birinde ayaklanan göstericiler yıktı onu. İnsanlar heykeli ve atını iplerle çektiler, komutan düştü, sözleri da kayboldu.

Ama Faysal nasıl kral tayin edildi? Onu kim karşıladı? İnsanlar neler dediler?

101

Irak’ın önde gelenleri taht için yarışıyorlar, Fransızlar Faysal’ı Şam’dan kovuyorlar. Taht, ilk kurşunu atanın oğlu Faysal’ın olmalı, Irak onu beklemeye başlıyor. Faysal gemiye binip Basra’ya ulaştı, orada onu Yahudiler karşıladılar!

Yakın bir zamana kadar tarih, Irak’ın kuzeyinden güneyine kadar Faysal’ı selâmlamak ve kral olarak ona biat etmek için ayağa kalktığını söylüyordu. Sadece tarihle kalmadı, şairler de bunu söyledi, şarkıcılar da!

Fetihten veya komutanın dediği gibi “kurtuluş”tan sonra Irak, sınırların ötesinden bir erkek bekleyen kahrolmuş bir kadın mıydı? Irak’ta erkek kalmamış mıydı hiç? İngilizler, kendilerine bir ceza veya günah kondurmaksızın bu lânet olası görüşü tekrarlayıp duruyorlar. Tüylerle süslü şapkalar giyen İngilizler, kurşun atan aileye en güzel ödül olarak, bir taht veriyorlar, bir tahttan çok kahrolmuş bir kadın! Önce mazbatalar yazıldı, sonra biat gerçekleşti ve nihayet Krallık Kabristanı yapıldı ki orada yakılmamış cesetler diziliyor peş peşe!

Nerede bu tarih? Benim gördüğüm bir yalanlar ve iftiralar yığını, bundan başka bir şey göremiyorum! Burada doğru olay yok bir kere. Burada tarihin şafağında başlayan ve hâlâ sona ermemiş olan bir dizi korsanlık, ihanet ve pezevenklik var. (s. 299-300)

Manṣûr ‘Abdusselâm’ın bir aydın olmasının da etkisiyle çok sancılı geçen askerlik sürecinden sonra bedelli askerlik hakkında yaptığı yorum, sınıfsal ayrım konusunu örneklendirebilecek, yine çok güzel bir örnektir: “Görevimi yaptım. Benim dışımdakiler para verip kurtulur, benim gibiler görevlerini yaparlar. Ya görev ya para. İkisi eşit. Görev yapabilirsin ve böylece kendini feda etme fırsatına erebilirsin. Kan vergisi yerine para vergisi! Zenginler askerliği sevmezler, “bedel” öderler! Ama fakirlerin ‘bedelleri’ kabul görmez. Onların bedellerini kimse borç olarak almaz çünkü!” (s. 187)

Sistem eleştirisi ve sınıfsal ayrım başlıklarının paralelinde siyaset temasına ayrıca şu sayfalarda da tesadüf etmekteyiz: (s. 97, 102, 160, 161, 163, 176, 177, 183, 187, 188, 304, 360).

Benzer Belgeler