• Sonuç bulunamadı

B. ARAP ROMANI

2.2. ESERİN TEMATİK YÖNDEN İNCELENMESİ

2.2.5. Kadın Erkek İlişkileri

Otuz beş yaşını geçtikten sonra evlenen Munîf gibi136

başkahraman Manṣûr da otuz beşini aşmış ve hala bekârdır. (s.208) Diğer konularda olduğu gibi kadın konusunda da kesin fikirlere sahip olmayan kahramanımızın birbirine tezat olan fikirlerine aşağıdaki iki paragrafta rastlıyoruz:

Kadın ve ayna kaderin lânetleri olarak meydana gelmiş olmalı, ikisiyle de erkeklerin gücü ve direnme ölçülerinin süresi sınanır! (s.275)

136

93

Yakınında bir kadın yoksa erkek, ölçülü düşünemez. Kafası karışır, küçük işleri hallederken uzun zaman harcar! (s.334)

Manṣûr ‘Abdusselâm’ın yaşadığı trajedilerden birinin de, kendi ülkesinin ve bağlı bulunduğu çevrenin kültürel yetersizliklerinden dolayı Belçika’da okurken tanışıp âşık olduğu Katrin’den ayrılmak zorunda kalması olduğunu görüyoruz. Avrupa’da uzun süre yaşamayı reddeden kahramanımız, Katrin’in kendi ülkesine gelmesini de kabullenemez. 20. yüzyılın ortalarında Avrupa’da üniversite eğitimi almış bir bayan olarak tanıdığımız Katrinin, aynı zaman diliminde ama farklı bir coğrafyada birbirinin zıttı gündelik hayatların yaşandığı bir Arap ülkesine gitmesi Manṣûr’a göre hiçbir şekilde mümkün olmayacak bir şeydir. Manṣûr’un yaşadığı ağır hüzne ve bu konudaki görüşlerine şu satırlarda rastlarız:

Katrin biz iki dünyayız, rastlantıyla buluştuk, biraz sonra ayrılacağız. Böyle bir buluşma, ne kadar uğraşsak da devam edemez. Kendini çok yorma, seni istemediğimden değil ama düşlediğin gibi bir buluşma kısa ve acıtıcı olacak. Sana söylediğim gibi biz iki dünyayız:

İki dünya bir noktada kesişti, ama eşyanın hızlı dönüşü bu kesişmeyi hissetmemize engel oldu. (s.244)

Manṣûr ‘Abdusselâm, Katrin’i ve yaşadığı kötü hatıraları unutmak için evlenmeye karar verir. (s.254) Kahramanımızın üniversitedeki görevinden kovulduğu bir sırada giriştiği evlilik teşebbüsü gene hüsranla sonuçlanır. Abdurraḥman Munîf’in işgüzar bir doğulu figür olarak resmettiği kız babası Hacı Zühdî Sanâdîḳî, hem işini kaybetmesi hem de artık siyasi bir suçlu olması sebebiyle Manṣûr için evlilik meselesini içinden çıkılmayacak hale getirir ve kızını kendisine vermez. Kahramanın kızı ikna çabaları da boşa gider. Munîf’in başarıyla ördüğü temalar burada da karşımıza çıkar. Yazar memleketine ve kendi insanına karşı yabancılaşmış, iletişim sorunu yaşayan kahramanının bu konudaki haklı gerekçelerini böylelikle sergilemiş olur.

Kahramanın romanın son bölümünde bahsi geçen, ülkesini terk ettikten sonra tren kompartımanına gelen genç kız için içinden geçen düşünceleri Manṣûr’un bölünmüş

94

kişiliğine, kendine karşı duyduğu güvensizliğe, gelgitli ruh yapısına güzel bir örnek teşkil eder:

Kalbime otur, içinde oturabileceğin en güzel yerdir kalbim, otur ve ayaklarını uzat.

Gözleri yerde. Yanaklarından kan fışkırıyor. Uzun kirpikleri kara bir çadır gibi uzun, üzüm çardağı gibi.

Ne diyorum ben şimdi? Düşüneyim. Biçimlerin en güzelini, sözlerin en incesini yaratayım. Bir dilenci gibi durup ona diyorum ki: Konuşabileceğim bir insan istiyorum. Gözlerine bakarken boğulacağım bir kadın istiyorum. Ḥanne, İlyâs Naḫle için ne idiyse sen de benim için öyle olabilir misin?

Ama benim hayatımın nesi ilgilendirir ki onu? Sırtımda bir kırba gibi taşıyıp koşturduğum hayatım ne ki?

Bu çarpık düşünceleri bırak ey Manṣûr. Düşleri bırak. Oku. Olağan işlerden söz et. İngilizin yağmuru vardır, hep ondan söz eder. Senin neyin var? Kahramanlıklarla buluşan büyük hayatının karanlık yanlarını bırak. Bırak şimdi onu, çünkü mezar bir günün özlemini tek başına içine alabilir! (s.266-267)

Manṣûr ‘Abdusselâm’ın Katrin’i yitirmesinden çok önce, platonik bir aşk hissettiği Riḥab isimli bir kızın adı da geçer. Kahramanın problemli kişiliğinin de belirdiği bu pasajda, sevdiği kıza açılmakta geç kaldığını ve yakın bir arkadaşının onunla evlendiğini görürüz. (s.228) Bu konuya ikinci bir örnek belirsiz bir zamanda, bir Karadeniz sahilinde tanıştığı ve sevdiği bayandan ayrılırken kendisini memleketine davet etmesine karşı sebepsiz bir şekilde hüzünle sessiz kalması, acı çekmekten zevk alan mazoşist bir karakterle karşı karşıya olduğumuz fikrini uyandırır: “Trene çıkarsan pişman olmayacaksın, istemiyorsan bana tek kelime söyle, kal de! (s.263) Trenin arkasından koştum. Rayların üzerinde delice koştum, sonra yoruldum, durdum ve birden ağlamaya başladım. Nedendir bilmem… Şimdi de bilmiyorum!” (s.264)

Romanın kahramanları üzerinden işlenen tema, diğer taraftan iki kahramanın ağzından da teorik bilgiler olarak dökülür ve aralarında şu şekilde bir diyalog geçer: “Kadın sır değil, onu sır yapan erkek, kedi ile farenin oyunundan hoşlanıyor sanki! Eğer böyle düşünüyorsan bu hayattan hiçbir şey anlamamışsın, demek!” (s.69) Yazar Abdurraḥman Munîf hayata tutunamamış genç kahramanının karşısına taşralı ve yaşlı

95

bir adamı çıkarmıştır. Birkaç tane evlilik yapmış, çeşit çeşit kadın tanımış ve pek çok çocuk sahibi olan İlyâs, teorik anlamda da daha kesin bilgilere sahiptir. İlyâs’ın ağzından çıkan “Yanlışlardan biri de, erkeğin kadını anlamada sadece öngörülerine güvenmesidir; kadın yardımcı olmadıkça erkek onu asla anlayamaz” (s.107) cümlesi sahip olduğu bu bilgiye örnek gösterilebilir. Aralarında kadın üzerine geçen bir tartışmada İlyâs: “Yorucu bir düşünmeden sonra kadının imkânsız bir varlık olduğuna kanaat getirdim. Onları her gün, her yerde gördüğünüz doğrudur, ama güneşe dokunamadığınız gibi ona da dokunamazsınız!” (s.72) der. Manṣûr ‘Abdusselâm’ın ise bu ve başka pasajlarda İlyâs’ın bu düşüncelerine karşı olduğunu görürüz. (s.75-78)

Manṣûr’un çok sevdiği Katrin’i kaybetmek zorunda kalması gibi, İlyâs için de trajedi çocukluk aşkı, öldükten sonra da unutamadığı karısı Ḥanne’dir. Hayatında işleri pek yolunda gitmeyen İlyâs, Ḥanne’yi kaybettikten sonra yaptığı evliliklerde, tanıştığı kadınlarla mutluluğu yakalayamaz. Romanın genelinde olduğu gibi kadın konusunda da iki kahraman arasında geçen münakaşalarda yazarın İlyâs karakterine daha tarafgir yaklaştığını görmekteyiz.

Taşralı figür İlyâs için köyde kadınsız yaşamanın hiçbir şekilde mümkün olmayacağı kendi ağzından aktarılır bize (s.72). Manṣûr ‘Abdusselâm’da gördüğümüz gibi İlyâs Naḫle’de de kadın bir kaçış yeri, bir sığınaktır adeta. Sancılı beraberliklerin ardından İlyâs, aradığını bulamadığı kadınlardan sonra avuntuyu gene Ḥanne’nin hayalinde/hayaletinde bulur. Sevdiğinin ölümünün üzerinden uzun bir vakit geçtikten sonra irrasyonel bir çağrıyla Ḥanne’nin mezarına gider. Çağrı sevgilisinden gelmektedir (s.115). Tuhaf bir karakter olarak resmedilen İlyâs’ın hayatına ölü bir kadının doğrudan yön verdiğini görürüz:

Para elime geçer geçmez bir çağrı sarstı beni: Ḥanne’nin mezarını ziyaret et.

O zamana dek Ṭaybe’ye yerleşmeyi düşünmemiştim, fakat Ḥanne’nin mezarında diz çökmüşken ağlamayı andırır cılız bir ses işittim. Ses onun sesi, ağlayış onun ağlayışıydı. (s.115)

Fakat yüzümü çevirir çevirmez mavi bir ışık gördüm, kuyruklu yıldız gibi mezara iniyordu. Korktum. Kaçmak istedim. Çığlık atmak. O an aklım felç oldu, nihayet sesi ötekilerden daha güçlü olarak bana ulaştı:

96

Evlen ey İlyâs. Evlenmeni isteyen benim. Hemen yarın evlen ama ziyaretime gelirsen onu unut. Bana ondan söz etme, benim karşımda onu anma. Evlen, senin çocuklarını görmeyi isterim. İlk çocuk benim olsun. Adını İlyâs koy. Beni ziyarete geldiğinde o da seninle olsun. (s.136)

Nihayetinde İlyâs Naḫle’nin devam eden sıkıntılı hayatında bu ölü sevgilinin yardım ettiğini, destekçisi olduğunu görüyoruz:

Eğer Ḥanne mevcut olmasaydı, o uzun saatleri geçirmek zor olurdu. Devamlı onu düşünüyor, önümde onu görüyor, onunla konuşuyordum, zil veya çağırma işittiğimde, birlikte koşuyorduk. Çantaları taşırken beni yorgun gördüğünde bana yardım ediyordu. Söylediklerimi tuhaf bulabilirsin ama onun güçlü elini çantaları kaldırırken benimle birlikte hissediyordum, dost bir yüzden ayrılırken o da üzülüyordu.

Böyle sorunlarla uğraşmadıysa insan, ne yapabilir? Emin ol, Ḥanne’nin varlığı olmasaydı, başımı duvarlara vurur ve ölürdüm. Çocukları da düşünüyordum tabii, ne yiyecekler? Ne giyecekler!? Fakat Ḥanne hep üzerimde kanat çırpıp duruyor. (s.161)

Sonuç olarak, yazar Abdurraḥman Munîf’in bu temayı genç Manṣûr karakteri üzerinden herhangi bir modern dünya bireyi gibi sancılı bir şekilde ve taşralı İlyâs karakteri üzerinden de geleneksel dünyadaki bir kadın-erkek ilişkisi gibi gerçek üstü öğelerle işlediğinden söz edilebilir.

Bu çalışmaya konu olan metnin pek çok yerinde kadın-erkek ilişkileri temasına sık sık rastlamaktayız (s.91, 105, 125, 136, 137, 146, 225, 228, 250, 286).

Benzer Belgeler