• Sonuç bulunamadı

6. TEK PARTİ DÖNEMİ ÖNCESİNDE KADIN

6.4. Siyasal Alanda Kadın

101 Müslüman kadınlar en temel ihtiyaçlar olan barınma, giyinme ve yemek gibi ihtiyaçları karşılamaktan yoksun kalmıştır (Karakışla, 2015: 183).

Kadınları Çalıştırma Cemiyeti, ordu için gerekli olan üniforma, çamaşır, kum torbaları gibi ürünleri dikmiş, 6-7 bin civarında kadın atelyelerde günde 10 kuruş alarak çalışıp yemek yemiştir. 7-8 bin dolaylarında kadın da zaman zaman evlerinde Cemiyet için çalışmıştır. Cemiyet, kadınlara ve orduya katkı sağladığı gibi, kadınlar da para kazanır duruma gelmiştir. O dönem 1. Ordu’da bir Kadın Taburu kurulmuş ve bu kadınlar tamamen bir asker gibi yaşamışlardır. 1917’nin sonlarında Cemiyet, bekar işçilerin evlenmesini zorunlu hale getirmiş ve kadınların uygun eşler bulabilmeleri için bir sistem geliştirilmiştir. Bu yıllarda kadınların birçok okullara ve Darülfünun’a girdikleri de bilinmektedir (Akşin, 1997: 128).

102 Osmanlı’da Tanzimat’a kadar toprak mülkiyeti, babadan oğula geçmiştir. Kız evlat ise, erkek kardeşi olmaması halinde toprakların bedelini ödemesi şartı ile bu toprakları kullanabilmiştir. Ancak, kadınların ekonomik bağımlılıklarından dolayı bu bedeli ödeyebilmeleri kocalarının verecekleri para ile mümkün olduğundan bu topraklar yine kadına geçememiş, kocalarına geçmiştir. Ancak 1858’de çıkarılan Arazi Kanunu, kız çocuklarına babalarından kalan topraklar üzerinde erkek kardeşleri gibi veraset hakkına sahip olmalarını sağlamıştır. Ayrıca Tanzimat ile birlikte evlenecek kızlardan alınan

“Gelinlik Vergisi” kaldırılmıştır (Cin, 1979: 54-58; Altındal, 1985: 123; Güzel, 1985:

858).

Tanzimat öncesi dönemde eğitim alanında yapılan reformlar hep askeri amaca yönelik olmuş; orduyu güçlendirmeyi amaçlayan bu kurumlar dışında ise, Enderun ve sıbyan mektepleri ile medreseler eğitim hayatında yer almıştır. Kadınlar ise, yalnızca sıbyan mekteplerinden yararlanabilmiştir. Kadınlara daha fazla eğitim olanağı sunulması gibi bir ihtiyaç duyulmamıştır. Yalnızca, ulemâ veya idarecilerin kızları ailelerinden aldıkları destek ile evlerinde özel ders alabilmiştir (Kurnaz, 1991: 4). 19.

yüzyılda ise, Osmanlı Devleti’nde siyasal, ekonomik, eğitim, sosyal, hukuki, kültürel ve düşünce hayatında meydana gelen değişimlerle yapısal bir dönüşüm yaşanmıştır.

Toplumun her kesimini etkileyen bu büyük değişim ve dönüşüm neticesinde kadınlar da sistematik bir eğitim almaya başlamış ve kadınların yetiştirilmeleri için okullar açılmıştır (Can, 2009: 74).

Tanzimat döneminde Batı’da bulunmuş ve Batı tipi eğitim ile yetişmiş Osmanlı aydınları, Türk kadınının siyasal, ekonomik ve toplumsal alanda Batıdaki kadın gibi boy gösterebilmesi için nitelikli bir eğitimin gerekli olduğunu savunmuşlardır (Tokuroğlu, 1991: 534). Bu dönemde ilk olarak 1843 yılında Tıbbiye’de kadınlara yönelik ebelik dersleri başlamıştır. İki yıl sonrasında ise, buradan yirmi yedisi Hristiyan onu Müslüman olmak üzere otuz yedi kadınımız mezun olup ebe olmaya hak kazanmıştır.

1858 yılında bir yenilik daha yapılmış ve ilk defa İstanbul’da bir kız rüştiyesi açılmıştır.

Hükümet, halkı aydınlatmak ve okulun açıldığı bilgisini vermek için, gazetelerde okuyup yazmanın erkek ve kadınlar için gerekli olduğu, geçinmek için ağır işlerde çalışan erkeklerin ev işlerinde rahat edebilmelerinin ise, ancak kadınların dahi din ve dünyalarını bilerek kocalarının buyruklarına uymalarıyla ve eşlerinin istemediklerini

103 yapmaktan kaçınarak namuslarını koruyup şükreden olmalarıyla mümkün olacağı bilgilerini yayımlamıştır (Karal, 2007: 172).

1869 yılında hazırlanan Maarif-i Umûmiye Nizâmnâmesi ile kadınlar için öğretmen okulu açılması, ortaokul derecesinde eğitim kurumu olan rüştiye sayılarının arttırılması ve bu Nizâmnâme’nin 9. maddesi ile de 6-11 yaşlarındaki kız çocuklarına sıbyan mekteplerine devam zorunluluğu getirilmesi kararlaştırılmıştır (Kodaman, 1991:

26-27). Ancak denetim yetersizliği ve herhangi bir yaptırım olmamasından dolayı sıbyan mekteplerine devam zorunluluğuna pek uyulmamıştır. 1870 yılına gelindiğinde kararlaştırıldığı gibi, kadınlar için ilk öğretmen okulu açılmıştır (Altındal, 1985: 122).

Ayrıca rüştiyelerin açılması kadınlar arasında meslekleşmeye giden yolu da açmıştır. Bu dönemde ilk kez 1873 yılında bir kadın öğretmenin tayini gerçekleşmiştir. Kadınların okul yönetimlerine tayin edilmesi ise, 1883 yılında başlamıştır (Berkes, 2012: 231).

Bu dönemde bir ilk olarak Tuna Valisi Mithat Paşa tarafından erkek ve kız çocuklarına sanat öğrenimi başlatılmış ve yine Mithat Paşa’nın çabaları ile 1869 yılında İstanbul’da ilk kız sanat okulu kapılarını açmıştır. Bu okul, 1873 yılında 17 öğrencisini mezun vermiştir. 1874 yılında kız öğretmen okulu ile birlikte kız çocukları için açılan ilkokul seviyesi üstündeki okulların sayısı 10’a ulaşmıştır. Bu okulların tamamındaki kız öğrenci sayısı ise, 294 olarak kayıtlara geçmiştir (Taşkıran, 1973: 24-39). Öğrenci sayılarının az oluşuna bakacak olursak, bu dönemde özellikle de eğitim alanındaki adımların çok sınırlı bir zümreyi etkilediğini ve İstanbul, Selanik gibi Osmanlı İmparatorluğunun büyük merkezlerinin dışına pek çıkmadığını söylemek mümkündür (Sevim, 2005: 95).

İlk anayasa olan Kanun-i Esasi’nin 1876 yılında kabul edilmesiyle kadınlar ve erkekler için ilköğretim zorunlu hale getirilmiş ve eğitim alanında önemli adımlar atılmıştır. Osmanlı’da özel alanla sınırladırılan kadın, eğitim hayatından da uzun yıllar yoksun kalmıştır. Ayrıca, aile yaşamında da erkeğin sosyal ve hukusal üstünlüğü, kadını güçsüzleştirmiştir. II. Meşrutiyet dönemine gelindiğinde ise, kadın hakları açısından ciddi adımlar atılmıştır. Bu dönemde, Osmanlı’nın eğitim ve hukuk alanlarında gerçekleştirdiği düzenlemeler, kadın hareketlerinin ortaya çıkmasında etkili olmuştur (Çaha, 1996: 10). 25 Eylül 1913 tarhihinde ilköğretim kararnamesi çıkarılmış ve kız rüştiyeleri 6 yıllık ilkokullar haline getirilerek ilçe merkezlerinde de yer almak üzere

104 yaygınlaştırılmıştır. İlk kız lisesi ise, 1913-1914’te İstanbul İnas (Kız) Sultanisi adıyla açılmıştır. 1915 yılında İstanbul’da İnas Dârülfununu adında kadınlar için bir yükseköğretim kurumu açılmıştır. Ayrıca yine 1915’te İstanbul Edebiyat Fakültesi’nde ilk kez kadınlar da erkeklerle bir arada eğitim görmeye başlamıştır. Eğitim alanında yaşanan bu gelişmelerle resmi olarak Tanzimat ile başlayan Osmanlı İmparatorluğu’ndaki yenilik hareketi, Türk kadınını özel eğitimden devlet kurumlarındaki eğitim ve öğretime sevk etmiştir. Meslek açısından da Türk kadını için ilk resmi çalışma alanı öğretmenlik olmuştur (Gökçimen, 2008: 10). Yaşanan bu yenilikler ve değişimler, kadının toplumsal hayat içerisinde iyi bir yurttaş, iyi bir anne ve iyi bir eş olabilmesi amacını taşımıştır (Tokuroğlu, 1991: 534). Ayrıca eğitim alanındaki bu düzenlemelerle birlikte kadınlar, ev dışına çıkabilme imkanı bulmuş ve toplumsal yapı içerisinde her açıdan değişmeye başlamışlardır.

İkinci Meşrutiyet ile birlikte oluşan düşünce özgürlüğü ortamında kadın meselesi de tartışılmıştır. Bu dönemde, kadının Osmanlı’da geçmişten beri devam eden gelenekselleşmiş hayat tarzının terk edilmesi gerektiği, kadın özgürlüklerinin genişletilmesi gerektiği gibi meseleler üzerinde durulmuştur. Osmanlı’da kadınlar, II.

Meşrutiyet’in oluşturduğu bu özgürlükçü ortamda Batıdaki feminizm akımına benzer bir kadın hareketini başlatmışlardır. Pek çok dergi ve gazete, ortaya çıkan ifade özgürlüğünün gelişmesi için önemli katkılarda bulunmuştur (Toprak, 1992: 230;

Caporal, 1982: 77). Bu dönemde kadın hareketlerinin hız kazanmasıyla çok sayıda kadın örgütleri kurulmuştur. Bu örgütlerin sayıları tam olarak bilinmese de tümünün de aynı alanda oluştukları ifade edilebilir. Bu örgütler; Osmanlı Kadınları Terakkiperver Cemiyeti, İttihat ve Terakki Kadınlar Şubesi, Teâli-i Nisvan Cemiyeti, Osmanlı Kadınları Şefkat Cemiyet-i Hayriyesi, Esirgeme Derneği, Osmanlı Cemiyeti Hayriye-i Nisvaniye, Teâli-i Vatan-ı Osmanî Hanımlar Cemiyeti, Müdafaa-i Hukuk-ı Nisvan Cemiyeti, Müdafaa-i Milliye Osmanlı Hanımlar Heyeti, Asker Ailelerine Yardımcı Hanımlar Cemiyeti, Kadınları Çalıştırma Cemiyet-i İslâmiyesi, Cemiyet-i Hayriye ve Hilâl-i Ahmer Kadınlar Cemiyeti olarak sıralanabilir. Türdeşlikten ve özdeşlikten yoksun olan Osmanlı toplumunda Anadolu’daki kadınla Rumeli’deki kadın, ortak gelenekler çerçevesi içinde olmamıştır. Gayrımüslimler için sorun çözülmüş olsa da asıl sorun, Türk-İslâm toplumları içerisinde sıkıntılar doğurmuştur. Sorunun en ağır yönleri,

105 mütareke dönemi ile birlikte en azından kent düzeyinde çözülmüştür (Tunaya, 1988:

476).

Sosyal gelişmenin her döneminde genellikle devlet idaresi ile aile arasında bir ilişki bulunmaktadır. Mutlakiyetle yönetilen bir devlette aile reisinin otoritesi de mutlak biçimde olacaktır. Ancak, devlet içerisinde hükümdarın mutlak yetkileri kaldırılınca;

aile içerisinde de babanın sahip olduğu mutlak egemenliğin kalkmış olması, doğal bir sonuçtur. Meşrutî bir yapıda babanın denetlenmesi de aile bireylerinin görev ve yetkileri arasında yer almıştır. Meşrutiyet, temsil aracılığıyla aile ile alakalı bu tarz yeni düşünceleri ortaya çıkarmakla kalmamış, aile hukukunu11 da yasalaştırarak işi düzenli mahkemelere teslim etmiştir. 8 Ekim 1917 tarihinde çıkarılan Aile Hukuku Kararnamesi’ne göre; devletin izni olmaksızın yapılacak evliliklerin geçersiz sayılacağı, kadının izin vermesi şartıyla erkeğin ikinci bir kadınla evlenebileceği hükme bağlanmıştır. Evlenme yaşı kadınlarda 17, erkeklerde 18 olarak saptanmıştır. Ayrıca erkekte bazı fizyolojik bozuklukların olması halinde, kadına boşanma hakkı tanınmıştır (Öztürk, 1991: 21).

II. Meşrutiyet’ten sonraki dönem, kadınlar ve aile ile ilgili ideolojinin gerçek ve kesin anlamda özgün bir şekle kavuştuğu dönem olmuştur. İdeolojik anlatımını II.

Meşrutiyet’in Türkçü akımlarında bulan Türk Milliyetçiliği, bu döneme kadar Batılılaşma ve İslam arasında sıkışan kadın ve aile tartışmalarına, yeni bazı unsurlar kazandırmıştır. İttihat ve Terakki Cemiyeti, bu ideolojiyi kendi aile politikalarının bir parçası yapabilmek adına atılımda bulunmuştur. 1917 Aile Hukuku Kararnamesi de bu politikanın bir çıktısı olmuştur. Bu durum, Osmanlı İmparatorluğu’nda yaşayan farklı milletlerin dini otoritelerince hazırlanan ve hepsinin de koruduğu aile hukukuna devletin ilk müdahalesi olmuştur (Kandiyoti, 2013: 191). Asıl kopuşun gerçekleşmesi ise, Tek Parti Dönemi’nde olmuş ve çalışmanın ilgili bölümünde ele alınmıştır.

Aile Hukuku Kararnamesi’nin çıkarılmasında ve içeriğinin şekillenmesinde, II.

Meşrutiyet döneminin üç önemli grubu olan Türkçüler, İslamcılar ve Batıcıların kadın meselesi üzerindeki görüşleri, konu ile alakalı yayın ve tartışmaları etkili olmuştur (Çapcıoğlu, 2011: 82). Göle’ye göre; ilerleyen dönemlerdeki Kemalist reformlar,

11Aile hukuku; evlenme, boşanma, aile reisliği, nafaka, nesep, vesayet, aile malları, akrabalık gibi konularla alakalı olup; aile üyelerinin karşılıklı hak ve yükümlülüklerini düzenleyen hukuka denir.

Öztürk, Hüseyin, “Türklerde Aile ve Ahlâk Telâkkileri”, Türk Aile Ansiklopedisi C. 1, TC. Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu Yayınları, Ankara 1991, s. 21.

106 temelinde bu dönemde ortaya çıkan düşünce akımlarını barındırmaktadır (Göle, 2011:

57). Osmanlı dönemi toplumsal cinsiyet düzeninin somut hali tartışılırken bu toplumu, gayrimüslüm Akdeniz toplumlarından farklı kılan kendine has özelliklerini de göz önünde bulundurmak gerekmektedir. Nihayetinde İslam dini, koca bir imparatorluğun idari ve hukuki yapısını şekillendirmiştir. Hatta, bu koca imparatorluk yıkılıp yeni devlet kurulduğunda, Osmanlı’nın cinsiyet düzeninden geriye bir şeyler, gelenek ve töre adı altında miras kalmıştır (Acar Savran, 2002: 271).