• Sonuç bulunamadı

I. BÖLÜM

2.1. Temel Sosyolojik Kavramlar

2.2.3. Sivas ve Kangal’da Türkmen Aleviler

Sivas, tarih boyunca hep 'uç'ta, sınır şehri veya sınırda bir şehir olmuştur. Anadolu’ya atfedilen 'kavimler kapısı' sözünü en çok hak eden yerlerden biri Sivas şehridir. Zira ilk çağlardan itibaren Ön Asya'da adı anılan, izine rastlanan tüm topluluklar, kavimler, uluslar ve tabii ki inançları, dinleri, adetleri ve töreleriyle Sivas'ta konup göçmüştür. Doğal olarak bu konup göçme, gelip geçme anlamında olmamıştır. Hemen her biri bir öncekine karşı egemenlik savaşı vermiştir. Devletler gelip geçerken, insanlar hayat kavgası vermiş, savaşlar onların üstünden geçmiştir. Her 'egemenlikle birlikte gelen inançlar, dinler, âdetler, gelenekler, töreler de bir öncekini silmeye uğraşmıştır. Böylece binlerce yılın uzantısında ilginç bir eklemler silsilesi oluşmuştur. Şehir, Anadolu coğrafyasının ortasında bulunması dolayısıyla hep çatışma alanında yer almıştır. Onun bu konumu, tarihte hem bir itibar, hem de bir ceza kaynağı olmuştur(Bozkuş, 2011: 267).

Fatih Sultan Mehmet 1476 yılında Karaman ilini kesin olarak aldıktan sonra Atçekenlilik adıyla yeni bir sistem geliştirdi Karaman ilinde yaşayan konargöçer aşiretlere Turgut-Bayburt-Eskiil arasındaki alanı bunlara tahsis etti. Bu aşiretler at yetiştirdiği için Atçekenli aşireti unvanı verildi. Atçekenli aşiretinin yaşadığı Turgut- Bayburt-Eski-il arasındaki bölgeye Arşiv kayıtlarında Eski-İl ismi ile geçer(Taşğın, 2013c:37). Halep bölgesinde yaşayan Türkmenler, Anadolu’ya ilk gelen Türkmen aşiretlerindendir. Önceleri Memlukler idaresinde yaşıyorlardı. Yavuz Sultan Selim, 1516-1518 yıllarında bu bölgeleri alınca aşiret Osmanlı idaresine geçti. Kalabalık bir aşiret olan Halepli Türkmenleri Osmanlılar yeni bir sisteme bağladılar. Bunlar Halep civarında kışlayacak, Sivas civarında yaylaya çıkacaklardı. Bu Türkmenler, hayatlarını hayvancılığa bağlı olarak devam ettirdikleri için yazın kendilerine tahsis edilmiş bu yaylak alanlarında, kışın ise daha sıcak bölgelere inmekteydiler. Bu Türkmen toplulukları sahip oldukları sürüleriyle birlikte Suriye, Halep ve Şam ile Uzunyayla arasında gidip gelmekteydiler. Bu Türkmenlere tahsis edilen yaylalara Yeni İl ismi verildi. Bu bölgede yaylaya çıkan Türkmen topluluklarına da Yeni İl Türkmenleri ismini verdiler(Bayar, 2007:31).

Yeni İl kazası, Sivas’ın güney kısmındaki geniş bölgeyi kaplıyordu. Kangal, Ulaş kazalarının tam güney bölümü, Divriği’nin batısı, Gürün’ün kuzeyi tatarlarını kapsayan büyük bir kaza idi, Uzunyayla Yeni İl kazası içinde kalmıştır. Bölgede konargöçer olarak bulunan Türkmen aşiretleri, hukuki bakımdan 1548 (H.955) tarihinde Üsküdar’daki Mihrimah Sultan Evkafı’na, 1583 (H. 991) tarihinden itibaren de yine Üsküdar’daki Nurbanu Sultan (Atik Valide Sultan) Evkafı’na bağlı olması nedeniyle önce Mihrimah sonra da Nurbanu Sultan reayası olmuşlardır. Atik Valide Sultan Vakıflarının Üsküdar’da bulunması nedeniyle bu bölgede bulunan Türkmenler, bazen Üsküdar Türkmeni ve bazen de Üsküdar Evi olarak ta isimlendirilmişlerdir. Yeni İl Türkmenleri hayvancılıkla uğraştıklarından her biri nahiye sınırları içerisinde belirlenmiş birer yaylak alanına sahiptiler (Şahin, 1980:155).

Baharın gelmesiyle birlikte Halep’ten koyun ve deve sürüleriyle birlikte yürüyüşe geçen Türkmen toplulukları, uzun, yorucu ve tehlikeli bir yolculuk serüveninden sonra Anadolu’nun uçsuz bucaksız yaylalarına kadar gelmekteydiler. Daha önceden belirlenmiş olan yaylak alanlarına cemaat cemaat, oba oba yerleşen Türkmenler, burada yeni bir hayat tarzına bürünerek yaşamlarını sonbahara kadar devam ettirmekteydiler. Türkmen gelenek, görenek ve yaşam tarzıyla Anadolu bozkırlarını canlandıran Türkmen boyları arasında “Dulkadirli” taifesine bağlı olan

“Cerid”, “Şam-Bayadı” ve “Ağça-Koyunlu” kabileleri ile “Yaban-eri” taifesine bağlı olan “Beğdili” kabilesi, “Anamaslu”, “Dokuz”, “Bayad”, Beğdilli, “Harbendelü”, Pehlivanlı, Pörnek, Reyhanlı, Bayındırlı, Boynu inceli gibi birçok konargöçer Türkmen aşiretleri bulunmaktaydı (Şahin,1980:158).

Sivas-Tokat çevresinde “Sıraç” adıyla bilinen Alevîler ve Sivas’ın Kangal ilçesindeki köylerde kağnı arabasının ağaçlarını yapan Alevîlere “Kağnıcı” denilmektedir (Eröz, 1977: 18). Rum (Sivas) eyaletinin muhtelif kazalarında Kızılbaş Halifelerin kaynaştığı nüzur ve sadakat toplanıp İran'a mütemadiyen tüccar vasfında adamların gidip geldiği ortaya çıkmıştı. Hatta bir Osmanlı vesikasında İran'dan Sivas'a yüz halife gönderildiği, bunların Kızılbaş akaidi ile ilgili kitaplar dağıttıkları, topladıkları paraları ticaret bahanesiyle İran'a naklettikleri kaydedilir (Kütükoğlu, 1962: 11-13). Sivas yöresinde, Köşe Yusuf adında Şam Bayadı Türkmenlerinden bir Kızılbaş halifesinin "Ben Şah İsmail’im" diyerek, halktan ve eşkıyadan bir kısım insanlarla Hacı Bektaş ocağında kurban kestiği (1577); Sivas'ın güneyindeki Yeni İl'e tabi Kemerli ve Pehlivanlı cemaatleriyle yaylağa çıktığı; Divriği Alay Beyi Ali'nin ve akrabalarının, İran Şahı’nın gayretini güttüğü; Şah İsmail’in paşmağını şifa diye halka tanıttığı; yanında 1593 tarihinde Rum (Sivas) Beylerbeyi Mehmet Paşa'ya yazılan bir hükümde, Rum halkının ekserisinin Kızılbaş olduğu, Kangal ve Ali pınarı ahalisinin çoğunun Kızılbaş olduğu, bunların İran'a muhabbet duydukları, bu yüzden bölgede daima "Celâlîler" çıktığı ve nezirlerini İran Şahına gönderdikleri bildirilmişti (Kütükoğlu: 200; Savaş, 2002: 27).

Safevî halifelerinin propagandaları bazen büyük kargaşa ve isyanlara sebep oluyordu. Şehzadelerin saltanat mücadelesi sırasında meydana gelen Şahkulu isyanı, Antalya'dan Sivas'a kadar olan bölgede büyük bir katliam ve tahribe sebep oldu. 1512 yılında Osmanlı tahtına Selim'in geçtiğini haber alan Şah İsmail, Rumlu (Sivas) Nur Ali Halifeyi, Anadolu'ya göndererek ona bu ülkedeki sofuları toplamasını emretti. Nur Ali Halife'ye Sivas, Amasya, Tokat bölgesi Türkmen Kızılbaşlarından üç dört bin evlik bir gurup katıldı. Sultan Ahmet ve oğullarının, Selim ile mücadeleye girmesini fırsat bilerek Sivas, Amasya, Çorum Kızılbaşlarını ayaklandırdı. Bu bölgede tedhiş havası estirmeğe başladılar. Birkaç sefer takip edildiyse de kuvvetleriyle Erzincan'a ulaşmayı başardı (Sümer, 1992: 35).

Safevî Devletinin kurulmasında ve halifelerinin faaliyetlerinde Sivas'taki Rumlu, Ustacalu, Şamlı, Çepnili Oymakları çok etkin rol üstlenmişlerdir (Sümer, 1992: 43-50).

Çaldıran savaşından önce Osmanlı-Safevî hududu, Sivas'a bağlı Su şehrinden geçiyordu. Osmanlı yöneticileri, Çaldıran savaşından önce İran'ın bölgede yürüttüğü propaganda faaliyetlerine karşı bir dizi tedbirler aldılar. Osmanlı tebaası, Kızılbaş halkı geniş bir tatbikata aldı. Hem Rafizî olup, hem de İran'la münasebeti olanlara idam, Rafızi (Alevi) olup da İran'la bağlantısı olmayanları Kıbrıs'a sürgün ettiler (Savaş: 24). Yavuz Sultan Selim Çaldıran savaşına gitmeden önce, içerdeki Alevilerin sorun olabileceğini düşünerek bir kısmını imha etti. Sivas dolaylarındaki Alevilerin büyük bir kısmı da kaçarak doğunun Dersim gibi sarp dağlarına sığınmışlardı (Fırat, 1961: 21).

Yavuz'la Şah İsmail arasında geçen ve İran Safevî şahının hezimetiyle sonuçlanan İran-Osmanlı mücadeleleri bu iki hükümdarın ölümlerinden sonra yeniden canlanmış ve XVI. asır boyunca sürüp gitmiştir. Yalnız ikinci mücadele safhası birinciden biraz daha farklıdır. Yavuz'la Şah İsmail arasında olduğu gibi kati neticeli büyük bir mücadele yerine bu sefer uzun yıllar süren sinsi ve müzmin bir mücadele görünüyor (Gölpınarlı, 1943: 71). XVI. yüzyılın ikinci yarısından XVII. yüzyılın birinci yarısı Alevî Türklerinin, Anadolu Alevîlerinin şahlara nasıl kuvvetli bir şekilde bağlı olduklarını gösteriyor (Gölpınarlı, 1943: 77).

Pir Sultan Abdal'ın XVI. yüzyıl Alevi hareketinin sembolleşmiş bir ismi olması Sivas Alevilerinin Osmanlı-İran mücadelesinde oynadıkları rolün kuvvetli bir göstergesidir. XVI. yüzyıldaki Osmanlı-İran mücadelesi Osmanlıların galip çıkmasıyla sonuçlanmıştı. Fakat Anadolu’nun içlerindeki Safevi uzantıları değişik şekillerde, değişik zamanlarda tekrar kendini göstermiştir. Yavuz'un Mısır seferine çıktığı vakit Bozok Türkmenlerinden Şeyh Celal, Alevi kitleyi toplayarak Tokat'ın Turhal ilçesine kadar gelir. Orada bir mağaraya çekilir ve Mehdi'yi beklediğini iddia eder. Şeyh Celal'in Kızılırmak ve Yeşilırmak arasında (yani tam Eyaleti Rum-Sivas yöresinde) 20.000'i aşkın insanı kendisine bağladığı "Şeyh Veli" olarak anıldığı kaydedilmektedir. Şehsuvaroğlu Ali Bey, Şeyh Celal’i yakalayıp öldürür. Bu ayaklanmadan sonra Anadolu'daki her kitlesel hareket "Celali" isyanı olarak adlandırılır (Sümer, 1992: 75). Daha sonra ortaya çıkan Kalender Çelebi ayaklanması ve Kalender Çelebi’nin Sivas'tan geçerken Meymun adında bir eşkıya başıyla İran'a gitmesi ve Şah Abbas tarafından saygıyla karşılanması (1603), ayaklanmaların aynı amaçlı olduğunun göstergesi olabilir (Sümer, 1992: 77). Celalî adıyla anılan asi zümreler arasında meşhurlarından biri de Karayazıcı idi. Karayazıcı Sivas eyaletine bağlı sancaklarda mütesellim idi (Akdağ, 1975: 388).

Bilhassa nüfus artışı sebebi ile geçim sıkıntısı çeken Anadolu Türk köylüsüne mensup gençlerin birçoğu medreselere giderken, birçoğu da toprağı bırakıp bulunduğu yerden ayrılıyordu. Çiftbozan denilen bu gençlerin birçoğu bozgunculuk yapıyorlardı. XVI. asırdan itibaren meydana gelen içtimai buhranlar Türkiye'nin birçok yerlerini harap bir hale getirmişti. Celali isyanları ve onun bir devamı mahiyetinde olan Levend, Saruca, Sekban olarak isimlendirilen hareketler, fasılalara rağmen devam ediyordu. Çiftçinin büyük çoğunluğunu köyden uzaklaştırdıktan sonra bu guruplar saldırılarını şehirlere çevirmişlerdi. Anadolu halkı Sekban ve Saruca’dan son derece huzursuz olmuş ve nefret etmişti ki, onların hükümet tarafından imha edilmesini bekliyordu. Halk, ailesini arkada bırakıp sefere dahi gidemiyordu. Celalî isyanları en büyük tahribatı Sivas, Halep, Şam ve Urfa'da yapmış, buralar harap olmuştu. Devlet çare bulamayınca Sivas, Maraş, Erzurum ve sair memleketlerin halkı Kars, Diyadin, Gürcistan beylerinin eyaletlerine göç etmişlerdi. Sivas halkının göç sebebi sadece Celali ayaklanmaları değildi. 1634-35'te IV. Murat Revan seferine giderken Sivas halkı "Nüfusumuz az; memleketimiz de harap olduğu halde, vergi taleplerinin arkası kesilmiyor. Memleketimiz halkının çoğu İstanbul ve dolaylarına gidip yerleşmiştir. Az sayıda olan bizler, vergi taleplerine dayanamıyoruz. "Ya onlar dönsün, ya da biz de gideceğiz!" deyince, Padişah damadı İbrahim Paşa'ya "yüz ve elli seneden beri Anadolu'dan gelmiş olanların derhal geri gönderilmelerini emretmişti" (Orhonlu, 1987: 45;Halaçoğlu, 1988: 35) Ayrıca Sivas'tan zulümden dolayı Ankara'ya göçenleri tekrar Sivas'a döndürmek için Bıyıklı Veli adında mukataa emiri görevlendirilmişti (Akdağ, 1975: 399). Bu olaylar XVI. yüzyılda Sivas halkının siyasi ve sosyal problemlerden dolayı oraya buraya dağılmış olduğunu gösteriyor.

Anadolu’da XVI. ve XVII. yüz yıllarda İran'dan gelen Şiî-Safevî Daîlerin destek ve tertipleriyle başlayıp bölgedeki idarecilerin, bilhassa vergi konusundaki uygulamalarıyla artan isyanlar, Sivas'ın her açıdan geri kalmasında büyük rol oynamıştır. Bu dönemde Sivas ve çevresinde propaganda yürüten Daîler eliyle, İran'dan hilafetnameler getirilerek yeni halifeler tayin edilmiş olup toplanan adak ve nezirler de Şah'a gönderilmiştir. Bu propaganda, özellikle Osmanlı'nın Avrupa'ya yaptığı askeri seferler esnasında daha da hızlanmıştır. Bu bağlamda İran'dan, Çorum, Kastamonu, Sivas vb. şehirlere gelen Daîler, 'Şahı seven şimdi malum olur.' diyerek, halkı isyana teşvik etmişlerdir. Böylece Şah, bölgedeki Safevi yanlısı halk üzerinde siyasî ve bilhassa dinî/mezhebî hâkimiyet kurmuştur. Öyle ki, Şah'ın bir sarı yaşmağı

'doğurmayan kadınlara şifadır' sloganı ile köy köy dolaştırılmıştır. Halk, bir şeyi yeminle doğrulatmak için 'Şah'ın başına' diye yemin etmiştir. Birine iyilik temenni edildiğinde 'Şah arzunu yerine getirsin, kalbindeki dileği ihsan etsin' diye dilekte bulunulmuştur. Yine 'Şah Beg' adındaki Safevi yanlısı/Kızılbaş bir Osmanlı sipahisi, İran seferine gitmemesi ve bu sebeple tımarının kesilmesi üzerine, Şah'ı kastederek, 'Kızılbaş neslidir, ona kılıç çeken Müslim değildir.' diyerek tavrını ortaya koymuştur. Bu yaşananlar, Şah'ın manevi otoritesinin bölgede ulaştığı boyutları göstermektedir. Yine Şah, çevresinde siyasî bir güç oluşturmak için, Anadolu'ya elçiler göndermiştir. Bu elçiler eliyle 'Safevilerin adaletli oldukları, dirlikleri yararlı ve yiğit kimselere verdikleri' şeklinde propaganda yaptırmış, bunun üzerine Anadolu'da geçim zorluğu çeken insanlar mallarını yok bahaya satarak, zahirde inanç gayreti, gerçekte ise yeni bir ekmek kapısı umuduyla kitleler halinde İran'a gitmişlerdir(Akdağ, 1995: 115;Savaş, 2002: 156-158).

XVI. yüzyılda halkı buhrana sokan Celali ve Sekban faaliyetleri XVII. yüzyılda yerini Vali savaşlarına bırakır. XVII. yüzyılda Erzurum beylerbeyi iken Sivas beylerbeyliğine atanan Abaza Mehmet Paşa, bunu kabul etmeyerek yeniçerilere karşı isyan eder. Bu karışıklık birkaç yıl sürer. Yeniçerilerden rahatsız olan Kayseri ve Sivas dolaylarındaki Türkmen halkın birçoğu Abaza Mehmet Paşanın saflarına geçer (Uzunçarşılı: 153). Yine 1647’de Sivas Valisi Vardar Ali Paşanın iyi niyetine rağmen Padişah tarafından azli, onun isyanına sebep olur. O da çevresine kalabalık halk kitlelerini toplamayı başarır (Uzunçarşılı: 152). Bu yıllar Osmanlının merkezinde de durum farklı değildir. Yeniçeri ve Sipahi ayaklanmalarıyla Osmanlı çalkalanmaktadır. Bu olayların hepsi Sivas’ta büyük nüfus kaybına sebep olmuştur (Coşkun, 1995: 86).

XV. yüzyılda Osmanlılar zamanında Sivas ve Anadolu’nun diğer birçok şehrinde Hurûfilik de yaygınlaşmaya başlamış ve Hurûfîliğe mensup olan büyük şair Nesîmî, özellikle Bektaşiler, Kızılbaşlar ve diğer heterodoks zümreler arasında çok fazla rağbet görmüştür (Günay ve Güngör, 1998: 404-405;Ocak, 1998: 132).

Hiç şüphesiz XVI. Yüzyılda Sivas’ta yaşadığı halde döneme damgasını vuran zatlardan birisi de Ali Baba olmuştur. Ali Baba’nın kimliği ve tarikatı net olmamakla beraber konuyu araştıran Saim Savaş; Kadirî-Nakşibendî, Mevlevî-Rufaî, Alevî-Bektâşî olabileceği ihtimallerini de tartışarak Horasan Melâmetîliğine bağlı bir Kalenderî Şeyhi iken, Osmanlı Devletinin politikasıyla Sünnî bir kimlik edindiğini iddia etmektedir

(Savaş (a): 64;Savaş(b): 22). Hatta Ali Baba’nın torunu Küçük Ali Baba’nın IV. Murat ile beraber Revan Seferine katıldığı bilinmektedir (Savaş: 49).

Sivas’ı 1635 yılında ziyaret ettiği sanılan Kâtip Çelebi : “Fars ve Yunan ve Rum’dan sonra ehl-i İslamın zuhurundan sonra bu semtleri Hulefayı Abbasiyye gâh istila ve gâh garet edüp ve ol asırda Cafer Battal Gazi (Demir ve Özen, 1996: 58) Sivas’ı kâfir elinden aldı ve dâr’ül İslam eyledi. Bu eyalet ehl-i İslam’dan ekser Türkmen ve Türk ve Rum’dur ve mezhepleri Hanefî’dir ve bazı yerlerinde gizli Rafizî taifesi vardır. Kefere dahi vardır. Amma ekseri Ermenilerdir.” diyerek Sivas’ın Battal Gazi tarafından fethedildiğini, halkının çoğunluğunun Müslüman Türk, Ermeni ve Rumlardan oluştuğunu ve Müslümanların çoğunluğunun ise Hanefî bir kısmının da Rafizîler’den oluştuğunu söylemektedir (Çelebi ve Mahiroğulları, 2001: 23-28).

XVII. yüzyılda Sivas'ın bu umumi manzarasından sonra Sivas'ta yaşayan topluluklara bir göz atacak olursak, Osmanlı döneminde ve daha önce Sivas ve dolaylarında yaşayan toplulukların hepsini öğrenme imkânımız yoktur. Çünkü Mühimme defterlerine ve kitaplara ancak sorun olan cemaat ve gurupların kaydı geçmiştir. Ahmet Refik'in kitabından öğrendiğimiz kadarıyla XVI. asırda Sivas'ın güneyinde Yeni İl ve Halep mukataasına tabi Afşar Türkmeni, İmir, Abdal, Şam Bayadı, Kızıltürk, Akça Koyunlu, Çiçlü Türk, Burak, Beydili, Receplü, Yörmük, Oturak, Bahadırlı, Çepnili, Musacalu, Pehlivanlı, Kılıçlu Türkmen aşiretleri mevcuttu. Ayrıca Yeni haslarına tabi olan Türkmenlerden Mamalu, Karakoyunlu, Çeldiklü, Bozlu, Şampiyadeleri, Arablu, Kara Kocalar, Cirudlu, Avşar, Kızıklı cemaatleri, yazın Sivas dolaylarına gelip yaylayıp kışın Şam dolaylarında ikamet ediyorlardı(Refik, 1969: 10; Sümer, 1972: 173). 1691 yılında İlbeylü, Kabasakallu, Tuğlu, Demircili, Karacalı namındaki yörük taifesi Kiksava mevkiinden Kızılırmak’a kadar olan mevkie iskân edilmişti. İlbeyli Oymağı Sivas'ın batı ve kuzey doğu taraflarında yaşayan Ulu-Yörük teşekkülünün Ortapâre koluna mensuptu. İlbeğliler bugün hâla yerleştikleri yerde tamamen toprağa bağlı olarak adlarını muhafaza ederek yaşamaktadırlar (Sümer, 1972: 192).

Yeni İl’e ait 1548 tarihli tahrirde, Yeni İl Türkmenlerini teşkil eden cemaatler sayısının 68 olduğu, bunlardan 55’inin “Dulkadirli” tâifesinden ve 11’inin “Yabaneri” yani “Halep Türkmenleri” tâifesinden olduğu belirtilmiştir. 1583 tarihli defterde ise, Yeni İl Türkmenlerini meydana getiren cemaatlerin sayısı 190 olup, bunların 149’unun “Dulkadirli”, tâifesine ve 37’sinin “Yaban-eri” tâifesine tabi bulunduğu kaydedilmiştir.

1597 tarihli tahrirde, Yeni İl’de bulunan cemaatlerin sayısının 25 olduğu ve bunun 162’sinın “Dulkadirli” ve 3’ünün de “Yaban-eri” taifesine tabi bulunduğu belirtilmiştir. Yeni İl Türkmenlerinin büyük bir kısmı, “Dulkadirli” ve “Yaban-eri” taifesine mensup cemaatlerden meydana gelmekteydi. Tâifelere bağlı kabilelerin önemlilerini, 1548’de “Dulkadirli” taifesine bağlı olan “Cerid”, “Şam-Bayadı” ve “Ağçakoyunlu” kabileleri ile, “Yaban-eri” taifesine bağlı olan “Beğdili” kabilesi, 1583’de ise, “Dulkadirli” taifesine tabi olan “Ağça-Koyunlu”, “Anamaslu”, “Dokuz”, “Afşar”, ve “Cerid” kabileleri ile, “Yabaneri” taifesine bağlı olan, “Beğdili”, “Bayad” ve “Afşar” kabileleri teşkil etmekteydi (Şahin, 1980: 150-154). XVI. yüzyılda Şam-Bayatlarından Hızırlu, Kızıl, Donlu, Şeyhlü, Şarklu, Karacakoyunlu vb. isimlerle tesmiye edilen cemaatlerin varlığını F. Sümer de aktarmaktadır (Sümer: 373-398).

Sivas'ın batı ve kuzeydoğu taraflarında yaşayan Ulu Yörük cemaati başlıca İlbeğlü, Çepni, Kulaguzlu, Akkuzulu, Aksalur, Tatlu, Gerâmpa, Gökçelü, Çongar, Bollu, Çapanlu, İkizlu, Ustacalu, Karafakılı guruplarından müteşekkildi (Sümer, 1972: 175;Halaçoğlu: 26).

XVII. yüzyılda Kınıkların Sivas'ta Aralık Evi adlı bir yerde yaşadıkları biliniyor. Sivas'ın Zara kazasında Dodurga adında bir Oğuz boyunun yaşadığı biliniyor (Sümer, 1972: 228). Ayrıca 1729 yılında Sivas eyaletinde Kangal ve Hasan Çelebi arasında bulunan Alacahan'ın yeniden imarı sırasında, Dedüşlü, Salmanlu, Çokşurutlu, Ayıbasanlu ve Sofular cemaatleri iskân edilmişti (Refik, 1969: 193;Halaçoğlu: 131). Anadolu'da ve Sivas’taki Beydili ve Çepni Aşiretlerinin bir kısım oymakları Alevidir (Birdoğan, 1981: 90-97).

XVIII. Asrın sonlarında, mülkün temeli olan adalet, ancak gönderilen emir ve fermanlarda kalmıştı denilse herhalde fazla mübalağa edilmiş olunmaz. Sicillere kaydedilen vesikalardan, toplumda düzen ve asayişin önemli ölçüde bozulduğu anlaşılmaktadır. Yapılan haksızlık ve zulümleri anlatan yüzlerce dilekçe sicilleri kaydedilmiştir. O dönemde halka eziyet edenleri 3 ana grupta toplamak mümkündür; 1- İdari, adli ve askeri kesim, 2- Göçebe aşiretler, 3-Bir takım zorba kimseler ve eşkıya gruplarıdır (Savaş, 1991: 41). 1675 tarihli şikâyet defterinde de Sivas’tan benzer şikâyetler kaydedilmiştir (Yüksel, 1992: 49). Sicillerde kaydedilen tabire göre, Sivas bölgesi “eşkıya yatağı” haline gelmiştir. Bunun neticesinde ticari hayatın felce uğramasının yanı sıra normal hayatı da devam ettirmek bile çok güçleşmiştir. Sivas ve çevresinde bulunan Rişvan Aşireti, yaylaklarına giderlerken hayvanlarını reayanın

ekinlerinde otlatıyorlar, dönüşlerinde ise reayanın elinde kalan mahsulü harmandan zorla develere yükleyip götürüyorlardı. Bu şekilde reayanın mallarına zarar verildikten başka, birçoğunu zorla öldürüyorlardı. Rişvan Aşiretinden başka, Şeyburnu Aşireti de eşkıyalık yapan büyük aşiretlerden birisidir. Bu aşiretlere Telganlı, Mülükanlı, Mandillü ve Milli aşiretlerini de ekleyebiliriz (Savaş: 44-45).

2.3. Alevilikle İlgili Temel Kavramlar