• Sonuç bulunamadı

I. BÖLÜM

2.3. Alevilikle İlgili Temel Kavramlar

Dede, Alevî-Kızılbaş köylerinde cemaatin dinî önderidir. Dedeler, Türkiye’nin belli yerlerindeki ocaklara bağlıdırlar ve her yıl düzenli olarak kendilerine bağlı olan köyleri gezer, anlaşmazlıkları çözer ve dayanışmayı arttırırlar (Fığlalı, 1991: 313). Alevî topluluğunda dedenin statüsü üst düzeydedir ve hâkimi mutlaktır. Dedeler; genellikle

seçimle değil, silsile takip edilerek dede olurlar. Bu da Hz. Peygambere kadar uzanır. Bu nedenle dedeler bir anlamda seyyittirler (Türkdoğan, 1995: 493). Alevîliği günümüze taşıyan köprülerden biri olan dedeler, eğitim seviyeleri ne olursa olsun tarih boyunca bilgi ve kapasiteleri çapında geleneklerine uygun olarak faaliyet göstermişlerdir.

Dedelerin topluma verdikleri hizmetler şöyle sayılmıştır: a) Alevî inancını yaşatmak ve yeni kuşaklara aktarmak, b) Toplumda sulh ve sükûnu sağlamak,

c) Hak sahibinin hakkını aramak,

d) Her türlü ihtilafı en kısa zamanda halletmek, e) Toplumu irşat ederek yolu, erkânı öğretmek.

Bugün dedeler bu hizmetleri, çok düşük bir düzeyde de olsa kırsal kesimde devam ettirmekle beraber, kentlerde bazı istisnaları bir tarafa, neredeyse hiçbirini gerçekleştirememektedirler. 1959-60’lardan sonra yaşanan iç göçlerin toplum yapısında meydana getirdiği değişiklikler, dedeleri ve dedelik kurumunu olumsuz yönde etkilemiştir. Onlar, farklı dinî anlayışa mensup çevrelerle iç içe yaşamaya başlayan ve kent hayatının ekonomik ve sosyal şartlarına adapte olma sürecine giren toplumda eski fonksiyonlarını icra edemez olmuşlardır (Üzüm, 1997: 146).

2.3.2. Musâhiplik

Musâhip olmak demek, iki şahsın kardeş olması demektir (Türkdoğan,1995: 471). Kızılbaş topluluklarında ise, her şeyden önce Alevî bir ana-babadan doğmuş olmanın yanında ancak evlendikten ve kendilerine “Musâhip” olarak başka bir evli çift bulduktan sonra topluluğun tam anlamıyla ve resmen mensubu olabilirler. Bu dört kişilik iki aile Alevî cemaatinin çekirdeğini teşkil eder ve birbirlerine kardeş sayılırlar. Buna “ahiret kardeşliği” denir. Anlaşıldığına göre bu hem dünya, hem de ahiret kardeşliğidir (Fığlalı: 314). Gerçekte, Alevî teolojisinde dayanışmayı sağlayan Musâhiplik olgusudur. Alevî töresince bu Musâhiplik, iki inananın kıyamete kadar sürüp giden kardeşliğidir.

Bu ahiret kardeşliğine “sağdıç” da denmektedir. Musâhip andı yapmış kişiler, ”Ali Muhammed” tarikatına ve yoluna girmiş sayılırlar. Musâhiplik, bir bakıma topluma giriş (initiation) töresidir(Türkdoğan, 1995: 76). Dinî-sosyal bir kurum olan Musâhiplik yardımlaşma esasına dayanır. Aynı zamanda Bektâşîlik denilen kurumun resmi üyesi olabilmenin ilk adımıdır. İntisap, Musâhiplikle birlikte olduğundan talip iki kuruma birden girmiş olur. Musâhip olmakla birlikte Bektâşîliğe giren birey, toplumun doğal üyesi olmaktan çıkmış, resmi üyesi olmuştur. Bu kurum “doğal grup”la “dinî grup”un özdeşleşmesini sağlamaktadır (Soyyer, 1996: 105).

Bugün Musâhiplik, kırsal kesimde bir dereceye kadar devam etmekte ise de kent hayatında tarihe karışmak üzeredir. Göç öncesi yerleşim merkezlerinde Musâhip olmuş kimselerin çoğu, büyük şehirlerde musahibini unutmuş ve Musâhip hukukunu dikkate almamıştır. Kentlerde yetişen kuşak ise Musâhip akdi yapmaksızın hayatını sürdürmektedir (Üzüm: 114).

2.3.3. Düşkünlük

Düşkünlük kurumu, Alevî toplumunun ahlaki yapısının korunmasının sağlayan güçlü bir mekanizmadır. Düşkünlük, suçun çeşidine göre kategorileşir, Cem’e alınmazlar, ilişkilerde dışlanırlar. Benzeri töre Bektâşîlerde de vardır. Bektâşîlikte ağır suç denilen büyük günah işleyenler, ayinlere alınmazlar. Bunlar; daha ziyade cinayet, zina, livatâ, hırsızlık ve herhangi bir suçu olmadan karısını boşamak gibi fiillerdir. Bu suçlardan birini işleyen kimse, suçlu (ikrarını bozmuş) kabul edilir. Düşkün olanlar, cezalı oldukları süre içinde ayin ve erkânlara alınmazlar. Kimse kendileriyle konuşmaz, yanına varmaz. Kısacası düşkünlük, bir çeşit toplumsal aforoz anlamını taşır (Türkdoğan,1995: 61).

Üç Sünnet-Yedi farzın her birini yerine getirmeyen için ayrı ayrı “düşkünlük” cezaları vardır (Fığlalı: 374). Daha sonra yargı yapılır; Yargı Cemi; suçlarını itiraf edenlerin suçlarına göre ceza verilir. Adam öldüren ve zina yapan kesinlikle topluma kabul edilmez. Onlarla hanımı dahi ilişkisini keser. Köydeyse ineği sürüye katılmaz. Ateş, tuz vb. şeyler dahi verilmez. Yani ekonomik ve psikolojik müeyyide uygulanır. Suçluların hepsine “düşkün” denir (Coşkun, 1996: 40).Düşkünlük bazı hallerde yedi yıl sürer. 7 yıl sonra cezası biter. Eğer pişmanlık duyar, af dilerse dedeyle beraber bir kurban keser ve herkese dağıtır. Böylece cezası biter. Ama yine de cemaate tam karışamaz (Türkdoğan,1995: 510).

2.3.4. Cem ve Cem Evi

Cem adı verilen ayinler, Alevîliğin en önemli kurumlarındandır. Cem, “toplamak, topluluk, toplantı, cemiyet” demektir. Buna göre Ayin-i Cem, toplantı töresi, cem âdeti, cem töreni bir araya gelme yolu anlamına gelir (Fığlalı: 326). Mehmet Eröz’e göre “ Cem; Kızılbaş cemiyeti töre, yol, erkân prensipleri ve müeyyidelerine göre teşkilatlanmış; dayanışmaya, sevgiye, saygıya ve disipline dayanan bir cemiyettir. Vaktiyle göçebe halinde yaşayan, bugün yerleşik köy ve ziraat hayatına geçmiş bulunan bu topluluklar, Sünnî köylerine karşı büsbütün içlerine kapanmış, dayanışması çok kuvvetli kapalı cemaatler haline gelmişlerdir. Son yıllarda ise, bu toplulukların şaşırtıcı bir değişikliğe uğradığı, inanç ve müesseslerinin sarsıldığı gözden kaçmamaktadır. Bu hal; şehirlerle teması daha fazla olan, yüksek tahsil yapanları çok olan, ideolojilerin tesirine kapılan köylerde görülmektedir. Buralarda dedelerin otoritesi sarsılmış, töreye dayanan yarı dinî mertebe, müessese ve törenler yıkılmaya yüz tutmuştur. Fakat, Kızılbaş-Alevî cemaatlerinin çoğunun hala eski töreyi – yolu devam ettirdiklerini, sürek sürdüklerini söyleyebiliriz” (Eröz,1977:104; Fığlalı: 327-328).

Cem evi: Alevilerin ibadet ettiği yere, secde edilen yer, toplanma anlamında “Cem Evi” denir. Cem evi Alevi İslam inancının ibadet yeridir. Cem erkânının yapıldığı yerdir. Buraya İbadet Meydanı, Erenler meydanı, Kırklar meydanı da derler. Aleviler yüzyıllarca ibadetleri olan cemleri köyün veya yerleşmenin en büyük evinde yapmışlardır. Evlerin dışında ibadetlerini açık bulundukları sürece tekke ve dergâhlar ile son yıllarda cem evlerinde yapmaya çalışmışlardır(Rençber, 2008:21).

Cem ayini ve Alevî inanç ve geleneklerinin otuz yıl önceki durumunu bu cümlelerle dile getirirken, “Günümüz Alevîliği” isimli Türkiye çapında bir araştırma yapan İlyas Üzüm, bugünkü durumu şöyle dile getiriyor. “Belirtmek gerekir ki aradan

geçen zaman içinde bu süreç daha da hızlanmış, özellikle büyük şehirlerde Alevî geleneklerinin önemli bir kısmı terk edilmiştir. Bunların başında da cem ayinleri gelmektedir. Kırsal kesimde cem ayinleri ciddi bir zayıflamaya maruz kalmış olsa da bir dereceye kadar varlığını sürdürmüştür. Ancak kırsal alandan göç edip İstanbul, Ankara, İzmir gibi kentlere gelen topluluklar sosyal ve ekonomik problemler içinde cemleri, on iki hizmeti ve öteki erkânı bir kenara bırakmışlardır. Benzer sebeplerle kendileri gibi göç eden ve aynı sosyal ve ekonomik problemlerle karşılaşan Sünnî gruplar, kısmen zayıflayarak da olsa dinî inanış ve geleneklerini korurken, Alevîler fark edilir bir ilgisizlik içinde olagelmişlerdir”(Üzüm1997:111).

II. BÖLÜM

ARAŞTIRMA ALANININ SOSYO-KÜLTÜREL YAPISI