• Sonuç bulunamadı

2. ŞÖHRET KÜLTÜRÜ VE MEDYA İLİŞKİSİ

2.6. Sinema ve Şöhret Kültürü

Şöhretin sahnelenmesi ve toplumda öne çıkışının fotoğrafın icadıyla başladığı öne sürülmektedir. Kamusal imge topluma sunulan yüzün yüceltilmesi ve yayılmasında önemli görülmektedir (Rojek, 2003:131). 24 kare fotoğrafın artarda dizilimiyle hareketli fotoğraf icat edilmiş ve bu buluş kameranın ardından da sinemanın doğuşuna imkan sağlamıştır. Edison’un kamerayı icad etmesinden çok Lumierre kardeşlerin sinematografiyi buluşu sinemanın miladı olarak kabul edilmektedir. Sinema tarihinin ilk filmi, Lumierre kardeşlerin çektiği fabrika çıkışı paydos eden işçilerin oluşturduğu görüntüler olarak tarihe geçmiştir. Daha sonra bir trenin gara girişini çeken Lumierre kardeşler filmi gösterime sunduklarında izleyiciler korkmuşlardır. Trenin üstlerine doğru geldiğini düşünerek telaşa kapılmış ve salonu terk etmişlerdir. Sinemanın doğuşunda Lumierre kardeşlerin

çekmiş olduğu görüntülerde şöhret yaratma kaygısı olmadan günlük yaşamdan görüntüler elde edilmiştir.

Sinema ve şöhret ilişkisi sinemanın ticarileşmesi ile daha da belirgin hale gelmiştir. Sinema, şöhret kültürü açısından son derece önemli bir kitle iletişim aracı konumundadır. Özellikle kurumsallaştığı Hollywood ürünü ‘yıldız sistemi’ ile şöhret odaklı bir yayılım politikası benimsemiş ve uzun yıllar boyunca hem kim- lerin şöhret olacağı noktasında belirleyici olmuş, hem de halk ile şöhretleri bu - luşturan en etkili araç konumuna yükselmiştir. Hollywood’da, daha henüz 1920’lerde filmlere esas parayı sağlayan gişe başarısının yıldızların başarısına bağlı olduğu anlaşılmış ve yıldızlara dayalı bir sistem, yeni bir yapımcı kuşağının elinde devreye sokulmuştur. Kısacası ‘yıldız sistemi’ olarak adlandırılan bu yeni düzende, yıldızlarla uzun süreli anlaşmalar imzalanmış ve şöhretler sıkı bir şekilde denetlenmiştir. Tüm dünyada sinema, yıldız üreten ve kahramanlarını mitleştiren görünümü ile şöhret kültüründe çok özel bir yere sahip olmuştur. Türkiye’de de Ayhan Işık’tan Türkan Şoray’a, Kemal Sunal’dan Cahide Sonku’ya varıncaya değin pek çok ünlü, sinema sayesinde şöhret olmuştur (Arık, 2013:99-100).

Sinema ile üretilen şöhret ilişkisini anlamak için Amerikan sinemasındaki Hollywood yıldız sistemine bakmak anlamlı olacaktır. Amerikan sinemasında ilk şöhret olarak Marry Pickford çocuk kadın karakterleriyle ün kazanmıştır. O dönemde Pickford imajıyla bütünleşmiş olan bu kadın-çocuk tiplemelerinin Amerikan ekonomisiyle doğrudan ilişkisi vardır. Değerlerin ve yaşam tarzlarının hızla değişmekte olduğu bir dönemde, rekabetçi ekonomik düzen içinde güvensizlik duyan orta sınıf ve alt sınıf üyeleri, bu filmlerde huzur buluyordu. Melodram türü içinde sorunların basit yollarla çözülmesi, çocuk-kadınların yetişkinler dünyasına masumane yaklaşımları, kaçışçı fantezi arayışlarını beslemekteydi (Prigozy, 1980:198-199). Pickford hayranları, onun çok iyi rol yaptığını düşünüyorlardı. Dergilerdeki hayran yorumları şöyle diyordu: “Mary Pickford bir harika, yaptığına sadece oyunculuk demek mümkün değil. Sahnenin ötesine geçiyor. Canlandırdığı karakterler sanki gerçek. Kameraya direkt olarak bakmıyor, onun bu doğal ve zarif tarzıyla kendine has bir havası var” (Barbas, 2001:40-41). Pickford’la birlikte oyunculuğun niteliği de değişmiş daha doğal abartıdan uzak ve gerçeğe yakın oyunculuklar sergilenmeye başlanmıştır. Oyuncular tıpkı Umberto Eco ve Jean

Boudrillard tarafından geliştirilen hiper gerçeklik kavramındaki gibi gerçekten daha gerçek bir dünyayı canlandırmaya çalışmışlardır. Kapitalizme özgü bir kurum olan yıldız sistemi, Amerika’da başlayıp hızla diğer ülkelere de yayılmıştır. Sinemanın kitlesel bir eğlence aracına dönüşmesi, oyuncuyu yıldızlaştırarak, pazarda meta değeri olan bir ürün haline getirmiştir. İzleyici gözünde yıldız, bir oyuncunun çok ötesinde, giyimi, konuşması, yaşam biçimi ile bir ikon haline gelmiştir. İzleyicinin özlemini çektiği şeylerin de bir sembolü olmaya başlamıştır (Koncavar, 2000:75). Hollywood tarzı sinema bir tür ve yıldız sistemi olarak diğer ülkelerdeki sinema sektörüne de yansımış ve katkı sağlamıştır.

Birinci Dünya Savaşı boyunca Türkiye’de sinema adına sürdürülen çalışmalar, savaş koşulları nedeniyle Ordu bünyesinde yürütülmüştür. Bu dönemde, Ordu Film Dairesi’nin oluşturulması ile birlikte, savaşla ilgili, Başkomutanı ya da Padişahı konu alan belgeseller çekilmiştir. Tiyatrocular dönemi olarak adlandırılan 1922-1939 yılları arasında Muhsin Ertuğrul Türk sinemasında yapımcı, yönetmen, senarist ve oyuncu olarak hizmet vermiştir. 17 yıl boyunca birçok eser veren Ertuğrul, 1934 yılından sonra kendi hesabına çalışmaya başlamıştır. ‘Aysel, Bataklı Damın Kızı’ adlı filminde Bursa’nın Çalıköy sakinlerinin figüranlık yapmışlarıdır, aynı zamanda Türk sinemasında Cahide Sonku efsanesinin de başlangıcı da bu film olarak bilinmektedir (www.arsiv.ntv.com.tr). 40’lı yıllardan itibaren bir tür geçiş dönemine giren Türk sineması tiyatronun hâkimiyetinden sıyrılmaya başlamıştır. Bu dönemde üretilen filmler daha sonra gelecek Sinemacılar Dönemi için bir ön hazırlık olmuştur. Yeşilçam sineması melodramın gücüyle kendi yıldız oyuncularını ve formüllerini yaratırken, seri üretime geçilince bazı seneler 300’ü aşan film sayılarına ulaşılmıştır Türkiye’nin de içine girdiği ekonomik gelişme trendi, halkın yaşam standartlarında ve tarzında önemli bir değişim sürecini de beraberinde getirmiştir. Bir ‘eğlenme biçimi’ olarak sinema da bu değişimden payını almış ve kitlelerin gündelik yaşam kültürünün giderek ağırlığı artan bir parçası haline gelmiştir.

Sinemacılar dönemi 1952-1963 yılları arasında Lütfi Ömer Akad’ın önderliğinde ortaya çıkmıştır. Dönemin, önemli isimlerinden Lütfi Ö. Akad’ın yanısıra Metin Erksan, Atıf Yılmaz Batıbeki, Osman Fahir Seden ve Memduh Ün gibi isimler öne çıkmıştır (arsiv.ntv.com.tr). Sinemacılar döneminde yapılan her

film şöhret üretimine de katkı sağlamıştır. Bu dönemde Yeşilçam filmleriyle Türkan Şoray, Filiz Akın, Ediz Hun, Ayhan Işık, Erol Taş, Ferdi Tayfur gibi şöhretlerin öne çıktığı görülmektedir. Sinemada şöhret sadece yıldız üretimi ile değil aynı zamanda filmlerde konu olarak da işlenmiştir. Örneğin Amerikan sinemasında The Truman Show olarak gösterilen filmin konusuna bakıldığında Truman isimli karakter ve onun etrafında şekillenen toplum yapısı izleyiciye gösterilmiştir. Türk sinemasında Bülent Ersoy’un başrolünü oynadığı Şöhretin Sonu isimli filmde ise şöhret olmanın tüm boyutları bir sanatçı olarak Bülent Ersoy üzerinden gösterilmiştir. Geçmişten günümüze kadar sinema ve şöhret ilişkisinin sıkı sıkıya birbirine bağlı olduğu görülmektedir. Geçmişte sinema, şöhret üretimi bağlamında başat rol üstlenirken günümüz sinemasında bu durum dönüşüme uğramıştır. 21. Yüzyıl sineması şöhret üretiminden çok var olan şöhretler üzerinden varlığını sürdürmektedir. Öyle ki televizyonda yayınlanan bir dizinin beğenilmesi ve izleyici kitlesinin fazla olmasını fırsat bilen yapımcılar ya da yönetmenler, dizinin birbirine yakışan karakterleri ve dizinin konusu üzerinden dizilerin devam filmlerini çekmektedirler. Bu duruma somut bir örnek olarak Asmalı Konak dizisi örnek gösterilebilmektedir. Asmalı Konak dizisinin başrol oyuncuları Nurgül Yeşilçay ve Özcan Deniz’in oyunculukları ve dizinin konusu dikkat çektiğinden büyük bir izleyici kitlesi tarafından takip edilmiştir. Dizinin final bölümü sinemaya uyarlanarak sinemaya azalan ilginin tekrar kazandırılması için bilindik şöhretlere duyulan hayranlık yoluyla bireyler sinemaya yönlendirilmişlerdir. Daha güncel bir örnek ile açıklanması gerekirse; Kiralık Aşk dizisi oyuncuları Elçin Sangu ve Barış Arduç özellikle genç kitlelerce birbirine yakıştırılan ve hayranlıkla takip edilen ünlüler arasındadır. Onlara duyulan bu hayranlık film sektörünce fırsata dönüştürülerek Elçin Sangu ve Barış Arduç’un başrollerini oynadığı “Mutluluk Zamanı” isimli film çekilmiştir. Film daha önce hayranlık duyulan ünlüler vasıtasıyla izleyicileri sinemaya çekmiştir. Bu bağlamda 21. Yüzyıl medyasında dönüşümlerin yaşandığı görülmektedir. Farklı medyalar arasında da bir ilişkinin olduğunu söylemek mümkün hale gelmektedir. 19. ve 20. Yüzyılda sinema sektöründe yıldızlaşan ünlülerin şöhret olma geçmişleri sadece bir kitle iletişim aracı ile olmamıştır. Radyo ile şöhret olup sinema ya da televizyona da geçiş

sağlanabilmekte ve ya da tam tersi radyo, televizyon ile şöhret olamayanlar sinema ile bir seferde şöhret olabilmektedirler.