• Sonuç bulunamadı

SEYAHATNAMEDE GEÇEN İLGİNÇ HİKÂYELER

Müellifin dinlediği ve şahit olduğu ilginç hikâyeleri eserinde nakletmesi seyahatnameyi daha da renkli kılmıştır. Bu nedenle bu hikâyelerden bazılarını bu kısımda aktarmakta yarar görülmüştür. İbn Cübeyr, kendisine anlatılana göre Mısır'da Giza denilen yerin girişinde üzerine timsah şekli çizilmiş dikili mermer taşları olduğunu beyan etmiştir. İlginçtir bu taşların bulunduğu bölgenin üçer mil aşağısı ile yukarısına timsahların yaklaşamadıklarını belirtmiştir (İbn Cübeyr, 2008:31). Seyyah, eserinde Sevr mağarasını ziyaret eden insanların sevap kazanma ümidiyle Hz. Peygamber'in (s.a.v) girdiği taraftan girmeye çalıştıklarını, ancak bazılarının zayıf olduğu için bu aralıktan geçemediklerini, bazılarının ise sıkıştıkları için büyük sıkıntılar yaşadıklarını aktarmıştır. Avam arasında yaygın olan bir inanca göre buradan geçebilen kişilerin zina ürünü olmadığına inanıldığını belirtmiştir (İbn Cübeyr, 2008:80). Seyyah, mağarayı ziyaret ettiği gün Mısırlı birinin bu aralıktan geçemeyerek çok utanç verici bir duruma düştüğünü, insanların ona acıyarak üzüntüden ağladıklarını bildirmiştir (İbn Cübeyr, 2008:114). Hiçbir mesnedi bulunmayan bu tür inançlar, insanları büyük bir sıkıntıya sürüklemektedir. İnsanın samimiyeti çok basit ve temelsiz bir kritere feda edilmiştir. Söz konusu aralıktan geçemeyen kişinin toplum içerisinde düşürüldüğü bu durum yürek yaralayıcıdır.

66

Yine halk arasında, İranlı bir adam ile Mekke Emiri arasında geçen bir hadise, hikâye olarak dilden dile dolaşır olmuş. İbn Cübeyr, hikâyeyi şu şekilde anlatmaktadır: “ Duyduğum garip bir rivayete göre şöhretli, mal mülk sahibi kurnaz bir İranlı, şimdiki Emîr Müksir'in dedesi zamanında Harem'i ziyaret ettiğinde zemzem kuyusu'nun duvarlarının ve kubbesinin hoş olmadığını görmüş. Hemen valinin huzuruna çıkarak ona şöyle demiş: “Zemzem Kuyusu'nun çevresini güzelleştirmek ve kubbesini yenilemek için yapılabilecek olanın en iyisini yapacağım ve harcamaları kendi cebimden karşılayacağım. Bu amacımı gerçekleştirebilmem bir şarta bağlı. O da tarafınızdan güvenilir birini yapılan harcamaların hesabını tutmak üzere görevlendirmenizdir. Çünkü bina tamam olup, harcamalar bitince, bu işe izin verdiğin için yapılan tüm harcamalar kadar da size de vereceğim.“ Emîr bunları duyunca iştahı kabarmış ve istenilen izni vermiş. Yapılan bütün harcamaları yazması için bir kâtip görevlendirmiş. Adam işe koyulmuş sonunda Zemzem Kuyusu ve kubbesinin inşasını bitirmiş. Hesabı ödeme vakti gelince, adamın sırra kadem bastığı görülmüş. Emir bu işe giriştiğine bin pişman olmuş. Harem'de inşa edilen bir yapının yıkılmayacağını tahmin eden bu adam kendince sevabını almış. Kurnazlığı ile büyük bir hayıra vesile olan bu uyanık adama o günden sonra kutsal sudan içen herkes dua edermiş (İbn Cübeyr, 2008:88).

İbn Cübeyr, Hz. İsmail'in ayak izinin bulunduğu taşın hikâyesinden de bahseder. Hz. İsmail'i (a.s) kurban etmeye hazırlanılan yerde bir mescit vardır. Bu mescidin duvarında asılı bulunan ve üzerinde küçük bir ayak izi olduğu söylenen taş, söylentilere göre Hz. İsmail'in ayak izinin bulunduğu taştır. Hz. İsmail (a.s), kurban edilecekken hareket ettiğinde bu taşın üzerine basmıştır. Bu nedenle halk arasında taşın merhametten ötürü yumuşadığı inancı hâkimdir (İbn Cübeyr, 2008:112).

Bedir'e yakın bir yerde bulunan Tubul tepesine bu adın verilmesinin de ilginç bir hikâyesi vardır. Bir çok Müslüman her Cuma günü bu tepeden davul sesleri geldiğini söylemiştir. Bu nedenle tepeye “Tubul” ismi verilmiştir. Bedirde yaşayan bir bedevi de İbn Cübeyr’e dağdan Pazartesi ve Perşembe günleri davul sesleri geldiğini ve bu sesi devamlı işittiklerini söylemiştir (İbn Cübeyr, 2008:134).

Dimaşk'taki Kasiyun Tepesinde bulunan ve “Kan mağarası” diye adlandırılan bir mağara, bağrında ilginç bir hikâye barındırmaktadır. Seyyahın bildirdiğine göre bu mağaranın üstünde Hz.Adem'in (s.a.v) oğlu Habil’in kanı vardır. Kan izleri bu dağdan

67

başlar mağaraya kadar devam eder. Dağdaki kayaların üzerinde bir türlü temizlenemeyen kan izleri vardır. Ancak bu izler mağarada kaybolmuştur. Bu izlerin taşların kırmızı renginden kaynaklandığı söylenmiştir. Fakat nihayetinde bu yol Kabil’in kardeşini öldürdükten sonra cesedini mağaraya kadar sürüklediği yoldur. Seyyah, bunun da Allah'ın mucizelerinden birisi olduğunu beyan etmiştir (İbn Cübeyr, 2008:202).

Müellif, Dimaşk'ı anlattığı bölümde Sumaysati adıyla bilinen bir Acemden bahseder. Bu kişinin ismi Acem beldelerinden birisi olan Sumaysat kentinden esinlenerek konulmuştur. Dimaşk’ta vakfettiği pek çok yer mevcuttur. Ömer Bin Abdulaziz'in evini satın alarak yaptırmış ve ölünce bu eve defnedilmeyi vasiyet etmiştir. Sumaysati'nin zengin oluş hikâyesi dikkat çeken maceralı bir hikâyedir. Seyahatnamede anlatıldığına göre Sumaysati, bir gün bir yerden geçerken kimsenin ilgilenmediği yüzüne dahi bakmadığı hasta ve terk edilmiş bir zenciye rastlamış. Allah rızası için onunla ilgilenmiş, tedavisini yaptırmış. Bu kişi, vefat etmeye yakın bir zamanda kendisine bakan Sumaysati'yi çağırarak şunları söylemiş: “ Bana acıdın; iyilik yaptın, hizmetimi gördün, yaptığın iyiliğe karşılık, inşaallah Allah'ın ahirette vereceğine ek olarak ben de seni ödüllendirmek istiyorum. Ben Abbasi halifesi el Mutezid'in hazinedârı idim, zengin ve saygın biriydim. Bir gün beni azarladı ve kovdu. Sonrasında bu kente geldim. Hasta oldum. Allah acıyıp seni bana sebep kıldı. Şimdi sana bir emanet bırakıyor ve senden söz almak istiyorum. Ölüp gömüldüğümde, Bağdat’a gidip gizlice halifenin genç hazinedarının evini öğreneceksin. Evi bulduğunda, bir yolunu bul ve evi kirala. Bu konuda Allah'ın sana yardımcı olmasını dilerim. Eve yerleşince söyleyeceğim yeri kaz, altındaki kapağı kaldır ve defineyi alarak dilediğin gibi harca. Allah seni hayırlı işler yapmaya muvaffak kılsın; bütün param sana bereket getirsin inşaallah!” (İbn Cübeyr, 2008:214). Sumaysati'den gördüğü iyiliğe karşılık hazinenin yerini söyleyerek onu faydalandırma yoluna giden bu zenci adam, sonraları vefat etmiş. Tarif ettiği yerden çok miktarda hazine çıkmış. Sumaysati, hazineleri torbalara doldurarak Dimaşk'a götürmüş. Dimaşk'a geldiğinde yaptığı ilk iş Ömer bin Abdulaziz (r.a)'in evini satın almak olmuş. Bu evi sûfiler için büyük bir han olarak inşa etmiş. Bir yandan da evler ve araziler alıp vakfetmiş. Bunların idaresini sûfilere bırakmış. Garip ve fakirler de burada sunulan pek çok hizmetten faydalanır olmuş (İbn Cübeyr, 2008:214). Hikâye yaşanmış olması sebebiyle ilginç bir hikâyedir. Hikâyenin hayatta yapılan hiçbir

68

iyiliğin karşılıksız kalmayacağına temas eden bir yönü vardır.

Dimaşk'tan çıkıp Banyas şehrine doğru yola koyulduklarında yolun ortasında kalın ve büyük bir meşe ağacı görürler. Sorduklarında kendilerine bu ağacın sınır ağacı olduğunu söylerler. Ağaç eşkıyalık yapan Frankların yol üzerindeki emniyet ve korku sınırını belirler. Bir kişi ağacın Müslümanlar tarafına doğru alanın bir karış içerisinde yakalanırsa Franklar tarafından esir alınır, Frankların kendi tarafına doğru bir karış içeride yakalanırsa serbest bırakılırmış. Seyyah, Frankların verdikleri sözü tutmaları nedeniyle bu anlaşmayı hoş ve ilginç bulmuştur (İbn Cübeyr, 2008:221).

İbn Cübeyr seyahatnamesinde şahit olduğu çok acı bir hikâye anlatmıştır. Sicilya Adasının Trapani kentinde ikamet eden şehrin ileri gelenlerinden biri İbn Cübeyr'in hacı arkadaşlarından birine kızı ile evlenmesini teklif etmiştir. Amacı kızının herhangi bir İslam ülkesine giderek bu baskı ortamından kurtulmasını sağlamaktır. Babası ve kardeşleri bu ayrılığa razı olmuşlardır. Kızın bir İslam ülkesine gitmesi halinde kendilerine de kurtuluş yolu açılacağına inanmışlardır. Seyyah, teklifi kabul etmesi için kervandakilerle birlikte arkadaşını ikna etmiştir. Ancak seyyah bu durum karşısında yine de hayretini gizleyememiştir. Çünkü yavrusunu tanımadığı bir kişiye teslim ederek kurtulması için gurbete gitmesine tahammül gösteren babanın bu davranışı yürek parçalayıcıdır. İlginç olan ise kızın da yaşanan bu durum karşısında büyük bir sabır göstermesidir. Bu konuda düşüncelerini soran babasına “Eğer beni alıkoyarsan, sorumlusu sen olursun” cevabını vermiştir (İbn Cübeyr, 2008:257).

Kentte Müslümanlara uygulanan baskıların ağır olduğu anlaşılmaktadır. Mensup olduğu dinin gereklerini yerine getirme uğruna ailesini terk etmek dahil her türlü tehlikeyi göze alan bir insanın yaşadığı bu zor şartları ve nelere katlanmak zorunda bırakıldığını tahmin etmek zor değildir.

2.11.SEYAHATE KONU YERLER İLE İLGİLİ YÖNETİM VE ADALET