• Sonuç bulunamadı

2. ÇÖP NEDİR? ARKEOLOJİK VE MODERN DÜNYA TEMELİNDE ÇÖP

3.4. Sembolik Olarak

Bütün hayatımızın, rutin faaliyetlerimizin ve ilişki biçimlerimizin neredeyse tamamının yarattığımız sembolik anlamlar dünyası üzerine kurulu olduğu görülmektedir. Çöp denilince zihnimizde beliren kirlilik tabusu, söz konusu algının bir dışavurumu olarak ele alınabilir. Nitekim bu durumun çeşitli dini inanışlarda ve ritüellerde de yansımalarını izleyebilmekteyiz. Örneğin domuz etine olan duyarlılığın Musevi ve İslam inanışlarında ya da farklı topluluklarda benzer şekillerde karşımıza çıktığı görülür. Söz konusu durumun, inananlar açısından bölgenin sıcak coğrafi koşulları, domuzun davranışları ve yediklerinin tiksindirici olması gibi rasyonel açıklamaları yapılsa da bu bir dini inanç biçimini almıştır. Dolayısıyla bu hayvanın tüketiminin ruhsal bir kirlenmeye neden olacağına inanılmaktadır.

Kirliliğe olan duyarlılığın tam olarak ne zaman başladığını söylemek güçtür fakat geleneksel olarak yaşamlarını sürdüren çeşitli yerli toplulukların ritüellerine bakıldığında bir benzerliğin karşımıza çıktığı görülmektedir. Genel anlamıyla kirliliğe

olan hassasiyetin dini inanç temelli topluluklarda sembolik olarak, modern toplumlarda ise hijyene dayalı bir biçimde geliştiği görülmektedir.

Güney Levant’ta Epipaleolitik Döneme tarihlendirilen ve Natufian olarak tanımlanan toplulukların, bir sonraki Erken Neolitik Dönem ile kıyaslandığında, temizlik ve atıkları imha etme uygulamalarını yoğun olarak gerçekleştirmedikleri, atıkları çöpe atma konusundaki temel girişimlerin PPNA döneminde başladığı ve çöp atma davranışlarının, PPNB dönemi büyük yerleşimlerinde daha etkin bir şekilde sürdürüldüğü belirtilmektedir. Ayrıca mekân içlerinin de nispeten temiz tutulma fikrinin olgunlaşması ve bu düşüncenin gelişmesi, insan sağlığı için bir gereklilik olarak görülmeye başlandığı şeklinde yorumlanmaktadır (Hardy - Smith & Edwards, 2004 s. 285). Nitekim benzeri kirli ve temiz ayrımı ve ilişkilerinin Anadolu’da kazı çalışmaları sürdürülen Çatalhöyük’te ilk kez gündeme getirildiği bilinmektedir (bkz. Hodder, 2006b).

Örneğin, Hindistan’daki Havik Kavmi Brahmanları, tanrılarına ibadetlerini gerçekleştirmek için her gün üç defa yıkanmak zorundadırlar. Kirli ve ritüel bakımdan kirletici sayılan ya da her türlü gündelik rutin işlerin, ana yemek öncesinde günlük banyodan önce yapılması gerektiğine inanılmaktadır. Herhangi bir nedenle bu işlerin öğleden sonra yapılması gerekiyorsa, erkeğin eve döndüğünde yeniden yıkanması gerektiğine inanılmaktadır (Harper, 1964, s. 153). Günümüz “modern” toplumlarıyla “ilkel” toplumları bu anlamda kıyaslandığında kirlenmeye gösterilen hassasiyetin, temizlenmenin ve atık haline gelen her türlü nesneden kurtulma isteğinin gerek inanç gerekse de hijyenik bağlamda bir arınma ihtiyacından doğduğunu söylemek mümkün olmaktadır.

Hastalıkların bakteriler yoluyla bulaştığının anlaşılması 19. yüzyılda gerçekleşmiştir. Bu keşifle birlikte kirlilik meselesini patojeni ve bakteriyoloji bağlamından ayrı düşünmek güçleşmiştir. Douglas’a (2007, s. 59) göre ancak kir anlayışını bu bağlamdan soyutlayabildiğimiz zaman eski kir tanımıyla karşı karşıya kalırız. Dolayısıyla kirin kendisi sadece bir durumdan ziyade sistematik bir düzene ve sınıflandırmaya bağlıdır. Douglas, bu fikrin bizi sembolizme götürdüğünü vurgulamış ve bunun temizlik sistemleriyle olan bağlantısına dikkat çekmiştir:

“Ayakkabılar başlı başına kirli, pis değilken, onları yemek masasına koymak pisliktir; yemek başlı başına pis değilken, yemek kaplarını yatak odasında tutmak yahut giysilere yemek sıçratmak pisliktir; oturma odasındaki banyo gereçleri; sandalyelerin üzerinde bırakılan giysiler; dışarıda kullanılan eşyaların içeride tutulması; iç çamaşırlarının üzerimize giydiğimiz giysilerle aynı yerde göz önünde olması da aynı şekilde pislik sayılır.” (Douglas, 2007 s. 59).

Dolayısıyla göreceli olan bu tasnifin dışında kalan her türlü aykırı durum kirlilik tanımını ifade ederek anlam kazanmaktadır. Esas olarak bu toplumsal öğretiler, nesnelere olan yaklaşımımızda bir tabuya dönüşmektedir.

Çöpe yüklenen bu kirlilik algısının yanı sıra, tezin 6. başlığında çöp atma modelleri anlatılırken de değinilecek olan etnografik çalışmalar neticesinde, çöp yığınlarının ya da birikintilerinin çeşitli toplumlarda sosyal statü ve başarının birer göstergesi olarak kabul edildiği ve bu bağlamda çöpe çeşitli sembolik anlamlar yüklendiğine dair örnekler görülecektir.

Çöp elbette sözlük anlamı dışında metafor olarak çeşitli sanatlarda da kullanılmıştır. Bunun güzel bir örneğini çağdaş Fransız Edebiyatının usta kalemlerinden olan Michel Tournier’in, “Meteorlar” adlı eserinde görürüz (Tournier, 2001, s. 70). Yazarın çöpe dair duyulan o tiksinme – iğrenme tabusunu mizahi bir dille nasıl yıktığı, şu şekilde karşımıza çıkmaktadır:

“Çöp sanıldığı gibi yoğun, değişmez ve bütünüyle dayanılmaz pis kokular yayan bir şey değildir. Burun deliklerinin durmadan çözmeye çalıştıkları son derece karmaşık, anlaşılması güç bir şeydir. Eski bir araba lastiğinin yanmış kauçuk kokusunu, bir ringa balığı fıçısından çıkan dumanlı kötü kokuları, bir kucak dolusu solmuş leylaktan yayılan ağır kokuları, gebermiş bir sıçanın tatlımtırak idrarının mayhoş tadını, bir kamyon dolusu ekşimiş elmanın eski Normandiya içki mahzeni kokusunu, bir yığın herifin sağımsal dalgalar halinde yerden kaldırdıkları inek derilerinin yağlı kokusunu bir bir duyurur bana çöpler. Tüm bunlar rüzgârla karışmıştır; içlerine keskin amonyak kokularıyla aralıklı olarak yayılan Doğu miski kokusu da sinmiştir. Sergilenen böyle bir zenginlik karşısında insan nasıl üzülür, kötü koktukları için bunları toptan geri itecek kadar nasıl kaba olur? ”

Çöpü, üretim ve tüketimden geriye kalan nesnelerin bütünü olarak tanımlamak da pekâlâ mümkündür. Fakat üretim ve tüketim zinciri dışında kalan nesneleri çöp olarak değerlendirmek hatalı mı olur? Örneğin Gündüz Vassaf’ın sorduğu gibi (2005, s. 121) “Bütün bir tavuk yenmeden atılınca çöp olur. Kümeste ölen tavuk da çöp müdür? Hastanelerde

insanları parça parça kesip organlarını çöp olarak atabiliyoruz. Bütünümüz cenaze oluyor.” Peki, beden de ölünce çöp olarak tanımlanabilir mi?

Bugün yaşam alanlarımızdan uzaklaştırdığımız ve onun için özel yerler yaptığımız mezarlıkları çöp olarak sınıflandırmamak ölüye olan yaklaşımla ilgilidir ve dolayısıyla kültüreldir. Ölüme ait gelenekler ya da ritüeller; gömme, yakma, denize atma, vahşi doğaya bırakma (Erginer, 2004, s. 289), mumyalama vb. gibi çeşitli kültürel farklılıklar göstermektedir. Fakat hangi geleneğe ait olursa olsun ölümü ve yok oluşu kabullenmek psikolojik olarak kolay olmamaktadır. Ölünün ardından her kültürde çeşitli seremoniler, ayinler, anmalar gerçekleştirilmektedir. Oysa kendisinden kurtulmak istediğimiz ve yaşam alanlarımızdan uzaklaştırmak istediğimiz “nesne” olarak ele aldığımız çöplerle böylesi psikolojik bir bağ kur(a)mayız çoğu zaman. Cesedi olasılıkla türsel olarak kendimizle özdeşleştirdiğimiz için, işi bitmiş bir çöp olarak tanımlama yapılmasından kaçınılmaktadır.

Ya da hatıra olarak sakladığımız nesneleri çöpe atınca yaşanmışlıkları da mı atmış oluyoruz? Tüm bu sorular çoğaltılabilir, üzerine tek tek uzunca düşünülüp çöpün metaforik anlamları tartışılabilir elbette, fakat çalışmamızın kendisinde özet olarak çöp ya da atık olarak ele alacağımız şey, insanın varoluşundan beri kurtulmak ve elinden çıkarmak istediği nesnelerin dünyası olarak tarif edilecektir ve somut olarak arkeolojik kayıtlarda bulunan ve çöp olarak tanımlanmış ya da tanımlanması gerektiğini düşündüğümüz alanların ve nesnelerin incelenmesi, özellikle Anadolu’daki Neolitik Dönem yerleşmeleri üzerinden anlamlandırılmaya çalışılacaktır.

3.5. Yerleşim ve Yaşam Alanlarının Şekillenmesi