• Sonuç bulunamadı

Nefhatü’l-Ezhâr’da, III. Mehmed’in Macaristan seferi, Eğri Kalesi’nin alınışı ve Haçova Savaşı, orijinal benzetme ve ifadelerle oldukça canlı tablolar halinde anlatılmıştır. Atâyî, önce 3. Mehmed’in Macaristan (Engürüs) üzerine düzenlediği sefere değinir. Borulardan çıkan sesler gökyüzüne ulaşmaktadır.

Mızraklar, yemyeşil bir denize benzeyen ovada gümüş renkli balık gibi görünmektedir:

Kıldı ġazâ kasdına cem’-i nüfûs Eyledi azm-i sefer-i Engürüs Çarha çıkup ġulġule-i kerre-nây Tâs-ı felek oldı mu’allak derây Rumhı irüp künbed-i nîlüfere

Mâhî-i sîm oldı yem-i ahzara (359-361)

Osmanlı askerleri ellerindeki bayraklarla büyük bir çoşku içinde altı bölük halinde yürümektedirler:

Çarha irüp bayrak-ı cünbüş-künân Eyledi çok nesri felekden remân

12 Prof. Dr. Tunca Kortantamer, (Nev’î-zâde Atâyî ve Hamsesi adlı eserinde) Atâyî’nin hamsesini oluşturan mesnevilerin tamamında yer alan ve dönemin savaşlarını yansıtan bölümleri tarihî gerçeklikleriyle birlikte incelemiştir. Bu konudaki değerlendirmelerimizde şu kaynaktan da istifade edilmiştir: Tunca KORTANTAMER, Nev’î-zâde Atâyî ve Hamsesi, Ege Üniversitesi Yayınları, İzmir 1997.

Urdı alem sille meh-i envâra Sanma kelef eyledi kara yere Cûşiş-i askerle zemîn bî-sükûn Semm-i sütûrıyla felek kîr-gûn Saf saf olup altı bölük bir yere

Kûy-ı zemîn döndi hemân şeş-pere (362-365)

Ovaya çadırlar kurulur. Bu çadırlar, taşkın bir denizin dalga ve köpüklerine benzerler:

Çerge ile çâdır- âlî kıbâb

Ol yem-i zehhârda mevc ü habâb (366)

Padişah, gölgesi bile aydınlık içerisinde olan altın işlemeli bir çadır kurdurur:

Çetr-i sefîdi seher-i nev-mîd Oldı tınâbı ana hayt-ı sefîd Kurdı ol orduda şeh-i kâm-yâb Hayme-i zer-beft-i mülemmâ-tınâb Târ-ı şu’â’ idi meger pûd ana Olmuş idi sâyesi de rûşenâ (367-369)

Bir müddet sonra savaş meclisi toplanır. Denizin, çöplükleri temizleyip yok etmesi gibi düşman askerlerini temizleyip yok etmeye karar veririlir. Eğri Kalesi kuşatılır ve kale, büyük mücadelelerden sonra alınır:

Hasmun idüp kahr ile kaddin kemân Egriye toġruldı o şâh-ı cihân Eyledi ol hısn-ı hasîni hisâr Dâ’ireler çekdi ana hâle-vâr İndi sunuldukça girîbânına Her bedenün yakası dâmânına Tûb-ı ayân eyledi rûz-ı kıyâm Zelzele-nâk itdi cihânı tamâm Her bedeninden görünüp feth-i bâb Cünd-i zafer oldı o dem feth-yâb Nîze-i asker ki hurûşân idi Yemde şa’ab gibi nümâyân idi Bu şa’ab ammâ ki taharrük-nümâ Virdi pençe zevrak-ı cism-i fenâ Şâhı görüp kal’aya girdi adû Başladılar cenge hemân sû-be-sû Câyın idüp rahne-ger-i seng-lâh Başına teng oldı cihân-ı ferâh Handeki pür-rümh idüp ehl-i sitîz

Döndü çeh-i Rüsteme pür-senc-i tîz Handek-i jerf oldı yem-i hûn-nâb Ana yetişmezdi cibâl-i şihâb Cisri olup şekl-i hat-ı istivâ Encüm idi asker-i zerrîn-kabâ Ura ura darb-zen-i âheni

Döge döge aldılar âhir anı (372-384)

Eğri Kalesi’nin alınmasının ardından Osmanlı ordusu, yedi tane kralın din birliğiyle oluşturdukları ittifaka karşı yönelir:

Sonra idüp cânib-i tâbûra azm Şâh-ı cihân eyledi âheng-i rezm Olmuş o tâbûr-ı perîşân meâl Mecma’-ı mecmû’-ı gürûh-ı dalâl İtmiş idi ser-be-ser ehl-i nifâk Ġâyret-i diniyye ile ittifâk Varamayan itmiş idi yârlık Mâl u ricâl ile meded-kârlık Heft kıral ile gelüp bânları

Gelmiş idi her tarafun askeri (385-389)

İki ordu karşılaşınca çok çetin bir savaş olur. Ortalık toz dumadır. Toplar, tüfekler, kılıçlar, gürzler havada uçuşur. Bir çok askerin kelleleri elma gibi yerlere yuvarlanır. Savaşın başında düşman ordusu, Osmalı ordusuna karşı üstünlük sağlar:

Heft kıralıyla o kavm-i ġabî Yürüdüler heft ser-ejder gibi Cûşa gelüp ol yedi deryâ-yı nâr Toz degül eflâke erişdi buhâr Kimse bu cem’iyyeti dîvâdda Görmedi dîvân-ı Süleymânda Saflar ile arsa-i kîn-i şekl-i muşt Nîze ile kûy-ı zemîn-i hâr-puşt Pençeleşüp her yana merdân-ı kâr Girdi biribirine saf pençe-vâr Eyledi âheng-i veġâ merd olan Perde kılup çâdur-ı nâmerd olan Biri biriyle atışup her merd-i cenk Başladı hengâmeye tûb u tüfenk Gürz pey-â-pey tokunup miġfere Döndü veġâ arsa-i âhengere

Asker olup lücce gibi pür-hurûş Mevc-i kef-endâz idi destâr-pûş Tîġ gelüp mevce-i deryâ gibi Oynadı çok kelleler elma gibi Cânib-i İslâmda oldı hemân

Âyine-mânend-i şikestî ayân (393-403)

Bu sırada, düşman askerleri, Osmanlı çadırlarına girmeye fırsat bulurlar:

Ferce bulup düşmen-i fırsat-taleb Hayme-gehin yollarına girdi heb (404)

Savaşın ilerleyen bölümlerinde Osmanlı ordusu büyük bir direnç gösterir.

Karşı atağa geçerek düşman ordusu bozguna uğratılır:

Kahr-ı İlâhî idüp ol dem zuhûr Ġayret-i Hak eyledi âheng-i zûr Dest-i ricâl ile yiyüp silleler

Kaçmaġa döndürdi yüzin ehl-i şer (405-406) Geldi kırâl anda hatâ eyledi

Âkıbet izhâr-ı zekâ eyledi Asker ile gördi ki bulmaz halâs Ger ola bin cân biri olmaz halâs Gitdi kırâl anda döküp âb-ı rû Hâl u menâl oldı nâsib-i adû Geçdi kılıçdan ser-erbâb-ı şer Hat-ı ruh-ı yâr gibi ser-be-ser Tiġ çeküp Rûmili serverleri Hep seferî itdi tırâş anları Semm-i sütûr itdi kimi çâr-darb

Soydı tırâş etdi kimin ehl-i harb (408-413)

Nefhatü’l-Ezhâr’da karşılaştığımız diğer savaş tasvirleri, yedinci nefhayı izleyen destanda anlatılan hikâyededir. Bu hikâye, Baba beldesine yapılan Kazak baskınından söz eder. Şair, burada, sık sık Osmanlı topraklarına saldıran Kazak askerlerini vebalı insanlara benzetir:

Belde-i Babada bu abd-i hakîr Kadı iken oldı bu emr-i hatîr Fasl-ı bahâr irmiş idi gülşene Kâf ile gayn idi hesâb-ı sene Geldi Kazak basdı o şehri tamâm Oldı peyâm-âver-i rûz-ı kıyâm Asker-i tâ’ûn gibi ol kavm-i şûm

Her yıl ider ġâret-i etrâf-ı Rûm (1565-1568)

Kazak askerleri, önlerine gelen yerleri yağmalarlar. Ortalığı büyük bir duman kaplar. Kötülük bir sel gibi yollardan akmaya başlar:

Şehre hemân bir sahrâ itdi hücûm Kendi şeyâtîn ü tüfengi rücûm Subh-ı nahîtin idi vakt-i zulâm Dûd ile olmuşdı hevâ kabr-fâm Oldı o dem her taraf âteş-fiken Girdi şerer gibi der ü bâmdan Bulduġını kaldurup itdi zarar

Akdı hemân yol yol o seylâb-ı şer (1580-1583)

Kazak askerlerinden kimileri, Sarı Saltuk Baba diye bilinen pîrin tekkesine girerler ve tekkede bulunan çerağ, yatak vb. eşyaları alırlar:

Olmuş idi ol yere nüzhet-fezâ Tekye-i pâk-i Sarı Saltuk Baba Tekye velî reşk-i sipihr-i esîr Oldı çerâġ-ı zeri mihr-i münîr Mâh-ı felek yakmaġa anda çerâġ Yüreġi yaġın eridüp oldı dâġ Ġâretine tekyenün itdi şitâb Bir kiminin askeri olan kilâb Pûşiş-i sebzin alup ol kavm-i şûm Sebze-i küh-sâra tokundı semûm Aldı çerâġın bir iki der-be-der Nergis-i gülzârı telef kıldı hâr Kimi bisâtın dürüp aldı hemân Dürdi veli defter-i ömrin zamân Aldı evâniyi nice nâ-sipâs Çarh-ı felek başına geydürdi tâs Mest gelüp ġâret idüp gitdiler

Bilmediler kendülere netdiler (1584-1592)

Büyük zararlara uğrayan Baba beldesinin halkı, Kazak askerlerine karşı savunmaya geçerler. Belde halkının direnci karşısında savaşı göze alamayan Kazak askerleri, her tarafı yakıp yıkarak gemilerine doğru kaçışırlar:

Sonra ihâta idicek müminîn Oldı adû zehrini fass-ı nigîn Gördü ki ceng eylemeġe çâre yok Hâriş-i hârâ idene pâre yok Başın idüp şehrden oldı revân Âteş urup tütdi misâl-i duhân

Şaykaya cân atdı adû şîr-veş

Saldı yeme bir süri hınzîr-veş (1593-1596)

O gün hava çok güzeldir. Diğer gemiler, kıyıdan iyice uzaklaşırken, tekkeyi soyan kişilerin bulunduğu geminin çevresini kara bir bulut tabakası kaplar:

Ol gün olup rûy-ı hevâ rûşenâ Felege yem itdi ruşen âşinâ Şayka olup mevc ile germ-ihtilât Bahr ana göstermişdi inbisât Tekye metâ’ı ile ġâret-girân Cümlesi bir fülk ile oldı revân Geldi hemân yoluna çün dûd-ı âh İtdi ihâta anı ebr-i siyâh (1597-1598)

Geminin çevresinde büyük bir duman tabakası gören Kazak askerleri ne yapacaklarını düşünürken, gemi bir girdaba yakalanır ve kıyıya vurur. Kıyıda, Kazak askerlerini ellerinden kaçırmanın üzüntüsünü yaşayan belde halkı gemidekileri yakalayarak bağlarlar:

Nâzil olup nite ki ebr-i azâb Baġladı tâ ki yolunı ol sehâb Bilmediler hiç nice gitdüklerin Kendülere bildiler itdüklerin Anları girdâba salup rüzgâr Döndi yürüdi har-ı tâhûne-vâr Cümle refîkânı olup bâd-ı seyr Görmedi ol ebr-i siyeh-fâmı ġayr Hâsılı ol şayka urup sâhile Râst gelür asker-i deryâ-dile Yine velâyetle ġuzât-ı dilîr Çıkmış idi sayd u şikâra çû şîr Cümlesini ahz u esîr itdiler

Baġladılar hâr u hakîr itdiler (1601-1607)

Belde halkı, yakaladıkları Kazak esirlerinin sırtlarına, çaldıkları eşyaları yüklerler ve tekkeye götürürler:

Cürm-i cezâsına o kavm-i şerâr Haftasına varmadın oldı dûçâr Bende çeküp pây-ı azîmetlerin Yükledüp anlara ġanîmetlerin Ehl-i ġazâ geldi bu âyin ile

Tekyeye ol düşmen-i dîrîn ile (1609-1611)

Şair, hikâyenin sonunda, diğer Kazaklar kaçarken, tekkeyi soyan Kazakların kaçamamalarını Sarı Saltuk Baba’nın manevi gücüne bağlar:

Haşyet ile her birisi nîm-cân Tekyeye kurbân eyledi gûyâ hemân Çarha çıkup ġulġule-i âhirîn Eyledi gülbang-ı senâ pür-tanîn Zâl-ı Zer-âsâ Sarı Saltuk Baba

Kuvvetin izhâr idüp itdi gazâ (1612-1614)

Benzer Belgeler