• Sonuç bulunamadı

Atâyî, hamseyi oluşturan diğer mesnevilerde yer yer aşk hakkındaki düşüncelerini dile getirmiş, çeşitli aşk hikâyeleri anlatmıştır. Nefhatü’l-Ezhâr’da, aşk konusunun geniş bir biçimde ele alındığı bölüm, “fevâyih-i bûsitân-ı ışk u muhabbetten bir şemme beyanındadır.”diye başlayan ikinci nefhadır. Atâyî, sevgiliye ait kâkül, zülf, ebru, dîde ve yüz gibi kimi güzellik unsurlarını sıralar ve bunların âşığın gönlündeki etkilerinden söz eder:

Kûşe-i ebrûları sayyâd-ı cân İtdi meger riştede şüstin nihân Cezbe-i hüsn ana resen-tâbdır Bahr-ı hande iki kullâbdır Dide vü ebrû-yı cefâ cûy-ı nâz Keffe vü şâhin-terâz idi nâz Cebhe-i pür-nûrı salar fer ü tâb Çîni olur şa’şa’a-i âfitâb (970-973)

Sevgilinin hayali ve sevgiliye kavuşma arzusu âşıkta sabır bırakmaz. Bu öyle bir arzudur ki, sonunda sevgiliye de geçer ve iki gönül bir olur:

Fikr-i leb-i la’li leb-â-leb kadeh

Zikr-i dem-i u vasl-ı ferah-be-ferah (974) Sadme-i ġam taġları hâmûn ider

Kûh-keni derd ile Mecnûn ider Gelse velî kalbe hevâ-yı visâl Mevce gelir lücce-i deryâ-miŝâl Mevci olur tûr-ı tecellâ gibi Zevrak-ı sabrı atar elma gibi Tiġ-i ġam-ı ışk tokınsa yine Seng ise de dil olur âteş-zene Kim şererinden yana kevn u mekân Âkil isen degme tokınma hemân Âşıka bu derd ide çünkim eser Yâre de elbette sirâyet ider Diller ol âteşle müşevveş gibi Evden eve ulaşır âteş gibi Rişte ile niteki bir deste gül

Âkıbeti bir olur iki gönül (977-984)

Daha sonra şair, aşkla ilgili görüşlerine yer verir. Aşk, doğru ile yalanı ayırır, gönlü temizler. Kainatın ve kainattaki bütün varlıkların yaratılışında aşkın büyük rolü vardır. Aşk, insan vücudunun büyüsüdür. Varlıklar, aşk sayesinde görülür:

Oldı ya mihr-i seher-i imtihân

Sâdık ile kâzibi bir itdi ayân Işk gibi kanı mey-i pür-ferah Haşre degin sana yeter kadeh Işk ile dil-i câm-ı safâya döner Şâhid-i maksûd olur cilve-ger Işkdır iksîr-i gedâ-yı vücûd Işkdır âyine-güşâ-yı şühûd Işkdır ol husrev-i kişver-sitân Işka esir oldı kühhân-ı mihân Kulzüm-i ışk olmasa ger ser-i bevc Kande zuhûr eyledi bunca mevc Şahid-i ışk eyledi âheng-i tınaz Getti ruhundan tutuk küntü kenz Mihr-i muhabbet ki zuhûr eyledi Yeri gögi ġarka-i nûr eyledi Mürde iken âleme virdi hayât Açdı şükûfe gibi göz kâinât Şebnem-i ışk olsa eger katre-bâr Ġarka olur ġarka-i ulvî şi’âr Mâdde-i lücce-i bahrâdır ol İllet-i ġâibe-i dünyâdır ol Oldı hevâ ile zuhûra karîn Ġonca-i dilden o gül-i âteşîn Ġâze-tırâz oldı ruh-ı âleme

Unsur-ı nârı gibidir âdeme (988-1000)

Aşk, Yusuf’un mekânını kuyu etmiş, Kays’ı, Hüsrev’i ve Ferhad’ı perişan hallere düşürmüştür. Aşk, öyle bir güçtür ki, bir köleyi bir padişaha rakip eder:

Yûsufın ol itdi makarrını çâh Çâhı hem ol eyledi şehrâh-ı câh Kays-veş ol hânegâhın bî-şümâr Nice soyunmuş gezer idi abdâl-vâr Hüsrev ü Ferhâdı idüp bî-şekîb

Şâha ider gâhî gedâ-yı rakîb (1001-1003)

Aşk, eziyeti, cefası, kederi bile safa olan, yakıcı, tatlı bir beladır:

Işkın olur mihneti ayn-ı safâ Işkın olur yokluġı mahz-ı bekâ Tatlı belâdır kanı ol sûz u tâb

Hayli harâretlidir ol şehr-i nâb (1004-1005)

Sözü edilen aşk, mecazi bir aşk olarak görünse de feyzini hakikatten alır.

Zerre gibi görünürken güneş; şıra iken şarap olur:

Işk-ı mecâzî diyu sanma hevâ Feyżi hakîkatden alur dâimâ Zerre iken âhir olup âfitâb

Şıra iken durarak olur şarâb (1006-1007)

Aşk, büyüleyici ve öldürücü özelliklere sahiptir. Bir bade gibi her kişinin sırrını ortaya çıkarır. Suç, badenin değil, badeden etkilenerek sarhoş olup kendini kaybeden kişinindir:

Nâfi’ olur gâh olur efsûn gibi Kâtil olur gâh gül-efsûn gibi Bâde gibi ışk-ı bülend-i iştihâr Her kişinin sırrın ider âşikâr Suç yine bedmest olan üftâdenin

Var mı günâhı arada bâdenin (1008-1010)

Aşkın bütün büyüsüne, ıztırabına ve insanı kendinden geçirip öldürücülüğüne karşın Atâyî, yine de âşık olmayı tavsiye eder ve bir aşk hikâyesi anlatır:

Zehr ile tiryâkı odur cem’ iden

Var ise şübhen oku bu nüshadan (1011-1012)

Hikâyede anlatıldığına göre geçmiş zamanlarda Müslüman bir genç, Hristiyan bir kıza âşık olur:

Devr-i kadîm içre meger bir cevân Bir zene dil-beste olur nâgehân Kendüsi bir müslim-i pâk-i’tikâd

Sevdügi bir duhter-i kâfir-nejâd (1012-1013)

Hikâyenin başlangıç bölümünde sevgilinin güzelliğinden söz eder. Hristiyan kızın yanakları Mısr-ı melahata (Hz. Yusuf), kaşları misk köprüsüne benzer.

Dudakları kıpkırmızı bir kadeh, gözleri öldürücü bir cadı gibidir:

Mısr-ı melâhat ruh-ı dil-cûları Kantaratü’l-misk idi ebrûları (1014) Lebleri pür işve kadeh-kâr idi Gözleri câdû-yı ciger-hâr idi (1017)

Atâyî, bu iki gençten yola çıkarak aşkın insan üzerindeki etkilerini dile getirir:

Gâret idüp nakd-i dil-i cânını Hey nice dil dînini îmânını Müddet-i hicrân ile sûz u güdâz Savm-ı nasârâ gibi olur dırâz

Tâb-ı teb-i ışk olup kâr-ger Eyledi ma’şûkda âhir eser Ġaflet ile uyur iken uyanup Şem’ gibi biri birinden yanup Sûziş ile göz yaşın akıtdılar

Aklı fitîle gibi daġıtdılar Âkıbet oldı ol iki dil-hırâş

Sâye-veş üftâde-i sâhib-firâş Virmege can tuhfesini mâ-hazar

İkisi de oldı o dem muhtazar (1018-1024)

Şapur adında bir kişi, Hristiyan kızın aşkıyla perişan olmuş Müslüman gence gelerek, sevgilisinin aşkın verdiği ıztıraplardan dolayı ölmek üzere olduğunu söyler:

Ya’ni ki Şâpûr-ı peyâm-ı belâ Rehber-i gümreh-şüde-i ibtilâ Hâlet-i ışkı ile melâlin görüp Arz-ı selâm eyledi hâlin sorup Didi ki dildârının ey mübtelâ Hâlini Allah bilür hâliyâ Derd-i firâkınla olup nâ-tüvân Anın işi kaldı Hudâya hemân İtmede peymâne pür olup şitâb Bir nefesi kaldı miŝâl-i habâb Dîdesi pür-âb u dilinde hevâ Gönli hayâline velî dâimâ Fikret-i la’linle tahayyül-künân

Hasret ile geldi dehânına cân (1027-1033)

Sevgilisinin ölmek üzere olduğunu duyan Müslüman genç, bu dünyada ona kavuşma ümidini yitirmiştir. Sevgilisiyle farklı dinlerden oldukları için, ahirette de kavuşmaları mümkün görünmemektedir. Sevgilisine ahirette kavuşma düşüncesiyle Hristiyan olur ve Hristiyan olarak ölür. Şair, böylece aşkın insanı dinden dahi çıkarabileceğini okuyucuya sezdirir:

Gûş idicek bu haber-i mevhişi Eyledi bin girye ile nâlişi Didi ki vâhayf sipihr-i denî İtmedi dil-dâruma vâsıl beni Korkum odur vuslatı rûz-ı cezâ Olmaya mahşerde de rûzî bana Ya’ni çeküp anda dahi firkati

Men’ ide dîn ayrılıġı vuslatı Kalbine bu daġdaġa idüp hulûl Millet-i nasrâniye itdi duhûl Hayf u sad efsûs irüp vakt-i hâl Eyledi ol hâlet ile irtihâl (1034-1039)

Yaptıklarından pişman olan Şapur, kızın yanına gider ve onun ölümünü ve ölmeden önceki vasiyetlerini anlatır. Fakat Hrıstiyan olduğunu söylemez:

Seyr idicek anı o şahs-ı leîm Bîm-i azâb eyledi kalbin dû nîm Eyledügi kâra peşîmân olup Tevbe velâhavle ile giryân olup Vardı o cânâneye virdi selâm Eyledi icmâl ile arz-ı peyâm Didi ki meftûnun olan nâtüvân Işkın ile eyledi cânın revân Eyledi nakdîne-i ömrün fedâ Sana ömürler vire bâri Hudâ Lîk budur sana vasiyetleri Cân u dili gibi emânetleri La’l-i şeker-handeyle yâd idesin Gâhî anup rûhını şâd idesin Didi ki ol çeşmi harâmî ġazâl Nân u nemek hakkını itsin helâl Râh-ı cefâ vü siteme gitmesün Yoluna cân vireni unutmasun Eyler iken nâmunı vird-i zebân

Eyledi bir âh ile cânın revân (1040-1049)

Sevgilisinin Müslüman olarak öldüğünü zanneden Hristiyan kız, ona ahirette kavuşma ümidiyle Müslüman olur.

Vâsıl olınca şerer-âsâ haber Cânına itdi bu harâret eser Ateş-i ışk eyledi tâbın ayân Nârını nûr itdi o demde hemân Didi çün ayrıksı olup hâl-i zâr Olmadı meşhûd bana vasl-ı yâr Bâri girüp dinine dil-dârumun Gitdigi yola gideyin yârumun Ol sebeb ile umarın kim hemân Cânıma hem-sohbet ola yâr-i cân

Âhir olup savm-ı visâl-i firâk Belki müyesser ola ıyd-ı talâk Budur ümîdim ki rûz-ı cezâ Vuslat-ı câvid ile bezm-i bekâ Âkıbet ol nev-sefer-i râh-ı cân

Eyledi îmân ile cânın revân (1050-1057) Bu ne acib hikmet olur ya İlâh

Güm-reh ola biri bula biri râh (1059)

Şair, sonuçta, mecazi aşkın insanı cehenneme (nâr) götürebileceğini söyler.

Işk ile her biri yana zâr zâr

Birisine nûr ola birisine nâr (1060)

Bunun sebebini de mecazi aşkın, âşık için bir bela olduğunu söylediği şu beyitte açıklar:

Hûbların ışkı da serîr-i belâ Oldı ġam-ı ışkı bile bir belâ (606)

Benzer Belgeler