• Sonuç bulunamadı

Sanatın tanımından sonra dikkatle incelenmesi gereken bir diğer konu da sanatçının kim olduğudur. Kısacası sanatın merceğini bilen ve buna uygun sanat eserini meydana getiren kişi olarak tanımlarsak yanlış bir şey söylemiş olmayız. Ancak sanat ne kadar tartışma konusu olduysa sanatçı da bir o kadar tartışma konusudur. Her yapılan işin, her ortaya koyulan varlığın sanat eseri sayılmayacağı gibi, herkes de mutlak suretle sanatçı olamaz.

İslâm Ansiklopedisi’nde sanatçı, “bir sanatla uğraşan, bir sanatı icra eden, sanat eseri ortaya koyan kimse…”27 şeklinde tanımlanmıştır.

Bayram Akdoğan, sanatçıyı tanımlarken yüce ruh kavramından bahseder. Her işi yapan insanın sanatçı olamayacağını, sanatının mutlaka belirli bir bilgi birikimine sahip olmasını, bilhassa sanatını icra ederken kesinlikle şöhret veya maddiyat gibi bir beklenti içinde olmaması gerektiğini ifade etmektedir.28

Kendini sanata adamış, toplumdan ve dünyadan somut veya maddi anlamda bir beklenti içerisine girmeyen kişidir sanatçı. Sanatçı yaşadığı toplumun; kültürel, sosyo-ekonomik, tarihî, millî, ahlâkî değerlerinden etkilenen kişidir. Sanatçı, sanata yerelden ve ulusaldan başlayarak evrenselliğe ulaşan bir boyutu kazandıran kişidir.

Attilâ İlhan’ın sanatçının ne olduğu hakkında fikirlerini belirli ifadeler etrafında toplamıştır. Öncelikle sanatçı kelimesini tanımlarken “sanatçı, malum,

söyleyecek sözü olan adamdır.”29 der.

27 Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, Diyanet Vakfı Yayınları, Cilt 36, s. 1472, İstanbul 2009. 28 Bayram Akdoğan, “Sanat, Sanatçı, Sanat Eseri ve Ahlâk”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Cilt 42, Sayı 1, 2001, s. 225-230.

Attilâ İlhan, sanatçının bir eseri meydana getirirken fikir disiplinine sahip olması gerektiğini savunur. Fikir disiplini olmadan sanatçı olmayacağını ayrıca fikir disiplininden yoksun bir sanat eserinin de olmayacağını belirtir:

“Sanatçı için fikir disiplini gereklidir. Sanatı için, gerilip hız alacak bir platform hazırlar. Bu gerilip hız almalar, yeni sıçramalara imkân verir. Fakat, bunların sanat eseri ‘vasfını’ kazanabilmesi, daha birçok özellikler taşımasına bağlıdır. Onlar olmazsa, yanız fikir disiplini, dünya görüşü, bizi sanattan bilime çeker, götürür, hedefi şaşırmış oluruz.”30

Attilâ İlhan, sanat eserindeki derinlik ile sanatçının fikir disiplini şu şekilde birleştirir: “Şu halde sanatçının konuşabilmesi, daima yeni ve taze kalabilmesi,

düşünebilmesine; bir fikir disiplinine, bir dünya görüşüne sahip olabilmesine bağlıdır. Bu, kişiliğinin ana öğelerinden biridir. Sanat eserinin derinliğini verir. Ancak fikir disiplini olan sanatçı, sanatın genel gidişi içerisinde, kişiliğini belirtebilir. Yoksa sanatçılardan değil, ölü doğmuş ‘eksik’ sanatçılardan söz açılmış demektir.”31

Attilâ İlhan’a göre sanatçı, fikir disiplininin yanı sıra toplumsal bir iş yapmalıdır. Sözünü esirgememeli, toplumsal etkilerden uzak durmamalıdır. Attilâ İlhan’a göre sanatçıda bulunması gereken bir özellik de toplumcu bir sanat anlayışına sahip olmasıdır: “Edilgen kalarak, toplumsal çözümlemelere yanaşmayarak; aldığı

toplumsal etkilerin bilinçsiz aynalığını yapan sanatçının yaptığı, toplumsal ve toplumcu bir sanat sayılamaz. Topluma karşı bir sanattır.”32

Attilâ İlhan’a göre sanat eseri toplumun içinden gelen kişilerce, toplumun tüm yönleri ele alınarak oluşturulmalıdır. İlhan, özellikle sanat anlayışlarında toplumculuğu reklam olarak kullanan şairlere de ateş püskürür. Sanatın

30 Attilâ İlhan, Gerçekçilik Savaşı, Bilgi Yayınevi, 4.Basım, Mart 2000, İstanbul, s. 28. 31 Attilâ İlhan, age., s. 28-29.

hammaddesinin toplumdan çıktığına inanan Attilâ İlhan için toplumu anlatan sanatçı bizde çok azdır. Attilâ İlhan, incelediğimiz tüm yazılarından hareketle toplumculuğu aslında bilimsel bir tabana oturtmaya çalışır. Sanatçı; toplumun sorunlarını bir fikir disiplini içinde anlatmalı, hiçbir çevrenin adamı olmamalı, sadece toplumu ilgilendiren meseleleri sanat biçimiyle uygun bir zeminde sanat eseri haline getirmelidir. Attilâ İlhan’a göre sanatçı, toplumuyla özdeşleşmiş ve kendini toplumun ruhunda hissederek sanat eserini meydana getiren kişidir.

Sanatta tutum, sanatçının estetiğiyle oluşabilecek bir davranıştan ziyade önce sanatçının düşüncesinde oluşması gereken bir kavramdır. Sanatçı neyi, nasıl anlatacağı noktasında şüpheye düşmemeli ve birtakım baskı ve maddiyatın pençesinde bulunmamalıdır. Burada sanat, sanatçının dışında bir mecrada seyreder ve gerçek inkişafını hiçbir zaman bulamaz.

Attilâ İlhan’a göre gerçek sanatçı, her ne pahasına olursa olsun doğru olandan vazgeçmeyendir. Birilerinin istediği doğrultuda sesini kısan, gerçekleri sakınan, toplumsallığı arka plâna itmiş, maddiyat için sanattan başka her konuda ün yaptığı ismiyle öne çıkan kişi sanatçı değildir, sanat da yapmaz. İlhan’ın bizlere aktarmış olduğu yazar ve şair takımının toplumculuğu işte böyle bir gerçektir. İlhan’ın da gerek yabancı sanatçılardan gerekse bizim sanatçılarımızdan kendisine örnek aldığı gerçek sanatçı tabiriyle baktığı isimler hiçbir baskı ve yıldırmadan korkmayan ve sadece bildiğini, gerçek bir yenilikle ifade eden sanatçılardır. Orhan Kemal, Nazım Hikmet gibi birçok isim de sayar bizlere. Anlatmak istediklerini birkaç örnekle şöyle ifade edebiliriz:

“Orhan Kemal’in ne kadar özgün, ne kadar verimli, ne mertebe güçlü bir

yazar olduğu, zaman içinde birbirinden ilginç eserleri birbirini izledikçe anlaşılacaktır.

Neydi özelliği? Kısa, vurucu tespitler; hızlı, flaş gibi parlayıp geçen yalın benzetmeler; akla durgunluk veren bir gözlem yeteneği; klâsik gibi görünen, aslında

ise gizli orijinallikler taşıyan, son derece sağlam bir kugulama, şaşırtıcı bir roman mimarisi!

İnsan olarak büyüklüğü, bunun farkında olmayışında; farkında olsa da, belki önemsemeyişindeydi; bazıları gibi halk olmaya özenmezdi, özenemezdi zaten, çünkü ‘bizzatihi’ halktı o; kişiliğiyle, ailesiyle, yaşantısıyla!”33

Attilâ İlhan, edebiyatın birtakım çevrelerce yönetildiğinin üzerinde çokça durmuştur. Türkiye’de bir yazarın öldükten sonra hatırlanması için bile tek başına çabasının zaman zaman yeterli olmadığını ifade eder. Orhan Kemal, her şeye rağmen bu çevrelerden uzak durarak sadece sanatını ortaya koymuştur:

“Edebiyatımızda ne çok Kemal var. Hele o yıllarda, hepsi de toplumcu ve gerçekçi, üç aşağı beş yukarı ‘akran’, bir sürü Kemal tanırdık; Kemal Bilbaşar, Kemal Tahir, Orhan Kemal, Mehmed Kemal, Yaşar Kemal vb.

Düşünüyorum da, aralarında sadece Orhan Kemal, belli ve belirli bir çevrenin, bir ‘lobby’nin ‘adamı’ olmamıştır; olmamaya özen göstermiştir; belki de bu sebepten, ölümünü müteakip, hatırası ve eserleri yeterince ele alınmadı, işlenmedi.”34

Attilâ İlhan’ın büyük bir hayranlık duyduğu Nâzım Hikmet de kimsenin karşısında boyun eğmeyen sanatçılardan biridir. Doğru bildiğini her zaman ve her yerde söyleyen Nâzım Hikmet’e hayranlığını ve Nâzım Hikmet’in gerçek bir sanatçı olduğunu da şu sözlerle ifade eder:

“… okuyan görecektir ki Nâzım Hikmet, sosyalist etiketli bürokratik merkeziyetçi diktaları, şiddetle hırpalamakta; başlangıçta kurulan güzel hayallerle

33Attilâ İlhan, Hangi Edebiyat, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, IV. Basım, Şubat 2015, İstanbul, s. 55.

yaşanan gerçeklerin karşıtlığını çarpıcı bir şekilde göstermektedir. Nâzım Hikmet’ten beklenen de budur. Bu suretle Namık Kemal ve Tevfik Fikret gibi, onların çizgisinden ‘Aklı hür, vicdanı hür, irfanı hür’ bir şair olduğunu kanıtlamıştır, sağcısına da solcusuna da!”35

35 Attilâ İlhan, Hangi Edebiyat, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, IV. Basım, Şubat 2015, İstanbul, s. 61.