• Sonuç bulunamadı

2.5. Okul Öncesi Dönemde Sosyal Davranışlar

2.5.1. Saldırganlık

Başkalarına fiziksel ya da psikolojik zarar verecek davranışlar sergileme olarak tanımlanan saldırganlık, insanda doğuştan var olan engellenebilen, ertelenebilen, kontrol edilebilen yaşamsal bir dürtüdür.

Çocuklar tarafından sergilenen saldırganlık ise çocuğun hissettiği olumsuz duygularla başa çıkamayıp, bunu kendisine veya çevresine zarar vererek davranışa dönüştürme hali olarak tanımlanmaktadır (Aydın, 2004, s.94).

Yapılan araştırmalar her insanda farklı düzeyde sergilenen saldırgan davranışların bazı insanlarda daha yoğun bir biçimde sergilendiğini göstermektedir. Buna bireyin mizacından, beyin fonksiyonlarına, ebeveyn tutumlarından kültürel etkilere pek çok etken faktör sebep olmaktadır.

Bu faktörler göz önünde bulundurularak çocukta saldırganlığın temel nedeni üzerine yapılan çalışmalar sonucunda farklı çıkarımlar mevcuttur. Genetik özelliklerin bireyin saldırganlık seviyesi üzerindeki etkisi üzerine yapılan araştırmalar saldırganlığın farklı türleri içerisinde genetiğin farklı güç derecelerinde rol oynadığını gözler önüne sermektedir. Fiziksel saldırganlık olarak adlandırılan; çocuğun kavgaya karıştığı, vurduğu, ısırdığı vb. durumları

içeren saldırganlık türü üzerinde güçlü bir genetik bileşeni etkisi görülmektedir. Sosyal saldırganlık olarak adlandırılan çocuğun dedikodular yayması, toplumdan dışlaması, durumları içeren saldırganlık türü üzerinde genetik etki %20 lik bir yüzdeyi seyretmektedir (Gerrig & Zimbardo, 2013, s.536; Brendgen vd., 2005).

Bireysel özelliklerin saldırganlık üzerindeki etkisi incelendiğinde ise kişilik özellikleri ve beyin faktörü başlıkları ortaya çıkmaktadır. Bireyin beyin fonksiyonları arasında, duygusal beyin olarak isimlendirilen limbik sinir sistemi, duyguların kontrol edilmesini sağlar. Beyin sinir yollarının normal işlemesi, duygu kontrolü için önemli olduğundan ötürü bu sistememdeki anormal aktivasyon, saldırganlık duygularını tetikleyen duyguları bastırılamayışına sebep olmaktadır (Erduran & Yağbasan, 2008).

Kişinin sahip olduğu duygu skalası üzerinde aşırı duygusal ya da umursamaz kişilik profilleri farklı saldırganlık türlerinin sergilenmesinde tetikleyici bir rol üstlenmektedir. Duygularla yönetilen ve durumlara bir tepki niteliğinde olan dürtüsel saldırganlığa eğilimin aşırı duygusal bireylerde daha fazla olduğu görülmektedir. Amaca ulaşmaya yönelik bir araç erduraolarak sergilenen araçsal saldırganlığa eğilimin ise gerekçelendirilebilir olması sebebiyle ahlaki bir sorumluluğu olmadığı ifade edilmiştir (Gerrig & Zimbardo,2013, s.537). Çevresel faktörlerin saldırganlık üzerindeki etkisi incelendiğinde ise en temel çevresel faktörün aile olduğu göze çarpmaktadır. Maruz kalınan ebeveynlik türü saldırganlık davranışı üzerinde doğrudan aktif rol alır. Ebeveynler tarafından sergilenen aşırı sert ve hoşgörüsüz tutum, dengesiz ve tutarsız eğitim, ilgi ve sevgiden yoksun tutma çocukta saldırgan davranışı arttırıcı etkiye sahiptir (Dirim, 2003, s.98).

Saldırganlık kuramsal açıdan incelendiğinde pek çok kuramda farklı bakış açısıyla ele alındığı görülmektedir. Saldırganlığın nedenlerini açıklayan en eski görüşte, saldırganlık içsel bir dürtü ve biyolojik mirasın bir parçası olarak libido olarak isimlendirilen enerjinin engellenmesine tepki olarak ortaya çıkar. Bu görüşe göre saldırganlık kontrol edilebilir ancak yok edilemez. Hormonlar ve mizacın saldırganlık üzerinde etkili olduğu düşünülmektedir. Mizaç olarak zor tanımlanan bebeklerin okul öncesi dönemde saldırganlığa daha yatkın oldukları; erkeklik hormonu olarak bilinene testesteronun normalin üzerinde bir seyirde salgılanmasının saldırganlık davranışının gösterilme olasılığını arttırdığı saptanmıştır (Durkin, 1995; Sanchez-Martin vd., 2000; Sargın, 2008).

araştırmacıların bakış açılarına göre pekiştirme, cezalandırma ve modelleri taklit etme davranışları yoluyla saldırganlık öğrenilmektedir. Kişinin saldırganlığa yönelik algısı, sosyal ve çevresel değişenler etkili olmakla birlikte geçmişteki deneyimler saldırganlığın zamanını, hangi durumlarda ve sıklıkta ortaya çıkacağını belirlemektedir. Bu bakış açısına göre saldırganlık yaşa, cinsiyete, kültüre, bölgeye ve sosyoekonomik düzeye göre farklılık göstermektedir (Aktaş, 2001; Bayhan & Artan, 2004; Kağıtçıbaşı, 1999; Sargın, 2008). Yapılan farklı çalışmalarda kız çocukların saldırganlığının genetik, erkek çocuklarının saldırganlığının temelinin çevresel faktörlerden etkilendiği sonucuna ulaşılmıştır (Trawick & Smith, 2013, s.312).

Saldırganlığın tetikleyicileri incelendiğinde engellenme ve kışkırtılma durumlarını saldırganlığı tetiklediği görülmektedir. Saldırgan davranışlar yaşanan içsel çatışmaların veya engellemelerin bir sonucu olarak ortaya çıkabileceği gibi çocukların akranlarını ya da yetişkinleri model almaları sonucunda da gözlemlenebilmektedir (Şahin, 2006).

Saldırgan çocuklar kavgacı, geçimsiz, gergin, kurallara karşı gelen, çatışma hali içerisinde, eşyalara ve kişilere zarar veren, akran ilişkilerinde oyun bozan davranışlar sergileyen, yaşıtlarıyla ve çevresiyle iletişim ve uyum sorunu yaşayan çocuklar olarak tanımlanmaktadırlar. Bu çocuklar, düşük seviyede sosyal katılım gerçekleştiren, akranları tarafından reddedilen, yalnız ve tatminsiz olarak tanımlanan çocuklardır (Atay, 2011; Dirim, 2003, s.98; Trawick & Smith, 2013).

Okul öncesi dönemde saldırganlığın gelişim süreci incelendiğinde bebeklik döneminde saldırganlığın görülmediği, 1 yaşından itibaren kardeş ve akranlarla artan etkileşimle birlikte geliştirilen bilişsel kavrayış ve devinişsel becerilerin, bir gereksinim ve isteği doyurmak, bir amaca ulaşmak üzere sergilenen araçsal saldırganlığın bir amaca ulaşmak için başvurulan bir yol olarak sosyal gelişimin bir basamağı olarak düşünüldüğü, 2-4 yaş aralığında saldırganlığın arttığı, 3yaşından itibaren gelişen dil becerileriyle birlikte sözel saldırganlığın sergilendiği ve 6-7 yaşlarında gelişen empati becerisinin ve azalan benmerkezciliğin etkisiyle saldırganlığın gittikçe azaldığı görülmektedir (Atay, 2011, s.23; Bayhan & Artan, 2004, s.226; Berk, 2013, s.604).

Sonuç olarak uzun süreli saldırganlık davranışları sergilenmesi, gecikmiş ahlak gelişimi, yetersiz benlik denetimi ve düşmanca toplumsal bir yaşam biçimine neden olmaktadır (Berk, 2013, s.604).

2.5.2.Çekingenlik

Duygusal bir davranış problemi olarak ele alınan çekingenlik, toplumsal ortamlara girmekten ve girilen ortamlarda başka insanlarla iletişim kurmaktan kaçınma; kurulan iletişimlerde de duygu ve düşüncelerin ifade edilmesinde zorluk yaşama ile olumsuz değerlendirmelere karşı aşırı duyarlı olma durumu olarak tanımlanabilmektedir (Avşar, 2012; Stacks & Goff, 2006).

Çocuklarda çekingenlik, sosyal korku ve endişeler nedeniyle duygu ve düşüncelerini kolaylıkla başkaları ile paylaşamama, akranlarla ilişkilerinde tutarsız davranış sergileyerek akran iletişiminden uzak durma olarak açıklanmaktadır (Sandhu &Sharma, 2015).

Çekingen kişiler düşük özgüvene sahip, kendilerini ifade etmekten kaçınan, hayır demekte güçlük çeken, sorumluluk almaktan kaçınan, problem durumlarda çatışmaktan çok yatıştırıcı rol üstlenen kişiler olarak tanımlanmaktadır (Bal, 2006).

Çekingenlik üzerinde etkili olan faktörler incelendiğinde genetik ve çevresel etkenler başlıkları altına toplandığı görülmektedir. Çevresel faktörler olarak anne-baba-çocuk ilişkisinin zayıf oluşu, sosyal becerilerdeki yetersizlik, sık sık görülen acımasız eleştiriler ve baskı, düşük özsaygı ile ebeveyn tutumlarındaki tutarsızlık yahut aşırı koruyuculuk görülmektedir (Carducci, 2000; Zolten & Long, 1997).

Okul öncesi dönemde çekingen çocukların benlik algıları (Chang, Russell & Liu-Qin, 2007), sosyal problem çözme (Özmen, 2013), empati, muhakeme (Ersan, 2014) ve dikkat (Muris & Dietvorst, 2006) becerilerinin düşük düzeyde olduğu, akran ilişkilerinde pasif konumda oldukları (Trawick & Smith, 2013) görülmektedir.

Çekingenlik mutsuzluk, kaygı, korku, endişe gibi pek duyguyu içinde barındırmaktadır. Çekingen çocukların bu korkulu, kaygılı, endişeli tavırları sosyal ortamlarda yalnız kalmalarına sebep olmaktadır (Özbey, 2015).

2.5.3.Liderlik

Liderlik bir grup insanı, belirli amaçlar etrafında toplayabilme ve bu amaçları gerçekleştirmek için onları etkileyerek harekete geçirme olarak tanımlanmaktadır (Zel, 2001, s.91).

Liderlik davranışları kapsamında nesnelerin sahipliğini elde etme, bağımsız davranma, olumlu veya olumsuz yönergelerde bulunarak direktif olma ve sosyal girişkenlik sergileme yer almakla birlikte Lider kişiler uyumlu, iddialı, istekli, yaratıcı, baskın, özgüvenli, işbirlikçi ve idareci olarak tanımlanmaktadırlar (Lorr & More, 1980; Weigel, 1985). Liderliğin şekillenmesi üzerine genetik ve çevresel faktörlerin etkisi olduğu ifade edilmektedir. Genetik faktörlerin etkisi incelediğinde liderlik özellikleri olarak tanımlanan zeka, isteklilik, yaratıcılık, dayanıklılık gibi özelliklerin kalıtım yoluyla gelerek şekillendirici bir etkiye sahip olduğu düşünülmektedir (Zel, 2001). Çevresel faktörler ele alındığında da bireyin belirli bir sosyal yapı ve fiziki çevre içinde yaşadığı, bu çevrenin sergilediği tutum ve davranış kalıplarının liderlik özelliğinin ortaya koyulma sürecine yön verdiği belirtilmektedir.

Çevresel faktörler olarak ele alınan ebeveynler ve sergiledikleri tutumlar liderlik davranışının sergilenmesi üzerinde önemli bir etkiye sahiptir. Demokratik tutumun liderlik davranışlarını arttırdığı, otoriter tutumun ise azalttığı tespit edilmiştir (Becet, 1989; Dülger, 2016; Voltan -Acar, Arıcıoğlu, Gültekin & Gençtanırım, 2008).

Çeşitli değişkenler açısından liderlik davranışları incelendiğinde erkek çocukların kız çocuklara göre (Fagot, Hagan, Leinbach & Kronsberg, 1985; Wall& Holden, 1994; Weigel, 1985); büyük yaş gruplarının küçük yaş gruplarına göre (Weigel, 1985); yüksek gelir düzeyindekilerin düşük gelir düzeydekilere göre (Gökalan, 2000; Karakoyun, 2011) daha fazla liderlik davranışı sergilediği görülmektedir.

Literatürde, liderliğin alt sosyoekonomik düzeydeki bireylerde daha fazla görüldüğü (Güven, 2009), cinsiyetin liderlik üzerinde etkili bir değişken olmadığı (Becet, 1989; Özmen, 2013), ebeveyn tutumlarının liderlik davranışları üzerinde etkisi olmadığı (Ekinci, Altun & Can, 2013) yönünde farklı görüşler de mevcuttur.

Lider çocuklar akranları tarafından sevilen ve tercih edilen, akran ilişkilerini kurmada öncü ve yürütmede yetkin, devam eden oyun gruplarına girmede ve yeni oyun grupları oluşturmada sıkıntı yaşamayan, yaratıcı girişimlerde bulunan, kendinden emin,

yeteneklerine güvenen çocuklardır (Trawick &Smith, 2013). Sosyal ortamlarda etkin konuşma kabiliyetine sahip olan bu çocuklar, daha az saldırgan davranışlar sergiler, arkadaşlarına olumlu dönütler vermekle birlikte fikirlerini reddederken sebebini açıklayarak alternatif fikir önerisinde bulunurlar (Crick, Ostrov & Werner, 2006).

2.5.4.İş Birliği

İş birliği, iki veya daha fazla çocuğun bir etkinlik üzerinde gönüllülük esasına göre çalışmaları şeklinde tanımlanmaktadır. İşbirliğinde çalışma eyleminin gönüllülük esasına göre gerçekleştirilmesi, daha olumlu algılanmasından dolayı daha fazla etkileşim içermesini sağlar (Jewett, 1992).

Tüm insan topluluklarında önemli bir yeri olan iş birliği, ahlak öğretimi yoluyla edinildiği gibi sosyal deneyimler yoluyla da öğrenilmektedir, Piaget, iş birliğinin, çocukların ahlaki gelişiminin sonraki aşamaları sırasında ortaya çıktığını savunurken; Vygotsky, iş birliğinin çok daha erken yaşlarda ortaya çıktığı görüşündedir (Richard vd., 2007).

Yapılan pek çok çalışmadan elde edilen sonuçlar neticesinde, tüm yaş gruplarında iş birliği davranışlarının sergilendiği ancak sosyal gelişiminin sonraki evrelerinde iş birliği davranışında daha yetkinlik kazanıldığı öne sürülmektedir (Bağcı, 2015). İş birliği yeteneği, bir başkasının arzu, niyet ve hedeflerini temsil etme yeteneğine bağlı olduğu için, yaşla birlikte gelen sosyal gelişmişlik düzeyindeki artış, iş birliği performansı üzerinde de artış sağlayacaktır (Brownell, 2006).

İş birliği yeteneği üzerinde etkili olan bir diğer bireysel faktör cinsiyettir. Kültürün ve yetiştirilme tarzının sosyalleşme üzerindeki etkisinde cinsiyet değişkenine ilişkin görülen farklılık iş birliği davranışı üzerinde kızları daha yetkin kılmaktadır (Kirschner & Tomasello, 2010; Pepitone, 1980).

İş birliği davranışının gelişim aşamaları incelendiğinde çok küçük yaşlardan itibaren başladığı görülmektedir. Bebekler, basit oyun ve rutinlerde, yetişkin tarafından yapılandırıldığı takdirde yetişkinlerle 12-18 aylıkken iş birliği yapabilir. Ancak etkileşimi yapılandırmada aktif rol almaları gerektiğinde, yetişkinlerle iş birliği yeteneği 24 aydan sonra gelişmektedir.

Çocuklar 6 aydan evvel bir sürede birbirilerine sosyal ilgi gösterdikleri halde, 18 aydan önce akran etkileşimi nadir bir düzeyde seyretmekte olup 24. Aydan itibaren belirgin bir biçimde artış gösterir. Etkileşimdeki bu artış çocukların güvenilir bir şekilde iş birliği yapmasını etkiler (Brownell, 2006; Richard vd., 2007).

Yaşantısının ilk yıllarında kendini evrenin merkezinde zanneden çocuk ben merkezcidir. Tüm dünyanın kendi etrafından döndüğünü zanneder (Yalçın, 2010). Gerçek bir sosyal ortak olma becerisi olan akranlarla iş birliği yapma, gelişen sosyal anlayışla uyumlu olarak yaşamın ikinci yılının sonunda taklit oyunları ve basit rutinlerle başlayarak çocukların birbirlerinin arzu, hedef ve eylemlerini göz önüne alarak birbirlerini etkilediği, üçüncü yıl boyunca gelişerek daha kooperatif hale gelir (Brownell, 2006).

2.5.5. Uyum

Uyum, bireyin kendi ve çevresindekilerle ilişkilerinde denge sağlayabilmesi ve sağladığı dengeyi sürdürebilme yeteneği olarak tanımlanmaktadır (Yavuzer, 2016).

Birey dünyaya gözlerini açtığı anda sosyal bir çevre içerisinde yer almaktadır. Aile, kültür ve pek çok alt çevreyi kapsayan bu düzenin inanç, değer ve davranışlarının kazanılma süreci uyum olarak nitelendirilmektedir.

Bireyin yaşamının ilk yıllarında edindiği uyum becerilerin, gelecek yıllardaki uyum becerilerine zemin hazırlar (Işık, 2007). Uyum becerilerinde meydana gelebilecek gecikmeler kaçınmacı, çekingen, bir kişiliğin gelişmesine zemin hazırlar (Çağdaş & Seçer, 2002).

Uyum davranışı hem bireysel, hem de çevresel etkenlerin etkileşimi sonucu meydana gelmektedir.

Bireysel etkenler olarak yaş ve cinsiyet faktörleri ele alındığında artan yaşın sosyal tecrübelerde, ahlaki ve bilişsel gelişmelerde meydana getirdiği ilerlemenin uyum davranışının sergilenme sıklığını arttırdığı (Sarı, 2007) yönündedir. Cinsiyet değişkeni ele alındığında ise genel olarak kız çocukların daha uyumlu davranışlar sergiledikleri belirtilse de (Pakaslahti & Jarvinen, 1998; Işık, 2007) cinsiyetin bir farklılık yaratmadığı (Sarı, 2007), erkeklerin daha uyumlu davranışlar sergilediği (Dülger, 2016) yönünde çalışmalar da mevcuttur.

Uyum davranışı üzerinde en önemli çevresel faktör aile ve sergilediği tutumlardır. Aile içi çatışmalar, çocuğa karşı takınılan aşırı sert, hoşgörülü ya da koruyucu tutumlar uyum davranışı üzerinde olumsuz bir etkiye sahipken, destekleyici ve sevgi dolu bir tutum uyum davranışını destekleyici etkiye sahiptir. (Çağdaş & Seçer, 2002; Dülger, 2016;)

2.5.6.Destek

Toplumun bir parçası olan insan aile, akran, okul ve toplumsal ilişkilerinde kendisini üzecek, sinirlendirecek, strese sokacak pek çok yaşantıya maruz kalmaktadır. Bu sıkıntıların niteliği zaman zaman bireyin başa çıkamayacağı düzeye gelmekte ve psikolojik iyi oluşunu zedelemektedir.

Bu durumlarda bireyler en yakınları olan aile bireyleri ve akranlarının desteklerine ihtiyaç duymaktadır. Sağlanacak nitelikli destekler bireyin psikolojisi ve topluma uyum sürecini iyileştirici niteliğe sahiptir (Çakır & Palabıyıkoğlu, 1997)