• Sonuç bulunamadı

SAHÂBENİN KONUMU A. Kur’an ve Hadislerde Sahâbe

1. Kur’an’da sahâbenin fazileti

Sahâbînin tarifinde hadisçiler ve usûlcüler farklı düşünmektedir. Usûlcülere göre tanımın çerçevesini daha geniş tutan muhaddisler arasında en yaygın kabul edileni ise Buhârî’nin (ö. 256/869) tanımıdır. Buna göre sahâbî; Hz. Peygamber’i (s.a.v.) mü’min iken gören ve mü’min iken ölen kimsedir.1 Usûlcüler ise Resûlullah (s.a.v.) ile uzun süre beraber kalmayı da şart koşmuşlar, kısa süre görüşmeyi yeterli görmemişlerdir.

Kur’an, birçok âyette sahâbenin iman, cihad, samimiyet, takvâ, ibadete düşkünlük, Allah’ın rızasına nâil olma, adalet, fedakârlık… gibi üstün özelliklerine işaret etmiş, isimlerini zikretmeksizin onların hayatlarından kesitler sunmuş, sahâbenin bazı soruları üzerine âyetler nâzil olmuş ve Peygamber (s.a.v.) tarafından Kur’an’ın emirleri ilk defa onlarda uygulanmış ve birçok âyette Kur’an onları övmüştür.2 Ayrıca Yüce Allah, Hz. Peygamber’e (s.a.v.) sahâbe ile istişare etmesini emretmiş (Âl-i İmrân 3/159) ve dinî-dünyevî birçok hususta Resûlullah (s.a.v.) onlarla istişarede bulunmuştur.3 Birçok âyet onların söz ve eylemleriyle ilgili nâzil olduğu gibi, bazı âyetler onların sözlerinin tekrarı şeklinde veya onların sözüyle aynı mânada nâzil olmuştur.4"" "       (Sana şunu soruyorlar...)’ şeklindeki âyetlerin bir kısmı,5 sahâbenin Resûlullah’a (s.a.v.) sordukları sorular üzerine nâzil olmuştur. Birçok âyetin nüzûl sebebi sahâbenin soruları ve davranışlarıdır.

1 Buhârî, “Feżâ’ilü’ś-śaĥâbe”, 1; Hatîb, el-Kifâye, s. 69; İbnü’s-Salâh, ‘Ulûmü’l-ĥadîŝ, s. 251; İbn Hacer, Nüzhetü’n-nažar, s. 88; Süyûtî, Tedrîb, s. 374. Sahâbenin tanımı ile ilgili farklı değerlendirmeler için bkz. İbn Hazm, el-İĥkâm, I, 217-219; Erul, Bünyamin, Sahâbenin Sünnet Anlayışı, TDV Yayınları, 2. Baskı, Ankara, 2000, ss. 1-14; Aşık, Sahâbe ve Hadis Rivayeti, ss. 15-23;

Çapan, Ergün, Kur’ân-ı Kerîm’de Sahâbe, Işık Yayınları, İstanbul, 2002, ss. 19-34; Kırbaşoğlu, M.

Hayri, İslâm Düşüncesinde Hadis Metodolojisi, Ankara Okulu Yayınları, 1. Baskı, Ankara, 1999, ss.

59-67.

2 Sahâbenin üstünlüklerinden bahseden âyetler için bkz. el-Bakara 2/143; Âl-i İmrân 3/110; en-Nisâ 4/95-96; el-A‘râf 7/157; el-Enfâl 8/64, 74, 75; et-Tevbe 9/88, 99, 100, 102, 117; el-Feth 48/18-21, 29;

el-Hucurât 49/7-8; el-Hadîd 57/10; el-Haşr 59/8-10.

3 Resûlullah’ın ashabıyla istişareleri ve onların görüşüne uyduğu hususlar için bkz. Serahsî, el-Uśûl, II, 131; Erul, Sahâbenin Sünnet Anlayışı, ss. 237-240; 255-259; Muranyi, Miklos, Die Prophetengenossen in der frühislamischen Geschichte, Selbstverlag des Orientalischen Seminars der Universität Bonn, 1973, s. 101-104. Muranyi, Hz. Peygamber’in sahâbeyle istişaresinin zorunlu olduğunu iddia etmektedir ki, bu bir delile dayanmamaktadır.

4 Süyûtî, ‘Bazı sahâbenin sözü şeklinde nâzil olan âyetler’ başlığıyla bu âyetleri zikretmektedir. Bkz.

el-İtķān fî ‘ulûmi’l-Ķur’ân (I-II), Kahraman Yayınları, İstanbul, 1398/1978, I, 46.

5 el-Bakara 2/215, 217, 220, 219, 222; el-Mâide 5/4; el-A‘râf 7/187; el-Enfâl 8/1; el-İsrâ 17/85; el-Kehf 18/83; Tâ-hâ 20/105; en-Nâziât 79/42.

Kur’an’ın nüzûlüne şâhid olan sahâbe, tefsir ve te’vili doğrudan Resûlullah’tan öğrenmişlerdir. Allah (c.c.) onları Resûlü’ne yardımcı ve arkadaş diye seçmiş, dini onlarla ikame etmiş, hakkı onlarla ortaya koymuş, onlardan razı olmuş ve sahâbeyi bizim için de örnek ve rehber kılmıştır. Sahâbe Resûlullah’ın Allah’tan tebliğ ettiklerini, sünnetini, hükümlerini, emirlerini ve yasaklarını ezberlemişler ve muhafaza etmişlerdir.

Onlar dinde fakih olmuşlar, Resûlullah’ın Kur’an’ı tefsirini müşahede etmişler ve Allah onları âdil olarak vasıflandırmıştır.6

Kur’an başta önceki peygamberlerin olmak üzere birçok kimsenin sözlerini nakletmesine rağmen, Hz. Peygamber’in sözlerini birkaçı dışında bize nakletmemiş, onun dediklerinden ziyade ne demekle emredildiğini bildirmiştir. ‘   (de ki)’ ifadesiyle başlayan birçok âyet ve sûre mevcuttur.7 Dolayısıyla Resûl-i Ekrem’in (s.a.v.) sözlerini bize aktaran tek kaynak sahâbedir.

2. Hadislerde sahâbenin fazileti

Hz. Peygamber (s.a.v.) birçok hadisinde ashabının faziletini dile getirmiş ve ümmetinden onlara karşı saygılı olmalarını istemiştir. ‘Ashabım hakkında uygunsuz söz söylemeyin! Eğer sizden birinizin Uhud dağı kadar altını olsa ve bunun tamamını Allah yolunda harcasa, bu sahâbenin bir-iki avuçluk sadakasına, hatta yarısına bile denk gelmez’,8 ‘Ümmetimin en hayırlısı, benim asırdaşlarım, sonra onlardan sonra gelenler, sonra onları takip edenlerdir’9 ve ‘Ashabıma saygılı olunuz. Çünkü onlar sizin en hayırlılarınızdır. Sonra onlardan sonra gelenler, sonra da onlardan sonra gelenlerdir’10 rivayetleri bunlardan sadece birkaçıdır.

6 İbn Ebû Hâtim, el-Cerĥu ve’t-ta‘dîl, I, 7.

7 Kur’an’da Resûlullah’ın (s.a.v.) sözüne yer veren şu âyetler zikredilebilir: “(...) Hani O (s.a.v.) arkadaşına ‘üzülme çünkü Allah bizimledir’ diyordu.” (et-Tevbe 9/40); “(...) Peygamber bunu eşine haber verince o, bunu Sana kim bildirdi dedi. Peygamber: ‘bunu bana hakkıyla bilen ve hakkıyla haberdar olan Allah haber verdi’ dedi.” (et-Tahrîm 66/3) “Hani Allah’ın nimet verdiği, Senin de kendisine iyilik ettiğin kimseye ‘eşini yanında tut, Allah’tan kork’ diyordun. Allah’ın açığa vuracağı şeyi, insanlardan çekinerek içinde gizliyordun…” (el-Ahzâb 33/37). “O zaman Sen, mü’minlere şöyle diyordun: İndirilen üç bin melekle Rabbinizin sizi takviye etmesi, sizin için yeterli değil midir?” (Âl-i İmrân 3/123).

8 Buhârî, “Feżâ’ilü aśĥâbi’n-nebî”,1; Müslim, “Feżâ’ilü’ś-śaĥâbe”, 221; Tirmizî, “Menâķıb”, 58.

9 Ma‘mer b. Râşid, el-Câmi‘ (el-Muśannef), XI, 87, No: 19996; Buhârî, “Feżâ’ilü aśĥâbi’n-nebî”, 1;

“Şehâdât”, 9; “Riķāķ”, 7; “Eymân”, 10, 27; Müslim, “Feżâ’ilü’ś-śaĥâbe”, 210-215; Tirmizî, “Fiten”, 45; “Şehâdât”, 4; “Menâķıb”, 56; Ebû Dâvûd, “Sünnet”, 9; İbn Mâce, “Aĥkâm”, 27.

10 Ma‘mer b. Râşid, el-Câmi‘ (el-Muśannef), XI, 341, No: 20710. Sahâbe hakkındaki âyet ve hadislere dayanarak daha sonraki devirlerde Feżâ’ilü’ś-śaĥâbe adıyla birçok eser kaleme alınmıştır. Vekî‘ b.

Cerrâh, Esedü’s-Sünne, İbn Habîb es-Sülemî, Ahmed b. Hanbel, Bakî b. Mahled, Nesâî, Hayseme b.

3. Hz. Peygamber devrinde sahâbenin fetva ve kazâları

Sahâbenin sözlerinin sonraki dönemlerde Kur’an ve sünnetin anlaşılmasında temel esaslardan biri kabul edilmesi ve hadisin muhtevası içinde değerlendirilmesinde Kur’an ve hadislerde onların üstünlüğüne işaret edilmesi ile beraber, Hz. Peygamber’in hayatta olduğu zamanda sahâbenin uygulamalarına değer vermesi, bazı sahâbîye fetva ve hüküm verdirmesi ve onları kadı olarak tayin etmesi de etkili olmuştur. Sahâbe Resûlullah (s.a.v.) hayatta iken kendi anlayışlarıyla bazı dinî uygulamalarda bulunmuş ve bunlar Resûlullah (s.a.v.) tarafından tasvip görmüştür. Hatta Hz. Peygamber onlardan iki kişi veya bir gurubun farklı tatbikatlarının her birini kabul edip doğru yaptıklarını söylemiştir. Zikredilen hususlar, onların Kur’an ve sünneti en iyi bir şekilde anlayıp kararlarında bu iki kaynağın ruhuna uygun davranabildiklerini göstermektedir.

Birçok sahâbînin Hz. Peygamber’in huzurunda fetva ve hüküm vermesi, aynı zamanda onları alıştırma ve öğretmeye yönelikti. Amr b. el-Âs (ö. 43/664) ve Ukbe b.

Âmir (ö. 58/677) bunlar arasındadır. Saîd b. Mansûr’un (ö. 227/842) rivayetine göre Amr b. el-Âs şöyle demektedir: “Resûlullah’a (s.a.v.) iki hasım geldi. Resûlullah bana dedi ki: Ey Amr! Bunlar arasında hüküm ver. Ben de; yâ Resûlellah! Bu hususta Siz benden daha layıksınız dedim. Resûlullah dedi ki: Eğer onlar arasında verdiğin hükümde isabet edersen, sana on sevap vardır. Eğer hata edersen, sana bir sevap vardır.”11 Yine bir topluluk, kamıştan yapılmış bir kulübe hakkında anlaşmazlığa düşmüş ve meselenin çözümü için Resûlullah’a müracaat etmişlerdi. Hz. Peygamber, haklarında hüküm vermesi için onları Huzeyfe’ye (ö. 36/656) gönderdi. Huzeyfe verdiği hükmü Hz. Peygamber’e gelerek haber verince Resûlullah, ‘isabet ettin ve güzel yaptın’

buyurarak memnuniyetini açıklamıştır.12

Resûlullah (s.a.v.) sahâbeden bazılarını Medine dışına da kadı ve vâli olarak göndermiştir. Meselâ, Hz. Ali (ö. 40/660) ve Muâz b. Cebel (ö. 18/639) Yemen’e

Süleyman, Dârekutnî, Ebû Nuaym el-İsfahânî, Beyhakî, Fahreddin er-Râzî, İbn Kudâme el-Makdisî ve İbn Cemâa el-Makdisî feżâ’ilü’ś-śaĥâbe konusunda eserleri olan kimselerdir. Sahâbeden herhangi biri hakkında yazılan fezâ’il kitapları da mevcuttur. Ayrıca bazı hadis kitaplarında sahâbenin faziletinin anlatıldığı ‘Feżâ’ilü’ś-śaĥâbe’ ve ‘Menâķıb’ bölümleri yer almıştır.

11 Ahmed b. Hanbel, IV, 205; el-Kureşî, Gâlib b. Abdülkâfî, Evveliyyâtü’l-Fârûķ fi’l-İdâre ve’l-Każâ (I-II), Müessesetü’l-kütübi’s-sekâfıyye, 1. Baskı, Beyrut, 1410/1990, II, 565. Hadis Saîd b. Mansûr’un es-Sünen’inin matbû kısımlarında bulunamadı.

12 İbn Mâce, “Aĥkâm”, 18. Hz. Âişe de Resûlullah’ın yanında açıklamalarda bulunmaktadır. Buna örnek olarak bkz. Buhârî, “Hayż”, 13; Müslim, “Hayż”, 60.

gönderilenler arasındadır.13 Bu kişiler bulundukları yerde her türlü dinî uygulamaları yerine getiriyor, fetva ve hüküm veriyor ve ictihadda bulunuyordu.

Sahâbenin fetva ve ictihadlarında birbirinden farklı kararlarının her ikisinin de Resûlullah tarafından onaylandığı görülür. Hendek gazvesinin hemen akabinde harekete geçilen Benî Kureyzâ gazvesine ashâbı alelacele harekete geçirmek düşüncesiyle Resûlullah, ‘kimse Benî Kureyzâ’ya ulaşmadan ikindi namazını kılmasın’ buyurmuş, sahâbeden bir kısmı namaz vakti çıkmadan namazlarını yolda kılmışlar, diğer bir kısmı ise Resûlullah’ın sözünün zâhirine göre hareket ederek namazlarını Benî Kurayzâ’ya ulaşınca (vaktinden sonra) kılmışlardır.14 Resûlullah bu iki guruptan hiç birinin yaptığını yanlış bulmamıştır. Bu hâdisede her iki gurup sahâbe, Resûlullah’ın aynı emri karşısında farklı davranmışlardır. Bu hâl, sahâbenin Resûlullah’ın irtihâlinden sonraki farklı fetvaları için de geçerlidir. Herhangi bir âyet veya hadisi iki sahâbînin farklı anlayarak birbirine muhalif fetva vermeleri de buna benzemektedir. Fakat bunlarda Resûlullah’ın (s.a.v.) takriri bulunmamaktadır.

Diğer bir rivayete göre iki sahâbî beraber sefere çıkmışlardı. Namaz vakti geldiği halde yanlarında su yoktu. Her ikisi de temiz toprakla teyemmüm ettiler ve namazlarını kıldılar. Sonra namaz vakti çıkmadan su buldular. Onlardan biri namazını iade etti, diğeri ise iade etmedi. Daha sonra Resûlullah (s.a.v.) ile karşılaştıklarında bu durumu O’na anlattılar. Resûlullah (s.a.v.) namazını iade etmeyene ‘sünnete uygun davrandın ve namazın tamam oldu’ dedi. Diğerine ise ‘sana da iki kat sevap vardır’

buyurdu.15 Bu hâdisede iki sahâbî, Kur’an ve sünnet bilgilerine dayanarak farklı uygulamada bulunmuşlardır. Resûlullah ise her ikisinin yaptığını da yanlış bulmamış, sadece birinin daha çok sevap kazandığına işaret etmiştir.

Sa‘d b. Muâz (ö. 5/626) Benî Kureyzâ hakkında Resûlullah’ın huzurunda hüküm vermiş ve Resûlullah bunu onaylamıştır.16 Bütün bunların sonunda Resûlullah’ın onayı

13 Kureşî, Evveliyâtü’l-Fârûķ, II, 568-571.

14 Buhârî, “Ħavf”, 5; “Teyemmüm”, 7; “Meġâzî”, 30; Müslim, “Cihâd ve’s-siyer”, 69. Müslim’in rivayetinde bunun öğle namazı olduğu belirtilmektedir.

15 Ebû Dâvûd, “Ŧahâret”, 126; Nesâî, “Ġusl”, 27; “Ŧahâret”, 204; Dârimî, “Vuđû”, 65.

16 Müslim, “Cihâd”, 64-66; Buhârî, “Cihâd”, 168; Menâķıb”, 12; “Meġâzî”, 30; İstîźân”, 26; Tirmizî, Siyer”, 28; Ahmed b. Hanbel, III, 22; VI, 142. Yine birçok sahâbenin Resûlullah (s.a.v.) zamanında fetva verdikleri nakledilmektedir. Bu hususta bkz. İbn Sa‘d, eŧ-Ŧabaķāt, II, 334-335, 340, 348, 350;

Âmidî, el-İĥkâm, IV, 407-409; Kettânî, Muhammed Abdülhay b. Abdülkebîr b. Muhammed el-Hasenî, et-Terâtîbü’l-idâriyye (Hz. Peygamber’in Yönetiminde Sosyal Hayat ve Kurumlar) (I-IV),

olduğundan dolayı son hüküm O’na ait olsa da sahâbenin ictihat ve hükümlerinde isabet etmeleri ve Resûlullah tarafından onaylanmaları onların sünnetin ruhunu çok iyi bildiklerini göstermektedir. Yine Resûlullah, hayatta iken bazı sahâbîleri kadılıkla görevlendirmiştir.17 Bu durum, Resûlullah’tan sonra sahâbe kavlinin ve onların verdiği kararların değeri açısından önemlidir.

Kur’an’ın nüzûlüne şâhid olan, Hz. Peygamber’in uygulamalarının arka plânını çok iyi değerlendirebilen ve O’nu en küçük ayrıntılara kadar takip ve taklid eden sahâbe, kendilerinin takip edilmesi gerektiğinin de farkındaydı. Meselâ, İmrân b.

Husayn (ö. 52/672), etrafındaki tâbiîne “Kur’an nâzil oldu ve Resûlullah (s.a.v.) sünnetleri belirledi. Siz bize uyun. Vallâhi, bize tâbi olmazsanız dalâlete düşersiniz”

demektedir.18 Hz. Ömer (ö. 23/643) de bu gerçek doğrultusunda insanların sahâbeyi takip ettiklerinden dolayı, onların uygulama ve yaşayışlarında dikkatli olmalarını istemekte ve ihramlı iken boyalı elbise giydiğini zannettiği Talha b. Ubeydullah’ı (ö.

36/656) uyarmaktadır. Talha bunun boya olmadığını söyleyince, Hz. Ömer câhil birinin bunu fark edemeyip Talha’nın ihramlı iken boyalı elbise giydiğini söyleyebileceğini belirtmekte ve ‘ey sahâbe topluluğu! Sizler insanların iktidâ ettiği imamlar durumundasınız’ demektedir.19 Yine Hz. Ömer umre yolculuğunda ihtilâm olduğunda elbisenin sadece kirli kısımlarını yıkadığını gören Amr b. el-Âs’ın (ö. 43/664) beraberlerinde başka elbise olduğunu söylemesi üzerine ‘ey Amr! Sen başka elbise bulabiliyorsun ama herkes bunu bulabilir mi? Eğer ben öyle yaparsam bu sünnet olur (herkes benim yaptığımı tatbik eder)’ diyerek insanlar tarafından kendilerine ittibâ edildiğini ifade etmektedir.20

İbn Ömer (ö. 73/692) de kendisine Hâlid b. Esîdoğullarından biri, ‘ey Ebû Abdurrahman! Biz Kur’an’da korku namazını ve mukîmken kıldığımız namazı

Terc. Ahmet Özel, İz Yayıncılık, İstanbul, 1993, I, 138-140. Sahâbe fetvaları hakkında Bakî b.

Mahled’in Fetâvâ’ś-śaĥâbe ve’t-tâbi‘în ve men dûnehüm ve Abdülmelik b. Habîb el-Kurtubî’nin Tabaķātü’l-fuķahâ mine’ś-śaĥâbe ve’t-tâbi‘în adlı eserleri mevcuttur.

17 Hz. Peygamber’in görevlendirdiği kadılar için bkz. Ma‘mer b. Râşid, el-Câmi‘ (el-Muśannef), XI, 327-328, No: 20673; Fesevî, el-Ma‘rife ve’t-târîħ, I, 257; A‘zamî, İslâm Fıkhı ve Sünnet, ss. 37-38.

18 Ahmed b. Hanbel, IV, 445.

19 Muvaŧŧa’, “Hac”, 10; İbn Sa‘d, eŧ-Ŧabaķāt, III, 219; Beyhakî, es-Sünen, V, 60, No: 8899; a. mlf., el-Medħal ile’s-süneni’l-kübrâ, Thk.: Muhammed Ziyâurrahmân el-A‘zamî, Dâru’l-hulefâ li’l-kütübi’l-İslâmî, Kuveyt, 1404/1984, s. 336, No: 546.

20 Muvaŧŧa’, “Ŧahâret”, 83.

bulduğumuz halde, sefer namazını bulamıyoruz’ diye sorduğunda ‘ey yeğenim! Biz hiçbir şey bilmezken Allah bize Muhammed’i (s.a.v.) gönderdi. Biz O’nun ne yaptığını görmüşsek, öyle yapıyoruz’ sözüyle hayatlarında her hususta Hz. Peygamber’i takip ettiklerini belirtmektedir.21 Fazlurrahman’ın ifadesiyle; “(…) sahâbîler, daha sonraki hadis kitaplarının arasıra verdiği izlenimin aksine, Hz. Peygamber’in ‘öğrencileri’

olmayıp, onun takipçileri ve mürîdleri idiler. Mürîd, şeyhinden sadece ‘öğrenmekle’ ve onun söylediklerini yazıya geçirmekle kalmaz, şeyhinin öğrettiklerini yaşamaya ve kendisinde toplamaya da çalışır. İşte bu nedenle Hz. Peygamber’in söyledikleri ve yaptıklarının sahâbîlerin zihinlerinde çoğunlukla ayırdedilemiyecek ölçüde birbirine girmiş olması, hatta daha sonraki nesillerin kafalarında, bu durumun daha da büyük bir ölçüde ortaya çıkması ve bunu da davranışlarıyla göstermeleri kaçınılmazdı. Bu gerçeğin hatırda tutulması gerekir, çünkü bu, ilk yüzyılın sonlarında hadisçilerin ve daha sonraki nesillerin kesinlikle Hz. Peygamber’e ait olan unsuru sahâbîlere ait olduğu iddia edilen söz ve eylemlerden ayırdetmelerinin neden güç olduğunu açıklamaktadır.

Bu gerçek aynı zamanda hadisin, hadisçilerce ilk olarak tedvîn edilmeğe başlandığı sıralarda, niçin Hz. Peygamber’den ziyade sahâbîlere isnad edildiğini de kısmen açıklamaktadır.”22

Mûsâ Cârullah Bigiyef ise Hz. Peygamber’e uymaları sebebiyle sahâbenin sünnetinin de merfû sünnet içerisinde yer aldığını, hakikatte sahâbe ve tâbiîn tarafından uygulanarak nakledilen bu sünnette uydurma unsurların varlığını iddia etmenin mümkün olamayacağını ifade etmiştir.23 Bigiyef’e göre sahâbe sünnetinin merfû hadis hükmünde kabul edilmesinin en önemli gerekçesi, sahâbenin her an fiilen Hz.

Peygamber’in örnekliğine uymalarıdır. Bigiyef, sahâbe ve tâbiînin Hz. Peygamber’in getirdiği şeriatı yaşayıp bir sonraki nesle nakletmedeki ismetlerinin, vahyin muhatabı Hz. Muhammed’in Cebrâil’den yaptığı nakil anındaki ismeti derecesinde olduğunu söylemiştir. Bu sebeple sahâbe sünneti de Hz. Peygamber’in sünneti gibi muteberdir.24

Ali Yardım da sahâbe ile beraber tâbiîn ve tebeu’t-tâbiînin söz ve fiillerinin ümmet için delil kabul edilmesinin gerekçesi olarak şöyle demektedir: “Kaydetmek

21 Muvaŧŧa’, “Sefer”, 7; Nesâî, “Taķśîru’ś-śalât”, 1; İbn Mâce, “İķāmetü’ś-śalât”, 73.

22 Fazlurrahman, İslâm, s. 72.

23 Bigiyef, Mûsâ Cârullah, Kitâbü’s-sünne, Terc. Mehmet Görmez, Ankara Okulu Yayınları, Ankara, 1998, ss. 111-112; Hatiboğlu, Çağdaşlaşma ve Hadis Tartışmaları, s. 181, 189.

24 Hatiboğlu, a.g.e., s. 181, 189.

gerekir ki ‘bu üç neslin söz ve fiilleri’ ifadesi ile, cemiyetin gelişigüzel insanları kastedilmemektedir. Bunlar; ilmî hüviyetleri, davranışlarındaki tutarlılıkları, ahlâkî meziyetleri ve kemal yolunda aldıkları mesafeleri ile efkâr-ı umumiyede kendilerini kabul ettirmiş şahsiyetler olup, devirlerinin maddî ve mânevî yönden sorumluluk yüklenmiş aktif unsurları, sözleri ve davranışları ile Kur’an ahlâkını temsil eden seçkin simalarıdır. İşte, o mümtaz şahsiyetlerin söz ve davranışları, diğer insanlarınkinden farklı mütalaa edilmiştir. Bunlar, Kur’an ve hadisi, aslına uygun olarak en doğru şekilde tefsir etmişlerdir. Onların söz ve tutumları -tabir caizse- bugünün modern anlayışı ile, yargıtay Kararları ve Mahkeme İctihadları gibi bağlayıcı bir durum arz etmektedir.”25

Hz. Peygamber’in uygulamalarını doğru bir şekilde anlamaları ve O’nun söz ve fiillerinin ruhuna vakıf olmaları sebebiyle sonraki nesiller için sahâbenin söz ve uygulamaları da sünnetin muhtevasına dâhil edilmiş ve mevkuf haberler de merfû hadisler gibi ümmet için yol gösterici kabul edilmiştir. Bunun tabiî bir sonucu olarak başta hadis, tefsir ve fıkıh olmak üzere temel İslâm kaynaklarında merfû hadislerle beraber mevkuf rivayetler de yer almıştır.

II. MUHADDİSLER VE MEVKUF HABERLER A. Mevkufların Hadisin Muhtevasından Sayılması

Muhaddisler sahâbenin söz ve fiillerini de hadis olarak değerlendirmişler ve hadisi Hz. Peygamber’in söz, fiil ve takrirleri ile beraber sahâbenin ve tâbiînin söz ve fiillerinden ibaret saymışlardır. Bütün hadis kitaplarında miktar itibariyle farklı olmakla beraber mevkuf ve maktû rivayetler de yer almıştır. Kur’an’ın anlaşılması için nasıl Hz.

Peygamber’in hadislerine ihtiyaç varsa, Hz. Peygamber’in hadisleri ve sünnetinin anlaşılması için de sahâbenin uygulamalarının, yaşayışlarının, söz ve davranışlarının, fetva ve ictihadlarının bilinmesine ihtiyaç vardır.

Hz. Peygamber adına herşeyi rivayet etme imkânına sahip olamayan sahâbîler kendi sözlerinin muhtevasına Resûlullah’ın (s.a.v.) sözlerini, kısmen atıfta bulunmayarak karıştırmış veya kendi sözlerinin muhtevasında Hz. Peygamber’in sözlerinden bir kısmını eritmiş olabilirler. Sahâbe sözleri ile Hz. Peygamber’in söz ve fiilleri arasında kesin bir ayrım yapmak mümkün değildir. Bu nedenle sahâbenin söz ve

25 Yardım, Hadis, I, 36 (Dipnot).

fiillerine sonraki nesiller tarafından büyük değer verilmiştir.26 Sahâbîlerin sözleri ve fiilleri içinde hadis olma ihtimali bulunan kaviller veya davranışlar bulunabileceğini hesaba katan muhaddisler, hadis terimini ıstılahî mânada Resûlullah’ın (s.a.v.) söz, fiil ve davranışları için kullanmalarına rağmen, sahâbe kavillerine de hadis demişlerdir.27

Muhaddisler, sahâbî ve tâbiînin hadislerin yorumu hakkında söyledikleri bilgileri de nakletmişlerdir. Hatta hadisin vürûd ortamının müşâhidi ve tarihen en yakını olan bu insanların sözlerine sünnetin anlaşılması için son derece önem verilmiştir. Arap dilinin bozulmadığı bir dönemde yaşamış, ilk kaynağa yakın sahâbîlerin ve tâbiînin, hadisler hakkındaki yorumlarının daha isabetli olacağını düşünmüşlerdir. Bu nedenle hadislerin daha iyi anlaşılması ve hadislerdeki müşkillerin çözümlenmesi için sahâbî ve tâbiînin sözlerinden istifade etmeye önem vermişlerdir.28 Hatta İbn Kuteybe, sahâbenin hadisler hakkındaki te’villerinin hepsi nakledilseydi daha az sayıda hadisin müşkil olacağını söylemiştir.29 Hadis usûlünde şâhid ve mütâbaat diye değerlendirilen rivayetler arasında da mevkuflar dikkate alınmıştır. Muhadddisler itibar için sadece merfû rivayetlerle iktifa etmemişler, aynı babta rivayet edilen mevkuflara da bakmışlardır.30

B. Sıhhat Bakımından Mevkuf Haberler

Mevkuf rivayetler de merfûlar gibi sıhhat şartları açısından aynı esaslara tâbidir.

Ancak senedleri sahih de olsa bazı muhaddis ve usûlcüler mevkuf ve maktû rivayetleri zayıf hadisler arasında saymışlardır.31 Bir rivayetin sadece mevkuf olduğu için zayıf

26 Bkz. Taştan, Osman, “İslâm Hukukunda Sahâbî Otoritesinin Kaynağı ve Niteliği”, İslâmî Araştırmalar, c. VIII, sy. 2, Ankara, 1995, ss. 115-121, s. 119.

27 Toksarı, Ali, “Hadis İlmi Açısından Sahâbî Kavli ve Değeri”, EÜİFD, c. II, Kayseri, 1985, ss. 339-357, s. 345.

28 Tekineş, Ayhan, Hadisleri Anlama Problemi, Işık Yayınları, İstanbul, 2002, s. 97.

29 İbn Kuteybe, Ebû Muhammed Abdullah b. Müslim ed-Dîneverî, Te’vîlü muħtelifi’l-ĥadîŝ, Thk.:

Abdülkâdir Ahmed Atâ, Müessesetü’l-kütübi’s-sekâfiyye, 1. Baskı, Beyrut, 1408/1988, s. 180.

30 Târık b. Ivazullah, Şerĥu lüġati’l-muĥaddiŝ, s. 301.

31 Mevkufların zayıf kabul edilmesi hakkında bkz. Accâc el-Hatîb, Uśûlü’l-ĥadîŝ, s. 405; Kâsımî, Ķavâ‘idü’t-taĥŝ, s. 133; M. Edib Sâlih, Lemehât, ss. 220-222, 274; Davudoğlu, Ahmed, Sahîh-i Müslim Terceme ve Şerhi (I-XI), Sönmez Neşriyat, İstanbul, 1977, I, XLI; Yılmaz, Muhammed,

“Mevkuf Hadisler ve Hükmen Merfû Kavramı”, ÇÜİFD, c.1, sy. 1, Adana, 2001, ss.159-179, s. 166-167. Abdullah Aydınlı ise sahih hadisin birinci özelliği olarak; hadis Hz. Peygamber’e nispet edilecek yani ‘merfû’ olacak derken, zayıf hadislerden bahsederken mevkuftan bahsetmemektedir (Sünen-i Dârimî, Tercüme ve Tahkik, (I-VI), Madve Yayınları, İstanbul, 1994, I, 46-47). Muhammed Yılmaz, mevkuf hadisin zayıf hadisler içerisinde yer almasının en büyük sebebinin hadisin senedinin Resûlullah’a (s.a.v.) ulaşmamış olmasına dayandığını belirtmekte ve şöyle demektedir: “Oysa mevkuf, zaten senedi sahâbede kalan rivayetler için kullanılan bir terimdir. Başka bir deyişle, mevkuf hadis denildiğinde, bununla kastedilen, o rivayetin sahâbeye ait olduğudur. Dolayısıyla, senedin Hz.

kabul edilmesi doğru değildir. Bir hadisin sıhhati, merfû, mevkuf veya maktû olmasıyla

kabul edilmesi doğru değildir. Bir hadisin sıhhati, merfû, mevkuf veya maktû olmasıyla

Benzer Belgeler