• Sonuç bulunamadı

MERFÛ VE MEVKUFUN SINIRININ BELİRLENMESİ

Sahâbe, Resûlullah’ın (s.a.v.) söz, fiil ve takrirlerini değişik ifadelerle sonraki nesillere aktarmaya çalışmış, bu rivayet tarzları sonraki dönemlerde merfû, mevkuf veya hükmen merfû şeklinde sınıflandırılmıştır. Sahâbe tarafından doğrudan Resûlullah’a nispet edilmeyen bazı rivayetlerin Hz. Peygamber’e aidiyeti sahâbe nazarında ikinci plânda veya şüpheli olduğundan dolayı bu şekilde rivayet edilmiş değildir. Bunlar sahâbenin geliştirdiği farklı rivayet usullerinin bir sonucudur ve Hz.

Peygamber’e aidiyeti açısından sarih merfû rivayetlerle aynı değerdedir. Bu rivayetlerin bir kısmının ise sahâbenin ictihadları sonucu olması muhtemeldir. Ancak aynı durum, merfû rivayetler için de söz konusudur. Meselâ merfû olarak rivayet edilen bir hadise göre, Mekke’nin fethinde Resûlullah (s.a.v.) Kâbe’nin içine girmiştir. Onunla beraber Kâbe’ye giren Bilâl-i Habeşî (ö. 20/641), Resûlullah’ın Kâbe’nin içinde namaz kıldığını rivayet etmektedir.1 Üsâme (ö. 54/674) ise Resûlullah’ın (s.a.v.) sadece dua edip, namaz kılmadığını nakletmektedir.2 Sahâbenin birbirlerine rivayetleri nedeniyle yönelttikleri eleştiriler de buna örnektir. Bir sahâbînin sarih merfû şeklinde rivayet ettiği bir hadisi, bir başkası mevkuf veya hükmen merfû kabul edilen tarzda nakledebilmektedir.

Bütün hadisleri merfû ve mevkuf şeklinde kesin çizgilerle ayırmak pratikte çoğu zaman mümkün değildir. Zira birçok hadisin metninde merfû ve mevkuf ifadeler beraber bulunmaktadır. Bilhassa takrirî merfûlarda bu durum daha da yoğundur. Hz.

Âişe’nin (ö. 58/677) naklettiği şu hadis, bu gerçeği göstermektedir: “Bir gün Resûlullah (s.a.v.) odama geldi. Yanımda Buâs ezgilerini okuyan iki kız vardı. Resûlullah (s.a.v.) yatağına uzanıp yüzünü öbür tarafa çevirdi. Daha sonra Ebû Bekir (ö. 13/634) geldi ve şarkı söyleyen kızları görünce ‘Bu ne hal! Resûlullah’ın yanında şeytan çalgısı mı çalınıyor’ diyerek beni azarladı. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v.) ona dönerek ‘onlara dokunma, bırak çalsınlar’ buyurdu. Babam başka bir şeyle meşgul olduğu sırada, kızlara dışarı çıkmaları için işaret ettim ve onlar da dışarı çıktılar.”3 Bu ve benzeri birçok hadis, içinde Resûlullah’ın bir takriri veya birkaç kelimelik bir sözü, ya da bir fiili olduğu için merfû kabul edilmekte, bu rivayetler içinde geçen sahâbî sözleri, fiilleri veya takrirleri ayırıma tâbi tutulmamaktadır. Bu durum, ilk dönemlerde rivayetlerin

1 Buhârî, “Śalât”, 30, 81, 96, 97; Müslim, “Hac”, 388-394.

2 Müslim, “Hac”, 395-396.

3 Buhârî, “‘Îdeyn”, 2.

hepsinin hadis, eser veya haber ıstılahlarıyla ifade edilmesinin de aynı zamanda bir sebebi olarak görülebilir. Birkaç sayfa uzunluğunda olan bir rivayetin içinde Resûlullah’a ait birkaç cümle de bulunsa hadis merfû olarak isimlendirilmektedir.

Kavlî merfûların dışındaki fiilî ve takrirî bütün rivayetlerin ifade şeklinin sahâbeye ait olması nedeniyle bunlar, rivayet eden sahâbînin değerlendirmesine göre değişebilmektedir. Sahâbî hadisi mâna ile rivayet etmekte, ihtisarda bulunmakta ve her sahâbî Resûlullah’ın uzun bir konuşmasından sadece gerekli gördüğü bir kısmı nakletmektedir. Vedâ hutbesi gibi Resûl-i Ekrem’in birçok uzun konuşmalarının bir bütün olarak rivayet edilmemiş olması da bunu göstermektedir.

Hem Resûlullah (s.a.v.), hem de sahâbenin söz, fiil ve takrirlerine hadis, haber veya eser denilirken, daha sonra Resûlullah’a (s.a.v.) ait olanlara merfû, sahâbeye ait olanlara da mevkuf denilmesiyle beraber ‘Resûlullah veya sahâbeye ait olan’ın sınırlarının belirlenmesinde görüş ayrılıkları ortaya çıkmış, bazılarının mevkuf kabul ettiği rivayetlerin bir kısmı, başkaları tarafından merfû veya hükmen merfû kabul edilmiştir. Resûlullah’ın (s.a.v.) söz, fiil ve takrirlerinin dolaylı olarak nakledildiği düşünülen rivayetler hükmen merfû kabul edilmiştir.

Hâkim (ö. 405/1014), ‘Mevkuf Rivayetlerin Bilinmesi’ bölümünde Muğîre b.

Şu‘be’den (ö. 50/670) nakledilen ‘Resûlullah’ın ashabı, (giriş için izin istemek maksadıyla) O’nun kapısına parmaklarıyla vuruyorlardı’4 hadisini zikreder ve ‘bu, mesleğin inceliklerini bilmeyenlerin, içinde Resûlullah zikredildiği için müsned zannettikleri bir hadistir. Fakat bu müsned değil, sahâbenin akranlarından birinin fiili olarak naklettiği mevkuf bir rivayettir. Kimse bu hadisi müsned olarak nakletmemektedir. Bunu hassaten benzer rivayetlere de bir delil olsun diye mevkufa misâl olarak zikrettim’ der.5 İbnü’s-Salâh (ö. 643/1245), Hatîb’in (ö. 463/1070) de Hâkim’le aynı fikirde olduğunu belirtir ve gerçeğin onların zannettiği gibi olmadığını, bunun lafzen müsned olmayıp mâna yönüyle merfû kabul edildiğini söyler.6 İçinde

4 Hâkim, Ma‘rifetü ‘ulûmi’l-ĥadîŝ, s. 19; Buhârî, el-Edebü’l-müfred, Thk.: Muhammed Fuâd Abdülbâkî, Dâru’l-beşâiri’l-İslâmiyye, 3. Baskı, Beyrut, 1409/1989, s. 371, No: 1080.

5 Hâkim, a.g.e., s. 19. Hâkim’den başkaları da bu hadisi mevkufa misâl olarak zikretmektedir. Bkz.

Nevevî, İrşâd, s. 77; Irâkî, Fetĥu’l-muğîŝ, s. 59; San‘ânî, Tavżîĥ, I, 251-254; Leknevî, Žaferu’l-emânî, ss. 333-335.

6 İbnü’s-Salâh, ‘Ulûmü’l-ĥadîŝ, s. 52; ; Nevevî, İrşâd, s. 77; Süyûtî, Tedrîb, s. 118; Irâkî, a.g.e., s. 59.

İbnü’s-Salâh, Hâkim’e bu rivayeti mevkuf kabul ettiğinden dolayı itiraz eder ve bunun merfû kabul

Resûlullah geçtiğinden dolayı her hadis merfû kabul edilmez. Ancak bu rivayet farklı bir durum arz etmektedir. Ashabın kapısını çaldıkları kimse Hz. Peygamber’dir. Bu nedenle zikredilen rivayetin takrirî merfû olduğu muhakkaktır. Çünkü sahâbenin bu hareketine Resûlullah şâhid olmaktadır.

Hâkim, Hadis ilminin altıncı nevi olarak saydığı ‘senedinde         şeklinde zikredilmeyen müsnedler’ bölümünde de bu konuya değinir. Hâkim’in buradaki ifadesine göre Hz. Peygamber ile sohbeti ma’rûf bir sahâbenin ‘bize bunu yapmak

Sahâbenin Resûlullah’a (s.a.v.) ait bir haberi farklı şekillerde rivayet ettiklerini ve râvilerin aynı hâdiseyi anlatırken onun Resûlullah ile irtibatını çok değişik şekillerde belirttiklerini bir hadisin farklı rivayetlerini göz önünde bulundurarak görmek mümkündür. Meselâ, Ebû Mûsâ el-Eş‘ârî’nin (ö. 44/664) Hz. Ömer’in (ö. 23/643) kapısını üç defa çaldıktan sonra kapıyı açan olmayınca ayrılıp gitmesinin ardından Hz.

Ömer’in onu geri çağırması ve neden beklemediğini sorması, Ebû Mûsâ’nın da buna sebep olarak Hz. Peygamber’den izin istemenin üç defa olduğunu söylediği rivayette bu emrin Hz. Peygamber’e farklı sözlerle nispet edildiği görülmektedir. Rivayetlerden bir kısmında izin isteme emri Hz. Peygamber’e ‘bize bu emrediliyordu’ şeklinde nispet edilirken,8 Tirmizî’nin (ö. 279/892) bir rivayetinde ise sadece ‘   (sünnet)’ şeklinde bir atıfta bulunulmakta, bu ifadenin dışında Resûlullah’a nispet ifadesi geçmemektedir.9 Bazı rivayetlerde ise ‘sizden biriniz üç defa izin isteyip ona izin verilmezse ayrılıp

edilmesinin itimada daha layık olduğunu, rivayetin zâhirinin, Resûlullah’ın buna muttali olduğunu ve bu fiili onlar için takrir ettiğini gösterdiğini söyler (‘Ulûmü’l-ĥadîŝ, s. 52). İbn Hacer ise bu rivayetin sahâbenin fiili olması nedeniyle mevkuf, Resûlullah’ın takriri nedeniyle ise merfû olduğunu belirtir (İbn Hacer, en-Nüket ‘alâ kitâbi İbni’ś-Śalâĥ (I-II), Thk.: Rebî‘ b. Hâdî Umeyr el-Medhalî,

‘Imâdetü’l-bahsi’l-‘ilmî li’l-câmi‘ati’l-İslâmiyye, 1. Baskı, Medine, 1404/1984, II, 519).

7 Hâkim, Ma‘rifetü ‘ulûmi’l-ĥadîŝ, s. 22. Ayrıca bkz. İbnü’s-Salâh, a.g.e., s. 53; Nâfiz Hammâd,

“Ta‘bîru’ś-śaĥâbî”, Mecelletü’l-câmi‘ati’l-İslâmiyye, c. X, sy. 1, s. 99-109.

8 Buhârî, “Büyû‘”, 9; “İ’tiśâm”, 22; Müslim, “Âdâb”, 36; Ahmed b. Hanbel, IV, 400.

9 Tirmizî, “İstîźân”, 3.

gitsin’10, ‘İzin isteme üç defadır. Eğer izin verilirse içeri gir, eğer izin verilmezse dön git’11, ‘Kim üç defa izin ister ve ona izin verilmezse dönsün gitsin’12 gibi ifadelerle Hz.

Peygamber’in bu emri ile ilgili sözlerine yer verilmektedir. Müslim’in (ö. 261/875) diğer bir rivayetinde ise sadece ‘Resûlullah’tan işittiğim gibi izin istedim’13 sözüyle Nebevî emre işaret edilmektedir. İbn Mâce’nin rivayetinde ise; ‘Resûlullah’ın bize emrettiği şekilde üç defa izin istedim’14 ifadesi yer almaktadır. Zührî (ö. 124/742) ise bir rivayetinde bunu kimin söylediğini belirtmeden, ‘üç defa selâm verdikten sonra sana cevap verilmezse, dön git diyorlardı’ sözüyle merfû hadise işaret etmektedir.15

Görüldüğü üzere, Resûlullah’a ait bir ifadeye atıfta bulunurken birbirinden çok farklı sözler kullanılabilmektedir. Bunların bir kısmında Resûlullah’ın sözü hiç zikredilmeyip ona sadece atıfta bulunulmakta, böyle davranmakla emrolunduğu söylenmekte fakat emredenin Peygamber (s.a.v.) olduğunun zikredilmesine gerek duyulmamakta veya bu davranışın sünnet olduğuna işaret edilmekle yetinilmektedir.

Bütün rivayetler beraber değerlendirildiğinde bu ifadelerden Hz. Peygamber’in sözlerinin kastedildiği açıkça anlaşılmaktadır. Aynı hâdiseyi nakleden hadisler, farklı nakil formuyla rivayet edildiğinden dolayı bazı muhaddisler tarafından merfû kabul edilirken, diğerleri tarafından mevkuf kabul edilmektedir.

Hadisin tarifi ve muhtevası ile ilgili farklı değerlendirmeler de merfû ve mevkufun belirlenmesinde farklı sonuçlara sebep olmaktadır. İbn Hacer (ö. 852/1448), Abdullah b. Mes‘ûd’un (ö. 32/652) ‘sözün en güzeli Allah’ın Kitabıdır. En güzel yol Muhammed’in (s.a.v.) yoludur. En kötü iş ise sonradan ortaya çıkanlardır….’16 rivayetinin şerhinde şu değerlendirmeyi yapar: “Hadis dış görünüşüne göre mevkuftur.

Ancak ‘en güzel yol, Muhammed’in (s.a.v.) yoludur’ kısmı ise merfû hükmündedir.

Çünkü bu kısımda Resûlullah’ın sıfatlarından birini haber vermektedir ve bu, merfûnun kısımlarındandır. Buna dikkat eden ise çok azdır. Şu herkesin ittifak ettiği bir husustur

10 Ma‘mer b. Râşid, el-Câmi’ (el-Muśannef), X, 381, No: 19423; Buhârî, “İstîźan”, 13; Müslim, “Âdâb”, 33; Ebû Dâvûd, “Edeb”, 127; Ahmed b. Hanbel, IV, 403.

11 Müslim, “Âdâb”, 35, 37 (2. rivayet ‘izin istemek üç defadır’ şeklindedir); Mâlik b. Enes , el-Muvaŧŧa’

(I-II), Thk.: M. Fuâd Abdülbâkî, Dâru ihyâi’t-türâsi’l-‘Arabî, (y.y.), ts., “İstîźan”, 2, 3.

12 Ahmed b. Hanbel, III, 6, 19; IV, 410, 418; Dârimî, “İstîźan”, 1; Ebû Dâvûd, “Edeb”, 127.

13 Müslim, “Âdâb”, 34.

14 İbn Mâce, “Edeb”, 17.

15 Ma‘mer b. Râşid, el-Câmi‘, (el-Muśannef), X, 3, 80-381, No: 19422.

16 Buhârî, “İ’tiśâm”, 2.

ki, sadece merfû rivayetleri tahric etmeye çalışan musannifler Resûl-i Ekrem’in şemâili ile ilgili rivayetleri de tahric ederler. Çünkü bu konudaki rivayetlerin çoğu Hz.

Peygamber’in (s.a.v.) yüzü ve saçı gibi yaratılışını ve zâtını ilgilendirmekte ve O’nun (s.a.v.) hilm ve affedicilik gibi ahlâkını tavsif etmektedir. Bunlar da zikredilen rivayette münderictir. Bu rivayet ayrıca İbn Mes‘ûd’dan merfû olarak da nakledilmiştir.”17

Hadisçilerin, fıkıh usûlcülerinin ve fıkıhçıların hadisin kapsamıyla ilgili farklı hadis tanımları da merfû ve mevkufun sınırlarını değiştirmektedir. Bu tanımlamalara göre meselâ hadisçilere göre Hz. Peygamber’in peygamberlik öncesi ile ilgili rivayetler de hadis kabul edilirken usûlcüler sadece şer‘î bir hükme delalet eden, dolayısıyla sadece nübüvvet sonrası söz, fiil ve takrirleri hadisin kapsamına dâhil etmektedirler.

Bir hadisin ihtisar veya taktî‘ ile nakledilmesi de merfû bir rivayetin mevkuf kabul edilmesine sebep olabilmektedir. Buhârî (ö. 256/870), İbn Ömer’den (ö. 73/692) mevkuf olarak Hz. Ömer’in (ö. 23/643) kendi vakfı hususunda, vakfın işlerini yürütmeyi üzerine alan kimsenin ondan mal edinmeden yemesini ve dostlarına yedirmesini şart koştuğunu rivayet etmektedir.18 Bu kısım, Buhârî’nin farklı senedlerle merfû olarak naklettiği Hz. Ömer’in çok sevdiği bir hurmalığını sadaka vermek istediğinde Hz. Peygamber’in ona ‘sen bu bahçeni vakfetmek suretiyle tasadduk et.

Artık o satılmaz, hibe edilmez, miras bırakılmaz. Fakat onun mahsulü infak olunur’

buyurduğu rivayetinin sonunda yer almaktadır.19

Merfû veya mevkuf olduğunda ihtilâf bulunan ve hükmen merfû kabul edilen rivayetler esas itibariyle Hz. Peygamber’in söz, fiil ve takrirlerinin sahâbe tarafından farklı usullerle nakledilmesinden ibarettir. Dolayısıyla bu tarz rivayetler sahâbe tarafından Hz. Peygamber’in söz, fiil ve takrirlerinin yorumlanmış şekli olarak kabul edilebilir. Bu nedenle hükmen merfû kabul edilen rivayet sîgalarıyla nakledilen

17 İbn Hacer, Fetĥu’l-bârî, XV, 178; Cezâirî, Tevcîhü’n-nažar, I, 37-38 (Dipnot). Hadis için bkz.

Müslim, “Cum‘a”, 43; İbn Mâce, “Muķaddime”, 7; Dârimî, “Muķaddime”, 23; Ahmed b. Hanbel, III, 31, 319, 371.

18 Bkz. Buhârî, “Veśâyâ”, 12 (bab başlığı olarak), 32.

19 Bkz. Buhârî, “Veśâyâ”, 22, 28, 32; “Şurûŧ”, 19; Müslim, “Vaśiyyet”, 15; Ebû Dâvûd, “Veśâyâ”, 13;

Tirmizî, “Aĥkâm”, 36; İbn Mâce, “Śadaķāt”, 4; Ahmed b. Hanbel, II, 11, 12. İbn Hacer’in Müslim’deki mevkuf rivayetleri bir araya getirdiği el-Vuķūf ‘alâ mâ fî śaĥîĥi Müslim mine’l-mevķūf adlı eser gerçekte merfû olduğu halde ihtisar nedeniyle mevkuf olan birçok rivayet ihtiva etmektedir.

Bkz. İbn Hacer, el-Vuķūf ‘alâ mâ fî śaĥîĥ-i Müslim mine’l-mevķūf, Thk.: Abdullah el-Leysî el-Ensârî, Müessesetü’l-kütübi’s-sekâfiyye, 1. Baskı, Beyrut, 1406/1986.

hadislere sahâbe tarafından yorumlanmış merfûlar denilebilir. Bu tarz rivayetlerin sahâbe tarafından doğrudan Resûlullah’a (s.a.v.) nispet edilmemesi bir tereddüt sonucu değil, bu hadislerin yaygınlığından dolayı âdeta anonim rivayet edilmiş olması da göz ardı edilmemesi gereken bir husustur. Bu nedenle sahâbe bu rivayetleri Hz.

Peygamber’e nispet etme gereği duymamıştır.

A. Hz. Peygamber’in Fiillerinin Dolaylı Nakledilmesi 1. Bir fiilin sünnet olarak rivayeti

Sahâbe, bazı rivayetlerde Hz. Peygamber’e ait bir fiili kastederek ‘sünnet şöyledir, şu sünnettendir, şöyle yapmak sünnettir, sünnete uygun davrandın…’ gibi ifadelerle nakletmekte ve eylemi Hz. Peygamber’e doğrudan nispet etmemektedir. Hz.

Ali’nin ‘eli namazda göbeğin altına koymak sünnettendir’20 sözü buna örnektir.

Sahâbîlerin sünnet olarak belirttiği bir davranış Hz. Peygamber’in bir uygulamasına dayandığı gibi O’nun (s.a.v.) sözlü bir emrine veya sahâbenin bir hareketinin Resûlullah (s.a.v.) tarafından takrir edilmiş olmasına da dayanabilir. Bu tarz rivayetlerin merfû veya mevkuf olduğu hakkında ise farklı görüşler mevcuttur.

Muhaddislerin çoğu bu tarz ifadeleri merfû kabul etmişlerdir. Hatta Hâkim (ö.

405/1014), Beyhakî (ö. 458/1066) ve İbnü’l-Esîr (ö. 606/1209), âlimlerin (ehl-i nakl) bu hususta ittifakından, İbn Abdülber (ö. 463/1071) ise bu konuda icmâ‘ın varlığından bahseder.21 Nevevî de (ö. 676/1277) bir fiilin sünnet olduğunu belirten rivayetler hakkında tercih edilen görüşün, Hz. Ebû Bekir (ö. 13/634) gibi sahâbe-i kirâmın büyüklerinden biri bunu söylediğinde kastedilenin Resûlullah’ın sünneti olduğunu belirtmektedir. Çünkü Ebû Bekir’den önce sadece Resûlullah’ın sünneti vardır.22

Bu görüşü savunanlar sünnetin Resûlullah’tan başkasına nispet edilmesinin uzak bir ihtimal olduğunu ileri sürürerek bu ifadelerle nakledilen rivayetlerin mevkuf kabul edilmesine karşı çıkmışlar ve buna delil olarak da, Buhârî’nin (ö. 256/870) naklettiği İbn Ömer’in (ö. 73/692) Haccâc’a (ö. 95/713) söylediği ‘eğer sünneti arzu ediyorsan

20 Ebû Dâvûd, “Śalât”, 117, No: 756 ( 4  .     . %   .    .  A  . ). Abdullah b. Zübeyr de

 .  , .  , .  A A   , .  5 ’ demektedir (Bkz. Ebû Dâvûd, “Śalât”, 117, No: 754).

21 Hâkim, el-Müstedrek, I, 510, No: 1323; Ali el-Kārî, Şerĥu şerĥi nuħbeti’l-fiker, s. 561; Leknevî, Žaferu’l-emânî, s. 214. İbn Hacer de bu hususta icma ve ihtilaflara işaret eder (Fetĥu’l-bârî, III, 564;

a.mlf., en-Nüket, II, 523).

22 Ali el-Kārî, a.g.e., ss. 560-561.

namazı erken kıldır’ sözünü zikretmişlerdir. Bu rivayete göre İbn Şihâb (ö. 124/742),

“Sâlim’e (ö. 106/725) ‘bunu Resûlullah mı yaptı?’ diye sorunca, ‘sünnet ifadesiyle Resûlullah’ın (s.a.v.) sünnetinden başkasını mı kastediyorlar?’ diye cevap vermiştir.23

Bu görüşü reddeden İbn Hazm (ö. 456/1064) ise sünnetin Resûlullah için kullanıldığına delil gösterilen Buhârî’nin İbn Ömer’den naklettiği ‘size Peygamber’inizin sünneti yetmez mi? Sizden biriniz hacdan men edilirse Kâbe’yi tavaf eder ve Safâ ile Merve arasında sa‘yeder, sonra ihramlıya haram olan her şey ona helâl olur. Nihayet gelecek sene hacceder. Bu kimse kurban keser, eğer kurban bulamazsa oruç tutar’24 rivayeti hakkında şöyle der: “Hz. Peygamber’in Mekke’ye girmesine engel olununca, Kâbe’yi tavaf etmediği ve Safâ ile Merve arasında sa‘y etmediği hakkında ümmetin arasında hiç bir ihtilâf yoktur. Peygamber (s.a.v.) Hudeybiye’de sadece ihramdan çıkmış, başka bir şey yapmamıştır. İbn Ömer’in zikrettiği hâdise, kesinlikle Resûlullah’tan vâki olmamıştır.”25

Hanefî usûlcüsü Âmidî’ye (ö. 631/1233) göre ise, ‘      (şu sünnettendir)’

ifadesiyle, Resûlullah ve Hulefâ-i Râşidîn’in sünnetinin kastedilme ihtimaliyle beraber Resûlullah’ın sünneti mânasında kullanılmış olması daha kuvvetlidir. Âmidî’ye göre Resûlullah’ın sünneti asıl, Hulefâ-i Râşidîn’in sünneti ise Resûlullah’ın sünnetine tâbidir ve sahâbînin dilinde sünnet kelimesi mutlak olarak zikredildiğinde Resûlullah’ın sünnetine hamledilmesi daha evlâdır.26

23 Buhârî, “Hac”, 89. Ayrıca bkz. İbn Hacer, Nüzhetü’n-nažar, s. 86; Süyûtî, Tedrîb, s. 120; Ali el-Kārî, Şerĥu şerĥi nuħbeti’l-fiker, ss. 564-566; San‘ânî, Tavżîĥ, I, 243; Leknevî, Žaferu’l-emânî, ss. 214-215.

24 Buhârî, “Muĥśar”, 2; Nesâî, “Hac”, 61.

25 İbn Hazm, el-İĥkâm, I, 208. İbn Hazm’ın bu düşüncesine itiraz eden San‘ânî ise Resûlullah’tan bu hususta sünnet olarak bir fiilin nakledilmediğini fakat ‘

 4  4 (Peygamberinizin sünneti)’ lafzının, fiil, söz ve takriri de içine aldığını belirtir. İbn Ömer’in bahsettiğini Resûlullah’ın yapmamış olması, onu söylemediği veya takrir etmediği mânasına gelmez (San‘ânî, Tavżîĥ, I, 243-244).

26 Âmidî, el-İĥkâm, I, 326-327. Ayrıca bkz. San‘ânî, a.g.e., I, 243. Bir davranışın sünnet olduğunu ifade eden söz ve fiilleri merfû kabul edenler, bu rivayetlerin merfû olduğu halde ‘Hz. Peygamber şöyle demiştir’ şeklinde doğrudan Resûlullah’a nispet edilmemesinin sebebini ihtiyat ve verâ‘ olarak açıklamaktadırlar (Bkz. Süyûtî, Tedrîb, s. 120; Ali el-Kārî, a.g.e., ss. 567-569; Kâsımî, Ķ avâ‘idü’t-taĥŝ, s. 150). Kâsımî ise ‘Resûlullah (s.a.v.) şöyle dedi veya şöyle yaptı’ denilmeden ‘şu sünnettir’

vb. şeklinde nakledilen rivayetlerin, nebevî hidayetin tebliği hususunda bir teknik (tefennün) olduğunu söylemektedir. Ona göre bilhassa bize şu emredildi veya bu sünnettendir tarzındaki hüküm, kavlî değil, fiilî sünnetlerden olabilir. Râvi îcaz veya makam darlığı sebebiyle bu ifadeleri kullanmış olabilir. Âlim o husustaki merfû hadisi bildiği halde çoğu zaman şu sünnettendir şeklinde sadece cevabı söylemiş olabilir (Kâsımî, a.g.e., s. 151).

‘Bu sünnettir’ veya ‘sünnet şöyledir’ gibi rivayetlerin merfû mânasında kullanıldığını birçok rivayette görmek mümkündür. Bu rivayetlerden birine göre İbn Abbas (ö. 68/687) kendisine sorulan bir soruya cevap verirken bahsedilen fiilin sünnet olduğunu söylemekle yetinmekte, ısrar üzerine ise bunun Resûlullah’a ait bir uygulama olduğunu vurgulamaktadır. Tâvus (ö. 106/724) nakletmektedir: “İbn Abbas’a (iki secde arasında) iki ayak üzerine oturmayı sorduk. O da ‘bu sünnettir’ dedi. Bunu yapmayı insana büyük bir eziyet olarak görüyoruz deyince İbn Abbas, ‘bu muhakkak ki Peygamber’inizin sünnetidir’ dedi.27

Diğer bir rivayeti de Ebû Kılâbe (ö. 104/722) Enes b. Mâlik’ten (ö. 93/712) nakletmektedir. Bu rivayeti için Ebû Kılâbe; ‘eğer dileseydim Resûlullah (s.a.v.) şöyle dedi derdim. Fakat Enes b. Mâlik: ‘sünnete göre, bekârla evlenince onun yanında yedi gün, dulla evlenince onun yanında üç gün kalınır’ dedi. (Ben de onun dediği gibi naklediyorum)’ demektedir.28 Râvi Ebû Kılâbe, bu hadisi merfû kabul etmekte, fakat Enes b. Mâlik hadisi hangi rivayet şekliyle nakletmişse o da aynı şekilde nakletmektedir. İbn Mâce ve Dârimî de hadisi ‘Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu’

ifadesiyle nakletmektedirler. İmam Mâlik ise hadisi Enes’ten mevkuf rivayet etmektedir.29 Ahmed b. Hanbel ve Ebû Dâvûd ayrıca Resûlullah’ın dul olarak evlendiği Hz. Safiyye’nin (ö. 50/670) yanında üç gün kaldığını belirtmektedir.30

Diğer taraftan sahâbenin uyulması gereken sünnet hakkındaki farklı anlayışından dolayı bazen ‘bu sünnet değildir’ şeklinde rivayet edilen bir fiil merfû olabilmektedir.

Burada nefyedilen, bir davranışın Hz. Peygamber’e nispeti değil, bunun yapılmasının emredilen bir sünnet olmadığının vurgulanmasıdır. Hz. Âişe (ö. 58/677) ‘(Hac esnasında) Ebtâh’a inmek sünnet değildir. Resûlullah (s.a.v.) oradan çıkmak daha kolay

27 Müslim, “Mesâcid”, 32; Tirmizî, “Śalât”, 94; Ebû Dâvûd, “Śalât”, 139; Ahmed b. Hanbel, I, 313.

28 Müslim, ”Rađâ‘”, 44, 45; Buhârî, “Nikâĥ”, 100, 101; Tirmizî, “Nikâĥ”, 41; Ebû Dâvûd, “Nikâĥ”, 34;

İbn Mâce, “Nikâĥ”, 26; Dârimî, “Nikâĥ”, 27. Bazı rivayetlerde ‘eğer dileseydim, Resûlullah (s.a.v.) şöyle dedi derdim’ ifadesi, hadisi Ebû Kılâbe’den nakleden el-Hazzâ tarafından da tekrarlanmaktadır (Bkz. Buhârî, “Nikâĥ”, 101; Müslim, “Rađâ‘”, 44, 45; Tahâvî, Şerĥu me‘âni’l-âŝâr, III, 27-28).

Goldziher ise bu rivayeti hadisle sünnetin eş anlamlı olmadığına delil olarak kullanmıştır. Bkz.

Muhammedanische Studien, II, 12.

29 Muvaŧŧa’, “Nikâĥ”, 15 (Bu rivayet fetva şeklindedir). Ayrıca bkz. Dere, Die Hadītanwendung, s. 76-77.

30 Ahmed b. Hanbel, III, 99; Ebû Dâvûd, “Nikâĥ”, 34; Leknevî, Žaferu’l-emânî, s. 215.

olduğu için Ebtâh’a uğramıştır’ demektedir.31 Sünnet kelimesine yüklenen farklı anlamlardan dolayı zikredilen rivayette Resûlullah’ın (s.a.v.) bir davranışı yaptığı belirtilmekle beraber bunun sünnet olmadığı söylenmektedir.

Cumhur ‘şunu yapmak sünnettir, sünnet şöyledir veya bu sünnettendir’ gibi ifadeleri merfû kabul ederken, Hanefîlerden Ebü’l-Hasan el-Kerhî (ö. 340/951), Ebû Bekir er-Râzî (ö. 370/980), Ebû Zeyd ed-Debûsî (ö. 430/1038), Pezdevî (ö. 482/1089), Serahsî (ö. 483/1090) ve diğer bazı Hanefîler ile Şâfiîlerden Kâdî Ebû Bekir es-Sayrafî (ö. 330/942) ve Cüveynî (ö. 478/1085), Zâhirîlerden ise İbn Hazm (ö. 456/1064) ve diğer bazı âlimler cumhurun bu kanaatine katılmamaktadır. Bu tarz rivayetlerin merfû olmadığını savunanlar, ilk asırda sünnet kelimesinin Hz. Peygamber ve halifeler için kullanıldığını ileri sürmüşler ve buna delil olarak da ‘                   &   ’ (Benim ve Hulefâ-i Râşidîn’in sünnetine uyunuz)’32 hadisini ve Hz. Ali’den rivayet edilen ‘Resûlullah (s.a.v.) (içki içenlere) kırk celde vurdu, Ebû Bekir kırk celde vurdu, Hz. Ömer ise seksen celde vurdu. Bunların hepsi sünnettir’33 rivayetini zikretmişlerdir.

Yine Hz. Peygamber ‘

koyarsa...)’34 hadisinde sünneti kendisinden başkalarına da nispet etmiştir.35

Bazı Şâfiî imamları da İmam Şâfiî’nin (ö. 204/819) ‘şu sünnettendir’ şeklindeki rivayetlerin, kadîm görüşüne göre merfû, kavl-i cedîdine göre ise merfû olmadığını söylemekle beraber San‘ânî (ö. 1182/1768) Şâfiî’nin sonraki dönemlere ait eserlerinden el-Üm’de merfû olduğunu belirttiğini söyler.36 İmam Şâfiî, kavl-i cedîdinde sünnet hükmünün mutlak olarak zikredilip bir açıklama olmadığı takdirde bunun Resûlullah’ın sünnetine hamledilemeyeceğini, zira bundan maksadın bir beldenin veya idarecilerin

31 Müslim, “Hac”, 339, 341; Ebû Dâvûd, “Menâsik”, 86; İbn Mâce; “Menâsik”, 81; Ahmed b. Hanbel, VI, 41, 190, 207, 225. Ayrıca bkz. Müslim, “Hac”, 340; Buhârî; “Hac”, 147; Tirmizî, “Hac”, 81, 82.

32 Tirmizî, “‘İlim”, 16; Ebû Dâvûd, “Sünnet”, 5 ; İbn Mâce, “Muķaddime”, 6; Dârimî, “Muķaddime”, 16; Ahmed b. Hanbel, IV, 126, 127.

33 Müslim, “Ĥudûd”, 38; Ebû Dâvûd, “Ĥudûd”, 36; Dârimî, “Ĥudûd”, 9.

34 Müslim, “‘İlim”, 15; “Zekât”, 69; Tirmizî, “‘İlim”, 15; Nesâî, “Zekât”, 64; İbn Mâce, “Muķaddime”, 14; Dârimî, “Muķaddime”, 44; Ahmed b. Hanbel, IV, 357, 359, 360, 361.

35 Leknevî, Žaferu’l-emânî, ss. 213-214. Ayrıca bkz. Irâkî, Fetĥu’l-muğîŝ, s. 56; İbn Hacer,

sünneti olabileceğini ileri sürmektedir. Şâfiî buna delil olarak Mâlik’in ‘beldemizin sünneti şöyledir’ sözüyle Medine âlimlerinden Süleyman b. Bilâl’in (ö. 172/788) sünnetini kastettiğini zikreder.37

Bu tarz rivayetlerin merfû kabul edilmesine en şiddetli itiraz İbn Hazm’dan (ö.

Bu tarz rivayetlerin merfû kabul edilmesine en şiddetli itiraz İbn Hazm’dan (ö.

Benzer Belgeler