• Sonuç bulunamadı

SAĞKALIM SÜRELERİ ÜZERİNE ETKİLİ PROGNOSTİK FAKTÖRLER Hastalıksız sağkalım üzerine etkili olduğu düşünülen faktörlerden univaryet analiz ile

GEREÇ VE YÖNTEMLER

SAĞKALIM SÜRELERİ ÜZERİNE ETKİLİ PROGNOSTİK FAKTÖRLER Hastalıksız sağkalım üzerine etkili olduğu düşünülen faktörlerden univaryet analiz ile

p değeri 0,15’ in altında bulunanlar multivariyet analize alındı (Damar invazyon varlığı, tümöral invazyon derecesi, obstrüksiyon varlığı, preoperatif CEA değeri, preoperatif albumin değeri, pozitif lenf nodu sayısı). Tümöral invazyon derecesi ve pozitif lenf nodu sayısı bağımsız prognostik faktörler olarak bulundu (Sırasıyla p=0,04 ve p=0,05) (Tablo 22).

Tablo 22. Hastalıksız sağkalıma etkili faktörler Prognostik faktörler

(p değeri <0,15 olan faktörler)

Univaryet Analiz (p değerleri)

Multivaryet Analiz (p değerleri)

Damar invazyonu 0,148 0.39

Tümoral invazyon derecesi 0,033 0.04

Obstrüksiyon 0,002 0.64

Preoperatif CEA değeri 0,110 0.61

Preoperatif Albümin değeri 0,071 0.88

40

Genel sağkalım üzerine etkili olduğu düşünülen faktörlerden univaryet analiz ile p değeri 0,15’in altında bulunan histolojik grad, perinöral invazyon varlığı, tümöral invazyon derecesi, obstrüksiyon varlığı, preoperatif CEA değeri, preoperatif albumin değeri, çıkarılan lenf nodu sayısı, tutulan pozitif lenf nodu sayısı multivariyet analize alındı. Yapılan analiz sonucunda yalnızca pozitif lenf nodu sayısı bağımsız prognostik faktör olarak bulundu (p=0,046) (Tablo 23).

Tablo 23. Genel sağkalıma etkili faktörler Prognostik faktörler

(p değeri <0,15 olan faktörler)

Univaryet Analiz (p değerleri)

Multivaryet Analiz (p değerleri)

Histolojik grad 0,014 0,520

Periöral invazyon varlığı 0,001 0,099

Tümöral invazyon derecesi 0,060 0,672

Obstrüksiyon varlığı 0,001 0,234

Preoperatif CEA değeri 0,002 0,500

Preoperatif Albumin değeri 0,013 0,571

Çıkan lenf nodu sayısı 0,105 0,503

Pozitif olan lenf nodu sayısı 0,030 0,046

Pozitif lenf nodu sayısının GSK üzerine etkili tek bağımsız prognostik faktör olarak belirlenmesi ve değerlendirmeye aldığımız hastaların sadece % 52’sinde yeterli lenf nodu eksizyonu yapılmış olduğu düşünülerek, herhangi bir nedenle yetersiz lenf nodu diseksiyou yapılmış hastalarda riskin daha açık belirlenebilmesi amacıyla, lenf nodu pozitifliği ile ilişkili prediktif faktörler araştırıldı. Univaryet analizde ilişkili olabileceği düşünülen (p<0,15 olan) faktörler ki bunlar; vasküler invazyon, perinöral invazyon, preoperatif hemoglobin değeri, çıkarılan lenf nodu sayısı idi, multivaryet analize alındı. Multivaryet analizde, perinöral invazyon (p=0,059) ile preoperatif hemoglobin değeri (0,059) lenf nodu pozitifliği ile anlamlıya yakın düzeyde ilişkili bulundu (Tablo 24).

41

Tablo 24. Pozitif lenf nodu ile ilişkili prediktif faktörler Prognostik faktörler

(p değeri <0,15 olan faktörler)

Univaryet Analiz (p değerleri) Multivaryet Analiz (p değerleri) Vasküler invazyon 0,011 0,180 Perinöral invazyon 0,006 0,059

Preoperatif Hemoglobin değeri 0,150 0,059

Çıkarılan lenf nodu sayısı 0,099 0,230

Hastaların demografik ve klinikopatolojik özellikleri Ek-2 ‘de tez sonundaki CD’ de verilmiştir.

42

TARTIŞMA

Bütün dünyada önemli bir morbidite ve mortalite nedeni olan kolon kanseri, günümüzde gastrointestinal sistem kanserleri içinde görülme sıklığı açısından birinci sırada yer almaktadır. (1). Kansere bağlı ölüm nedenleri arasında ön sıralarda yer almasına rağmen kolon kanserleri; erken tanı ile tam tedavisi yapılabilecek tümörlerdir (4). Son yıllarda tanıda kullanılan yöntemlerin gelişmesi, tarama programlarının yaygın şekilde uygulanmaya başlanması, yeni cerrahi teknikler ile radyoterapi ve sistemik tedavide yeni yöntemlerin kullanılması ile kolon kanserinin daha erken evrelerde yakalanması ve daha yüksek sağkalım oranlarının elde edilmesini sağlamıştır (55,61,71,72).

Kolon kanseri erkeklerde biraz daha sık görülmektedir (12,15). Han-Shiang ve ark. (73) tarafından 2082 hasta ile yapılan çalışmada, erkek cinsiyetin kötü prognostik faktör olduğu belirtilmiştir. Yine Asaad ve ark. (74) tarafından evre II kolon kanserli hastalarda yapılan bir çalışmada, erkek cinsiyetin kötü prognostik faktör olduğunu bildirmiştir. Ancak çalışmaların çoğunda erkek ve kadın cinsiyet arasında prognoz açısından istatistiksel olarak anlamlı bir fark saptanmadığı görülmüştür (75,76). Çalışmamızda, hastaların %54,5’i erkek, %45,5’i kadın idi. Cinsiyete göre HSK ve GSK süreleri açısından her iki cinsiyet açısından anlamlı bir fark yoktu.

Kolon kanseri görülme sıklığı 40 yaşından sonra giderek artmaktadır ve 60-75 yaş arası pik yapmaktadır (12,65,77). Bazı otörler genç yaşın kötü prognostik faktör olduğunu belirtmektedirler (65). Bunda, genç hastaların bir kısmında daha agressif seyrettiği düşünülen herediter kolon kanserlerinin daha sık bulunmasının yanı sıra, başvuru esnasında semptomların çok belirgin olmaması ve bulguların daha geç ortaya

43

çıkması nedeniyle genç hastaların genellikle daha ileri evrelerde tanı almasının da etkisi olabilir (78). Bazı araştırmacılar ise yaşlılarda görülen kolon kanserinin yerleşim, evre ve prognoz açısından gençlerde görülen kolon kanserinden belirgin bir farkı olmadığını belirtmişlerdir (4,77-82). Fietkau ve ark. (80) tarafından 6016 hasta ile yapılan çalışmada, artan yaşla beraber kolon kanseri sıklığı artarken sağkalım oranlarında anlamlı fark saptanmadığı gösterilmiştir. Chung ve ark. (81) tarafından 2064 hasta ile yapılan bir başka çalışmada ise 5 yıllık yaşam oranı 40 yaş öncesi grupta %54,8 bulunurken; 40 yaş üzeri grupta %54,1 ile anlamlı fark göstermediği saptanmıştır. Mitry ve ark. (78) tarafından 4643 hastanın karşılaştırıldığı bir çalışmada 45 yaş öncesi ve üzeri hastalar karşılaştırılmış ve çalışma sonucunda genç yaşın kolon kanseri için kötü prognostik faktör olmadığı; ancak genç yaş hasta grubunda predizpozan faktör varlığına daha sık rastlanıldığı belirtilmiştir. Alici ve ark. (77) tarafından 466 hasta ile yapılan bir çalışmada 40 yaş öncesi ve sonrası gruplar arasında sağkalım açısından fark bulunmadığı gösterilmiştir. Bizim çalışmamızda 40 yaş altı hasta grubu, tüm hastaların %5,8’ini oluşturmaktaydı. 55 yaş öncesi ve üzeri hastalar sağkalım açısından değerlendirildiğinde, 55 yaş üstü hastalar rakamsal olarak daha iyi HSK ve GSK sürelerine sahip olmalarına rağmen; istatistiksel olarak iki yaş grubu arasında HSK ve GSK açısından anlamlı bir fark saptanmadı.

Kolon cerrahisi yönünden deneyimsiz merkezlerde erken nükslerin daha fazla görüldüğünü bildiren çeşitli çalışmalar vardır (83). Ancak bazı çalışmalarda anlamlı bir ilişki bulunamamıştır. Bunlardan biri olan Bui ve ark. (84) tarafından 960 hasta ile yapılan çalışmada, operasyon merkezinin prognoz üzerine istatistiksel olarak anlamlı bir etkisi olmadığı görülmüştür. Çalışmamızda tıp fakültesi hastanelerinde opere edilen hastalarda HSK ve GSK oranları, diğer merkezlerde opere edilen hastalara göre rakamsal olarak daha iyi olmasına rağmen; hem HSK hem de GSK oranlarında istatistiksel olarak anlamlı farklılık bulunmamıştır.

Primer tümörün yerleşim yerinin prognoz üzerine etkisi çeşitli çalışmalarda araştırılmıştır (9,75,79,85). Burton ve ark. (85) tarafından yapılan bir çalışmada 4 yıllık sağkalım oranlarının sağ (%57) ve sol kolon (%52,5) kanserleri arasında anlamlı farklılık göstermediği bulunmuştur (p=0,468). Yine, Park ve ark. (75) tarafından 2230 hasta ile yapılan çalışmada da tümörün yerleşim yerinin prognozla ilişkisi olmadığı gösterilmiştir. Wang ve ark. (79) tarafından lenf nodu pozitif hastalarda prognostik faktörlerin araştırıldığı çalışmada tümörün yerleşim yerinin prognoz üzerine etkisi olmadığı ortaya konmuştur. Çalışmamızda hasta sayısındaki yetersizlik ve grup sayısındaki fazlalık

44

nedeniyle tümör lokalizasyonunun prognoz üzerine etkisi konusunda net bir sonuca varılamamıştır.

Müsinöz karsinomlar içinde taşlı yüzük hücreli türü daha agressif seyreder (49). Han-Shiang ve ark. (73) tarafından 2082 vaka ile yapılan çalışmada müsinöz karsinomların müsinöz olmayanlara göre daha kötü prognozla ilişkili olduğu belirlenmiştir. Bizim çalışmamızda hasta sayısının yetersiz olması nedeniyle histolojik tipin prognoz üzerine etkisi konusunda net bir sonuca varılamamıştır.

Tümör gradının prognoz üzerine önemli etkisi vardır (4,49,67,82,85-87). Cohen ve ark. (86) tarafından yapılan bir çalışmada histolojik grad anlamlı prognostik faktör olarak bulunmuştur. Yine, Mekele ve ark. (82) tarafından 50 yaş öncesi hastalarda prognostik faktörlerin araştırıldığı bir çalışmada, histolojik grad, lokal rekürrens ve GSK için anlamlı bağımsız bir prognostik faktör olarak bulunmuştur. Gill ve ark. (87) tarafından Flourourasil bazlı KT alan 3302 evre II ve III kolon kanserli hastada yapılan çalışmada, histolojik grad, lokal rekürrens ve GSK için anlamlı prognostik faktör olarak bulunmuştur. Ancak bazı çalışmalarda ise grad ile prognoz arasında ilişki olmadığı belirlenmiştir. Bunlardan biri Wang ve ark. (79) tarafından lenf nodu pozitif hastalarda prognostik faktörlerin araştırıldığı çalışmadır. Çalışmamızda histolojik grada göre yapılan değerlendirmede iyi differansiye hastalarda rakamsal olarak artmış HSK süreleri gözlemlenirken istatistiksel olarak bu farkın anlamlı olmadığı bulundu. Ancak GSK sürelerine bakıldığında; literatürle benzer şekilde iyi differansiye hastalarda istatistiksel olarak anlamlı düzeyde daha iyi sağkalım oranları elde edildiği görüldü.

Vasküler invazyon varlığı önemli bir prognostik faktördür ve patoloji raporunda mutlaka belirtilmelidir (4). Burton ve ark. (85) tarafından yapılan çalışmada damar invazyon varlığı kötü prognostik faktör olarak bulunmuştur. Enker ve ark. (83) tarafından yapılan çalışmada damar invazyon varlığının lokal rekürrens için risk faktörü olduğu gösterilmiştir. Mekele ve ark. (82) tarafından 50 yaş öncesi hastalarda prognostik faktörlerin araştırıldığı çalışmada damar invazyon varlığı lokal rekürrens ve GSK için anlamlı prognostik faktör olarak bulunmuştur. Petersen ve ark. (88) tarafından patolojik prognostik faktörlerin araştırıldığı Dukes B kolon kanserli hastalarda damar invazyon varlığı bağımsız prognostik faktör olarak bulunmuştur. AJCC, bu bulguların ışığında damar invazyon varlığını kötü prognostik faktör olarak belirtmiştir (89). Çalışmamızda damar invazyon varlığı olmayan hasta grubunda, damar invazyon varlığı mevcut olan hasta grubuna göre HSK ve GSK oranları daha iyi bulunmasına rağmen istatistiksel

45

olarak anlamlılık saptanmadı. Literatüre göre beliren bu farklılık, muhtemelen çalışmamızdaki hasta sayısının yetersiz olmasından kaynaklanmaktadır

Perinöral invazyon varlığı genellikle ilerlemiş hastalığa işaret eder ve azalmış sağkalım ile birliktelik gösterir (4,17,50). Perinöral invazyon varlığı diğer kötü prognostik bulgularla birlikte olma eğilimindedir (4,5,62,90). Enker ve ark. (83) tarafından yapılan çalışmada perinöral invazyon varlığının lokal rekürrens için risk faktörü olduğu gösterilmiştir. Mekele ve ark. (82) tarafından 50 yaş öncesi hastalarda prognostik faktörlerin araştırıldığı çalışmada perinöral invazyon varlığı lokal rekürrens ve GSK için kötü prognostik faktör olarak bulunmuştur. Çalışmamızda perinöral invazyonu olan hasta grubunda diğer gruba göre HSK açısından anlamlı fark saptanmazken; literatürle benzer şekilde istatistiksel olarak anlamlı düzeyde GSK açısından kötüleşme görülmüştür.

Barsak duvarına invazyon derinliği TNM evreleme sisteminin esasını teşkil eder ve temel prognostik faktörlerden biri olarak kabul edilmektedir (4,9,49,75,79,85,87,91). İngiltere’de Burton ve ark. (85) tarafından yapılan çalışmada T4 evre kötü prognostik faktör olarak bulunmuştur. Gill ve ark. (87) tarafından Fluorourasil bazlı KT alan 3302 evre II ve evre III kolon kanserli hastada tümöral invazyon, HSK ve GSK ile ilişkili prognostik faktör olarak bulunmuştur. Liang ve ark. (91) tarafından evre II ve III kolon kanserli genç hastalarda yapılan çalışmada, tümöral invazyon derinliği arttıkça prognozun kötüleştiği gösterilmiştir. Bizim çalışmamızda da, literatüre benzer şekilde, tümörün invazyon derecesi arttıkça HSK ve GSK açısından kötüleşme olduğunu belirledik.

Çeşitli çalışmalarda perforasyon bağımsız prognostik faktör olarak bulunmuştur. (66,85,88,92-94). Alcobendas ve ark. (94) tarafından acil cerrahi yapılan 91 kolon kanserli hastada perforasyonun, HSK ve GSK açısından kötü prognostik faktör olduğu gösterilmiştir. Petersen ve ark. (88) tarafından patolojik prognostik faktörlerin araştırıldığı Dukes B kolon kanserli hastalarda perforasyon bağımsız kötü prognostik faktör olarak bulunmuştur. Çalışmamızda 121 hastadan yalnızca 6’sında (%4,9) perforasyon gelişmişti ve bu sayı istatistiksel değerlendirme için yeterli bulunmadı.

Kolon kanserli hastalarda görülen başlıca akut semptom obstrüksiyon ve daha az oranda da perforasyondur (42). Literatürde obstrüksiyonla başvuran kolon kanserli hasta oranı %10 civarında bildirilmiştir (42,50). Obstrüksiyon varlığı çalışmalarda kötü prognostik faktör olarak bildirilmiştir (66,85,92,95,96). 256 sağ kolon kanserli hastada Wang ve ark. (95) tarafından yapılan çalışmada obstrüksiyon kötü prognostik faktör olarak bulunmuştur. Rault ve ark. (96) tarafından yapılan çalışmada operasyon öncesi

46

obstrüksiyon ile başvuran hastalarda prognozun daha kötü olduğu gösterilmiştir. Çalışmamıza alınan hastalarda obstrüksiyon oranı %19 bulunmuştur. Bu da fakültemizin bölgedeki tek üniversite hastanesi olması nedeniyle obstrüksiyon ile bölgemizdeki diğer hastanelere başvuran hastaların fakültemiz cerrahi ünitesine sevk edilmesine bağlanmıştır. Literatürde olduğu gibi çalışmamızda da obstrüksiyon tablosu ile başvuran hastaların daha kötü HSK ve GSK sürelerine sahip olduğu görüldü.

Cerrahi sınır pozitifliği çalışmalarda kötü prognostik faktör olarak gösterilmiştir (4,50,67,82,88,91,97). Mekele ve ark. (82) tarafından 50 yaş öncesi hastalarda prognostik faktörlerin araştırıldığı çalışmada cerrahi sınır pozitifliği lokal rekürrens ve GSK için anlamlı prognostik faktör olarak bulunmuştur. Goldstein ve ark. (97) tarafından 418 kolon kanserli hastada yapılan çalışmada cerrahi sınır pozitif olan hastalarda HSK süresinde ve GSK oranlarında belirgin kötüleşme olduğu bulunmuştur. Petersen ve ark. (88) tarafından Dukes B kolon kanserli hastalarda yapılan çalışmada cerrahi sınır pozitifliği bağımsız kötü prognostik faktör olarak bulunmuştur. Bu bulguların ışığında AJCC (89), cerrahi sınır pozitifliğini kötü prognostik faktör olarak belirtmiştir. Çalışmamızda 7 hastada cerrahi sınır pozitifliği bulunduğundan; cerrahi sınır pozitifliğinin prognoz üzerine etkisi istatistiksel olarak değerlendirilmeye alınmadı.

Tümör çapı ile prognoz arasında ilişki olduğunu belirten araştırmacılar varsa da, çoğunlukla tümör çapı ile prognoz arasında belirgin bir ilişki bulunmadığı kabul edilmektedir (4,49,98). Cohen ve ark. (86) tarafından lenf nodu pozitifliği olan 306 hastada yapılan çalışmada tümör çapının anlamlı bir prognostik faktör olduğu belirtilmiştir. Park ve ark. (75) tarafından 2230 hastada yapılan çalışmada tümör çapı prognozla ilişkisiz bulunmuştur. Çalışmamızda tümör çapı 5 cm ve altında olan hasta grubunda, tümör çapı 5 cm’den büyük olan hasta grubuna göre HSK ve GSK oranları rakamsal olarak daha iyi olmasına rağmen; bu farkın istatistiksel olarak anlamlı değere ulaşmadığı belirlendi. Çalışmamızda tümör çapı arttıkça rakamsal olarak sağkalım oranlarının azalmış olması hastaların tümör çapı artışıyla evrenin de artmış olmasına bağlanabilir.

Preoperatif dönemde bakılan CEA düzeyinin yüksek bulunmasının tümör evresinden bağımsız olarak sağkalım üzerine olumsuz yönde etkisi olduğu bildirilmiştir (75,79,99-101). CEA ayrıca kolon kanseri hastalarında tedaviye yanıtın değerlendirilmesinde ve nükslerin belirlenmesi amacıyla da kullanılmaktadır. (43,44,67,102). Park ve ark. (75) tarafından 2230 hastada yapılan çalışmada operasyon öncesi CEA yüksekliği kötü prognostik faktör olarak bulunmuştur. Harrison ve ark. (100)

47

tarafından lenf nodu negatif 572 hasta ile yapılan çalışmada operasyon öncesi CEA yüksekliği kolon kanserinde kötü prognostik faktör olarak bulunmuştur. Bu bulguların ışığında AJCC (89), operasyon öncesi CEA düzeylerinin yüksek bulunmasını kötü prognostik faktör olarak belirtmiştir. Çalışmamızda, CEA düzeyi 10 ng/ml altında olan hastalarda, 10ng/ml’nin üstünde olan hasta grubuna göre HSK oranları istatistiksel olarak farklı değildi. Ancak GSK süresi, 10 ng/ml altında olan hastalarda istatistiksel olarak daha uzun bulundu. Sonuçta; preoperatif CEA düzeyinin prognostik faktör olarak önemi açısından bizim bulgularımız ile literatür bulguları arasında benzerlik bulundu.

Birçok çalışmada CA 19-9 artışı kötü prognostik faktör olarak bulunmuştur (64,99,103,104). Bununla birlikte kolon kanserli hastaların çoğunda CA 19-9 yüksekliğine rastlanılmamaktadır. CA 19-9 düzeylerinin operasyon sonrası dönemde izlemde yararlı olduğu bildirilmektedir (44). Nozoe ve ark. (99) tarafından 103 hasta ile yapılan bir çalışmada preoperatif dönemde CEA ve CA 19-9’ un birlikte yüksekliğinin kötü prognoz ile ilişkili olduğu ortaya konmuştur. Reiter ve ark. (103) tarafından 495 vakada yapılan çalışmada preoperatif CA 19-9 seviyelerinin prognostik faktör olduğu gösterilmiştir. Morales-Gutierrez ve ark. (104) tarafından yapılan çalışmada takiplerde saptanan CA 19-9 yüksekliğinin relaps için bağımsız risk faktörü olduğu ve yine CA 19-9 yüksekliği saptanan hastaların kötü prognoza sahip olduğu gösterilmiştir. Çalışmamızda Ca 19-9 değerlerine ulaşılabilen hasta sayısı yeterli olmadığından bu konuda istatistiksel değerlendirme yapılmamıştır.

Preoperatif albumin düzeylerinin prognoz üzerine etkileri konusunda yapılan birkaç çalışma vardır. Bunlardan biri Boonpipattanapong ve ark. (102) tarafından yapılmıştır. Bu çalışmada operasyon öncesi bakılan albumin düzeyi 3,5 gr/dl altında olan hastalarda, albumin düzeyi 3,5 gr/dl üzerinde olan hastalara göre prognozun daha kötü olduğu görülmüştür. Çalışmamızda operasyon öncesi bakılan albumin düzeyi 3,5 gr/dl üzerinde olan hasta grubunda, 3,5 gr/dl altında olan hasta grubuna göre HSK oranları istatistiksel olarak anlamlı farklılık göstermedi. Ancak GSK oranlarına bakıldığında, albumin düzeyi yüksek olan grubun GSK sürelerinin istatistiksel olarak anlamlı şekilde uzun bulunduğu ve bu nedenle operasyon öncesi albumin düzeyinin GSK açısından önemli bir prognostik faktör olduğu belirlendi.

Asaad ve ark. (74) tarafından evre II 174 hastada yapılan çalışmada operasyon öncesi dönemde anemisi saptananlarda prognozun daha kötü olduğu bulunmuştur. Yine, Liang ve ark. (91) tarafından yapılan bir çalışmada genç kolon kanserli hastalarda prognostik faktörler araştırılmış ve operasyon öncesi kan transfüzyon ihtiyacı olanlarda

48

prognozun daha kötü olduğu görülmüştür. Çalışmamızda ise operasyon öncesi bakılan hemoglobin düzeyi 10 gr/dl üzerinde olan hasta grubunda, hemoglobin değeri 10 gr/dl altında olan hasta grubuna göre HSK ve GSK açısından istatistiksel olarak anlamlı bir fark görülmemiştir. Sonucun bu şekilde çıkması hasta sayımızdaki yetersizlikten kaynaklanmış olabilir.

Kolon kanserinde çıkarılan lenf nodu sayısının ne olması gerektiği konusunda farklı otörler tarafından farklı öneriler yapılmıştır (49,56). 2007 yılında AJCC ve Amerikan Ulusal Kanser Enstitüsü (NCİ) sponsorluğunda düzenlenen bir panelde kolon kanseri hastalarında en az 12 adet lenf nodu çıkarılması gerektiği bildirilmiştir (105). Swanson ve ark. (106) tarafından 35787 T3N0 hasta ile yapılan çalışmada çıkarılan lenf nodu sayısı prognozla ilişkili bulunmuştur. Asaad ve ark. (74) tarafından TNM Evre II 174 kolon kanserli hastada prognostik faktörlerin araştırıldığı çalışmada 7 ve daha az sayıda lenf nodu çıkarılan grupta prognozun daha kötü olduğu gösterilmiştir. Prandi ve ark. (107) tarafından 3648 kolon kanserli hastada yapılan çalışmada aynı evrede çıkarılan lenf nodu sayısı 8-12 arasında olan hastaların; 7 ve daha az sayıda lenf nodu çıkarılan hastalara göre daha uzun bir HSK ve GSK sürelerine sahip olduğu bulunmuştur. Yine bu çalışmanın sonuç kısmında, yetersiz sayıda lenf nodu çıkarılan evre II hastaların kesin olarak evre II kabul edilemeyecekleri; bu hastalarda daha düşük yaşam beklentisi nedeniyle adjuvan KT almaları gerektiği belirtilmiştir. Chang ve ark. (108) tarafından 9 ülkeden 17 çalışmanın gözden geçirildiği analiz çalışmasında evre II ve evre III kolon kanserli hastalarda çıkarılan lenf nodu sayısı arttıkça sağkalımın arttığı belirtilmiştir. Johnson ve ark. (109) tarafından 20702 evre IIIB ve evre IIIC kolon kanserli hastada yapılan çalışmada ise çıkarılan tutulum açısından negatif lenf nodu sayısının arttıkça hastalığa bağlı mortalitenin azaldığı gösterilmiştir. Çalışmamızda 116 hastanın çıkarılan lenf nodu sayısına ulaşılabilmişti. 60 (%51,7) hastanın çıkarılan lenf nodu sayısı 12 ve üzerinde idi. 56 (%48,3) hastada ise çıkarılan lenf nodu sayısı 12’nin altında idi. Çıkarılan lenf nodu sayısı 12 ve üzerinde olan hasta grubunda, literatürle uyumlu olarak, daha az sayıda lenf nodu çıkarılan hasta grubuna göre daha iyi sağkalım sürelerinin olduğu belirlendi.

Lenf nodu pozitifliği hem genel sağkalım hem de nüks açısından en önemli prognostik faktörlerden biridir (4,5,67,75,79,85,91,110-112). Cohen ve ark. (86) tarafından yapılan subgrup analizde 1-3 lenf nodu pozitif hastalarda 5 yıllık GKS %66 bulunurken, üçten fazla lenf nodu pozitif olan hastalarda bu oranın %37 olduğu bulunmuştur. Burton ve ark. (85) tarafından yapılan çalışmada 4 ve daha fazla sayıda lenf

49

nodunun pozitif olması kötü prognostik faktör olarak belirlenmiştir. Yine, Suzuki ve ark.

Benzer Belgeler